28 dk.
11 Ocak 2024
Eyvah, Çocuğum Tesettürden Çıkmak İstiyor! | Tek Parça-gorsel
Youtube Banner

Eyvah, Çocuğum Tesettürden Çıkmak İstiyor! | Tek Parça

Soru: Son zamanlarda etrafımda kızları tesettüre girmediği veya tesettürden çıktığı için çocuklarıyla ciddi problemler yaşayan pek çok aile görüyorum. Bu gibi durumlarda aileler nasıl davranmalıdır? Çocuklarının tesettürden çıkması veya tesettüre girmemesi o aileler için dünyanın sonu mudur? Bu mesele aralarında küslük oluşturacak kadar önemli bir mesele midir?
 

Cevap: Öncelikle belirtmeliyiz ki İslam’ın emirlerine uymak kadar uymamak da, ailelerin İslam’a uygun davranmayan çocuklarına karşı tepki göstermemeleri kadar göstermeleri de insanların kendi tercihleridir. Her insanın kendi tercihini yaşama hakkı vardır. Meselenin bu kısmı hakkında bizim kimsenin tercihlerine karışma hakkımızın olmadığını ve cevap olarak yazacaklarımızın bu manada algılanmaması gerektiğini belirtmiş olalım.

 

Bundan sonrası için konuyu maddeler hâlinde ele alacağız.

 

Birincisi: Söz konusu mesele çağımızın problemlerinden biridir. İnsanlar için genellikle görünen ve dışarıdan şahit olunabilen şeyler görünmeyen şeylerden çok daha önemli telakki edilmektedir. Gerçi bu duruma bazıları “Görünen şeyler görünmeyen şeylerin alametidir.” şeklinde cevap verebilirler. Ancak mesele daha derindir. Çünkü ailelerin azımsanmayacak bir kısmı “Kızımın/oğlumun iman noktasında problemleri var mı? Allah ve Rasulüne(sas), Kur’an’a ve ahirete hakikaten inanıyor mu? Bu konuda kafası net mi?” diye düşünüyor değildir.

 

Bununla ilgili bazı alt başlıklar verelim:

 

Anne Babaların Tepkisi ve Sonuçları: Bir insan dini konularda ciddi duygusal tepkiler veriyorsa, bu meseleleri sürekli gündeme getiriyor ve konuşup duruyorsa çocuk elbette dini bir konudaki şüphesini, merakını veya rahatsızlığını söyleyemeyecektir. Örneğin bir baba, çocuğunun olduğu bir ortamda herhangi biri hakkında “Yahu bu aptalların da ahirete dair şüpheleri varmış.” şeklinde konuşuyorsa yahut bir anne “Bu hainler Kur’an’la ilgili şüphe duyuyorlarmış.” gibi sözler söylüyorsa o ailedeki çocuğun ahirete veya Kur’an’a dair zihninde oluşan bir şüphe veya merakı anne babasıyla samimi olarak konuşabilme şansı yok gibidir. Çünkü o çocuk tepki görmek istemeyecektir.

 

Bu durum son derece önemlidir ve aileler tarafından ihmal edilmektedir. Unutulmamalıdır ki; bir konuda çok keskin ve güçlü tepkileriniz varsa o konuda artık pek duyulmaz hâle gelirsiniz. Konu sizin olduğunuz ortamlarda gündeme getirilmez fakat bu o sorunun ortadan kalktığı anlamına gelmez. Sorun vardır, hep oradadır ancak sadece sizin olduğunuz ortama taşınmamaktadır.

 

Dinin Üç Boyutu ve İhmal Edilen Boyutlar: Dinin esası, ilk adımı şudur ki: Allah vardır ve birdir. İnsanların ne yapıp yapmadıkları ile ilgilenmektedir. Çünkü insanın yapıp yapmadığı şeylerin bu dünyada da ahirette de anlamlı sonuçları vardır. İnsanın varlığı bu dünyadaki ömründen ibaret değildir. Muhammed (sas) Allah’ın kulu ve Rasulüdür. Kur’an O’na vahyedilmiştir ve bugün elimizdedir. Bunlar dinin esasları, temelleridir.

 

Bu esasların yanında dinin bir de ibadet ve güzel ahlak boyutları vardır. İbadet kısmı zaten bilinmektedir. Güzel ahlaka dair de doğruluk ve dürüstlük, sabır, adalet, hoşgörü, iffet, merhamet, sabır, kötülüğü iyilikle savmak gibi konularda onlarca ayet ve hadis örnek verilebilir. Bu noktada önemli olan şudur: Dinin güzel ahlaka dair kısımları en azından temel seviyede yaşanmıyorsa, hatta onların hiç sözü edilmiyorsa orada ciddi bir sorun oluşacaktır. Hele güzel ahlak pek az olduğu hâlde ibadet tam olursa işte o zaman çok dehşetli bir kötülük ve kötü bir canlı ortaya çıkabilecektir. Bunun en bariz örneği Habbab bin Eret (ra) gibi büyük bir sahabinin salih bir oğlu olan Abdullah’ı sırf kendileriyle aynı düşünmediği için hamile hanımıyla birlikte katleden ancak dinin ibadet boyutunda belki çok ileri olan haricilerdir.

 

Bu noktada “güzel ahlak” kavramının Müslümanlar arasında genellikle birkaç davranışa indirgenerek yanlış anlaşıldığına rastlayabiliriz. Bu nedenle güzel ahlakın temelinde; bir insanın elinden ve dilinden insanların emin olduğu, kendisi söz konusu olunca “O insandan zarar gelmez.” denildiği bir güven duygusu vermenin olduğu, bununla birlikte kendisinin maruz kalınca hoşlanmayacağı bir şeyi başkalarına da yapmama, ayrıca bir insanın kendisine, çevresine ve tüm mahlukata karşı şefkat ve merhametle yaklaşması hususlarının olduğunu belirtmiş olalım.

