23 dk.
01 Mayıs 2024
Allah Resulü'nün (sas) Ailesinin Ahiretteki Durumu-gorsel
Youtube Banner

Allah Resulü'nün (sas) Ailesinin Ahiretteki Durumu

Soru: Peygamber Efendimiz’in (sas) dedesi Abdülmuttalip putperest birisi miydi? Kaynaklarda okurken hakkında hem çok hayırlı şeyler duyuyoruz hem de bazı rivayetlerde Peygamber Efendimiz'in Ebu Leheb ile Abdülmuttalip'in cehennemde olduğunu söylediğini görüyoruz. Ayrıca Efendimiz’in (sas) annesinin ve babasının ahiretteki durumları nelerdir? Bazen düşünüyorum, onların cehenneme gitmelerine gönlüm razı olmuyor. Fakat bir başka açıdan da yaklaştığımda o insanlara yapılacak özel bir iyiliğin adaletsizlik oluşturabileceği aklıma geliyor. Bu konuya nasıl yaklaşmamız gerekir?


Cevap: Meselenin hem geleneksel hadis usulüne hem ayet hadislerin nasıl anlaşılması gerektiğine hem genel mantık ve dilbilim kaidelerine hem de tarih perspektifine bakan yönleri vardır. Bu nedenle mevzu bütün bu yönleriyle ayrı ayrı ele alınacaktır.
 

Birincisi: Kur’an açık ve net bir şekilde “Biz peygamber göndermedikçe kimseye azap edici değiliz.”1 buyurur. Bu çerçevede Efendimiz’in (sas) annesinin, babasının ve dedesinin bir peygamberin davetine açık bir şekilde muhatap olmadıklarını unutmamak gerekir.

 

İkincisi: İnsanların neredeyse hepsinin temel iyilik ve temel kötülük kavramlarıyla ilgili ortak kabulleri vardır. İftira atmak yahut eşini aldatmak herkesin kabul edebileceği temel kötülüklerdir. Acil ve gerçek bir tehlike altındaki özellikle de savunmasız insanlara veya hayvanlara yardım etmenin iyi bir şey olduğu konusunda herkes hemfikir olacaktır. 

 

Dolayısıyla en küçük toplumsal gruplardan en büyük metropol yaşamlarına kadar her seviyedeki toplumsal düzenin devam etmesi temel iyilik ve kötülüklerin ortak bir şekilde benimsenmiş olmasına bağlıdır. O hâlde yalan söylemenin, iftira atmanın, gıybet etmenin, verilen sözleri tutmamanın, haksız yere adam öldürmenin veya hırsızlık yapmanın yaygın olduğu, kısacası ahlaki ilkelerin büyük ölçüde erozyona uğradığı yerlerde sağlıklı bir toplumsal yaşam da kalmayacaktır.

 

Meselenin bu kısmı şu yüzden önemlidir: Kur’an’daki “Biz peygamber göndermedikçe kimseye azap edici değiliz.” ayetini gönderilen Nebiyi kabul etmeme, iman, ibadet ve ahlak konularında o Nebiye tam uymama manasında anlamamız daha doğru olacaktır. Çünkü, elimizdeki kayıtlara göre bir peygamberle bizzat muhatap olmadığını bildiğimiz insan sayısı çok fazladır. Onların tamamen boş yere, adeta birer çöp veya amaçsız hayvanlar gibi yaşadığını düşünmek de “insanlık” kavramına tam uymamaktadır. Ancak onlar da “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu (karşılığını) görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu (karşılığını) görür.”2 ayeti çerçevesinde imtihandan tamamen muaf olmayıp temel iyilikler ve temel kötülükler konusunda sorumludurlar diye düşünebiliriz. Çünkü dünya hayatında iyilik ve kötülük kavramlarının bir kısmı veya bazı boyutları göreceli olsa da herkesin üzerinde ortak kanaate sahip olduğu iyilikler ve kötülükler vardır.

 

Bu bağlamda, bir peygamberle veya onun bozulmamış mesajı ile bizzat muhatap olmayan insanların bu temel ahlak ilkeleri çerçevesinde sorumlu olduklarını, onların bu ilkeler çerçevesinde değerlendirileceklerini söyleyebiliriz. Konuyla ilgili ayetlerin genel manasından çıkan sonuç budur.

 

Elbette bazı insanların hem vahye muhatap oldukları ancak o vahye inanmayıp düşmanlık etmeleri hem de vahye muhatap olmayıp da genel ahlaki ilkelere tamamen zıt yaşamaları gibi nedenlerle tamamen helak olacak veya azaba layık hale gelecek insanlar da vardır ve olacaktır.

