18 dk.
24 Haziran 2022
Kur'an kadınların dövülmesini mi istiyor?-gorsel
Youtube Banner

Kur'an kadınların dövülmesini mi istiyor?

Soru: Kur’an-ı Kerim’de kadınlar için “onları dövün” şeklindeki ayetten dolayı kadınların şeklinde dövülebileceğine dair bir ruhsat olduğuna ilişkin ibareler yer almakta. O ayetlerdeki ibareler gerçekten kadınların dövülmesine ruhsat verildiği şeklinde yorumlanabilir mi?

 

Cevap: Söz konusu ayet Nisa suresi 34. ayetidir ve bu ayetteki ifade evet, darabe ibaresidir.1 Bu ibare de açık bir şekilde köken itibariyle “bir şeyi başka bir şeye vurmak” anlamına gelir.2 Her ne kadar bazı meal yazarlarının ayetteki darabe ibaresini “çıkarmak, uzaklaştırmak, evde tutmak” gibi tali anlamlarla yorumlamaya çalıştıkları görülse de ilk dönemden itibaren ayetten anlaşılan asıl mana vurmak şeklindedir ve bu türden tevillere ihtiyaç yoktur. Geleneksel literatürümüzde de bu vurma fiili aynen kabul edilmiş ancak hafifçe dövmek, misvakla vurmak, hassas yerlere vurmamak gibi yorumlarla fiil hafifletilmeye çalışılmıştır. Yaşadığımız dönemde ise vurmanın veya dövmenin biçimi ve şiddeti ne olursa ayetteki ifade kadına yönelik şiddetin referanslarından birisi olarak görülebilmektedir. Bu da Müslüman alimleri veya yazarları bir cins gizli mahcubiyet içinde savunmacı bir yaklaşıma sürüklemektedir. Böylesi kompleksler sonucu yapılan yorumlara da, bu konuda aşırı savunmacı davranmaya da, ayetin anlamını modern değerlere adapte etme çabalarına da ihtiyaç olmadığını düşünüyoruz. Mesele aslında vahyin indiği dönemin kültürel ortamı (sosyal tarih ve sosyal psikoloji), mantık kuralları ve en önemlisi Efendimiz’in (sav) davranışlarıyla-sözleriyle açık bir şekilde anlaşılacak bir meseledir. Yeter ki konuya skolastik değil bütüncül, salt geleneksel değil rasyonel bakılabilsin.

 

Bu ve benzeri konularda çok önemli bir ilkeyi hatırlatarak başlayalım: Bir konuda regülasyon getirilmesi o konuda izin verilmesi anlamına gelmez.

 

Bu ilkenin daha iyi anlaşılması için dönemin kültürel ortamına bakmak zorundayız.

 

O dönemin Arap coğrafyasında (başka coğrafyalarda da olduğu gibi) kadınları, çocukları ve köleleri dövmek son derece yaygın bir kültürel özelliktir. Bu da kadının toplum içindeki konumunun sonucudur. Bununla ilgili literatür, yani kadınların ne denli değersiz varlıklar olarak görüldüğüyle ilgili yazılanlar zaten fazlasıyla bilinmektedir. Herhangi bir kültürel özellikle ilgili değişimi o kültürün mensupları bir anda kabul etmezler. Bu, sosyolojik bir realitedir. Sadece kadınların konumuyla ilgili değil, kültüre mâl olmuş, toplumsal bir alışkanlık haline gelmiş her türden sosyal davranış o kadar kolay değişmez. Bu konuda mesela içkinin yasaklanması süreciyle ilgili Hz. Aişe (ra) validemiz şöyle der; “Kur’an’dan ilk nâzil olan içinde cennet ve cehennemin zikredildiği bir sûredir. Helâl ve haramlarla ilgili ayetler ise ancak insanlar peş peşe İslâm’a girmeye başlayınca nâzil olmuştur. Eğer ilk inen içki içmeyin emri olsaydı insanlar içkiyi asla bırakmayız ve yine ilk önce zina etmeyin emri inseydi zinayı asla terk etmeyiz derlerdi.”3 

