36 dk.
23 Haziran 2022
Hadisleri doğru anlamak ve yorumlamak | Tek parça-gorsel
Youtube Banner

Hadisleri doğru anlamak ve yorumlamak | Tek parça

Hadislerin Yanlış Anlaşılmasına Neden Olan Faktörler

 

Soru: Hadislerin orijinal metinlerindeki bazı kelimelerin manasının yıllar içinde yanlış aktarılması sonucu hadisin anlamının yitirilmesi ve daraltılması gibi durumlar var mıdır? Bu bağlamda hadislerin doğru anlaşılması ve yorumlanması için neler yapılmalıdır?

 

Cevap: Evet, bazı hadislerin orijinal metinlerindeki bazı kelimeler yıllar içinde yanlış aktarılmış ve böylece bu hadisler yanlış anlaşılarak yanlış yorumlanmıştır.

 

Konuyla ilgili trajikomik denilebilecek bir örnekle başlayalım: Bazı dini yazılar ve kitaplarda “Akikten yüzük edinin.” şeklinde bir söz görürsünüz ve bu söz hadis diye aktarılır. Bu nedenle akik taşından yüzük takmanın sünnet olduğuna dair genel bir kanaat yerleşmiştir. Eskiden dindar veya “hacı” olarak bilinen insanlar arasında da akik taşından yüzük takmak oldukça yaygındı. Ancak gelin görün ki Allah Rasulü’nün (sav) akik yüzük taktığına dair hiçbir güvenilir rivayet yoktur. Akik yüzüğünü tavsiye ettiği rivayetler ise hiçbir hadis alimi tarafından sahih olarak kabul edilmemiştir.

 

Hadis diye rivayet edilen “Akikten yüzük edinin.” sözünün yazım yönünden de hatalı nakledildiği bilinmektedir. Çünkü bu sözün Arapça orijinalindeki تَخَتّمُوا (Tehattemû = Yüzük takın) ibaresinin aslı تخَيّمُوا (Tehayyemû = çadır kurarak ikamet edin) şeklindedir. Rivayet eden şahıs burada ي (Ye) harfini yanlışlıkla ت (Te) olarak yazmış ve o şekilde nakletmiştir. Bu yazım yanlışı da zamanla yayılmıştır. Bilindiği gibi Arapça ilk başlarda harekesiz yazılırdı ve (be, te, ye gibi) harfleri birbirinden ayıran noktalar (ki bu noktalar bugünkü anlamda bir çeşit noktalama işaretleridir ve söz konusu yanlışlık bugünkü noktalama yanlışlıklarıyla paraleldir) da pek kullanılmazdı. Bu bağlamda “Akikten yüzük edinin.” şeklindeki rivayetin doğru yazılışı: تخَيّمُوا بالعقيق     şeklindedir. Bu cümle de “Akik vadisinde çadır kurun/ikamet edin.” anlamına gelmektedir. 

 

Efendimiz’in (sav) hadislerinde zikredilen akik aslında bir yüzük taşı değil, Medine’deki Akik Vadisinin adıdır. Bu vadinin Akik taşıyla isim benzerliği dışında bir ilgisi de yoktur. Allah Rasulü (sav) bazı yolculuklarında Medine’ye giriş çıkış yaparken yol üstünde yer alan bu vadide konaklar, buranın havasından ve suyundan istifade eder, ashabına da “Akik vadisinde çadır kurarak ikamet edin (konaklayın). Çünkü o mübarek bir vadidir.”1 diyerek tavsiyede bulunurdu. Aliyyü’l-Kâri, Münavi, Acluni gibi hadis alimleri de bu görüştedirler.2

 

Ancak yukarıda bahsedilen yazım yanlışı nedeniyle hadisin devamındaki “mübarek bir vadidir” ibaresindeki bereket veya mübarek olma hususiyeti de zamanla yüzükle irtibatlandırılmış ve akik taşına “Bereket kaynağıdır, fakirliği giderir, bela ve musibetleri def eder, akik taşı takanın akıbeti hayırlı olur.” gibi aslı astarı olmayan özellikler yüklenmiştir. Bu tür şifalı olduğu iddia edilen taşların gücünden medet umanların ve bunu yayanların şerrinden Allah’a sığınarak konumuza devam edelim.