 

Üçüncüsü: Efendimiz’in (sas) anne babası ve dedesi Abdülmuttalip’in ahiretteki durumlarıyla ilgili elimizde net, her türlü şüpheden uzak, sahih bir rivayet yoktur.

Konuyla ilgili elimizde hadis olarak nakledilen en temel iki rivayet vardır.

Bunlardan birincisi şu şekildedir:

 

Annem için istiğfarda bulunmak hususunda Rabbimden izin istedim. Fakat buna izin verilmedi.”3 

 

İbn-i Cevzi gibi hadis alimleri bu hadisin senedinde yer alan isimlerden Muhammed bin Ziyad isimli ravinin güvenilir olmadığını, Ahmed bin Yahya ve Muhammed bin Yahya isimli kişilerin de meçhul yani kimliği veya kişiliği hakkında bilgi olmayan insanlar olduğunu tespit etmişlerdir.4 Dolayısıyla bu hadis (ister Müslim ister Buhari hadisi olsun) sened bakımından kusurlu bir hadistir ve sahih bir hadis sayılamaz. Kusurlu bir rivayete dayanarak değil Allah Rasulü’nün (sas) anne ve babasının, hiç kimsenin ahiretteki durumu hakkında kesin bir şey söylenemez.

 

Bu konudaki ikinci hadis de şu şekildedir:

 

Bir adam “Ey Allah’ın Rasulü! Babam nerededir? diye sorar. Efendimiz (sas) de “Ateştedir.” cevabını verir. Adam arkasını dönüp giderken Efendimiz (sas) onu geri çağırarak “Şüphesiz benim babam da senin baban da ateştedir.” buyurur.5

 

Bu hadisin de senedinde bulunan isimlerden Hammad bin Seleme’nin hafıza konusunda hadis alimlerince tenkit edildiği bilinmektedir. Ayrıca bu zatın bazı rivayetlerinde münkerlerin yani hadis rivayeti konusunda zayıf şahısların olduğu söylenir. İmam Buhari bu isimden hiç hadis almamıştır. Zaten hadis sadece Müslim’de geçmektedir. İmam Müslim de bu zatın sadece Sabit’ten olan rivayetlerini almış, diğer rivayetlerini almamıştır.6

 

Diğer yandan bu hadisi sahih kabul eden bazı alimler hadisteki “Benim babam da senin baban da ateştedir.” ibaresini zahir manasıyla yani metinde geçtiği şekliyle düz bir şekilde anlamışlardır. Bazı alimler de hadisteki “benim babam” ibaresinden Efendimiz’in (sas) öz babasını değil, Arapça kaidelerine de uygun bir şekilde amcası Ebu Leheb’i kastettiğini söylemişlerdir. Modern dönem alimlerinden Muhammed Ebu Zehra, Muhammed Gazali ve Yusuf el-Karadavi gibi isimler bu hadisi daha çok metin açısından ele almışlar, hadisi metin tenkidine tabi tutmuşlar ve metnin en azından zahiri anlamının problemli olduğunu söylemişlerdir. 

 

Senedin sahih olduğunu düşünüp metni problemli bulanlardan biri olan Yusuf el-Karadavi gibi alimler bu konuda “sükût edenler” sınıfına dahil olmuşlardır. Zaten bu konuda alimler üç görüşe ayrılmışlardır. Kimileri Efendimiz’in (sas) anne ve babasının ehl-i necat olduklarını ve fetret dönemi insanları olduklarını söylemişler, bazı alimler onların şirk üzere öldükleri için cehennemde olduklarını iddia etmişler, kimileri de bu konuda sükût etmek gerektiğini, meselenin tam olarak bilinemeyeceğini düşünmüşlerdir.

 

Bir başka hadis diye nakledilen fakat aslen uydurma olan rivayet şu şekildedir: 

Rabbimden istedim, o da bana annemi diriltti, bana iman ettikten sonra tekrar yerine gönderildi.”7

 

Bu rivayetin uydurma olduğu konusunda neredeyse bütün alimler görüş birliği içindedir. Sadece Suyuti’nin “uydurma değil zayıf” olduğu yönünde bir kanaati vardır ancak bu kanaat de rivayetin uydurma olmayabileceğine dair olumlu bir fikir vermeye yetmemektedir.