 

Bu yaşamsal gerçeğe binaen Mekke’de nazil olan “Hurma ağacının meyveleriyle üzümlerden de hem şarap (içki) yaparsınız hem güzel bir rızık elde edersiniz; şüphe yok ki bunda da akıl eden topluluğa bir delil vardır.”4 ayeti ile içkiyi güzel rızıktan ayrı zikrederek örtük bir şekilde güzel olmadığını ima etmek ama direkt yasaklamamak,

 

Daha sonra nazil olan    “Sana içki ve kumardan soruyorlar. De ki “o ikisinde büyük bir günah ve insanlara bir takım menfaatler vardır. Fakat onların zararı faydasından büyüktür.”5 ayeti ile içkinin zararına daha fazla dikkat çekmek (ki bu ayetle sahabenin bir kısmının içkiyi bıraktığı belirtilmektedir), 

 

Daha sonra “Ey iman edenler! Sarhoşken ne söylediğinizi bilene kadar namaza yaklaşmayınız…”6 ayetiyle içkili iken topluma karışmaktan sakındırmak (çünkü o dönemde namazlar cemaatle kılınmaktadır)7

 

Nihayet “Ey iman edenler! İçki, kumar, fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.”8 ayetiyle de artık içkinin kesin ve net bir şekilde yasaklanması söz konusudur. Mekke’de içkiden bahseden ilk ayet ile içkiyi kesin bir şekilde yasaklayan son ayet arasında yıllar olduğu açıktır. Bu geçen yıllar içerisinde insanların duygu ve düşünceleri Kur’an hakikatlerine daha iyi ısınmış, davranışlar Allah’ın razı olacağı yönde daha kolay ve itirazsız değişmeye uygun hale gelmiştir. 

 

Evet, o dönemde içki içmenin toplumsal bir alışkanlık olması gibi kadınların, çocukların ve kölelerin dövülmesi de çok yaygındır. Hatta bu yaygınlık o döneme mahsus da değildir. Türkiye’de de 1990’ların ortalarına kadar okullarda, askerde, aile içinde çocukların ve askerlerin dövülmesi oldukça sıradan davranışlardır. Hatta okulda öğretmenlerin veya Kur’an kurslarında hocaların öğrencileri dövmeleri ile öğrencilerin başarıları arasında bir doğru orantı olduğu bile yaygın bir düşüncedir. Kaldı ki 1400 sene öncesinden bahsediyoruz ve o dönemin taassubu, günümüz radikalizminden de fanatizminden de bağnazlığından da daha katı bir haldedir.

 

Efendimiz’in (sav) konuyla ilgili davranışlarına ve sözlerine baktığımızda böylesi durumlara her fırsatta müdahil olduğunu görüyoruz. Ancak Efendimiz’in (sav) mesela “Kölelerinizi dövmeyin.” gibi düz bir sözü olmadığını da görüyoruz. Konuyu daha derinden ve farklı realiteleri birbiriyle ilişkili biçimde ele alması gibi bir incelik söz konusudur. Ayrıca her fırsatta kölelere iyi davranma yönünde emir, tavsiye ve teşvikleri olduğu gibi9, “Onlara kölem, cariyem demeyin; oğlum, kızım deyin.”10 veya “Yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin.”11 gibi ibareleri de vardır. Ayrıca fiili müdahaleleri de mevcuttur. Örneğin kölesini döverken gördüğü bir sahabiye “-Ey Ebu Mesud! Yumuşak huylu ol, bil ki, Allah senden daha güçlüdür.” buyurduktan sonra sahabi döner ve Efendimiz’i (sav) görür. Efendimiz (sav) tekrar; “Senin bu köleye gücünün yetmesinden daha çok, Allah’ın sana gücü yeter.” buyurur. O sahabi efendimiz sonra diyor ki; “O günden sonra hiçbir kölemi dövmedim.”12

 