 

Burada dikkat edilmesi gereken iki nokta öne çıkmaktadır:

 

Birincisi; Yazılan bir metni yanlış okuma ya da bir sözü yazıya yanlış geçirme hatası. Buna okuma hatası da denilebilir ancak bu tür okuma hataları oldukça azdır. O dönemde harfler her ne kadar noktasız ve harekesiz yazılıyor olsa da herhangi bir metnin genel olarak okunup anlaşılmasında ve yazılmasında pek bir sorun yoktur. 

 

İkincisi; Genel olarak hadislere, özel olarak da hadiste bahsedilen konuya vakıf olmama hatası. Hadislere ve konuya vakıf olmak “Efendimiz (sav) bunu niye istesin? Efendimiz (sav) bunu niye söylesin?” gibi soruları gerektirir. Ayrıca Efendimiz’in (sav) yüzüklerle ve takılarla ilgili tüm hadislerine bakmayı da gerektirir. 

 

Anlam Değişimleri

 

Bazı hadislerin anlaşılmasında problem doğuracak, yani hadislerin yanlış anlaşılmasına neden olabilecek iki ihtimal vardır:

 

Birincisi; Bir hadisin anahtar kavramı ya da kavramları o dilin tarihi içerisinde anlam değişimlerine uğrayabilir. 

 

İkincisi; bir hadis başka bir dile tercüme edilirken o hadisteki bazı anahtar kavramlar tam olarak çevrilemeyebilir. Bu bağlamda bir kelime Arapçadan örneğin Türkçeye geçerken, Türkçede asli manasından başka bir manada kullanılır hale gelebilir. 

 

"Din Nasihattir" Hadisi

 

"Din nasihattir." hadisindeki anahtar kavram olan "nasihat" kelimesi ikinci duruma en güzel örneklerden birisidir. Bu hadis özellikle hatiplerimizin, vaizlerimizin en sevdiği hadislerden birisi olarak en çok duyduğumuz hadislerden biridir aynı zamanda. Temim ed-Dari, Ebu Hureyre ve Abdullah bin Abbas’tan ayrı ayrı rivayet edilmiş bir hadistir. Temim ed-Dari’nin rivayet ettiği versiyon ise en meşhur olanıdır. Ancak hadis bu kadar kısa değildir, devamı vardır. Devamında Efendimiz’in (sav) etrafındaki sahabe “Kime?” şeklinde bir soru sorarlar. Hadisin tam metni şu şekildedir:

 

Temim ed-Dârî’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Din nasihattır. Biz “kime (veya kimin için)” diye sorduk o da “Allah’a, Kitabına, Resulüne, Müslümanların (meşrû) idarecilerine ve bütün Müslümanlara” dedi.”3

 

Konuyla ilgili diğer hadisleri de taramış olma adına Ebu Hureyre (ra) rivayetine de göz atalım ki o rivayet de şu şekildedir:

 

Rasullullah (sav) buyurdular ki: “Din nasihatten ibarettir!” Yanındakiler sordu: “Kimin için ey Allah'ın Resulü?” “Allah için, kitabı için, Resulü için, Müslümanların imamları ve hepsi için! Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona yardımını kesmez, ona yalan söylemez, ona zulmetmez. Her biriniz, kardeşinin ayinesidir, onda bir rahatsızlık görürse bunu ondan izale etsin.”4

 

Şimdi hadis-i şerifin tam metni okununca bu hadisteki anahtar kavram olan nasihat kelimesinin öğüt verme anlamına gelemeyeceği açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü Allah’a veya Rasulüne nasihat etmek diye bir şey herhangi bir Müslüman için söz konusu olamaz. Bu durumda nasihat kelimesinin farklı bir anlamı olsa gerektir. 