 

Sonuç olarak Efendimiz’in (sas) anne ve babasının ahiretteki durumlarının tam olarak ne olduğuna dair gerek sened gerek metin itibariyle net, şüpheden uzak, sahih bir rivayet yoktur. Spesifik olarak bir kimsenin ahiretteki durumunun ne olacağına dair o konuda ayet veya sahih/mütevatir hadis olması dışında hiçbir bilgimizin olamayacağı açıktır.

 

Dördüncüsü: Efendimiz’e (sas) kendi babasının durumunu soran kişiye karşı ifade ettiği “Senin baban da benim babam da ateştedir.” hadisini sahih kabul etsek bile sırf bu hadisten yola çıkarak Efendimiz’in (sas) anne babasının müşrik olmaları nedeniyle ebediyen cehennemde kalacaklarını düşünmemiz makul ve mantıklı değildir.

 

Çünkü öncelikle bir konuda tek bir hadise veya tek bir ayete bakılarak hüküm verilemez. Bir konuda dini bir kanaat oluşturmak için aynı konudaki bütün ayet ve hadislerin bir arada değerlendirilmesi gerekir. Zira ayet ve hadislerin hepsi mutlak, her zaman ve her durumda, her şart ve herkes için geçerli hükümler barındırmaz. Bazı ayet ve hadisler bir konunun tek bir yönüyle ilgili olabilmektedir. Bazen de ayetin nazil olduğu veya hadisin söylendiği ortam ve şartlar; konuyla ilgili hükmün de farklı ortamlar, şartlar ve kişiler için değişmesine neden olabilir. Dolayısıyla tek bir hadise bakılarak evrensel, herkes için her şartta ve her zamanda geçerli tek bir hüküm çıkarmak genellikle doğru değildir. Bu hadise bakarak da Efendimiz’in (sas) babasının müşrik olması nedeniyle ebediyen cehennemde kalacağını düşünmek doğru olmayacaktır.

 

Diğer yandan bizler hadisleri genellikle tercümelerinden okuruz. Ayrıca bir hadisin bağlamı, söylendiği ortam ve şartlar raviler tarafından göz ardı edilebilmektedir. Bu da bizleri hadisin bir manasına vâkıf kılsa da farklı yönlerini gözden kaçırmamıza neden olabilir. Bu nedenle hadisleri doğru anlamak bir parça çaba ve ilim gerektirmektedir.

 

Bu bağlamda “Benim babam da senin baban da ateştedir.” hadisine baktığımız zaman “Ebediyen ateştedir.” veya “Müşrik olmaları nedeniyle ateştedir.” denilmediğini ilk başta fark etmiş olmamız gerekir.

 

Diğer yandan bu hadiste Efendimiz’e (sas) soru soran kişinin Husayn isimli birisi olduğu hadis kaynaklarında aktarılır. Bu zat hadisi rivayet eden İmran bin Husayn’ın babasıdır. Önce İmran Müslüman olmuş, daha sonra babası Husayn İslam’ı kabul etmiştir. Hatta bu zat şu hadisin de başkahramanıdır:

 

Bir gün Husayn Efendimiz’in (sas) huzuruna gelir. Oğlu İmran da Efendimiz’in (sas) yanındadır. Babası halen müşrik olduğu için o içeri girince ayağa kalkmaz. Hatta yüzünü ekşitir. Efendimiz (sas) Husayn’a “Kaç tane ilaha ibadet ediyorsun?” diye sorar. Husayn; “Yedi ilah. Altısı yerde, biri semada.” der. Efendimiz devamla; “Hangisine rağbet edip (gönülden yönelip) hangisinden rahbet ediyorsun (azabından korkuyorsun)? diye sorunca Husayn; “Göktekine” der. Efendimiz devamla “Ey Husayn! Müslüman olmuş olsaydın sana fayda verecek iki kelime (iki dua) öğretirdim.” buyurur. Husayn da Müslüman olur. Daha sonra “Ey Allah’ın Rasulü! Bana vaat ettiğin iki kelimeyi (duayı) bana öğret!” der. Efendimiz (sas) şu duayı Husayn’a öğretir: “Allah’ım! Bana rüştümü (fayda verecek şeyleri, doğru olanları) ilham et ve beni benliğimin (nefsimin) şerrinden de koru!”(8)

 

Bazı kaynaklarda Efendimiz’in (sas) “Senin baban da benim babam da ateştedir.” sözünü bu diyalog esnasında söylediği kaydedilir. Bu diyaloğa ise şu hadise sebep olmuştur: Bazı müşrikler Husayn’a gelerek “Sen aklı başında bir insansın. O, atalarının putlarını küçümsüyor. Git onunla konuş.” diyerek Husayn’ı Efendimiz’e (sas) yönlendirirler. Husayn da Efendimiz’in (sas) huzuruna gelir ve O’na; “Ya Muhammed! Sen mi hayırlısın yoksa baban mı?” diye bir soru sorar.