 

Tekrar konumuza dönelim: Aileler iman ve ibadet meselelerini kontrol edip güzel ahlak meselesini hiç kontrol etmiyorlarsa, meselenin bu kısmı hiç akıllarına gelmiyorsa burada da ciddi bir sorun yaşanması adeta kaçınılmazdır. Dolayısıyla aileler, güzel ahlak konusunda hem kendilerine dikkat etmeli hem de çocuklarının böyle bir boşluk yaşamamaları adına ellerinden geleni yapmalıdırlar.

 

Temelsiz Yapılar ve Sıralamanın Önemi: Bina inşaatları temel atmakla başlar, araya katlar konulur ve en son çatı yapılır. Yahut sabah giyilen bir elbise dışarıda kirlenir, akşam gelince yıkanır ancak “Nasılsa dışarıda kirlenecek.” diye bir gün önceden iki defa yıkanmaz. Her şeyin bir sırası vardır.

 

İmani meseleler dinin temelidir. Aileler dinin bu temelini hem kendileri hem çocukları için sağlam bir şekilde atmamış olabilirler. Güzel ahlak da dinin temelinden sonra konulacak katlardan veya o katların boyası-süsü olmaktan çok dinin temelinin harçları mesabesindedir. Dolayısıyla aileler hem kendileri hem çocukları için temeli sağlam atmamışlar ise din adına herhangi bir olumsuzlukta kız çocuklarına erkek çocuklardan daha fazla baskı yapabilmektedirler. Örneğin karma bir kafede oturup diğer masalarda oturan karşı cinsten insanları seyretmek elbette caiz ve hoş bir davranış değildir. Ancak bu hoş ve caiz olmama durumu hem kız hem erkek çocuklar için aynı ölçüde geçerlidir. Ancak kültürel ezberler nedeniyle bu davranış kız çocukları için daha kabul edilemez görülmektedir. O hâlde bu konuda sıralama yanlış yapılmış demektir. Hatta demek ki kız çocuklarına tesettürün önemi ve güzelliği, niçin kapanılması gerektiği konusunda yeterli bilinç verilmemiştir yahut tesettür o çocuğa tam manasıyla benimsetilmemiştir. Namaz kılmayan veya harama çekinmeden bakan erkek çocuk için de aynı şeyler geçerlidir.

 

Bu durumda farklı girdilerden aynı sonuçların çıkmasını beklemek anlamsız olacaktır. Yani bilgisayarda bir yazı dosyasına hikâye yazarsanız yazıcıdan ancak üzerinde hikâye olan bir kâğıt çıkacaktır. Bilimsel makale yazarsanız da yazıcıdan sadece bilimsel makale yazılı kağıtlar çıkacaktır. Bilgisayara hikâye yazıp da yazıcıdan bilimsel makale çıkmasını beklemek anlamsızdır.

 

Eğilimleri Dikkate Alma ve Şefkat: İmaj veya görünüm, toplum tarafından kabul görmenin önemli bir parçasıdır. Bu bağlamda kadınlar için dış görünümün ve o görünümün bir parçası olan kıyafet seçiminin erkeklere göre daha önemli olduğu, kadınların bu konuyu daha fazla önemsedikleri söylenebilir. Yapılan bazı klinik psikoloji araştırmalarında da kadınların sosyal görünüş kaygılarının erkeklere göre daha yüksek olduğu anlaşılmıştır. Hatta bu konuda “sosyal görünüş kaygısı ölçeği” geliştirilmiş ve pek çok araştırmada kullanılmıştır. (1)

 

Bu araştırmalarda dikkati çeken bir başka bulgu da şu olmuştur: Hem kadınlar hem de erkekler fiziksel görünüme dayalı bazı sosyal karşılaştırmalar yapmaktadırlar. Sosyal karşılaştırma, bireylerin kendileri hakkında fiziksel ve objektif kesin ölçütlerin olmadığı durumlarda bazı sonuçlara ulaşabilmeleri için diğer insanların kanaatlerini ölçüt almalarıdır. Daha basit bir ifadeyle sosyal karşılaştırma, insanların kendilerini başkalarıyla kıyaslayarak kendileri hakkında belirli sonuçlara ulaşmalarıdır. Bu bağlamda, yapılan araştırmalarda kadınların erkeklere oranla, yaptıkları fiziksel görünüme dayalı sosyal karşılaştırmaların daha olumsuz olduğu görülmüştür. Yani kadınlar kendilerini başkalarıyla kıyaslayınca erkeklerden daha fazla olumsuz ve rahatsız edici sübjektif sonuçlara ulaşmaktadırlar. (2)

 

Bu durum erkeklerin dış görünümlerine önem vermediklerini değil sadece daha az önem verdiklerini ve onların “beğenilme” ihtiyaçlarını ekonomik ve fiziksel güç gibi farklı şekillerde karşılama yoluna gittiklerini gösterir.