 

Nasihat kelimesi; karşı tarafın (bizim alıştığımızın, alışkanlık eseri olan rutin davranışlarımızın dışında) iyiliğini isteyerek, ona saygı göstererek, samimiyet ve sadakat ekseninde güzel şekilde davranmak demektir.5 Dolayısıyla Allah'a nasihat; Allah hakkında doğru ve güzel bir düşünce içinde bulunup ona karşı muhabbet duymak ve saygılı davranmaktır.6 Efendimiz’e (sav) karşı nasihat; ona sevgi ve saygı beslemek, sünnetine karşı samimiyet ve sadakattir. Müslümanların emirlerine (önde gelen yöneticilerine) karşı nasihat; meşru işlerinde onlara itaat etmektir. Müslümanlara karşı nasihat; samimi davranmak, kötülüklerini istememek, aralarında fitne çıkarmamak, sevgi, şefkat ve saygı ekseninde davranmaktır ki bu, aile içi ilişkilerden toplumsal yaşamın bütün noktalarına kadar geniş bir daireyi içine almaktadır. Hadis metninde geçen nasihat kelimesinin asıl anlamı budur. Öğüt vermek ise oldukça ikincil bir anlamdır ya da bu geniş anlam evreninde küçük bir parçadır.

 

"Ben Kulumun Zannı Üzereyim" Hadisi

Ben kulumun zannı üzereyim.” şeklindeki kutsi hadiste de benzer bir durum söz konusudur. Bu hadisi insanlar genellikle “Allah hakkında güzel zan beslersek beslediğimiz zan gibi karşılık görürüz.” şeklinde anlamaktadırlar. Yani herhangi bir davranışa, bir aksiyona dönüşmemiş zannın yeterli olduğu görüşü yaygındır. Ancak hadisin devamına bakınca bunun böyle olmadığı anlaşılmaktadır. Hadisin tam metni şöyledir:

 

Resulullah (sav) buyurdular ki: “Allah Teala diyor ki: “Ben, kulumun hakkımdaki zannı gibiyim. O, beni andıkça ben onunla beraberim. O, beni içinden anarsa ben de onu içimden anarım. O, beni bir cemaat içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı bir cemaat içinde anarım. O, şayet bana bir karış yaklaşacak olursa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Eğer o, bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim. Kim bana şirk koşmaksızın bir arz dolusu günahla gelse, ben de onu bir o kadar mağfiretle karşılarım.”7

 

Kudsi hadis metni dikkatli okununca her bir kısımda bir faaliyet, bir aksiyon (anmak, yaklaşmak, yürümek gibi) olduğu, daha da önemlisi ilk hareketin insana bırakıldığı görülmektedir. Yani Allah hakkında gerçekten bir zannınız varsa bu bir amele dönüşür ancak bu amel az da olsa çok da olsa Allah-u Teala’nın engin keremiyle çok fazlasıyla karşılık bulur. 1 sayfa evrad u ezkar okusanız veya 1 sayfalık bir dua etseniz Allah-u Teala ona on sayfalık mukabelede bulunacaktır. Allah-u Teala’ya biraz yönelince O sizi kendisine daha çok çekecektir. 

