15 dk.
20 Nisan 2024
Şifa İçin Okunan Ayet, Sure ve Dualar | Tek Parça-gorsel
Youtube Banner

Şifa İçin Okunan Ayet, Sure ve Dualar | Tek Parça

Soru: Şifa için okunması tavsiye edilen bazı sureler ve ayetler var. Mesela Fatiha suresi, Yasin suresi gibi… Ya da bazı dualar da mevcut. Bunların aslı var mıdır? Bunları şifa için okumak faydalı mıdır? Ya da şifaya vesile olması için hangi duaları ve sureleri okumamızı tavsiye edersiniz?

 

Cevap: Bu soru birden fazla soruyu içinde barındırıyor. Meselenin farklı yönlerine maddeler hâlinde değinmeye çalışacağız.
 

Birincisi: Yüce Allah'tan şifa talebi esas olarak bir duadır. Bir dua olduğu için de insan, dua manası taşıması çerçevesinde her nasıl dilerse öyle dua eder.

 

Dolayısıyla başka tüm meselelerde olduğu gibi Allah Teala’nın kendimize, sevdiğimiz birisine şifa vermesini istiyorsak bakış açımız tabiri caizse; “Ben Allah'tan ne yapıp edip bir şekilde bu şifayı koparmalıyım.” şeklinde olmalıdır. “Nasıl dua edeyim, nasıl isteyeyim?” diye soran bir insan ister gecenin son üçte birinde kalkar, sabaha kadar sadece “Allah’ım şu hastalığa şifa ver!” diye tekrar eder; ister nafile namaz kılar, secdeye gider, kulun Allah’a en yakın olduğu yerin secde olması hasebiyle secdede içinden geldiği gibi mesurattan, ayet ve hadislerden dilediği duaları okur; ister namazdan sonra secdeye gider ve yine içinden geldiği gibi kendi dilinde dua eder; ister“Allah Teala alemlere rahmet olarak Efendimiz’i (sas) gönderdi. Şifa olarak da Kur’an’ı gönderdi.” der ve salavatlarla yahut herhangi bir sureyi okuyarak şifa talep eder; ister “Rabbim balda şifa olduğunu söylüyor.” deyip bir miktar balın üzerine dilediği kadar Kur’an veya salavat okur, sonra “Allah’ım! Efendimiz’e (sas) verdiğin kıymet hürmetine ve benim de O’nun ümmetinden olmam hasebiyle bana şifa ver!” der.

 

Bu noktada önemli olan dua edenin “Ben bir şekilde Allah Teala’yı ikna etmeliyim.” diyebilmesidir. Evet, Cenab-ı Allah'a edilen her duanın bir karşılığı vardır. Bu karşılık bazen bir belanın kaldırılması, bazen ahirette günahların affı şeklinde olur. Dua eden “Evet, bunlar da olsun ama özellikle ben bu hastalık için şifa istiyorum.” diyebilir. Ayrıca “Dua edeceğim, yalvaracağım, kendimden geçeceğim, bu işi çok ciddiye alacağım. Duaya ciddi bir mesai harcayacağım.” motivasyonları önemlidir. 

 

Duaya mesai ayırmak bazen duygusal yönlendirmeyi gerçekleştirmek, gerekirse zamanı ve şartları ona göre ayarlamak, zihnin dağılmaması için gerekli tedbirleri almak şeklinde tarif edilebilir. Ayetin de işaretiyle1 insan ayaktayken, otururken, yanına doğru yatarken dua edebilir. Bazen yatağında bir tarafa doğru yatarken daha iyi konsantre olabilir, bazen kıbleye yönelerek dizleri üzerinde otururken daha iyi odaklanabilir. Nasıl rahat ediyorsa ve teveccühü sağlayabiliyorsa, gafletten nasıl uzak kalabiliyorsa o şekilde dua etmelidir. Allah Teala’yı gaflet hâlinde zikretmek bile faydalıdır ancak bu şekilde bir zikir ve duanın istenilen sonucu elde etmede faydası daha az olabilir.

