9 dk.
16 Şubat 2024
Kötülük Problemi ve Allah'ın Adaleti | 1. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Kötülük Problemi ve Allah'ın Adaleti | 1. Kısım

Soru: Allah'ın insanlara hiç yoktan acı çektirip onların aç ve susuz kalmalarına izin vermesi, kendisi için çok kolay olmasına rağmen ihtiyaçlarına yardım göndermemesi karşısında cevap olarak imtihan dünyasında olduğumuz ve insanların buna dayanıp inkâr etmemesi gerektiği söyleniyor. Dünyanın düzenine uyulmadığı ve mal varlıklarının eşit bir şekilde insanlar tarafından dağıtılmadığı için eşitsizliğin var olduğu öne sürülüyor fakat kudret sahibi Allah yoktan var ettiği insanların dünyada acı çekmelerine izin veriyor. Bu konu “Dünyada acı çekseler de ahirette meyvesini yiyecekler.” diye ifade edilmesine rağmen hiç yoktan var edilmemizi ve Allah'ın sanatını zikretmemiz için yaratılmamızı, isyan etmeyip ne olursa olsun Allah'a iman etmemiz gerekmesini düşününce adalet duygusuna sahip biri olarak bunu mantığıma yatıramıyorum. “Ne gerek vardı?” sorusunu sormadan edemiyorum. Bu hususta detaylı bir cevabınız varsa bahsetmeniz benim için çok önemli. Teşekkürler.

 

Cevap: Konunun birbiriyle ilişkili birkaç noktasını ayrı ayrı ele alarak değerlendirelim:

 

Birincisi: Adalet Duygusu

 

Öncelikle her insanda ortak bir özellik olarak varlığı kabul edilen adalet duygusunun kendi başına bir hakikat ölçütü olup olamayacağını iyi anlamamız gerekir. 

 

Adalet duygusu gerçekten de her insanda mevcut bir duygudur. Felsefe ve bilim tarihinde bu duygunun doğuştan olduğunu iddia edenler olduğu gibi sonradan öğrenildiğini kabul edenler de olmuştur. Her iki görüşün de haklı olduğu yerler vardır. Önemli olan her insanda ister doğuştan verili ister sonradan öğrenilmiş olsun bir adalet duygusunun varlığıdır. Ancak unutulmamalıdır ki; Türkçede “adalet duygusu” olarak adlandırılan kavram mutlak bir hakikat değil, bir duygu, bir algı veya bir düşüncedir. Dolayısıyla adalet de her duygu, her algı veya her düşünce gibi kendi başına mutlak bir ölçüt değildir.

 

Örneğin, sevgi veya merhamet duyguları da her insanda mevcuttur. Ancak bu durum her türlü sevginin meşru olduğu anlamına gelmez. Bir insan doğal olarak anne babasını, eşini ve çocuklarını, vatanını veya mesleğini, ideolojisini veya dünya görüşünü sevebilir. Ancak kendi dünya görüşünden olan bir zalimin zulümlerini de sevebilir, tasvip edebilir veya sevgisi o zalimin zulümlerini görmezden gelmesine neden olabilir. Bu tür bir sevginin meşru olmayacağı açıktır. Aynı şekilde merhamet de her durumda ve derecede herkese eşit bir şekilde gösterilecek bir duygu veya algı değildir. Onlarca masum insanı öldürmüş bir katile merhamet gösterip onu affetmek mümkündür ancak meşru değildir.

 

Aynı şekilde adalet duygusu veya algısı da her durumda kendi başına mutlak geçerli bir ölçüt değildir. Bir insanda adalet duygusunun var olması o duygunun doğru işlediğini, o duyguya göre verilen kararların veya akla gelen düşüncelerin doğru olduğunu göstermez. Çünkü bir insanın adalet algısı, adalet kavramına yüklediği anlam eksik veya yanlış olabilir. Nitekim hukuk tarihi adalet kavramının anlamıyla ilgili tartışmalarla doludur.

 

Bu noktada önemli olan şudur: Bir insanda adalet algısı genellikle; insanlar arası ilişkilerin gözlemlenmesi sonucunda gözlemleyen insanın daha önceki bilgi birikimine, eğitimine, zekâsına, değer yargılarına ve bakış açısına göre oluşmaktadır. Diğer yandan bir insanın adalet algısı, yetiştiği çevreden, aldığı formel veya informel eğitimden, kişisel eğilimlerinden, mizacından, karakterinden, zihinsel ve duygusal alışkanlıklarından etkilenmektedir. Bu tür algılar da mükemmel ve yanıltmayan algılar değildir. Bunların çoğu zaman eksik, yanlış ve gözlem dışı bırakılmış, gözlem esnasında hesaba katılmamış yönleri vardır.