 

Kertenkele Öldürmek Meselesi

Kertenkelenin öldürülmesiyle ilgili meşhur hadise de bakalım. Bilindiği gibi “Kelali (bir kertenkele türü) öldürmek sevaptır.” şeklinde nakledilen bir hadis vardır. Problem de hadisin bu şekilde hiçbir bağlamı, arka planı, alt metni olmadan aktarılmasından, nerede, kime, ne sebeple söylendiği düşünülmeden düz bir slogan gibi aktarılmasından kaynaklanmaktadır. Öncelikle hadisin tam metnine bakalım:

 

Resulullah (sav) buyurdular ki: “Kim keleri ilk darbede öldürürse ona yüz sevap yazılır. İkinci vuruşta öldürürse daha az kazanır. Üçüncü vuruşta ise bundan da az sevap kazanır.”8

 

Hadisin Hz. Aişe (ra) validemiz yoluyla gelen versiyonunda ise validemiz şöyle demektedir: “Rasulullah (sav) keler için “fuveysık (fasıkçık)” dedi ama, “Öldürün!” diye emrettiğini işitmedim.”9

 

Sa’d bin Ebu Vakkas (ra) yoluyla gelen versiyonu ise şu şekildedir: “Rasulullah (sav) kelerin öldürülmesini emretti ve onu füveysika diye isimlendirdi.”10

 

Yine Ümmü Şerik (ra) yoluyla gelen bir hadiste de Ümmü Şerik’in, Efendimiz’den (sav) verdiği zararlardan dolayı keler öldürmek için izin istediği Efendimiz’in de izin verdiği kaydedilmiştir.11 

 

Burada yüzlerce yıl öncesiyle kurulan ilişkinin salt kelimeler üzerinden olması gibi bir problem söz konusu. Keler veya kertenkele kelimelerini günümüz insanının hayvanlarla kurduğu ilişki üzerinden, öldürmek kelimesini de günümüz insanlarının yüklediği anlamla mutlak olumsuzluk üzerinden değerlendirmek elbette problem oluşturacaktır. 

 

Halbuki herhangi bir yerdeki herhangi bir adamın “Şu arılardan da bıktım artık, bunları öldürmeli.” dediği duyulsa bu adamın arı veya bal düşmanı olduğu, arıların öldürülmesinden bahsetmesi nedeniyle de şiddete eğilimli birisi olduğu zannedilebilir. Halbuki o adamın yaşadığı bölgede, o bölgenin doğal üyeleri olmayan arılar hem insanlara hem hayvanlara zarar veriyor olabilir. Keler veya kertenkele de pek çok türü içinde bazı türleriyle insanlara, hayvanlara ve gıda ürünlerine zarar verebilme potansiyeline sahip bir hayvandır. Yani kent insanlarının televizyondan, internetten veya nadiren kırsal yerlerden aşina olduğu gibi küçük boyutlara sahip şirin bir türden ibaret değildir. Hem kelerin yenilmesinin caiz olup olmadığıyla ilgili Efendimiz’e (sav) sorulan sorularla ilgili hadislere baktığımızda o küçücük hayvanın yenilip yenilmemesinin bir şey ifade etmeyeceği, dolayısıyla bahsedilen keler türünün iri bir hayvan olması gerektiği de anlaşılmaktadır. 

 

1400 yıl öncesinin Medine’sinde de insanlara, gıda maddelerine ve hayvanlara zarar veren zehirli bir kertenkele türü vardır. Hatta tuz gibi bazı gıda maddelerinin içine yuva yaparak insanlarda alaca (vitiligo) gibi hastalıklara da neden olabilmektedir. Kıtlığın sıradan olduğu bir coğrafyada insanların yiyeceklerini yenilmez hale getirdiği de bilinmektedir. Bu durumda ilgili hayvanın, insana saldıran bir yırtıcı hayvanı öldürmek gibi öldürülebileceğine dair izin verilmesi de son derece doğaldır. Kaldı ki keler öldürmeye dair bu izinler “Elinize silah alın, nerede bir keler bulursanız öldürün.” şeklinde de anlaşılamaz, çünkü bu hadislere muhatap olan sahabe öyle anlamamıştır. Mesele, evlere, insanlara ve yiyeceklere dadanan zararlı bir keler türünün zararından korunmak için onu öldürüp öldürmemekle ilgilidir. Zaten Efendimiz’in (sav) hayvanlara eziyeti yasaklayan, onlara son derece şefkatli davrandığını gösteren diğer hadisleri de dikkate alınınca böylesi katliam emri verir gibi bir beyanda bulunmayacağı da açıktır. Gerisi, insanların algısı, kültürün davranışlar üzerindeki etkisiyle ilgilidir.