 

Bu sorunun arkasında yatan niyet cahiliye dönemi asabiyetini, kabile ırkçılığını bilen insanlar için açıktır. Dolayısıyla  bu soru meseleyi farklı bir yöne çekmek ve çarpıtmak için özellikle sorulmuş bir sorudur. Efendimiz (sas) de bunun üzerine “Senin baban da benim babam da ateştedir.” cevabını verir. Daha sonra diyalog yukarıda kaydettiğimiz şekilde devam eder. Diyaloğun sonunda da Husayn Müslüman olur.(9)

 

Bu anlatılanların sahih olması durumunda hadisin bağlamı, dolayısıyla Efendimiz’in (sas) “Senin baban da benim babam da ateştedir.” sözünün asıl manası ortaya çıkmış olacaktır. O mana da şudur;

 

Efendimiz (sas) hadislere aşina olanların takdir edeceği üzere kendisine sorulan sorulara genellikle soru soranın özel durumuna göre cevap verir. Hadis alimleri de bir hadis üzerine yorumda bulunurken Efendimiz’in (sas) muhatap olduğu kişilerin özel durumlarını genellikle göz önünde bulundururlar. Çünkü hadislerin çoğu -tabiri caizse- boşluğa söylenmiş sözler değildir. Onlar, cevamiü’l-kelim (sözleri birçok manaya birden işaret eden) Efendimiz’in (sas) sözleridir. O sözlerin mana çerçevesinin içinde muhatabın durumu da yer alır. Örneğin Efendimiz’e (sas) gelerek “En faziletli amel hangisidir?” veya “Bana bir tavsiyede bulun!” şeklinde sorular soranlara Efendimiz (sas) muhatabın durumuna göre farklı cevaplar vermiştir. Kendisinden özel bir tavsiye isteyen kişilere de bazen “Öfkelenme!”, bazen “Gizli ve açık her hâlinde Allah’tan kork!”, bazen “İstiğfarını artır!” şeklinde tavsiye ve emirlerde bulunmuştur.

 

Özellikle Mekke döneminde kendisiyle tartışma niyetiyle gelen müşriklere de karakterine, seviyesine, bilgi ve ahlak durumuna göre cevaplar vermiştir. Örnekler çoğaltılabilir.

 

Efendimiz’in (sas) Husayn ile diyaloğuna da bu açıdan bakmak faydalı olacaktır. Diyaloğun başlangıcından, özellikle de Husayn’ın sorduğu sorunun mantık örgüsünden anlaşıldığı kadarıyla Husayn kabile asabiyetine son derece bağlı bir insandır. Zaten cahiliye Araplarının neredeyse hepsi aynı özelliktedir. Ancak iman etmek kabile asabiyeti, ırkçılık, gurur, kibir, “Başkaları ne der?” kaygısı gibi engelleri aşmayı gerektiren bir ameliyedir. Dolayısıyla Husayn’ın kalbindeki atalara körü körüne bağlılık duygularının eritilmesi gerekmektedir. Bu da ezberlerinin bozulması demektir. Efendimiz (sas) de “Benim babam da senin baban da ateştedir.” cevabını vermekle hem sorudaki tuzağı bozmuş hem Husayn’ın donmuş zihin dünyasına adeta yüksek ısıda bir ateş vermiş gibidir. 

 

Dolayısıyla bu diyalogdaki asıl mevzu “Senin ataların da benim atalarım da ateşte bile olsalar bu durum senin iman etmene engel değildir.” mevzusudur. Efendimiz (sas) “Senin baban da benim babam da ateştedir.” sözünü söylemekle “Siz atalarınızı aşırı seviyor ve onların yolunun mutlak doğru olduğunu varsayıyorsunuz. Bu nedenle de bana karşı çıkmaya çalışıyorsunuz ancak bunun böyle olması gerekmiyor. Çünkü hepimizin ataları mutlak doğru olmayabilir ve bunun böyle olması da gerekmez.” mesajını vermiştir.

 

Beşincisi: “Ateştedir.” kelimesi bazı farklı hadislerde de geçen bir ibaredir.