 

İkincisi: İnsanlar bazen bazı dualar için özel tertipler uygulamaktadır. Örneğin hastanın alnına gümüş koymak, ay yükselirken dua etmek, bir kağıda misk veya safranla dua yazmak ve onu bir suya koyduktan sonra içmek gibi uygulamalara yönelenler vardır. Ancak bu tarz tertiplerin hiçbirisini kale almamız gerekmez.

 

Ayet ve hadislerde dua için geçen bazı özel zamanlardan bahsedilir. Cuma vakti, Ramazan ayı, Ramazan’ın son on günü, Aşure günü, Zilhicce’nin ilk 10 günü yahut yağmur zamanı, farz namazların sonrası, gecenin son üçte birlik dilimi gibi zamanlar ayet ve hadislerde vurgulanmıştır. Bu vakitlerde dua etmek elbette güzeldir. Ancak bir ilaç hazırlar gibi sunulan dua tertiplerine itibar etmemizi gerektirecek herhangi bir şey yoktur. Bu tür tertipleri yapmamak daha iyidir. Hatta bunların yapılması farklı hatalara yol açabilir. Çünkü ayet ve hadislerde yeri yoktur. Bu tertipler faydasına inanarak uygulanmaları hâlinde insanı Allah Teala’ya teveccühten alıkoyabilirler ve uygulayanları şirke kadar götürebilecek bir yola sokabilirler.

 

Diğer yandan doktor tavsiyesiyle alınan ilaçları kullanırken yahut gündelik tecrübelerle faydası kanıtlanmış (yanıklara soğuk su uygulamak gibi) işlemleri yaparken de dua edilebilir. Bunun da bir mahsuru yoktur.

 

Üçüncüsü: Duada esas mesele Allah Teala’ya teveccühtür. Bu nedenle farklı zamanlarda farklı alimler kendi hissiyatları, ilimleri ve tecrübeleri çerçevesinde bazı dua tertipleri yapmışlardır. Örneğin İmam Gazali (ra) hazretlerinin Cünnetü’l-Esma duası içinde geçen 

 

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ، فَرْدٌ حَيٌّ قَـيُّومٌ حَكَمٌ عَدْلٌ قُدُّوسٌ، ﴿سَيَجْعَلُ اللهُ بَعْدَ عُسْرٍ يُسْرًا﴾ ﴿لِلَّذِينَ أٰمَنُوا هُدًى وَشِفَۤاءٌ

Bismillahirrahmanirrahîm. Ferdün Hayyün Kayyûmün Hakemün Adlün Kuddûs. 

(Seyecalüllâhu ba’de usrin yüsrâ) (Lillezîne âmenû hüden ve şifâün) 

duası veya tertibi buna örnek olarak verilebilir.

 

Salat-ı tefriciye ve salat-ı tüncina hadislerde olmamasına rağmen güzel salavatlardır. Hatta Salaten Tüncina duasının farzlardan sonra okunması Şafiiler arasında bir adet ve gelenek hâline gelmiştir. Bir insan bu salavatlara bakarak onların güzel olduğunu düşünse ve o salavatları çokça okuyarak, bunları da bir sayıya bağlayarak, örneğin 4444 defa tefriciye okusa, o okumalarını da Efendimiz’e (sas) bağlılık ve sevgi hisleri, Allah Teala’nın Efendimiz’e (sas) verdiği kıymet ve önem şuuruyla beslese, sonrasında şifa istese elbette bunda da bir mahsur olmayacaktır.

 

Sonuç olarak bu tip tertiplerin yani esas itibariyle ayet ve hadislere dayanan, sünnete de uygun olan dua düzenlemelerinin okunmasında bir mahsur yoktur.