 

Allah Rasulü (sav), tam zarar verme esnasında zararlı hayvanların öldürülmelerine ruhsat vermiş, zarar verme anının dışında öldürülmelerini yine hoş karşılamamıştır. Bir gün ashabını bir yılanı öldürmek için uğraşır halde görünce yılanı öldüremeyip kaçırdıklarını görür ve “O sizin şerrinizden kurtuldu, siz de onun şerrinden korunup kurtuldunuz.”12 diyerek yılanın canını kurtarmasına sevinir.

 

Evet, insanın aktif bir zarar verme esnasında herhangi bir hayvanı mecbur kaldığı veya mecbura yakın bir durumda kaldığı zaman öldürmesi caizdir. Ancak durup dururken herhangi bir hayvanı öldürmesi uygun değildir. “Merhamet edene Rahman da merhamet eder. Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.”13 hadisindeki merhamet temel ilkedir ve bunu herkes bilir. Dolayısıyla bu hadisi aktaranların bu ilkeyi, konuyla ilgili diğer hadisleri ve hadisin arka planını, öldürmenin hangi durumlara mahsus olduğunu da aktarmaları gerekirdi. Nitekim kertenkelenin öldürülmesinin sadece yiyeceklere zarar verdiği, insanlara hastalık bulaştırdığı zamanlarda icra edilebilecek bir davranış olduğunu, yani Efendimiz’in (sav) bu sözlerinin her zaman ve her yerde gerçekleştirilecek bir emir olmadığını söyleyenler de olmuştur.14

 

Sonuçta, örneğin zararlı hayvanların öldürülmesiyle veya bunların öldürülmesinin sevabıyla ilgili hadisleri;

Hepsini tek tek taramak suretiyle bütüncül bakmak,

O dönemde bu hayvanların insanlarla ilişkilerine, insan yaşamına etkisine dikkat etmek,

Konuyla ilgili temel prensipler (merhamet ve zarara karşı korunmak gibi) çerçevesinde değerlendirmek,

gibi hususları bir arada ele almadan yorumlamak, yorumlayanları ister istemez yanlışa veya eksik hüküm vermeye götürecektir.


Duygusallık ve Hayalperestlik
 

Hadisleri değerlendirmede yaşanan bir başka hata da duygusallık, romantizm veya hayalperestlik diyebileceğimiz durumdur.

 

Örneğin Efendimiz’in (sav) bir çocuğun kuşu öldüğü zaman bile o çocuğa başsağlığına giden bir insan olduğu yönündeki yorumlar doğru ve gerçek değildir. Bu yorumu yapanlar bir olayı belli bir formata uyarlayabilmek için çarpıtarak anlatmaktadırlar. Efendimiz’in (sav) çocuklarla şakalaştığı bilinmektedir. Bir gün Allah Resulü (sav) Enes b. Malik’in (ra) küçük üvey kardeşi Ebu Umeyr künyesiyle bilinen bir çocuğun üzgün olduğunu görünce etraftakilere bunun sebebini sorar. Oradakiler de Ebu Umeyr’in Nugayr adında bir kuşu olduğunu, çocuğun bu kuşunun öldüğünü söylerler. Efendimiz de (sav) seci (iç kafiye) sanatı içeren bir kalıp kullanır ki Arapçası;   “Ya Eba Umeyr! Mâ Fa’ale en-Nugayr?” şeklindedir. Anlamı; “Ey Ebu Umeyr? Ne oldu Nugayr?”15 demektir. Daha sonra da Efendimiz (sav) o aileye her ziyaretinde Ebu Umeyr’i her gördüğünde aynı kalıbı kullanarak tabiri caizse takılmıştır. Bu aile Enes b. Malik’in (ra) ailesidir ve Enes bin Malik 10 yaşından beri Efendimiz’in (sav) yanında, hizmetinde olan bir sahabidir. Efendimiz (sav) de bu samimiyete binaen sık sık onları ziyaret eder, hatta onların evinde dinlenir, uyur ve namaz kılardı. Dolayısıyla özellikle taziyeye gitme gibi bir durum yoktur. 