Diğer yandan namaz kılan veya Müslüman kölelerin kesinlikle dövülmemesi gerektiğine dair açık beyanları da vardır.13 Burada kölenin namaz kılanının dövülmemesini özellikle söylemesi (namaz kılmayanı dövün anlamına gelmediği açıktır) namaz kılanların artık toplumsal yapıya adapte olunduğu özelliğini vurgulamak içindir. Benzer şekilde çocuklar için de namaza başlayan çocukların dövülmemesini beyan buyurmuştur.14 Bu son hadis Türkçeye her ne kadar “Çocuklarınıza yedi yaşında namazı öğretin, on yaşında hala kılmıyorlarsa dövün. şeklinde çevriliyorsa da aslında Arapça kaideleri içerisinde “Namaz kılıyorlarsa artık dövmeyin.” demektir.

 

Çocuklar ve kölelere uygulanan şiddetin yanında hayvanlara karşı uygulanan eziyet verici davranışlardan sakındıran hadisler de oldukça fazladır. 

 

Dolayısıyla Efendimiz (sav) kadınlara, çocuklara, hayvanlara ve zayıflara karşı şiddetin sıradan olduğu böylesi bir toplumda onu dövmeyin, bunu dövmeyin, şunlara eziyet etmeyin, bunlara iyi davranın diye diye şiddet uygulanan alanları epeyce daraltmıştır. Fakat yerleşik kültür ve cahiliye taassubu öyle dirençlidir ki bu dövme ve eziyet verici davranışların direkt yasaklanması halinde bu direnç daha da güçlenerek harekete geçecek ve bu yasağı tanımayacak, sözde tanısa dahi uygulamayacaktır. 

 

Konunun sadece yasal düzenlemelerle ve bir anda çözülemeyeceğine dair Türkiye’den bir örnek vererek devam edelim:

 

Türkiye’de sigara yasağının geçmişine bakıldığında 1943’te tramvay ve vapurlarda sigara içmenin ilk kez yasaklandığı görülür. 1963’te sadece İstanbul’da belediye otobüsleri ve dolmuşlarda sigara içmek yasaklanmıştır. 1996’da toplu yerlerde, 1997’de ise tüm ülkede otobüs, uçak gibi toplu taşıma araçlarının tümünde sigara içmek yasaklanır. Şehirlerarası otobüslerde sigara yasağı başlayınca otobüsler bazen sigara molası verirlerdi ve sigara içenler otobüsün durduğu yerde otobüsten inerek sigaralarını hızlıca içerler, mola bitince geri binerlerdi. 2008’de kapalı yerlerde sigara içme yasağı gelince önce birkaç kişilik ofislerde bu yasağın pek uygulanmadığı görülürdü. Hatta denetimlerde de bu gibi yerlerde çok sıkı davranılmazdı. Ancak müşterilerin sık girip çıktığı kalabalık yerlerde bu yasağa daha dikkatli davranılırdı. Çünkü insanı ilgilendiren konularda yeni bir düzenlemeye adapte olmak hiçbir zaman bir anda olmaz. Bir adaptasyon ve geçiş süreci yaşanır. 

 

Şimdi dışarıdan bakılınca otobüslerin o tarihte sigara molası vermeleri sigara içmeyi teşvik etmek veya sigara içmeye izin-ruhsat verilmesi gibi görülebilir. Ancak o mola sadece geçiş sürecinde yaşanması gereken bir ara süreçtir ve bugünlerde öyle bir molaya hiçbir yerde rastlanmamaktadır.

 

Sonuçta bir kültürde yerleşik bir davranış hatta norm halini almış, aksi düşünülemeyecek derecede alışkanlık haline gelmiş bir davranışın ıslah edilmesi, dönüştürülmesi veya tamamen ortadan kaldırılması epeyce zaman isteyen bir olgudur. Bu tip davranışlar bugün de salt kanun çıkarmakla çözülemeyeceği gibi yarın da bu şekilde çözülemeyecektir. Çözülmesi için insanların ikna edilmesi, ıslah edilecek alışkanlığın psikolojik kökeninin dayandığı duygu ve düşüncelerin düzeltilmesi ve dönüştürülmesi, konu hakkında yeterli eğitimin verilmesi gibi pek çok şartın yerine getirilmesi gerekecektir.