 

Örneğin; “Sonradan ortaya çıkan her şey ise bidattir. Her bidat dalâlettir. Her dalâlet ateştedir.”(10) hadisi her bidat sahibinin ebediyen cehennemde kalacağına işaret etmez. 

 

Yine Efendimiz (sas) “İki Müslüman kılıçları ile karşı karşıya gelirlerse ölen de öldürülen de ateştedir.” buyurur. Bunu duyan sahabi “Ya Rasulallah! Bu katildir. Peki öldürülen kimsenin durumu nedir? (O neden ateştedir?) deyince Efendimiz (sas) “O da onu öldürme hususunda istekli idi.” buyurur.(11)

 

Bu hadise bir şerh düşen İmam Nevevi gibi büyük bir alim şöyle bir yorumda bulunmuştur: “Cehennemde (ateşte) olmanın anlamı ise “Cehennemi hak eder, bununla cezalandırılabilir de Yüce Allah onu affedebilir de.” anlamındadır. Hak ehlinin mezhebi budur… Benzer hadislerde geçen bu gibi bütün ifadeler de buna göre tevil edilir.”(12)

 

Nitekim; “İsrailoğulları yetmiş iki millete (fırkaya) bölünmüştü. Benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Bunlardan bir tanesi hariç hepsi ateştedir.(13) hadisindeki “ateştedir” ibaresi de ebediyen cehennemde kalmak şeklinde anlaşılmamıştır. Bu hadisle ilgili genel yorumlar da hadisteki “ateştedir” kelimesinin ebediyet/sonsuzluk anlamı ile ifade edilmediği yönündedir. Bu hadiste de geçen “ateştedir” ibaresi hakkında hiç kimse “Ebediyen cehennemliktir.” şeklinde bir yorumda bulunmamıştır.

 

O hâlde hadis edebiyatına vâkıf olanların da kabul edecekleri üzere “ateştedir” ibaresi bazen “Cehennemdedir.” anlamına gelse de her zaman “Ebediyen cehennemdedir.” anlamında kullanılmamaktadır. Bu aynen “helak olma” tabirinin farklı durumlar ve şahıslar yahut gruplar için farklı anlamlara gelmesi gibidir. Örneğin, Ad, Semud gibi kavimlerin helak olması ile “Sözde ileri gidenler helak oldu, sözde ileri gidenler helak oldu, sözde ileri gidenler helak oldu.”(14) hadisindeki helak olma kavramının aynı bağlamda kullanılmış olmaması gibidir.

 

Bu durumda tek bir hadisin sadece çevirilerdeki yüzeysel anlamına bakarak Efendimiz’in (sas) anne babasının ve dedesinin ebediyen cehennemde olacaklarını iddia etmek pek makul bir düşünce olmayacaktır.

Altıncısı: Efendimiz’in (sas) babası Abdullah ve dedesi Abdulmuttalip ile ilgili kayıtlara bakmak da bu konuda bir fikir verebilir. Gerçi bu iki zat hakkında tarih kitaplarında yazılanların hepsinin doğru olduğunu söylemek pek mümkün olmayabilir. Çünkü tarih kitaplarında anlatılanlar sahih hadis kitaplarında olduğu gibi cerh ve tadile, doğru olduklarını kanıtlayacak ek delillere pek sahip değildir. Ancak içlerinde doğru olduğundan şüphe duyulamayacak gerçekler de vardır. Ayrıca aksine bir delil veya iddia bulunmadıkça anlatılanların doğru olabileceğini kabul etmek de en azından aksi yönde deliller çıkana kadar sakıncalı değildir.

 

Bu bağlamda Efendimiz’in (sas) babası Abdullah ve annesi Amine ile ilgili olarak kayıtlarda puta tapma, putlara adak adama veya kurban kesme gibi şirk unsuru hiçbir hadise aktarılmamıştır. Cahiliye döneminde normal karşılanan ahlaki olumsuzluklarla ilgili de hiçbir kayıt bulunmamaktadır. Efendimiz’in (sas) açıktan tebliğe başlamasından sonra hiçbir müşrik O’na karşı çıkarken ailesinin veya atalarının kötülüğü gibi bir argüman öne sürememişlerdir. Bu noktada en ufak bir olumsuzluk olsaydı müşrikler bunu kullanmaktan çekinmezlerdi. O hâlde Efendimiz’in (sas) anne ve babasının cahiliye kötülüklerine bulaşmış insanlar olduğunu düşünmemiz için hiçbir neden yoktur.