 

Allah Rasulü’nün (sav) o aileyle ilişkisini, sık sık onlara ziyarete gidip geldiğini bilmeden, o ziyaretin özellikle kuşu ölen bir çocuğa taziyeye gitmiş gibi anlatılması gereksiz bir romantizm olacaktır. Çünkü Allah Rasulü’nün (sav) çocuklara yaklaşımı zaten bilinen bir şeydir ve bunun anlaşılması için yorumcuların zihinlerindeki hayallere ihtiyaç yoktur.

Diğer bir örnek de Efendimiz’in (sav) teheccüd namazı kılmak için eşi Hz. Aişe (ra) validemizden izin aldığı şeklinde bir rivayetle ilgilidir. Rivayet bazı tali kaynaklarda şu şekilde aktarılır:

 

Abdullah b. Ömer (r.a), Hz. Aişe (ra)'ye “Allah Rasulünden gördüğün en şaşırtıcı şeyi bana anlatır mısın?” diye sormuş, Hz. Aişe (ra) validemiz de önce bir süre ağlamış ve sonra şöyle demiştir:

Onun her işi hayret verici idi. Bir gece yanıma geldi, hatta cildini cildime dokundurdu ve sonra şöyle buyurdu: “Ey Aişe, bu gece bana Rabbime ibadet etmek için izin verir misin?” Bunun üzerine ben: “Ey Allah'ın Resûlü! Ben senin yakınlığını severim, isteklerini de severim, Rabbine ibadet etmeni de severim, izinlisin?” dedim. Resûlüllah kalktı, odadaki su ibriğinin yanına gitti, abdest aldı, suyu da çok dökmedi, sonra namaz kılmaya başladı. Ağlıyordu, hatta ağlamaktan sakalı ıslandı. Sonra secde etti ve ağlamaya devam ediyordu. Ağlamasından yer ıslanmıştı.”16

 

Öncelikle bu rivayet hiçbir muteber hadis kitabında yer almamaktadır. Hatta bazı makalelerde hadisin kaynağı olarak “Buhari, Teheccüd, 6” şeklinde atıflara da rastladığımızı ancak Buhari’nin Teheccüd bölümünde böyle bir hadisin yer almadığını da belirtelim.

 

Efendimiz’in (sav) ömrünün son zamanlarında hastalığı arttığı zaman diğer eşlerinden Hz. Aişe’nin (ra) yanında kalmak için izin istemesi ya da bir takım beşeri ilişkilerde günlük meseleler için izin istemesi mümkündür ve olmuştur. Ancak teheccüd gibi (her ne kadar sonradan farziyetinin düşürüldüğü görüşünde olanlar varsa da) kendisine farz kılınmış bir namaz için eşinden izin istemesi makul görünmemektedir. Evet, Efendimiz (sav) ne teheccüd namazı kılmak ne de başka bir namaz için hiçbir eşinden izin almış değildir. O konuda zaten belli bir hak özellikle ihlal edilmedikçe izin de alınmaz. Efendimiz’in (sav) eşlerinin özellikle de Hz. Aişe (ra) validemizin yanında gecelediği zamanlarda gece namazı kılmasıyla ilgili rivayetlere bakıldığında olsa olsa bir haber verme durumu söz konusu olabilir. Yani o rivayetler en fazla bu şekilde yorumlanabilir. Ancak Efendimiz’in (sav) eşlerine karşı nezaketli ve yumuşak tutumunu örneklendirmek için;  yaşanmamış bir hadiseyi kendi romantik hayallerini delillendirmek için üstelik yanlış atıflarla gerçekmiş gibi göstermeye çalışmak da haksızlıktır, yanlıştır. 