 

İslam Hukukunda şer’î hükümlerin aşamalı bir şekilde konulması anlamına gelen, “tedric” adı verilen bir kavram vardır. Buna göre Kur’an ve sünnetin emir ve yasakları, tavsiye ve uyarıları, bir defada ve bir bütün halinde bildirilmemiştir. Efendimiz’in (sav) hayatının sonuna kadar devam eden süreç boyunca toplumsal şartlar, beşeri ve kültürel olgular dikkate alınmış, emir ve yasaklar da aşama aşama hayata geçirilmiştir. Bununla ilgili eski alimlerimiz bazen dört, bazen iki türlü tedriç yöntemi olduğu şeklinde farklı sınıflandırmalar yapmışlardır. Tedricin konumuz itibariyle önemli olan bir türü vardır ki bu, hükümlerin konulmasında değil ancak uygulanmasında Efendimiz’in (sav) gösterdiği hoşgörüyü ifade eden tedriçtir. Yani ortada kesinleşmiş hükümler vardır. Mesela namaz, zekat, oruç artık farz kılınmıştır, içki ve kumar yasaklanmıştır. Bunlarla ilgili hüküm koyma süreci bitmiştir. Ancak uygulamada bazı esneklikler görülmektedir. Örneğin Taif’te yaşayan Beni Sakif kabilesinden bir heyet Taif kuşatması sırasında Müslüman olmayı kabul ettiklerini ancak bazı şartları olduğunu söylerler. Bu şartlar; namazdan, zekattan, cihaddan muaf tutulmak, içki, faiz ve zina yasağının kendilerine uygulanmaması, kendilerinden öşür alınmaması, başlarına kendilerinden olmayan bir yöneticinin atanmaması ve Lat putunun bulunduğu tapınağın yıkılmamasıdır. Efendimiz (sav) bu kabilenin namaz, zina ve Lat putunun yıkılmaması dışındaki bütün isteklerini (faiz konusunda belli bir süreye kadar olmak koşuluyla) kabul etmiştir. Hatta bu duruma anlam veremeyen sahabeye bu muafiyetleri onların İslam’a ısınmalarını sağlamak için yaptığını, bu yükümlülükleri zamanla kendiliklerinden yerine getireceklerini söylemiştir ki öyle de olmuştur. Efendimiz’in (sav) vefatından sonra ortaya çıkan ridde (dinden dönme) olayları sırasında bir bütün halinde kabile olarak İslam’a bağlı kalan iki kabileden birisi (diğeri de Kureyş’tir) Beni Sakif kabilesi olmuştur.15 

 

Kadınların dövülmesi meselesinde de İslam’ın kadınlara yönelik şiddeti adım adım azaltmaya çalıştığını görürüz. Efendimiz’in (sav) bu konudaki ifadeleri çok nettir. Mesela bir yerde “Kadınlarını döven kimseler sizin hayırlılarınız değildir.”16 buyurur ki bu hayırlı olmamak yani şerli bir insan olmak sahabe efendilerimiz için çok ciddi bir uyarıdır. Dolayısıyla Efendimiz’e (sav) bağlılıkta zirve olan o insanların bu uyarıyı dikkate almamaları, aile içinde ve toplumsal yaşamda önemsememeleri mümkün değildir. 

 

Bu konuda önemli bir ayrım da şudur ki: Kadınlara vurma konusunda sosyo-psikolojik alışkanlıklar dikkate alınmıştır derken Efendimiz’in (sav) kendisi eşlerine ve çocuklarına elini dahi kaldırmadığını biliyoruz. Kendisine yakın olan sahabilerden de böyle bir olay duyulmamıştır. Demek ki esas olan budur ancak umumi bir hüküm umumun durumuna göre verilir. 