 

Efendimiz’in (sas) dedesi Abdülmuttalip ile ilgili olarak da sadece tartışmalı iki husus aktarılır. Birincisi; Abdülmuttalip’in zemzem kuyusunu kazarken bulduğu eşyaların üzerine Hübel putunun önünde fal okları ile kura çekmesi diğeri de on tane erkek çocuğa sahip olması halinde birini kurban etmeyi adaması, kurban edilecek çocuğu belirlemek maksadıyla kura çekmesidir.

 

Bunlardan ikincisinin dini bir yönü olmayıp meselenin sadece dönemin örfü, kültürü olduğu söylenebilir. 

 

Birincisi de onun Hübel’i bir Tanrı veya Tanrıya ulaştıran bir aracı olarak kabul ettiğine delalet etmez. Belki en fazla o dönemdeki insanların dini inancına karşı çıkmadığını, onların bazı örflerini uyguladığını gösterir.

 

Diğer yandan Abdülmuttalip’in herhangi bir puta doğrudan adak adadığına, kurban kestiğine, puttan herhangi bir istekte bulunarak dua ettiğine dair hiçbir kayıt yoktur. Bilakis onun bazı durumlarda Allah Teala’ya muvahhit bir mümin gibi dua ettiğine dair kayıtlar bulunmaktadır.

 

Örneğin Ebrehe’nin Kabe’yi yıkmak niyetiyle Mekke’ye yaklaştığı esnada Mekkelilerin Abdülmuttalip’i Ebrehe’ye elçi olarak gönderdiği ve Abdülmuttalip’in de Ebrehe’den develerini istediğini, Ebrehe’nin şaşırması üzerine “Ben develerimin sahibiyim, Kabe’nin de sahibi vardır. Kabe’nin Rabbi onu koruyacaktır.” dediği bilinir. Abdülmuttalip develerini alıp Mekke’ye dönünce Mekke halkını muhtemel bir katliama karşı dağlara çekilmeleri için uyarmıştır. Daha sonra Kabe’ye gitmiş ve Kabe’nin kapısının halkalarına yapışmış bir hâlde şöyle dua etmiştir: “Allah’ım! İnsan, ehlini, göçünü esirger, korur. Sen de buraya konmuş, dokunulmazlığı tehlikeye düşmüş olanları koru! Onların salipleri ve kuvvetleri, yarın, Senin kuvvetine asla galebe çalamayacaktır. Eğer Sen, onları, bizim Kıblemizle baş başa bırakıverecek olursan, o da, Senin bileceğin bir iştir. Onun da bir hikmeti vardır. Onlar, ülkelerinin cemaatlerini, bir de fili çekip getirdiler. Senin Beytine sığınmış olan halkını düzenleriyle yağmalamak için, cehaletlerinden, Senin koruna yürüdüler. Senin kudretini ve yüceliğini hiç düşünmediler.”(15)

 

Yine Abdülmuttalip’in Efendimiz (sas) doğduğunda “Bana böyle güzel bir erkek çoğucu veren Allah’a hamdolsun!” diyerek dua ettiği kaynaklarda geçmektedir.(16)

 

Bir başka rivayete göre Şamlı bir zalim yaptıklarının cezasını dünyada görmeden ölmüş, onun durumu Abdülmuttalip’e sorulduğunda “Vallahi bu dünyanın sonunda iyi olanın ödül alacağı ve kötü olanın da ceza göreceği bir dünya vardır.”(17) cevabını vermiştir ki bu da onun ahiret inancı olduğunu göstermektedir.

 

Yine bazı kayıtlara göre mahremler ile evlenmenin, Kabe’nin çıplak bir şekilde tavaf edilmesinin, kız çocuklarının diri diri gömülmelerinin veya öldürülmelerinin, şarap ve fal okları ile kura çekme adetinin yasaklanması Abdülmuttalip’in bazı uygulamaları olarak gösterilmiştir.(18) Tabii bu noktada kendisinin fal okları ile kura çektiğine dair rivayetlerin yanında fal okları ile kura çekmeyi yasaklaması arasında bir çelişki olduğu da görülmektedir. Ancak bazı tarihçilere göre Abdulmuttalip önceleri putlara en azından saygılı birisi iken sonradan putlardan da uzak durmuştur. Bu durumda onun hayatının bir döneminde fal okları ile kura çekmiş olmasına rağmen sonradan bu uygulamayı terk ettiğini hatta yasaklamaya çalıştığını söyleyebiliriz.