 

Ancak imanla ilgili herhangi bir şuur bulunmayan, sadece ezberden, mekanik bir şekilde “4444 kere tefriciye okuyun, şifa bulursunuz.” gibi bir duyum üzerine yapılan teveccühsüz, şuursuz okumaların faydası olmayabilir. Bu nedenle bazı alimler “Tefriciyeyi sadece şifa kastıyla, içinde başka hiçbir şuur emaresi olmadan okursanız şifa bulamazsınız ve bulmaya da hakkınız yoktur.” manasında sözler söylemişlerdir. Burada asıl kastettikleri şey “Bu duayı sadece şifa düşünerek, okunan salavatın manasını veya Efendimiz’in (sas) kıymetini hiç düşünmeden, tekerleme okur gibi okumakla dua etmiş olmazsınız.” demektir.

 

Burada tekrar duada mana, şuur ve teveccühü vurgulamak gerekir. Dua sözle, kelimelerle, cümlelerle yapılır. Duayı oluşturan sözler elbette kıymetlidir. Ancak örneğin “Seni seviyorum.” cümlesi durduk yere, herhangi bir muhatap yokken, boşluğa söylenince hiçbir anlam ifade etmez. Ancak uygun yerde, uygun kişiye veya kişilere söylenirse anlamlı olabilir.

 

Dua için de benzeri bir durum söz konusudur. Duayı oluşturan sözleri, kelimeleri ve cümleleri anlamlarını hissederek ve belli bir kasıt-niyet içinde söylemek çok önemlidir. 

 

Duada anlamın da dereceleri vardır. Bir insan herhangi bir salavatın kelimelerinin anlamlarını hiç bilmese de “Bu sözlerle Efendimiz (sas) övülüyor.” diye düşünse bu da bir anlam ifade eder. Kelimelerin anlamlarını bilerek okumak daha geniş bir anlam ifade eder. Anlamları hissederek okumak daha da geniş bir manayı ifade eder. Elbette bir salavatı bin kere okurken her seferinde her bir kelimenin anlamını tek tek kastederek ve hissederek okumak şart değildir ancak bu okumaların genelinde bir anlam ve his bulunmalıdır.

Not: Bu yazı, Şifa İçin Okunan Ayet, Sure ve Dualar başlıklı yazı dizisinin ikinci yazısıdır. Serinin ilk yazısına buradan erişebilirsiniz:

 

Dördüncüsü: Şifa duaları ve bu dualardaki sayılar konusuna gelince… Bu sayılar teknik olarak “sonsuz” sayılır. Bu da “Belirli bir sayı yok.” demektir. Herhangi bir alim bu konuda bir sayı öngörmüş, tavsiye etmiş veya kendince belirlemiş olabilir. Bunlar ayet ve hadis kaynaklı olması yahut ayet ve hadislere aykırı olmaması kaydıyla sonuçta birer duadır. Kendilerince bir mantığı vardır. 

 

Sadece alimlerin tertiplediği şifa duaları yoktur, herhangi bir insan da kendine özgü dua tertipleyebilir. Örneğin kişi; “Ve izâ meriztü fe hüve yeşfîn” (Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur!”(2) ayetini bin kere okuyabilir. Yahut Efendimiz’in (sas) öğrettiği “Allâhümme âfinî fî bedeni Allâhümme afinî fî sem’î Allâhümme afinî fî basarî. Lâ ilâhe illâ ente!” (Allah’ım! Bedenime afiyet ver, işitmeme afiyet ver, görmeme afiyet ver! Senden başka ilah yoktur!)(3) duasını yüz kere okumak isteyebilir. Veya Cenab-ı Hakk’ın bal arısına vahyettiğini ve o balda insanlar için şifa bulunduğunu belirten Nahl suresinin 68-69. ayetlerini bir miktar balın üzerine yüz kere okuyup o baldan her gün bir çay kaşığı yemek isteyebilir. Bunlar da birer tertiptir.