 

İkincisi: Adalet Kavramı ve Adalet Algısındaki Değişkenler

 

Adalet kavramı kendi başına mutlak, soyut, mücerret bir kavram olarak yoktur ancak belirli ilişkiler ve bağlantılar sonucu ortaya çıkan, dolayısıyla öncesi ve sonrası olan, kendisini etkileyen harici unsurlar bulunan bir kavramdır. Dolayısıyla adaletin gerçekten adalet olması için birden fazla faktöre, en azından belli hükümlere ve kurallara ihtiyacı vardır. Bu hükümler veya kurallar yahut bir meselenin öncesi ve sonrası dikkate alınmadan herhangi bir şey hakkında “Adildir.” demek de “Adil değildir.” demek de doğru olmayabilir.

 

Örneğin bir şirket çalışanlarına senede sadece dokuz ay maaş verebileceğini, yaz aylarında maaş veremeyeceğini, bu nedenle dokuz ay boyunca aldıkları maaşı dikkatli harcamaları konusunda bir uyarı yapmış olsun. Çalışanların da yarısı gerçekten aldıkları maaşı dikkatli harcasalar, yaz aylarında maaş alamadıkları zaman için de birikim yapmış olsalar, kalan yarısı dikkatsiz harcamalar yapsalar, uyarıları kale almasalar ve yaz ayları için hiç tasarruf etmemiş olsalar, yaz ayları da gelince dikkatsiz harcama yapanların durumuna bakarak “Bu insanlara adaletsiz davranıldı. Parası olan çalışanlardan bir miktar kesinti yapılıp parası olmayanlara verilmeli.” denilemez. Çünkü her çalışana aynı miktarda maaş verilmiş ve aynı uyarı yapılmıştır.

 

Benzer şekilde, bir üniversite hocası öğrencilerine sınav için dersin hangi konularından sorumlu olduklarını açıklasa, öğrencilerden bir kısmı ciddi çalışsa, diğerleri az çalışsa veya hiç çalışmasa, sınav zamanı çalışanlar yüksek, çalışmayanlar da düşük notlar alsalar, düşük not alanlara bakılarak “Bu hoca adaletsiz.” denilemez.

 

Verilen örneklerdeki adalet kavramı Allah Teala’nın adaletiyle ilgili değil, genel olarak “adalet” kavramının eşitlik kavramıyla aynı şey olmayacağına ilişkin örneklerdir. Sonuç olarak adalet şartlardan, olaylardan, davranışlardan ve başka faktörlerden bağımsız olarak ele alınmamalı, özellikle de “eşitlik” kavramıyla özdeş hâle getirilmemelidir.

 

Bu bağlamda Allah Teala alemde yarattığı şeylerin ya hepsini tekdüze, aynı ve eşit olacak şekilde yaratacaktır ya da yaratılan şeyler birbirinden farklı olacaktır. 

 

Ya moleküllerden gezegenlere, kum tanelerinden dağlara, insanlardan hayvanlara ve bitkilere kadar her şey kütle, hacim, yoğunluk, uzunluk, derinlik, ağırlık, renk, biçim gibi özellikleri itibariyle birbirinin aynı olacaktır ya da moleküllerle gezegenler, insanlarla hayvanlar, bir insanla diğer insan, bir hayvanla diğer hayvan, kısacası her şey birbirinden farklı olacaktır.

 

Kendimize ve etrafımıza bakınca göreceğimiz üzere her şey birbirinden farklıdır. Hiçbir şey hiçbir şekilde kendisi dışındaki hiçbir şeyle eşit değildir. Erkek ve kadın birbirleriyle eşit olmadıkları gibi iki erkek veya iki kadın arasında da tam bir eşitlik yoktur. Kediler ve tavşanlar birbirlerinden farklı oldukları gibi iki kedi ve iki tavşan da birbirlerinden pek çok açılardan farklıdır. Aynı renkler arasında gerek fotonlar düzeyinde gerekse algılama düzeyinde ton farkları mevcuttur. Bu realiteye bakarak insanlar bazı farklılıkları iyi bazılarını kötü olarak algılayabilir. Bir insan kendisinden daha uzun boylu olana bakıp bundan mutsuzluk duyabilir. Bir başkası kendisinden daha zayıf olana bakıp canını sıkabilir. Kimi insan çok yediği hâlde kilo alamamaktan kimisi de az yediği halde zayıflayamamaktan şikâyet edebilir. Ancak söz konusu mutsuzluklar, can sıkmalar ve şikayetler o kişilerin kendi duygu dünyalarıyla ilgilidir, can sıktıkları durumun kendine ait hakikatleri ile ilgili değildir.