 

Aynı durum Kur’an’a yaklaşımımız için de geçerlidir. “Görmez misiniz ki Allah yedi kat göğü tam birbiri ile uyum içinde yarattı?”17 ayeti bizi göklerin yaratılışına bakıp şükretmeye yönlendirmek istemektedir. “Yedi kat sema nasıl oluşmuştur? Atmosferle mi ilgilidir? Bu konuda uzay bilimi ne diyor?” gibi soruları tartışmak için inmemiştir. Esasen temelde istenilen tefekkürü ve şükrü eda ettikten sonra böyle araştırmalar zarar vermez ancak ayete karşı ilk tepki mekanik bir zihnin tepkisi olursa o ayet de o zihin açısından boşa gitmiş olacaktır. Yani ayetten gelecek ışığın önüne perde çekilecektir.

 

Bu noktada Allah’tan sürekli doğru bilgi istemek gerektiğini bir kere daha anlamış oluyoruz. Unutmamak gerekir ki: İslam, Kur’an, vahiy ve hadisler gibi güzel şeyler ciddi ölçüde çarpıtılmamış, bozulmamış olsaydı onlarla irtibatı olan insanlar bu dönemde ve uzun zamandır bu kadar sefil bir halde olmazlardı.

 

Ancak dikkat edelim: Hadislerin aktarılmasında, çevrilmesinde, anlaşılmasında ve yorumlanmasında bu kadar çok yanlışın olması kimseyi ümitsizliğe düşürmemelidir. Böylesi bir ümitsizliğe kapılanlar ise en başta negatif olmama egzersizleri yapmalıdır. Öncelikle bizler mutlak olarak sadece kendi hayatımızdan ve kendi anlatacaklarımızdan sorumluyuz. Bize düşen ancak tebliğdir, güzel bir şekilde anlatmaktır. Bunun dışında insanların durumu ise bizim sorumluluğumuzda değildir. Karamsarlıktan, negatif düşüncelerden sıyrıldıktan sonra, bildiğimizi zannettiğimiz pek çok şeyi aslında bilmediğimizi ya da doğru bildiğimizi sandığımız şeylerin çoğunu yanlış bildiğimizi fark etmemiz aslında terakki adına önemli bir başlangıç noktası da sayılabilir. Bu farkındalık diğer taraftan önemli bir ümit kaynağı da olabilir. Çünkü yanlış bilinen bir meselenin doğrusunu öğrenme şansımız halen ve her zaman vardır. Doğrusunu öğrendiğimiz ve anladığımız zaman vahyin veya nebevi mesajın kendi güzelliği, tatlılığı, orijinalliği içinde yeniden hissedilmesi, o yolun açılması da çok önemli bir lütuftur. Allah Rasulü’nün herhangi bir hadisinin üzerindeki 1200 yıllık tozun toprağın temizlenip o mesajın kendi nurani güzelliğiyle görünmesi ve parlaması gerçekten harika ve ümit verici bir hâldir. 

 

Evet, yanlışı yayılmış ve yerleşmiş bir şeyin doğrusunu aramak, bulmak ve anlatmak zor gelecektir. Bununla birlikte zorluğun derecesi nispetinde ecrinin artacağı da bilinmelidir. Üstelik güzel, iyi ve hatta mükemmel şeylere ulaşmanın kolay olması ekstra bir lütuf olmadıkça pek sık rastlanan bir durum da değildir.

 

Allah-u Teala’dan kendisine ulaştıracak en önemli vesile olan Efendimiz’in (sav) sünnetini ve hadislerini okumayı, doğru anlamayı ve onlara uymayı bize nasip etmesini dileriz.