 

Bu tertiplerde de aslolan ayet ve hadislere uygunluk, içlerinde abes bir şey bulunmaması ve teveccühtür. Dolayısıyla bunlarda da bir mahsur yoktur.

 

Beşincisi: Şifa ile ilgili olarak anlatılan veya tavsiye edilen her duanın her zaman, herkese aynı şekilde fayda sağlayacağını söyleyemeyiz. Örneğin son evre kanser hastası olan birisi için başkalarının bir gecede bin adet şifa salavatı okumaları sonrasında o kişinin şifa bulması, Kaside-i Bürde’de geçen “Hüve’l Habibüllezî” ile başlayan beyitlerin felçli bir hastaya okunması sonucu hastanın şifa bulması gibi vakalar tecrübeyle sabittir. Ancak şifa salavatı veya Kaside-i Bürde’nin ilgili beyitlerinin her hastaya, her zaman, her durumda şifa vesilesi olabileceğini söylemek mümkün değildir. 

 

Allah Teala dilerse elbette son evre kanser hastasına da şifa verebilir. Ancak dünyanın en zengin insanı olup dünyanın en iyi doktorlarını bulsanız da bazı hastalıklara şifa bulunamayabilir. Benzer şekilde dünyanın en salih insanı olsanız da hastalığınıza şifa için ettiğiniz duaya aynıyla karşılık verilmeyebilir. 

 

Çünkü en günahkarımızdan en salih olanımıza kadar hiçbirimiz dua ederken Allah Teala’ya emrediyor değilizdir. Biz sadece O’na yalvarıyoruz. O dilerse verir, dilerse vermez. Her duaya icabet eder, cevap verir. Fakat kabul etmek, üstelik talep edilen şeyi aynısıyla vermek O’nun hikmetine tâbidir.

 

Altıncısı: Hastalıklara karşı şifa için okunacak dualarda evvela Efendimiz’in (sas) bazı ayetlerle ve kendi sözleriyle yaptığı duaları uygulamakta büyük faydalar vardır.

 

Örneğin; 

 

اللَّهُمَّ رَبَّ النَّاسِ، مُذْهِبَ الْبَاسِ، إِشْفِ أَنْتَ الشَّافِي، لاَ شَافِيَ إِلاَّ أَنْتَ، شِفَآءً لاَ يُغَادِرُ سَقَمًا


 

Allâhümme Rabbe’n-nâs, müzhibe’l be’s, işfi ente’ş-Şâfî, Lâ Şâfiye illâ ente, Şifâen lâ yuğâdiru seqamê

“Allah’ım! Ey insanların Rabbi! Hastalığı giderip şifa ver! Şifa veren Sensin! Senden başka şifa verecek yoktur! Hiçbir hastalık bırakmayacak şekilde şifa ver!”(4)

 

Osman bin Ebi’l Âs (ra) Müslüman olduğu günden beri vücudunda hissettiği bir rahatsızlığı Efendimiz’e (sas) şikayet eder ve Efendimiz (sas) kendisine şöyle buyurur:

 

“Vücudunun ağrıyan yerine elini koy ve üç kere: “Bismillah” de! Yedi kere de şöyle söyle:

 

أَعُوذُ بِاللهِ، وَقُدْرَتِهِ، مِنْ شَرِّ مَا أَجِدُ، وَأُحَاذِرُ

Eûzü billâh, ve qudratihî, min şerri mâ ecidu, ve uhâziru…

“Hissettiğim ve hissedeceğim ağrının şerrinden Allah’a ve O’nun kudretine sığınıyorum.”(5)

 

Hz. Aişe (rh.a) validemizin bildirdiğine göre; Efendimiz (sas) ailesinden bir kimse hastalandığı zaman onun üzerine Muavvezat’ı, yani İhlas, Felak ve Nas surelerini okurdu.(6)

 

Efendimiz’in (sas) bu ve benzeri duaları hadis kitaplarında yahut onlardan derlenen dua kitaplarında mevcuttur.