 

Bütün bunlar da bize Abdülmuttalip’in “en azından” cahiliyenin şirk ve zulüm bataklığına saplanmış bir insan olmadığını göstermesi açısından yeterlidir. Onun Allah’a ve ahirete iman eden birisi olduğuyla ilgili elimizde yeterince veri bulunmaktadır. Bu durumda Abdülmuttalip’in zaten fetret dönemi insanı olduğu, bu özelliğinin ötesinde iyiliksever, muhtaçları koruyan, cömert, merhametli, dürüst, Allah’a, ahiret gününe inanan bir insan olduğu görülmektedir. Dolayısıyla Abdulmuttalip’in tam bir müşrik olduğunu veya illaki cehenneme gideceğini söylemenin hiçbir geçerli dayanağı yoktur.

 

Yedincisi: Soruda geçtiği şekliyle “Efendimiz’in (sas) anne ve babasına yapılacak özel bir iyiliğin” veya amiyane tabirle bir torpilin olması gibi düşüncelerin dinin ruhuna pek uygun olmadığını söyleyebiliriz. Diğer taraftan Efendimiz’e (sas) yakınlıkları nedeniyle onların azap görmesine de gönlümüzün razı olmaması bir yönüyle normal karşılanabilir. Ancak Ebu Leheb de Efendimiz’e (sas) yakın bir isimdir. Bu noktada Ebu Leheb’in dahi yaptığı iyiliklerin ahirette karşılıksız kalmayacağından emin olabiliriz. Çünkü Zilzal suresinin yedi ve sekizinci ayetleri açıktır. Ebu Leheb için bile durum böyle iken Efendimiz’in (sas) sebepler planında dünyayı teşrif etmesine vesile olan anne ve babasının yahut babasının vefatından sonra Allah Resulü'nü (sas) bizzat kendi himayesine alan dedesi Abdulmuttalip’in yaptıklarının karşılıksız kalacağını düşünmek abes olacaktır. 

 

Diğer yandan Kur’an’da “Kim bir iyilik yaparsa, ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa, o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez.”(19) ayetinin açık delaletiyle günahlar, eğer affedilmez iseler sadece kendi misliyle karşılık bulacak, sevaplar ise on katıyla ödüllendirilecektir.

 

Bir peygambere yakın olma meselesinin tek başına kurtuluşa vesile olmayacağını bazı ayetlerden biliyoruz. Hz. İbrahim’in (as) babası yahut amcası olan kişi müşriktir. Hz. Nuh’un (as) oğlu ve Hz. Lut’un (as) karısı da o peygamberlere çok yakın isimlerdir ancak küfür içinde bulunmayı tercih etmişlerdir. Bu kutlu nebilerin en yakınlarından birkaç ismin o nebileri tasdik etmemesi hatta onlara düşmanlık etmeleri kendi tercihleridir ve o konuda bizim yapabileceğimiz bir şey yoktur. Onlara Allah Teala’dan daha fazla merhamet edecek değiliz. Yine Allah'ın hiçbir iyiliği ve hiçbir kötülüğü karşılıksız bırakmayacağını, kullarına zulmetmeyeceğini de biliyoruz.

 

Sekizincisi: Bu konudaki tartışmalarda ele alınan ayetlerden birinin meali şu şekildedir: “Şüphesiz sen sevdiğini hidayete erdiremezsin fakat Allah dilediğini hidayete ulaştırır. O, hidayete tabi olacakları daha iyi bilir.”(20)

 

Bu noktada bizlerin imanımız ile kişisel sevgilerimizin bir çelişki ve kafa karışıklığı oluşturması mümkündür. Bazı insanların özellikle de gençlerin; sevdikleri bazı futbolcuların, sanatçıların hidayetleri için dua ettiklerini görmek mümkündür. Elbette bu konuda dua edilmesinde hiçbir sakınca yoktur. Aksine, başkalarının hidayeti için dua etmek çok güzeldir. Bununla birlikte insanların sevdikleri yahut hayran oldukları bazı kişilerin yaşantılarına bakarak onların ahiretleri hakkında endişe etmeleri, kendi sevgi duygularının etkisiyle bazı değerlendirmelerde bulundukları da görülmektedir. Ancak bir sanatçının yahut bir futbolcunun çok sevilmesi ile o insanı cennete layık görmek birbirinden farklıdır. Elbette o insan hakikatte cennete layık birisi olabilir. Bu, bir ihtimal olarak her zaman mümkündür. Buradaki mesele sırf seviliyor diye cennete layık görme meselesidir.

