8 dk.
10 Mart 2023
Allah kimlere kıymet verir? | 3. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Allah kimlere kıymet verir? | 3. Kısım

Kur’an bu hayatın bir imtihan, bir gelişim parkuru olarak dizayn edildiğini ifade eder. Bu imtihan meydanında Allah Teala’nın değer verdiği insanlar ise iki kısımdır denilebilir:

 

Birincisi; söz konusu çalışmayı kabul edenler, yani Müslim olanlar,

İkincisi; bu çalışma sonrası meyve alanlar, hakikaten değişenler, yani müminler…

 

Burada Müslim olanları, yani Müslümanları tıp fakültesine hazırlanan, mümin olanları ise hakikaten insanları tedavi etme kabiliyetine sahip olan doktor gibi düşünmek gerekir.

 

Cihad

 

Bu aşamadan sonra çeşitli ayet ve hadislerden anlaşıldığı kadarıyla Allah katında en hayırlı amelin imandan sonra cihad olduğu anlaşılmaktadır.

 

İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, (muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır.”1 

 

Allah'a ve Resûlüne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.”2 

 

Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?”3 

 

İman edenler ve hicret edip Allah yolunda cihad edenler var ya, işte bunlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah, gafûr ve rahimdir.”4

 

Hz. Ebû Hüreyre (ra) naklediyor: 

Allah Rasulü’ne “Hangi amel daha faziletlidir?” diye soruldu. “Allah'a ve Resûlüne inanmak” buyurdu.

“–Sonra hangisi?” denildi.

Allah yolunda cihad etmek” karşılığını verdi.

“–Bundan sonra hangisi?” denilince:

Allah katında makbul olan hactır" buyurdular.5

 

Cihad, iman ve İslam hakikatlerinin, Kur’an’ın nurlarının kendimize ve başkalarına, insanlığa ulaşması, gönüllerde ve zihinlerde hâkim olması için kendimiz olarak, yani bizzat bedenimizle, mallarımızla, zamanımızla, sahip olduğumuz maddi manevi tüm birikimlerimizle, paramızla, bilgimizle ve benzeri varlıklarımızla çaba göstermektir.

 

Allah Teala hiçbir şeyi cihada denk tutmamıştır. “İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır.”6

 

Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- oturanlarla malları ve canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kıldı. Gerçi Allah hepsine de güzellik (cennet) vadetmiştir; ama mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.”7

 

Demek ki Allah Teala tüm Müslümanlara ve müminlere güzel sonuç vaat etmiştir. Bu ayrı bir husustur. Fakat cihadı veya tebliği tercih edenlere ekstra mükafatlar vaat etmiştir.

 

Dikkat edilmelidir ki: Müslümanlara ve müminlere dünya meselelerinden, dünyevi problemlerden korunmak vaat edilmemiştir. Bu nedenle bir kafir hasta olabileceği gibi bir Müslüman da hasta olabilir. Bir münafık ticaretinde iflas edebileceği gibi bir mümin de iflas edebilir. Ancak Allah Teala cihad edenlere pek çok ekstra vaatlerde bulunmuştur.

 

Bir ayette de “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.”8 buyrulmuştur.

 

Bu ayette sayılanların hepsi dünya hayatı adına çok cazip unsurlardır. Bir insan ailesiyle evinde huzur içinde yaşamak, büyük sorunlar yaşamayacağı bir işe sahip olmak ve böylece mutlu mesut yaşayıp gitmek ister. Bu insan kendi küçük dünyasında yaşayıp giderken belki harama girmeyecek, ibadetlerini de yerine getirecektir. Böyle bir hâl gerçekten de caziptir. Bu durumdaki insanların çoğu cihad için bir zahmete katlanmaya razı olmazlar.

 

Bu ayetten anlaşılan odur ki: Evlerimiz, ailelerimiz, kesada uğramasından korktuğumuz ticaretimiz, yığdığımız mallarımız bize sevimli gelebilir ancak bunlara bir zarar gelmesi, konforunun ve keyfinin bozulması endişesiyle tebliği bırakanlar için Allah Teala’nın “Allah’ın emrini bekleyin.” demesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir ifadedir. Mana olarak Allah Teala’nın sadece mücahitlere, mübelliğlere, Allah’ın dinine hizmet edenlere vaat ettiği bir şeyler vardır. Tebliğ ve cihaddan geri duranlara ise bu vaat geçerli olmayacaktır. Müslümanların dahil olduğu savaşlarda esas niyet İslam’ı insanlara tanıtmak, benimsetmek olduğu sürece Allah Teala onlara ekstradan yardımlarına, inayetlerine devam etmiştir. Bu niyet, bu gaye ortadan kaybolunca, mesele salt toprak kazanma, ganimet elde etme, işgal edilen ülkelerin zenginliklerinden pay alma hâline geldiği vakit de Allah Teala onları bırakmıştır. Tabiri caizse “Ne haliniz varsa görün.” demiştir. Bu insanlar hala Müslüman olarak ölürlerse cennete gideceklerdir, burada bir problem yoktur ancak ekstra nimet vaadi bu insanlar için geçerli değildir. Bir nevi “Kendi halinize bırakılacaksınız.” denilmektedir onlara.

 

Bu aynen şunun gibidir: Bir yerde kıtlık olsa, o yerde Müslümanların cihad düşünceleri olmasa bile düzenli olarak oruç tutulması, zekat verilmesi, oruç ve zekatın hiç uygulanmadığı başka bir topluma göre o kıtlığın zararının daha az görülmesine vesile olacaktır. Cihadın da tercih edilmesi durumunda ise “Bizim uğrumuzda gayret gösterip mücahede edenlere elbette muvaffakiyet yollarımızı gösteririz.”9 ayetinin işaretiyle olumsuzluklardan çıkış yolları daha kolay sağlanacaktır.