 

Diğer yandan “sahabi” dediğimiz insanlar en kemal haliyle Efendimiz’e (sav) en yakın olan insanlardır. Her fırsatta Mescid-i Nebevi’de O’nun arkasında namaz kılan, onun sohbet halkasına katılan, günlük hayatında en ufak bir problemde çözüm için O’na koşan, ayetlerin inişine bizzat şahit olan, dolayısıyla o nurani atmosferden uzun süre ve yoğun bir şekilde istifade eden sahabiler ile Efendimiz’le ömründe sadece bir-iki kez muhatap olmuş, belki yüz yüze hiç muhatap da olmamış, O’nun mesajlarını bazen münadiler (önemli bir haberi toplum içinde duyuran tellallar) veya başkaları aracılığıyla ikinci elden duyan ve bilen, daha çok kendi işinde gücünde olan insanlar da vardır ki bunlar o toplumun çoğunluğunu oluşturmaktadır. 

 

Bunlar için de Kur’an’ın getirdiği düzenleme, yukarıda anlatılan tedriç yöntemine uygun bir şekilde işlemiştir. Yani kadınları, çocukları ve köleleri dövmenin sıradan sayıldığı bir toplumun mensuplarına, yani en ufak bir sorunda bu sayılan kesimlere direkt şiddet uygulamaya meyilli insanlara “Öncelikle anlatın.” denilmiştir. Bu anlatma konusu tek taraflı bir dikte olarak işlemez ve pratikte eşler arasında zaten bir diyalog zemini oluşturacaktır. Çünkü bir konunun kızmadan, güzellikle anlatılmaya çalışılması karşı tarafta da kendi durumunu savunma ya da karşıt argümanlarını sunma adına bile olsa benzer bir anlatım oluşturacaktır ki diyalog bir yönüyle zaten budur. Üstelik aile içi geçimsizliklerin veya kişilerin kendi ellerinde olup da değiştirebilecekleri problemlerin temelinde belki yüzde doksan dokuz oranda diyalogsuzluk olduğu düşünülünce ve bu sorun halledilince zaten sorunların çoğu da halledilmiş olacaktır. 

 

Sonuçta Kur’an eşler arasındaki problemin çözümünde en baştan diyaloğa teşvik etmektedir. Daha sonra eşler arasındaki özel ve mahrem muameleye atıfta bulunarak “yatakları ayırmak” konusunu gündeme getirmektedir ki bu da psikolojik açıdan çok önemlidir. Efendimiz (sav) bir hadislerinde “Gündüz karısını köle gibi döven birisi akşam onunla aynı yatağa (utanmadan) nasıl girecek?”17 buyuruyor ki bu da erkeğin bu konuda kendine çeki düzen vermesi, dikkat etmesi açısından son derece etkili bir vurgudur. 

 

Burada Kur’an ve sünnet şunu programlamaya çalışmaktadır: Sizin eşlerinizle aranızda özel türden fiziksel-biyolojik bir samimiyet vardır. Aranızda bu tür bir samimiyet varken buna fiziksel şiddet eklenemez. Bu ikisi aynı bünyede yaşayamaz. Kadın psikolojisine de, erkek psikolojisine de, insaniyete de, şefkat düsturuna da terstir. 

 

Bir erkekle eşi dışındaki birisi arasındaki ilişkide, örneğin köle-efendi veya evlat-baba ilişkisi gibi durumlarda erkeğin kölesine veya çocuğuna şiddet uygulaması eşine şiddet uygulamasından daha farklı sonuçlar doğuracaktır. Uygun olmamakla ve caiz görülmemekle birlikte velev ki kölesine veya çocuğuna şiddet uygulayan bir erkek kölesiyle veya çocuğuyla köle-efendi, çocuk-baba ilişkisini yine devam ettirebilir. Aralarındaki bağ bir nebze zayıflasa da tamamen kopmayabilir. Ancak aralarında eşler arası özel durumların mevcut olduğu karı-koca ilişkilerinde söz konusu samimiyet hiçbir şekilde fiziksel şiddet uygulama hakkını vermediği gibi aradaki ilişki bağını diğer iki ilişki durumuna göre daha fazla zedeleyecektir. Şiddetin bu gibi sonuçları nedeniyle de Kur’an ve sünnet yatakları ayırmaya dikkat çekmektedir. Zaten Kur’an ve sünnetin bu emirlerine uymaya çalışan bir insan eşine şiddet uygulamaya fırsat da bulamayacaktır. 