 

Bu realitenin üzerine bir de tesettür veya başörtüsü imajının farklı çağrışımlarının eklendiğini düşünelim. Bazı toplumlarda yahut aynı toplumun farklı dönemlerinde başörtüsüne ve tesettürlü kıyafetlere yönelik olumsuz imajlar beslenebilmektedir. Tesettüre riayet eden özellikle genç yaşlardaki kadınlar da bu olumsuz imajın veya toplumsal rahatsızlığın farkındadırlar. Bu rahatsızlığın veya olumsuz genel imajın kültürel, ideolojik, siyasi pek çok nedeni olabilir. Önemli olan o an için nedenler değildir. Sebepler uzun vadeli meselelerdir ve bir insanı yahut tesettürlü bir genç kadını o an için ilgilendiren rahatsızlığın, önyargının ve olumsuz imajın kendisidir.

 

Böylesi yoğun ve baskın önyargılar, olumsuz imajlar karşısında bir kadın başkalarının gözünde normal görülmek isteyebilecek, bunu sağlamak için de açılmayı, tesettürden çıkmayı düşünebilecektir.

 

Burada söz konusu olan helal veya haram kavramları değildir. Elbette ki farz her zaman farzdır, haram da haramdır. Toplumsal baskı bir haramı haram olmaktan çıkarmaz. Bir insanda özellikle dini mesuliyet şartları oluşunca yani o insan haram ve helalden sorumlu olmaya başlayınca diğer şartlar onun davranışlarının haram veya helal olarak nitelendirilmesini etkilemez. Örneğin çocukluktan itibaren baskı ve korkuyla hatta şiddete maruz kalarak büyümüş, bu nedenle sık sık korku ve heyecan atakları yaşayan bir insan düşünelim. Bu insan 18 yaşını geçip gerekli prosedürleri de yerine getirip ehliyet alsa ve trafiğe çıktığı ilk gün kaza yapıp birkaç kişinin ölümüne sebebiyet verse hiçbir hukuk sistemi o insanın yetiştirilme aşamasında yaşadıklarını hesaba katarak o kişiye beraat vermez. Bu insana şefkat gösterilebilir, insani olarak yaklaşılabilir ancak bunlar da sebep olduğu kazanın hukuki sonuçlarını değiştirmez.

 

Bu noktada şefkat kavramı önemlidir. Çünkü şefkat ve merhamet, ancak anlayışsızlık göstermeyerek gelişebilecek bir ahlaktır. Hatta bu noktada kişinin imanının inanan-inanmayan tüm insanlara hatta tüm mahlukata karşı şefkatiyle doğru orantılı olduğu söylenebilir.

 

Bir insanın en kolay şefkat gösterebileceği varlık ise her şeyden önce kendi evladıdır. 

 

O hâlde çocukları tesettürden çıkmak istediğini söyleyen veya tesettürden çıkan ebeveynlerin bu konudaki ilk tepkileri öfke veya telaş yerine şefkat olmalıdır. Şefkat ise her şeyden önce anlayışlı olmayı gerektirdiğinden kendi çocuğunun bu düşüncesini gerçekten anlamaya çalışmakla mümkün olabilecektir.

 

Ailelerin Dini Eğitim Anlayışı: Diğer yandan aileler çocuklarına dini alanda eğitim vermeyi sadece Kur’an okumayı öğretmekten, ilmihal bilgilerini vermekten, çocuklarını bazı dini gruplara yönlendirmekten ibaret zannedebilirler. Bu zan sebebiyle aileler artık Kur’an okumayı öğrenen çocuklarının Kur’an’a uygun yaşayacağını, ilmihal bilgilerini alan çocuklarının dinin emir ve yasaklarına tam uyacaklarını düşünebilirler. 

 

Hatta çoğu Müslüman ailenin zihninde çocuklarının dini açıdan da kendilerine benzeyeceği önyargısı vardır. Bu aileler çocuklarının dini hayatlarının da kendi istedikleri mecrada akıp gideceğini zannederler. Örneğin bir baba namaz kılıyorsa çocuklarının da namaz kılacağını, bir anne tesettürlü ise kızlarının da severek ve benimseyerek tesettürlü olacağını düşünürler. Ancak bir çocuk sırf babası namaz kılıyor diye namaz kılacak yahut bir kız sırf annesi tesettürlü diye kapanacak değildir. Bu noktada aileler ekstra bir gayret göstermezlerse çocuklarının bulundukları çevrenin ortalama gençleri nasıl oluyorsa öyle olmalarını beklemelidirler ve sonuç kendilerini şaşırtmamalıdır.

 

Çocukların çevreleri sadece ailelerinden, anne babalarından ibaret değildir. Onların yaşadıkları bir şehir, arkadaş ve okul ortamı hatta bir internet ve sosyal medya ortamları vardır. Onların çevreleri bu ortamlarla birlikte bir bütün oluşturur. Aile veya anne baba bu bütünün sadece bir parçasıdır, tümü değildir. Ancak çocuklar genellikle çevrenin bütününe göre şekil alırlar. Hatta insan genellikle yaşadığı çevrenin çocuğudur. Dolayısıyla aileler çocukları üzerinde ekstra gayretler, çalışmalar yapmazlarsa çocukları da yaşadıkları geniş çevrenin ortalamasına göre şekil alacaklardır. Çocuğunun, yaşadığı geniş çevreden farklı olmasını isteyenler fazladan gayret göstermek zorundadır. Bu fazladan gayretler az olursa çocuğun geniş çevresinden farkı az olacak, gayretler çok olursa fark da çok olacaktır.

Çocuklara Birey Olarak Bakabilmek: Ailelerde çocuklarını sahiplenme güdüsü normaldir. Ancak bu durum çocukların kendi başlarına bir birey olduklarını unutturmamalıdır. Dolayısıyla aileler beş yaşındaki bir çocuğa karşı besledikleri sahiplenme güdüsünü yirmi beş yaşındaki çocuklarına karşı da aynı şekilde göstermemelidir.