 

Benzer şekilde bir insanın sırf Efendimiz’e (sas) irsiyet açısından yakın olmasıyla cennete ehil birisi olması arasında zorunlu bir sebep sonuç ilişkisi yoktur. Aynı şekilde bir insanın bir peygambere yahut salih bir insana irsiyet açısından yakın olmasıyla hidayet üzere bir insan olması arasında da doğrudan bir ilişki yoktur. Bunlar birbirinden farklı hususlardır.

 

Sevgi ve hayranlık hisleri ile cennetlik olma realitesi birbirinden farklı şeyler olduğu gibi bir nebiye yahut salih bir insana yakın olmakla hidayet üzere olmak meselesi de birbirinden farklıdır.

 

Elbette salih bir insana yakın olmak bir insanın hidayetine vesile olabilir. Ancak salih zatlara yakın iyi insanlar olduğu gibi salih zatlara yakın şerli, kötü insanlar da bulunmaktadır. Cenab-ı Allah hükmünü yakınlık, sevgi ve hayranlık hisleri üzerinden değil, kişilerin hidayet durumları, gerçek iyilikleri ve gerçek kötülükleri üzerinden verecektir.

 

Özetleyecek olursak:

 

Efendimiz’in (sas) annesi, babası ve dedesi Abdülmuttalip’in putperest olduklarına, cahiliye döneminin şirk bataklığına kapıldıklarına, bu nedenle ebediyen cehennemde kalacaklarına dair şüpheden uzak, net ve sahih bir rivayet yoktur. Aksine, Abdülmuttalip’in Allah ve ahiret inancı olduğuna, kişilik olarak da ahlaklı bir insan olduğuna dair rivayetler vardır.

 

Ayrıca kendisine peygamber gönderilmedikçe yahut ilahi vahye muhatap olmadıkça kimseye azap edilmeyeceği Kur’an’da açıkça belirtilmiştir. Efendimiz’in (sas) anne ve babası ile dedesinin de fetret dönemi insanları olduğu açıktır.

 

“Benim babam da senin baban da ateştedir.” ibaresinin ebediyen cehennem azabına kesin bir şekilde delalet etmeyeceği söylenebilir. Çünkü hem konuyla ilgili diğer hadisler hem de “ateştedir” ibaresinin kullanıldığı farklı hadisler bunu göstermektedir.

 

Bunlarla birlikte bir peygambere veya salih bir insana irsî açıdan yakın olmanın hidayet üzere olmakla aynı manaya gelmediği, bizim sevgi ve saygı hislerimiz ile hidayete tabi olmak veya cennete ehil bir hâlde bulunmak arasında bir ilişki bulunmadığı da söylenmelidir. Bu bağlamda Efendimiz’in (sas) anne babası veya dedesinin ahiretteki durumlarının Efendimiz’in anne-babası veya dedesi olmaları ile doğrudan bir ilişkisi yoktur.

Sonuç olarak, Efendimiz’in (sas) anne babası ve dedesinin ahirette müşrik sayılacaklarını, ebediyen cehennemde kalacaklarını düşünmemiz için elimizde herhangi bir sebep bulunmamaktadır.

 

Allah Teala’dan bizleri Efendimiz’e (sas) takva ve salih amel, iman ve tevekkül, itaat ve teslimiyet ile yakın olanlardan eylemesini diler ve dileniriz.
 


 

1 ) İsra, 17

2 ) Zilzal, 7-8

3 ) Müslim, Cenaiz, 108

4 ) İbnül Cevzi, Kitabü'l-Mevzuat mine'l-Ehadisi'l-Merfu'at, c. 2, s. 12

5 ) Müslim, İman, 347

6 ) Aktaran; Dr. Yusuf Oktan, Erişim: https://dergipark.org.tr/tr/download/issue-file/26838

7 ) Suyuti, Neşrü’l-‘Alemeyn, 201;
8 ) Tirmizi, Deavat, 69

9 ) İbn Hacer, el-İsabe, c. 2, s. 87

10 ) Müslim, Cuma, 43

11 ) Buhari, İman, 22; Müslim, Kasame, 33

12 ) İmam Nevevi, Minhac (Sahih-i Müslim Şerhi), c. 11, s. 428

13 ) Tirmizi, İman, 18

14 ) Müslim, İlim, 7; Ebu Davud, Sünnet, 6
15 ) İbn Hişam, Sire, c. 1, s. 48

16 ) İbn Hişam, Sire, c. 1, s. 160

17 ) Halebî, İnsanu’l-Uyun, c. 1, s. 9

18 ) Halebî, a.g.e., c. 1, s. 9-10

19 ) En’âm, 160

20 ) Kasas, 56