 

Diğer yandan, eğer var olan hastalıkla ilgili nazar, büyü gibi manevi etkiler düşünülüyorsa veya böyle bir ihtimal söz konusu ise Ayetel Kürsi ve Felak-Nas surelerinin faydalarına dair farklı sahih rivayetler vardır.(7)

 

Ayrıca Fatiha Suresinin şifa niyetiyle okunabileceğine dair şöyle bir hadis aktarılır:

 

Bir grup sahabe yolculuğa çıkarlar. Bir Arap kabilesinin yöresine vardıklarında onlara misafir olmak isterler. Kabile onları kabul etmez ancak o arada kabile reisini bir akrep sokar. Kabile mensupları reislerini tedavi edemez ve sahabilerin yanına gelip yardım isterler. Ebu Said el Hudri (ra) isimli sahabi efendimiz o kabilenin reisine kabilenin tedavi karşılığında bir şeyler vermesi şartıyla rukye ile tedavi yapabileceğini söyler. Kabile mensupları kabul edince Ebu Said el Hudri (ra) kabile reisinin yanına gider ve Fatiha suresini okuyup adamın üzerine üflemeye başlar. Kabile reisi iyileşir ve anlaşma gereği otuz tanelik bir koyun sürüsünü sahabe efendilerimize tedavinin karşılığı olmak üzere verirler. Sahabiler olan biteni Efendimiz’e (sas) anlatınca Efendimiz (sas) Ebu Said el Hudri’ye (ra) iltifat ve onay babında “Onun (Fatiha Suresinin) rukye olduğunu nereden bildin?” diye sorar ve ardından “İyi yapmışsınız, sürüyü alın ve aranızda paylaşın, bana da bir pay ayırın.” buyurur ve gülümser.(8)

 

Evet, Fatiha’nın iyileştirme özelliği o kadar barizdir ki bazı alimler bu konuda mealen “Bir insanın ağrılı-acılı bir rahatsızlığı varsa ağrıyan yerine elini koyup bir miktar Fatiha okursa ve o ağrıda bir iyileşme, hafifleme, rahatlama olmazsa o kişinin itikadı zayıftır.” diyebilmişlerdir. Burada kastedilen bizzat itikadi zayıflık değildir. Ancak Fatiha’da var olan bu şifa o kadar nettir ki insan bunu görüp okumuyorsa veyahut hadiste gördüğü hâlde kalben tam ikna olamıyorsa, Efendimiz (sas) de yalan söyleyecek olmadığına göre o kişinin itikadında bir problem noktası vardır denilebilir.

 

Diğer yandan her ne kadar zayıf da olsa “Yasin Kur’an’ın kalbidir.”(9) hadisini dayanak almış ve Kur’an’ın şifa olması hasebiyle Yasin suresinin de güçlü bir şifa vesilesi olabileceği düşünülmüş, bazıları tarafından Yasin’in üç, beş, yedi veya kırk bir kere okunmasının şifaya vesile olabileceği söylenmiştir.

 

Yine Evrad-ı Kudsiye gibi neredeyse tamamı ayet ve hadislerden derlenen duaların on dokuz defa okunmasıyla şifa vesilesi olacağı söylenmiştir. Başkaları da bu söylenenlere bazı ilavelerde bulunmuştur. Örneğin on dokuz kez okuma tek seferde olmalı, araya dünya kelamı karışmamalı denilmiştir. Yapabilenler, alışkın olanlar için bu güzeldir ancak bu tarz tavsiyelere “olmazsa olmaz” nazarıyla bakılmamalı, araya dünya kelamı yahut başka bir mesele girince “Dua kabul olmaz.” denilmemelidir.