 

Bir çocuğun yetişme sürecinde özellikle özgüven gelişimi ile de ilişkili olarak başka insanlarla tanıştıkça, örneğin okul ve arkadaş ortamları gibi çevrelere de sahip olunca çocuğun kişilik gelişiminin öğretmenlerinden, arkadaşlarından ve başka kimliklerden de etkilenmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla belirli yaşa gelmiş bir çocuğun artık kendi bireysel tercihleri olacaktır. O tercihleri yok saymak veya yanlış tepkilerle değiştirmeye çalışmak anne babalar için pek makul ve mümkün olmayabilir. 

 

Özellikle anneler kızlarının tesettürlü olmasını çok daha fazla isteyebilirler. Bu istekleri gerçekleşmeyince de herkesten daha fazla üzülebilirler. Bu doğaldır. Çünkü o anneler de kendi yetiştirilme süreçlerinde böyle görmüşler, böyle öğrenmişlerdir. Şüphesiz ki başörtüsü veya tesettür önemsiz değildir. Bilhassa iffet kavramı açısından çok önemli bir olgudur. Ancak dinin benimsenmesi ve yaşanması noktasında gerekli hususları bir önem sıralamasına tabi tutsak başörtüsü ilk sıralarda yer almaz. Dolayısıyla annelerin veya ailelerin artık başörtüsü takmamayı tercih eden çocuklarının bu tercihlerine haddinden fazla üzülmeleri, bu duruma “her şeyin sonu” nazarıyla bakmaları dengeli bir tepki olmayacaktır. Burada yaşanacak bir dengesizlik de daha olumsuz sonuçlara yol açabilecektir.

 

Dindarlığın Değişen Görünümleri ve Kuşak Çatışması: Günümüzün tesettürlü annelerinin pek çoğunun anneleri de anneanneleri de başörtülüydü. Dolayısıyla annelerimizin, kızlarının da başörtülü olacağını düşünmeleri kendi dünyaları açısından doğal ve normal karşılanabilir. Ancak yaşananlar ve günümüz realitesi onların bu düşüncelerinin gerçekleşmeyebileceğini göstermeye fazlasıyla yetmiştir. Çünkü özellikle 2000 kuşağı ve sonraki nesillerin kendilerinden önceki nesillerle aralarındaki uyumlu bağ ciddi oranda kopmuştur.

 

Kuşaklar arasındaki bu kopuşun daha önce de var olduğunu söyleyenler olacaktır. Bu noktada her kuşağın kendinden sonraki kuşağı beğenmemesi gibi bir eğilimden bahsedilebilir. Zaten kuşaklar arasındaki kopuşları adım adım takip etmemiz neredeyse imkansızdır. Ancak sonuçta bir kopuş yaşanmıştır ve günümüz nesilleri kendilerinden önceki nesiller gibi değildir. Teknolojinin hayatımızdaki etkilerinin artmasıyla birlikte nesiller arasındaki kopuşun hızlandığından da bahsedilebilir. Dolayısıyla yeni nesiller anne-babaları, dede-nineleri gibi düşünmemekte, hayatı onlar gibi görmemektedir. O hâlde onların yaşadığı biçimde yaşamayacak olmaları da kaçınılmazdır.

 

Gerçi bizim geçmiş nesillerdeki dindarlarımızın da kelimenin hakiki anlamıyla dindar olup olmadıkları tartışılabilir. Ancak sosyal realite içinde dindarlık veya dini değerler, geçmiş nesillerin hayatını şimdikilerden daha fazla etkiliyordu. Örneğin geçmiş dönem dindarlarımız kendisi oruç tutmasa bile insanların kendisi hakkında kötü düşünmemeleri için oruç tutmadığını dışarıya karşı gizleyebiliyordu. Şehirde üniversite okuduğu sırada başı açık olan bir genç kız köyüne veya memleketine gittiği zaman kapanabiliyordu. Erkekler de Cuma namazına gitmeseler bile Cuma vakitlerinde dışarıda görünmemeye dikkat ediyorlardı. Bu davranışları çelişkili görenler olabilir ancak bu tip sakınmalar ve çekinceler de dindarlığın geleneksel veya toplumsal anlamda bir parçasını oluşturmaktadır. Çünkü bu tip durumlar nedeni ne olursa olsun dini değerler insanların hayatlarında hala güçlü bir etkiye sahip olduğunun işaretidir.

 

Ancak günümüzde nedeni ister internet ister sosyal medya ister başka bir şey olsun, dindar gençleri dindar gruplar içinde sabit tutacak bağlarda ciddi bir kopuş olduğu görülmektedir. Bu da geleneksel formlar üzerine yaşamaya devam eden aileler için ciddi ve zorlayıcı bir durumdur. Bu aileler belki çocuklarının İslam ve Kur’an adına bir dava adamı olmasını beklemiyorlardır ancak çocuklarının “karşı safa geçmek” gibi algılanabilecek davranışlar sergilemelerini hiç beklemezler. 