 

Özetle; erkeğin karısına karşı şiddet uygulaması konusunda Kur’an ve sünnet, “izin vermek”ten çok insanların psikolojisine, erkeklerin bazı zaaflarına dikkat çekerek ve meseleyi oralara bağlayarak çözüm zeminini oluşturmaya ve problemi çözmeye çalışmaktadır.

 

Günümüzde hayal âleminde yaşayanlar, toplumsal realitenin, sosyal psikolojinin, kültürel normların ne olduğu ve etkileri hakkında hiçbir fikirleri olmayanlar bu meselenin şiddeti veya tokat atmayı dahi yasaklayan tek bir ayet veya hadisle halledilebileceğini zannedebilirler. Bu düşüncede olanlar aynı şekilde toplumsal sorunların çözümünü de yasama organının kanun üstüne kanun çıkarmasıyla halledilebileceğini düşünenler olsa gerektir. Ancak tarih boyunca böyle olmadığı gibi günümüzde de herhangi bir sorun sırf o konuda kanun çıkarıldı, yasal bir düzenleme oluşturuldu diye halledilmiş değildir. 

 

Kur’an ve sünnet ise bireysel konularda da toplumsal konularda da romantik davranmaz, gerçeği gözetir. Mesela Kur’an ve sünnette teheccüde dair pek çok teşvik vardır ancak kesin bir biçimde “Teheccüd kılın!” gibi bir emir yoktur. Çünkü Allah-u Teala bunun her insan için farz kılınmasının insanları aşırı zorlamak olacağını, dolayısıyla herkesin uygulayamayacağını, bu nedenle de insanların güç yetiremeyeceği bir şeyin emredilmiş olacağını bilmektedir. “Yaratan, yarattığını bilmez mi? O, ilmi her şeyi kuşatan ve her şeyden tüm incelikleriyle haberdar olan Latif ve Habîr’dir”.18

 

Özetle;

 

Erkeklerin eşlerini dövmesi konusunda onlara bir “izin-ruhsat” verilmesi söz konusu değildir. Sadece mevcut ve yaygın bir uygulama hakkında problemi çözmeye yönelik bir düzenleme, bir regülasyon getirilmiştir. Ki bu düzenleme de eşine şiddet uygulamadan önce iki önemli ve aşılması zor engel koyarak dövme veya darp etme meselesini önemli ölçüde zorlaştırmıştır.

 

Kadına şiddet veya erkeğin eşini dövmesi meselesi tek bir ayetin indirilmesi veya Efendimiz’in (sav) bu konuda normatif bir yasak getirmesiyle çözülebilecek kadar basit bir mesele değildir. Hiçbir toplumsal sorun salt yasama faaliyetiyle çözülmez. Konunun toplumsal eğitim, bireysel eğilimlerin hayra yönlendirilmesi, eşler arasında diyalogun sağlanması gibi öncülleri vardır ve Kur’an-sünnet öncelikle meselenin kökenine dair bu sorunları halletmeye yönelmiştir.

 

Müslüman topluluklarda kadına şiddetin Nisa 34. ayet ile birlikte anılması veya kadınlara vurulmasının Kur’an’daki referansı olarak bu ayetin gösterilmesi de kendi içinde tutarsız bir teoridir. Müslümanlar (ya da öyle olduğunu iddia eden kalabalıklar) sanki her hallerini Kur’an ve sünnete uygun yaşıyorlarmış gibi onların kadına şiddet davranışlarının temelinde de Nisa 34. ayetin ve benzeri hükümlerin bulunduğunu söylemek abestir.