 

Diğer yandan bu tip tavsiyelerde gecenin son üçte birinde okumak yahut farz namazların akabinde okumak gibi ibareler dışındaki tavsiyelerin çok önemli olmadıkları bilinmelidir. Bu ibareler veya tavsiyeler genellikle konsantrasyonun sağlanması, teveccühün daha sağlam olması gibi amaçlarla söylenmiştir. Örneğin yatsı namazını kıldıktan sonra hiç dünya kelamı konuşmadan bir duayı okumak tavsiye ediliyorsa o tavsiye yatsı namazından sonra teveccühün daha kolay sağlanabilmesi, araya dünya kelamı karıştırmadan okunması hâlinde dikkatin daha kolay toplanacağı sebebiyledir. Yoksa bunlar duaların olmazsa olmaz şartları değildir.

 

Bu gibi durumlar için Efendimiz (sas) şöyle bir ölçü koymuştur:

 

Efendimiz (sas) mescid-i nebevine bir gün iki direk arasında bir ipin uzatıldığını görür ve bunun ne olduğunu sorar. Oradakiler “Bu, Zeynep’in ipidir. Namazda ayağa kalkmaktan zayıf düşünce bu ipe tutunarak kalkar.” diye cevap verirler. Efendimiz (sas) “Hayır! Sizden biri gücü yettiğince desteksiz namaz kılsın, zayıf düşünce oturarak kılsın.”(10)

 

Demek ki namazda da, duada da insanlar güçleri yettiği kadarını yapmalıdırlar. Aksi sonuç verecek zorlaştırmalar insanları genellikle o zorluklarla mücadele etmeye değil konuyu tamamen terk etmeye yönlendirir. O hâlde namaz için de dua için de imkanlar, şartlar ve güç elverdiği kadarının yapılması gerekir. “Elimden sadece bu kadar geliyor.” gibi bir tembelliğe ve bahaneye kapı açmak ise ayrı bir konudur.

 

O hâlde Evrad-ı Kudsiye’yi 19 defa okumaya güç yetiremeyenler üç kere de okuyabilir. Yahut Tefriciyeyi 4444 defa okumak mümkün değil ise bu mübarek salavat 100, 1000 gibi sayılarla da okunabilir.

 

Önemli olan duada teveccüh, samimiyet, mana ve şuurdur. Çünkü sonuçta şifa isterken de dünya veya ahirete dair bir hayır isterken de dua ediyoruz. Bir tekerlemeyi yüz kere söylemiyoruz veya bir şiir okumuyoruz. Dua eden bir mümin olarak biliyoruz ki; Allah vardır. Bizi dinler, derdimize derman yetiştirir, bize merhamet eder. O’nun kudret eli her şeye yetişir. Bu dünyada ve kainatta bizler yalnız değiliz. Kerîm bir Zât vardır ve bize ünsiyet vermektedir. O Zat hem bizim sonsuz ihtiyaçlarımızı yerine getirebilir hem bizden bütün zararları uzaklaştırabilir. Bütün hayır kapılarının anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir. Her şey O’nun emriyle hâlledilir. O’nu bulan talep edip edebileceği her şeyi bulmuş demektir. Dua ederken de böyle bir Zat’ın huzurunda olduğumuzu, O’na yöneldiğimizi, O’ndan istediğimizi, O’na yalvardığımızı bilmeli, bu şuur pozisyonunu muhafaza etmeliyiz… 

 

Allah Teala’dan dua ve hayır kapılarını bizlere sonuna kadar açmasını diler ve dileniriz.

 


 

1 ) Âl-i İmran, 191
2 ) Şuara, 80

3 ) Ebu Davud,

4 ) Buhari 12/5767, Tirmizi 980, Ebu Davud 3890

5 ) Müslim 2202/67

6 ) Müslim 2192/50

7 ) Buhari, Tıp, 17; Müslim, Selam, 57-58; İbn Mace, Tıp, 33-34; Nesai, İstiaze, 37

8 ) Buhari, 2156; Müslim, 2201

9 ) Müsned, V, 26

10 ) Buhari, Teheccüd, 27