 

Açılmak İsteyenlerin Kâr/Zarar Analizleri: Tam da bu noktada anne babalar için “El alem ne der?” kaygısı gündeme gelmektedir. Kızları açılmak istediğini söyleyen anne babalar çocuklarını adeta ele güne rezil olacak bir suç üstü hâlinde yakalamışlar gibi bir duygu durumuna kapılabilir. Bu kaygı bazıları tarafından küçümsenip yanlış görülecektir. Çünkü başkaları için yaşama çağrışımı vermektedir. Ancak insanlarda genel olarak kendi şahsiyetini, izzetini, değerini koruma eğilimi vardır. Dolayısıyla bu kaygı tamamen boş değildir. Ancak “Başkalarına rezil olacağız.” diye düşünmekle başkalarına gerçekten rezil olmak da farklı şeylerdir. Aileler, açılmak isteyen veya açılan kız çocuklarının bu davranışları karşısında böylesi düşünce ve duygulara çok çabuk kapılabilmektedirler. Onların bu tepkisi de bir parça anlaşılabilir çünkü değer yargıları ve toplumsal sabiteleri bu şekilde kurulmuştur. Bu durum açılmayı düşünen çocuklar için kendi kâr-zarar analizlerinin bir parçası, hesaba katmaları gereken bir değişken olmalıdır. Çünkü nasıl ki çocuklar kendi tercihlerini yaşama hakkına sahiptir. Aynı şekilde anne babalar da hukuki bir sorun oluşturmadıkça, şiddet içermedikçe istedikleri tepkiyi gösterme hakkına sahiptirler. Bu tepkilere çocukla bir daha hiç görüşmeme kararı da dahildir.

 

Ailelerin Tepkileri: Aslında başlangıç adımları doğru atılmamış meselelerde yanlış adımların neticesi olan sonuçlara bakarak aşırı tepkiler vermek makul değildir. Dolayısıyla adil de değildir İslami de değildir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, çocukların yetişme aşamasında onlara aileleri tarafından ne yüklenmişse o çocukların gençliklerinde ve yetişkinliklerinde de o sonuçlar alınacaktır. Bilgisayara hikâye yazılmışsa yazıcıdan hikâye çıkacak, bilimsel makale yazılmışsa bilimsel makale çıktısı alınacaktır. Hikâye yazıp bilimsel makale çıktısı beklemek anlamsız ve mantıksızdır.

 

Bir çocuğun 8-9 yaşlarında iken konuştuğu arkadaşları, özendiği rol modeller, ev içi hareketleri ve benzeri davranışlarına bakılarak yirmili yaşlarında tesettürü tercih edip etmeyeceği büyük ölçüde tahmin edilebilir. Temelleri doğru atılmamış ve gidişatı da buna göre olan bir sistemde sonucun istendiği gibi olmaması normaldir. Bu sonuca tepki göstermek de abes olacaktır. Bu aynen ilk düğmesi yanlış iliklenen gömleğin son düğmesinin boşta kalmasına tepki göstermek gibidir.

 

Başörtüsü, Güzel Ahlak ve İffet İlişkisi: Bu noktada başörtüsünü, yüksek bir ağacın en tepedeki dallarında yer alan güzel meyvelerden birine benzetmek mümkündür. O ağacın kökü Allah’a ve ahirete iman, gövdesi de bu imanın dünyadaki yansımaları olan güzel ahlaktır. Dolayısıyla başörtüsü, kökü ve gövdesi sağlam, bakımı doğru yapılmış, iyi yetiştirilmiş bir ağacın meyvesi olabilir ve öyle olursa gerçek anlamını bulmuş olur. Geleneksel dindarlar açısından formel ibadetler daha önemli görülse de güzel ahlak da önemlidir ve sonuçlardan, çıktılardan, yansımalardan daha fazla dikkate alınmalı, onlardan daha çok önemsenmelidir. Hatta bir dindara bakıldığında ondaki güzel ahlak ibadetlerinden daha fazla görünür olmalıdır. Bir dindarın güvenilir birisi olması, insanların onun kötü huylu birisi olmadığına kanaat getirmeleri ihmal edilmemesi gereken bir hedef olmalıdır. İnsanlar ahmak veya kör değillerdir. Kendini dindar olarak tanımlayan bir insanın davranışlarını, duygu ve düşüncelerini, ondaki ahlaki standartları görüp bilecek kabiliyete sahiplerdir. Aklı başında hiç kimse göstererek namaz kılan ancak ticaretine yalan ve haram bulaştıran bir esnaf ile namazlarını kılan ancak dürüstlükten de taviz vermeyen bir esnafı aynı kefeye koymaz. 

 

İffet de güzel ahlakın önemli bir parçasıdır. Başörtüsü ise iffetin bizzat kendisinin değil görünür kısmının bir parçasıdır. İnsanların onu iffet kavramına indirgemeleri yahut iffet kavramını başını örtmekten ibaret sanmaları başörtüsünün iffetin pek çok parçasından sadece biri olduğu gerçeğini değiştirmez.

 

Az önceki ağaç örneğine dönecek olursak; ağacın kökü gövdeyi ve dalları yeterince beslemiyorsa dallardaki meyvelerin orada asılı durması pek mümkün olmayacak, meyveyi dala tutturan parça yeterince zayıfladığında ve ortamını da bulduğunda o meyve ağaçtan düşecektir.

 

Süreç Meselesi: İnsanlar çoğu zaman dindarlıktan ateizme, deizme veya agnostizme direkt geçiş yapmazlar. Bu bir süreç meselesidir. Kabaca özetleyecek olursak; öncelikle içinde bulunulan durumdan bir hoşnutsuzluk, bir memnuniyetsizlik başlar. Bu hoşnutsuzluğun hem zihinsel hem duygusal hem de çevresel pek çok faktörü vardır. Bu faktörlerden bazen çevresel bazen duygusal nadiren de zihinsel faktörler galebe çalabilir ancak çoğunlukla çevresel ve duygusal faktörler belirleyici olur, zihinsel işlevler de bu faktörlere güya haklı gerekçeler üretir. Bir süre sonra bu insanlar “Din güzel bir şey ama Müslümanlar değil. Bazı konular da zaten şüpheli.” diye düşünürler. Bir süre sonra da “Din çok da önemli değil.” şeklinde düşünmeye ve öyle inanmaya başlayabilirler. Baştaki hoşnutsuzluk durumundan kaçış iyi yönetilemezse (ki genellikle yönetilemediğini görüyoruz) kaçışın ateizme, deizme kadar devam etmesi kaçınılmazdır.