 

Yaşayan Kur’an” olarak nitelenen ve Kur’an’ın her ayetini herkesten daha iyi anlayıp hayatına yansıtan kişi olduğunda şüphe bulunmayan Efendimiz (sav) hayatının hiçbir döneminde kadınlara da kölelere de çocuklara da şiddet uygulamamıştır. Bu tür uygulamalara da her fırsatta müdahalede bulunmuş, bu konudaki yerleşik toplumsal alışkanlığı değiştirmeye çalışmıştır. Bunda önemli ölçüde başarılı olduğu da açıktır.

 

Müslümanların bu konuda Efendimiz (sav) dönemine ve sonraki zamanlara ait tavırları konusunda Abdullah b. Ömer’in (ra) şu sözü özeleştiri ve muhasebe adına dikkate alınmalıdır (ki Abdullah b. Ömer’in eşine dair kötü davranması da söz konusu değildir. Bu nedenle bu sözler toplumsal bir özeleştiri olarak alınmalıdır). Abdullah b. Ömer diyor ki: “Biz Rasulullah (sav) zamanında hanımlarımıza söz söylemek ve istediğimiz gibi davranmaktan hakkımızda bir vahiy gelir korkusu ile sakınırdık. Hz. Peygamber vefat edince istediğimiz gibi konuştuk ve istediğimiz gibi davrandık.”19

 

Allah-u Teala’dan her konuda muradına ve rızasına uygun davranmamızda yardımcımız olmasını niyaz ederiz.

 


1 ) Erricâlu kavvâmûne ‘alâ annisâ-i bimâ faddala(A)llâhu ba’dahum ‘alâ ba’din vebimâ enfekû min emvâlihim(c) fe-ssâlihâtu kânitâtun hâfizâtun lilġaybi bimâ hafiza(A)llâh(u)(c) vellâtî teḣâfûne nuşûzehunne fe’izûhunne vehcurûhunne fî-lmedâci’i VADRİBÛHUN(ne)(s) fe-in eta’nekum felâ tebġû ‘aleyhinne sebîlâ(en)(k) inna(A)llâhe kâne ‘aliyyen kebîrâ(n)

2 ) İsfahani, Müfredat, s. 616

3 ) Buhari, Feza’ilü’l Kur’an, 6

4 ) Nahl, 67

5 ) Bakara, 219

6 ) Nisa, 43

7 ) Bu ayetteki “namaza yaklaşmayın” ibaresi genişletilebilir. O dönemde günde beş vakit namaz cemaatle, Mescid-i Nebevi’de kılınmaktadır. Dolayısıyla ayette hem “Allah’ın huzuruna bu şekilde çıkmayın” anlamı vardır hem de “insanların arasına, topluma bu şekilde karışmayın” anlamı vardır. Yani bugünkü günlük pratiklerle düşünürseniz “içkiliyken araba kullanmayın, içkiliyken işe gitmeyin” gibi anlamları da kapsamaktadır.

8 ) Maide, 90

9 ) Hz. Ali’nin (ra) naklettiğine göre Efendimiz’in (sav) dünyadaki son dakikalarında emir buyurduğu son sözleri şu hususlar üzerinedir: “Namazı kılın, namazı kılın. Sahip olduğunuz kölelerle ilgili Allah'tan korkun.” (Ebu Davud, Edep, Buhari, Edebü’l-Müfred)

10 ) Buhari, Itk, 50

11 ) Müslim, Eman, 38; Buhari, Itk, 15

12 ) 131 Müslim,İman 35; Ebu Davud, Edeb 92

13 ) “Siz davet edenin davetine iştirak ediniz, hediyeyi reddetmeyiniz ve Müslümanları dövmeyiniz.” (Müsned, 3838)

14 ) Müsned, III, 404; Ebu Davud, Salat, 25; Tirmizi, Mevakit, 187

15 ) Taberi, III; M. Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 497-499

16 ) Ebu Davud, Nikah, 42

17 ) Buhari, Nikah, 93; Müslim, Cennet, 13; Ebu Davud, Nikah, 60

18 ) Mülk, 7

19 ) Buhari, Nikah, 80