 

Diğer yandan günümüzde “cihad” denilince akıllara her şeyden önce silahlı mücadele, kan dökme, savaş, şiddet eylemleri gibi sahnelerin gelmesi salgın bir hastalık halini almıştır. Cihad, Allah’ın dininin, Kur’an hakikatlerinin insanların gönlünde ve zihninde hâkim olması için çaba göstermek, kelime kökünde de geçtiği şekliyle bu yolda bir “cehd” içinde olmak, çabalamak demektir. Bu çabalar esnasında yol bazen silaha, savaşa düşebilir. Tarihte yolların savaşa, silaha düştüğü dönemler de olmuştur. Ancak bu şekilde silahlı bir mücadele tarihsel süreçte bile oldukça azdır. Efendimiz’in (sas) 23 senelik nübüvvet macerasında savaşların sayısı da süresi de oldukça kısıtlıdır.

 

Hatta savaşın, silahın söz konusu olduğu vakitlerde bile asıl amaç savaş ve silah olmamıştır. Örneğin Hudeybiye sürecinde nazil olan Fetih suresi ve temel kavram olan “fetih” kavramı halen sadece savaş sonucu ulaşılan zafer şeklinde dar, ufuksuz bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu anlayış tefsirlere de fazlasıyla sirayet etmiştir. Ancak sahabe efendilerimiz bu fetih kavramını böyle anlamamışlardır. Hz. Bera b. Azib (ra) küçük yaşta olduğu için Bedir savaşına katılmasına izin verilmeyen ancak 15 yaşında Uhud savaşına katılan ve sonrasında Efendimiz’le (sas) neredeyse bütün harplere iştirak eden, Hz. Ali (ra) döneminde de Hz. Ali’nin yanında bütün harplere katılan mücahit bir sahabidir. Hz. Bera aynı zamanda Allah Teala’nın hepsinden razı olduğunu Kur’an’da beyan buyurduğu10 Hudeybiye ashabındandır. İşte bu sahabi Fetih suresi hakkında “Siz fetih deyince Mekke'nin fethini anlıyorsunuz. Evet Mekke'nin fethi bir fetihtir. Ancak biz, fetih deyince, Hudeybiye günündeki Rıdvan biatını anlardık.”11 Çünkü Rıdvan biatı Allah Teala’nın razı olduğunu bizzat bildirdiği bir biattır ve ardından müminlere ganimetlerin yanında sekinenin de bahşedildiğinin bildirildiği mühim bir dönüm noktasıdır. Ayrıca Hudeybiye antlaşmasından sonra oluşan barış ortamında civar kabilelerdeki insanlar savaş ortamında olduğundan çok daha fazla ve yoğun bir şekilde İslam’a dahil olmuşlar, iman etmişlerdir. Sahabenin anladığı asıl fetih, asıl cihad budur.

 

Evet yollar bazen istisnai de olsa savaşa düşebilir. Aynen bazen gurbete, bazen hapse, bazen farklı zahmetlere düştüğü gibi. Ancak bunların hepsi ikincil mevzudur. Esas mesele Allah'ın dinini, Kur’an’ın hakikatlerini yaymak, sevdirmek, benimsetmek, anlatmak ve savunmaktır.

 

Dua

 

Duanız olmasa ne değeriniz olsun ki.”12 ayetinin de açık işaretiyle dua ediyor olmak, Allah’ın fertlere ve gruplara değer vermesinin yollarından birisidir.

 

Evet! Bu konuda isteyen istediğini düşünebilir. İsteyen “Bu işler İnşallahla, Maşallahla olmaz.” desin, isteyen “Bir köşeye çekilip Arapça bir şeyler mırıldanmakla bir şey olmaz.” desin, isteyen duayı küçümsesin… Allah Teala doğrudan “Duanız olmasa Allah sizi ne yapsın?” demektedir.

 

Bu noktada bazı meallerde ve tefsirlerde dua kavramının ibadet, iman ve kulluk şeklinde açıklanmaya çalışıldığı görülmektedir. Ancak dua, duadır. Duanın ne olduğu ve ne demek olduğu bilinmektedir. Duanın, iman ve ibadetten ayrı tutulması zaten mümkün değildir. Dolayısıyla bu tip açıklamaların kavlî bir şekilde, Allah Teala’ya gönülden yönelerek ister ayet ve hadislerdeki kelime ve cümlelerle ister kendi duygu ve düşüncelerinin kelimelere dökülmesi anlamında ifadelerle dua etme amelini gölgede bırakması çok da anlamlı değildir.

 

Ayette Allah Teala’nın kullarıyla neden ilgilendiğinin, onlara niçin değer verdiğinin cevabı “dua” kavramıyla ifade edilmiştir. Demek ki Allah’a gönülden yönelerek, kendi acziyetinin ve yetersizliğinin farkında olarak, Allah Teala’nın da isteme, talep etme, dilenme makamında olduğunu bilerek dua etmek Allah Teala’nın özel ilgisini celp etmektedir ve bu şekilde dua eden kullarına ayrı bir değer vermesinin hem nedenini hem sonucunu oluşturmaktadır.
 


1 ) Enfal, 74

2 ) Saff, 11

3 ) Al-i İmran, 142

4 ) Bakara, 218

5 ) Buhari, İman, 18, Hac, 4; Müslim, İman, 135; Nesai, Hac, 4

6 ) Tevbe, 20

7 ) Nisa, 95

8 ) Tevbe, 24

9 ) Ankebut, 69

10 ) Fetih, 18

11 ) Buhari, Enbiya 25, Megazi, 35

12 ) Furkan, 77