 

Dolayısıyla aileler meselenin bir anlık bir karar veya sıradan bir heves olmadığını bilmeliler, mevzuya anlık ve aşırı tepkiler göstermek yerine konunun aslına, temeline inmeye çalışmalıdırlar. Çünkü konu çok boyutludur ve ailelerin genelinin sandığından daha derindir.

Ailelerin Tepkisi: Öncelikle belirtelim ki; başkalarına fiilen zarar vermemek ve hukuka aykırı olmamak koşuluyla insanlar bir konuda istedikleri şeyi yapma özgürlüğüne sahiptir. Bu realite bağlamında aileler de tesettürden çıkmak isteyen kızlarına karşı istedikleri tepkiyi gösterme hakkına sahiptir. Bir kadın anne ve babasının ne düşündüğüne aldırmadan açılmayı tercih etmişse anne babası da onun ne düşündüğüne aldırmadan görüşmeyi kesmeyi veya farklı bir tepki göstermeyi tercih edebilir. Bu noktada bir tarafın iyi diğer tarafın kötü olduğu şeklinde bir değerlendirmede bulunmuyoruz. Sadece insanların belli sınırlar içinde istediklerini yapma özgürlüğünün olduğunu söylüyoruz.

 

İslam’ın ise bu konuda açık ve net bir emri yoktur. Bundan sonraki adımlar ise tamamen kişilerin kendi özel şartlarına göre ilerleyecektir. Bu noktada birkaç örnek verelim:

 

Efendimiz (sas) döneminde Müreysi seferi esnasında Ensar ile Muhacir arasında birkaç kişi tartışırlar. Meşhur münafık Abdullah bin Übey bin Selül de bu olayı kullanmak ister ve Medineli Ensarı kışkırtmak için “Medine’ye dönünce aziz olanlar (Medineliler) zelil olanları (Mekke’den hicret edenleri) sürüp çıkaracaktır.” der. Tabii bu kışkırtma amacına ulaşmaz. Ancak olay duyulur. İbn Selül’ün samimi Müslüman olan oğlu Abdullah (ra) da Medine’ye girerken babasının önüne kılıcını çekerek dikilir ve “Allah Rasulünden izin gelmedikçe seni Medine’ye sokmam.” der. Efendimiz izin verince de İbn Selül Medine’ye girer. Yine bu süreçte Abdullah, Efendimiz’e (sas) gelerek “Babam büyük bir suç işledi ve sana hakaret etti. Eğer bu suç cezalandırılacak ve babam öldürülecek ise babamı ben öldüreyim. Başka bir insanın öldürmesi beni yaralar. Çünkü babamı öldürdü diye ben o Müslüman kardeşime kin besleyebilirim.” der. Efendimiz (sas) buna da izin vermez ve “Hayır! Ona (babana) karşı yumuşak davranırız. Aramızda olduğu müddetçe de ona iyi arkadaşlık ederiz.” cevabını verir.(3)

 

Bir başka örnek de Ebu Süfyan ile kızı ve müminlerin annesi Ümmü Habibe (rh.a) arasında gerçekleşen olaydır. Hudeybiye Antlaşması müşrikler tarafından ihlal edilince Ebu Süfyan antlaşmanın uzatılması için Mekke’den Medine’ye gider. Efendimiz (sas) onun teklifini kabul etmez. Ebu Süfyan da kızı Ümmü Habibe’nin yanına gider. Evde bulunan bir mindere oturmak istediğinde Ümmü Habibe validemiz minderi babası Ebu Süfyan’ın altından çekip alır. Babası kızına “Bana bir minderi de mi çok görüyorsun?” deyince validemiz; “O, Rasulullah’ın minderidir. Ona bir müşrik oturamaz.” der.(4)

 

Bir başka örnek de Esma binti Ebu Bekir (ra) ile ilgilidir. Hz. Esma’nın (rh.a) anlattığına göre o zaman henüz müşrik olan annesi yanına gelir. Hz. Esma da annesine nasıl davranması gerektiğini sormak için Efendimiz’e (sas) giderek “Annem yanıma geldi, benimle görüşüp konuşmak istiyor. Anneme iyi davranayım mı?” diye sorar. Efendimiz (sas) de “Evet, ona gereken hürmeti göster.” cevabını verir.(5)

 

Bu örneklerin konumuzla ilgisini istediğiniz şekilde kurabilirsiniz. Önemli olan şudur ki; Efendimiz (sas) ve Kur’an, müşrik ailelerle dahi irtibatı koparmayı emretmemiştir ve o dönemde mümin çocukların müşrik aileleriyle irtibatlarını koparmadığına, iletişimlerini ve hürmetlerini sürdürdüklerine dair daha pek çok örnek bulmak mümkündür. Efendimiz de aktif düşmanlık, somut zarar gibi durumlar dışında kimsenin müşrik ailesiyle ilişkisini koparmasını emretmemiş hatta aksini, aileleriyle iyi geçinmelerini emretmiştir.