 

Ayrıca yaratmanın çeşitliliği adına farklılık her zaman daha iyidir. Her ikisi de güneşin doğuşunu resmeden on tablo sahibi iki ressam düşünelim. Bunlardan ilki güneşin doğuşu hakkında her biri aynı olan, aynı ölçülere, aynı renk tonlarına ve aynı perspektife sahip on tane resim yapmış olsun. Diğer ressam da güneşin doğuşunu deniz ufkundan, dağlardan, ovalardan, şehirlerden ayrı ayrı gösteren, farklı perspektiflere ve renk tonlarına sahip, farklı ölçülerde on tane resim yapmış olsun. Elbette ikinci ressamın daha büyük ve kabiliyetli bir sanatçı olduğu anlaşılacaktır. Bu durumda ikinci ressamın tabloları arasında mukayeseler yapıp “Bunda kırmızı rengi az kullanılmış, diğerinde fazla kullanılmış. Bu tabloda güneşin ölçüleri daha küçük, diğerinde daha büyük.” gibi eleştiriler makul olmayacaktır.

 

Sonuç olarak kâinatta farklılık ve çeşitlilik vardır. Tam eşitlik ise ayniyet ve tekdüzelik, çeşitsizlik demektir. O hâlde farklılık ve çeşitliliğin doğal sonuçlarından birisi eşitsizliktir. Ancak eşitsizlik, adaletsizlik ile aynı şey değildir. Çünkü eşitlik ve adalet farklı kavramlar, farklı konseptlerdir. 

 

Bu durumda kâinatta, tabiatta, insanlar arasında tam adalet isteyen kişi aslında tam eşitlik istiyor olabilir. Ancak bu makul de mümkün de adil de değildir. 

 

Üçüncüsü: “Gibi Gelmek” ve Adaletsizlik Algısı

 

Bir başka açıdan bize “adaletsizlik gibi” gelen bazı durumlarla karşılaşabiliriz. Örneğin, benzer kabiliyetlere sahip iki insandan birisinin ten rengi siyah olduğu ve yaşadığı ülkede hâkim olan etnik köken beyaz ten rengine sahip insanlardan oluştuğu için siyahi insana para kazanma, ticaret yapma gibi fırsatlar verilmezse yahut o kişi aynı mahallede yaşadığı beyaz çocuklar arasında ayrımcılığa uğrayıp kendisine top oynama fırsatı verilmezse bu duruma haksızlık veya adaletsizlik diyebiliriz. Ancak burada da konu eşitlik değildir ve meselenin içine farklı değişkenler girmektedir. Ancak aynı fırsat eşitliğine sahip aynı iki insandan siyahi olan daha tembel beyaz olan daha çalışkan olsa, siyahi olan sadece tembel olduğu için daha az para kazanacağı bir işte çalışsa, beyaz olan daha çok para kazansa siyahi olan kişinin burada bir haksızlığa veya adaletsizliğe uğradığını söyleyemeyiz.

 

Demek ki bir insana “adaletsiz gibi” gelen yahut adaletsiz olduğu konusunda şüphe duyulmayan durumlar aslında adaletsizlik ile açıklanmaya uygun olmayan durumlar olabilir. Bu noktada kişilerin kendi düşünsel kriterlerini sorgulamaları, “adaletsiz” dedikleri bir duruma neden adaletsiz dediklerini ve buradaki nedenleri ayrı ayrı ele almaları gerekebilir. Ayrıca bir duruma “adaletsiz” demeden önce o durumun öncesi ve sonrasının yeterince hesaba katılıp katılmadığı, gözden kaçırılan noktalar olup olmadığı önemsenmelidir. Çünkü bir düşüncenin, bir akıl yürütmenin ilk adımları yanlış atılmış ise o akıl yürütme doğru bir sonuca ulaşamayacaktır. Bu nedenle ilk adımların doğru atıldığından emin olmak gerekir.


Not: Bu yazı Kötülük Problemi ve Allah'ın Adaleti başlıklı yazı dizisinin ilk yazısıdır. İnşallah serinin ikinci yazısı yarın sitemizde yayımlanacak.