 

Bu örnekler bize şunu göstermektedir: Ailenin müşrik veya münafık olduğu durumlarda dahi Müslüman olan evlatlar anne babalarıyla irtibatlarını tamamen koparmamış, fırsat oldukça görüşmeyi sürdürebilmişlerdir. Bunun tersi örnekler de vardır ama her örnek kendine özgüdür ve görüşmeyi sürdürmeyen aileler olduğu gibi sürdüren aileler de vardır. Efendimiz (sas) de hiçbir Müslümana müşrik olan anne babalarıyla irtibatlarını tamamen koparmalarını söylememiş, aksine Allah ve Rasulüne isyan anlamına gelecek bir emirleri dışında onlarla ilgilenmeyi ihmal etmemelerini emir ve tavsiye etmiştir.

 

Buradan anlaşılması gereken şudur: Anne babalar ölçüsüz ve mantık dışı, salt duygusal tepkiler yerine ölçülü hareket etmeli, tepki göstereceklerse de bu tepkilerini fonksiyonel ve mantıklı bir şekilde göstermelidirler. Çünkü aşırı tepkiler hiçbir işe yaramayacağı hatta sorunu daha da büyütebileceği gibi bazı durumlarda hiç tepki göstermemek de doğru olmayabilir. Ancak denge ve makuliyet esas olmalıdır.

 

Anne babalar çocuklarını herkesten daha iyi tanırlar. Bir anne veya baba tesettürden çıkmak isteyen kızına karşı başka hiçbir davranış işe yaramayacaksa, çocuğuyla bir ay görüşmeme kararı alsa ve bu karar çocuğunun tercihini değiştirecekse böyle bir tepkinin anlamı olabilir. Ancak bu bir aylık görüşmeme sonucunda çocuk hala kararından vazgeçmiyorsa anne babalar boş yere gurur meselesi yapıp görüşmemeyi sürdürme kararı da almamalıdır. Bunun işe yaramadığını düşünüp görüşmeye başlamalı, başka yollar denemelidir. Zaten bu tip tepkiler nadiren işe yarar.

 

Aslında böyle durumlarda en akıllıca davranış bağları hiç koparmamak olmalıdır. İletişimi sürdürmek her zaman daha faydalıdır. Bir taraf aktif bir şekilde zulmetmedikçe veya yine aktif bir şekilde zulme destek vermedikçe bağları koparmanın pek bir faydası ve manası yoktur. Zaten Kur’an’da açıkça; “Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.”(6) buyrulmaktadır.

 

Bağları koparmanın anlamsızlığı ve faydasızlığının nedeni şudur: Kopan bağlar kolay tamir olmaz ve bağlar koparıldığı takdirde o konuda elde var olan tek fırsat da kaybedilir. 

 

Diğer yandan tesettürden çıkan çocuğunuz sizin yanınıza gelip gittikçe sizin sevginiz ve şefkatiniz karşısında tekrar kapanmaya dönebilecektir. Ayrıca sizi utandırmama adına başını açmaktan daha fazlasını yapmamaya da çalışacaktır. Çünkü iyiliğe iyilikle karşılık vermek genel bir insani özellik olduğu gibi şefkate şefkat, anlayışa anlayış da genel bir eğilimdir. Bunun böyle olacağının tabii ki garantisi yoktur fakat bağları koparmamanın kesinlikle daha hayırlı olacağı en azından belli bir limiti korumaya yardım edeceği kesin gibidir. Buradaki limit itibar veya saygınlık limitidir. Bu durum her yerde karşınıza çıkabilir. Örneğin siz genel olarak dindar ve insanlarla iyi geçinen biri iseniz herhangi bir parkta sizi az çok tanıyan ve o esnada alkol alan birkaç kişilik bir grup içtikleri alkolü sizden saklayacaklardır. Demek ki ister çocuğunuz ister yakın çevreniz olsun insanların üzerindeki ağırlığınızı veya hürmetinizi korumak ve etkin olarak kullanmak istiyorsanız irtibatı sürdürmeniz gerekecektir. Ayrıca irtibatın koparılmaması, insanların birbirleriyle insani münasebetlerini sürdürmesi güzel bir haslettir. 

 

Ancak burada meselenin diğer boyutu da unutulmamalıdır. Yani çocuklarıyla irtibatı kesme, görüşmeme anne babaların formel de olsa haklarıdır. Ancak bu haklarını kullanmaları pek işe yaramayabilir ve çoğunlukla da yaramaz. Görüşmeyi kerhen devam ettirmek de her zaman işe yaramayabilir. Önemli olan makul ve mantıklı davranmak, şefkati esirgememek, anlayışlı olabilmek ancak gerekiyorsa işe yarayabilecek tepkileri de makul ve ölçülü bir şekilde gösterebilmek, tepkinin işe yaramadığı yerde de o tepkiden vazgeçebilmek ve farklı yollar deneyebilmektir. Kur’an’a ve sünnete uygun olan budur.

 

Zulme Aktif Destek Meselesi: Yukarıda “zulme aktif destek vermek” kavramından bahsettik. Zulme aktif destek vermek söz veya kanaat belirtmekle değil bizzat zulmün içinde yer almakla olur. Söz ve lehte kanaat belirtmeler zulme pasif destek vermektir. Aktif destek ise zulmü oluşturan davranışın somut ve faal olarak içinde yer almaktır. Örneğin bir ülkede Kur’an öğrenimi yasaklansa bu yasak açık bir zulüm olacaktır. “İyi yapıyorlar.” demek bu zulme pasif destek vermektir. Zalimlere sempati duymak açık bir iman zaafıdır. Kur’an öğretenleri araştırıp bulmak, onların zulme uğrayacaklarını bile bile kendilerini ilgili yerlere şikâyet edip haksızlığa uğramalarına neden olmak, Kur’an öğretilen binaların yıkımına katılmak veya bu yıkım işlemlerine maddi destek sağlamak ise zulme aktif destektir.

 

Dolayısıyla başörtüsü takmak istemeyen, tesettürden çıkmak istediğini söyleyen kızlarına karşı aileler “Kızımız küfrün ve zulmün safına geçti. Onun bu tercihi zulme ve dalalete destek vermektir.” gibi düşüncelere kapılmamalıdır. Kızlarının başörtüsü konusunda veya başka bir hususta küfrün ve zulmün safına geçmiş olması, onlara destek vermiş kabul edilmesi için başını açmaktan daha fazlasını yapmış olması gerekir.

 

Ek olarak belirtmiş olalım ki; zalimlere veya zulümlere karşı insanın içinde bir buğz hissetmesi gayet doğaldır. Zulmün içinde olanlara sempati beslemek ise bir iman zaafıdır. Konu o kadar önemlidir ki İmam Maturidi (r.a) ve Hanefi fıkhının önemli alimlerinden İbn Abidin gibi isimler açık bir zulme adalet nazarıyla bakanları, açık bir zulme “adalet” diyenleri küfre girmekle itham etmiştir.(7)

 

Ancak bu gibi tartışmalı söylemlerden hareketle herhangi bir ibadeti terk etmenin küfür olduğu nasıl söylenemezse tesettürden çıkmanın da zulüm, küfür, şirk veya zulme, küfre, şirke destek vermek olduğu söylenemez. Dolayısıyla aileler bu gibi uç düşüncelere prim vermemelidir. Zulme pasif destek verenlerle dahi irtibatı gerekmedikçe koparmamak, var olan bağları sürdürmek gerekir.

 

Aileler kendi anlayışları içerisinde kızlarının başını açmasını çok büyük bir günah, dehşetli bir suç gibi görebilirler. Bu nedenle kendi çocuklarına karşı şefkat ve anlayışı terk etmemelerini, konuya rasyonel ve sakin yaklaşılmasını belki kabullenemeyebilirler. Ancak öncelikle her aile böyle bir durumda çocuklarından evvel kendilerine dönmeli ve “Sen çocuğuna ne eğitim verdin ki karşılığında ne bekliyorsun?” sorusunu kendilerine sorabilmelidirler.

 

Sonuç olarak; 

  • Kızları tesettürden çıkmayı isteyen veya çıkan aileler çocuklarından önce kendilerini sorgulamalıdır.
  • Başını açan çocuklarla irtibatı kesmek haklı, rasyonel ve mantıklı bir gerekçeye dayanmıyorsa faydasız ve daha kötü sonuçlar verecek bir tavırdır.
  • Sünnete uygun olan çocukla görüşmeyi kesmek değil var olan irtibatı ve hukuku devam ettirmektir. Bu “hiçbir şey olmamış gibi davranmak” anlamına gelmez. Ancak sıla-i rahimin kesilmesi anlamına gelecek olan irtibatı koparmak sünnetle hiçbir şekilde bağdaşmayacak bir tercihtir.
  • Konuya çok boyutlu, derinlikli ve gerçekten çözüm amaçlı yaklaşmak gerekir. Bu da her ailenin kendine özgü şartları nedeniyle farklı davranışları, farklı yaklaşımları gerektirebilir. Ancak genel olarak şefkat, anlayış, irtibatı koparmama, çocuğunu tercihinden vazgeçirmek için de mantıklı ve adil davranmak önemlidir.
  • Her konuda olduğu gibi bu konuda da dua meselenin çözümünde son derece etkili bir yol olarak düşünülmeli ve ciddiye alınmalıdır.
     

Allah Teala’dan bizleri her konuda sırat-ı müstakime hidayet etmesini, zorlandığımız anlarda doğru olanı ilham etmesini, anne ve babalarımız ile çocuklarımıza karşı şefkat, hürmet ve adaleti terk etmemizi nasip etmesini diler ve dileniriz.
 


 

1 ) - Levinson, C. A., Rodebaugh, T. L., White, E. K., Menatti, A. R., Weeks, J. W., Iacovino, J. 
M. ve Warren, C. S. (2013). Social appearance anxiety, perfectionism, and fear of 
negative evaluation. Distinct or shared risk factors for social anxiety and eating 
disorders? Appetite, 67, 125–133

      - Arabacı, R. (2008). Relationship between social physique anxiety, walking activity and
body composition in university students. Journal of New World Science Academy,
3(3), 145-155
      - Bailey, S. D. ve Ricciardelli, L. A. (2010). Social comparisons, appearance related 
comments, contingent self-esteem and their relationships with body dissatisfaction
and eating disturbance among women. Eating Behaviors, 11(2), 107–112.
2 ) - Bessenoff, G.R. (2006). Can the media affect us? Social comparison, self-discrepancy, and 
the thin-ideal. Psychology of Women Quarterly, 30, 239–251.

      - Leahey, T. M., Crowther, J. H. ve Mickelson, K. D. (2007). The frequency, nature, 
andeffects of naturally occurring appearance-focused social comparisons. Behavior
Therapy, 38, 132–143. 
3) İbni Hişam, Sire, c. 3, s. 250

4) İbn Sa’d, c. 8, s. 99

5) Buhari, Hibe, 28; Müslim, Zekat, 50

6) Mümtehine, 8

7) 4 İbn Abidin, Reddül Muhtar, c. 6, s. 460