Soru: Hadislere karşı taabbudi bir bakışla yaklaşmak (yani üzerinde düşünmeden, hadis olarak duyduğumuz bir sözün hikmetini, manasını düşünmeden direkt kabul etmek ve uygulamak) doğru mudur?

 

Cevap: Evet, doğrudur. Ancak şu iki hususa dikkat edilirse doğrudur;
 

Birincisi; İlgili hadis sahih olmalıdır.

 

İkincisi; Konuyla ilgili diğer hadisler de iyi bilinmeli, çıkarılacak hüküm hadisten gerçekten de çıkarılabilir olmalıdır. Yani hadisin manası doğru anlaşılmalıdır.

 

Hadislerin bağlayıcılığı daha uzun açıklanmayı gerektirecek bir konu olsa ve geleneğimize biraz ters görünse de şu kadarını diyelim ki; insan fiilini bağlama açısından sahih olması ve manası doğru anlaşılması kaydıyla hadis, ayetten daha bağlayıcıdır.18 Selef ulemasından da bu görüşte olanlar vardır. Özellikle tabiin döneminin hadis imamlarından Yahya b. Ebu Kesir’in “Sünnet kitaba kâdîdir (hâkimdir), Kitap sünnete kâdî değildir.” sözü ile yine aynı dönem fakihlerinden Mekhul b. Ebu Müslim’in “Kur’ân’ın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kur’ân’a olan ihtiyacından daha fazladır” sözü bu bağlamda önemlidir.

 

Bir ders kitabı ve o dersin hocası vardır. Dersin hocası ders kitabını baştan sona her derste ayrıntılarıyla anlattığı gibi dersin sınavıyla ilgili olarak da kitabın hangi bölümlerinin daha önemli olduğunu, nasıl çalışılması gerektiğini, sınavda nasıl davranılacağını öğrencilere teker teker açıklar. Elbette kitap asıldır ancak kitabın nasıl anlaşılacağı, nasıl öğrenileceği, hayata nasıl döküleceği konusunda ise asli kaynak dersin hocasıdır. 

 

Bu bağlamda Kur’an’ın Kur’an olduğuna dair elimizdeki gözlemlenebilir tek somut veri yine Efendimiz’in (sav) sözleridir. Yani Kur’an bize harici bir kaynaktan gelmemiştir. Bizler veya sahabe efendilerimiz de Cebrail’i (as) bizzat Efendimiz’e (sav) vahiy getirirken gözlemlemiş değillerdir. Efendimiz (sav) gelmiş ve adeta buyurmuştur ki “Bakın! 'Elhamdulillahi Rabbil Alemin. Errahmanirrahim…' Bu cümleleri bana Allah vahyetmiştir.” Biz de Efendimiz’in (sav) bu sözlerine gönülden iman etmekle beraber Onun "ayet" dediği cümleleri alıp kullanmış, hayatımıza aksettirmeye çalışmışızdır. Dolayısıyla aynı zat “Allah sizin şöyle davranmanızı emrediyor. Size bunları emrediyor, şunları yasaklıyor.” dese ve bunları birer "ayet" formatı hâlinde değil de kendi sözleri formatında bildirse, yani bahsettiği emir ve yasaklar için bir ayet okumasa da yine kendisini dinlemeli, Ona itaat etmeli ve aynı şekilde davranmalıyız. 

 

İşte bu anlamda sahih olması ve bize doğru ulaşması kaydıyla hadisler, ayetlerden daha bağlayıcıdır. Çünkü ayetler genel ilkeyi verir, hadisler ise uygulamayı-pratiği gösterir. Yeterince hadis ve siyer okuyanlar sahabenin Efendimiz’e (sav) bazı ayetlerin ne manaya geldiğiyle ilgili sorular sorduğunu, bazen de Efendimiz’in (sav) bir soru sorulmadan sahabenin ayetlerle ilgili bazı yanlış anlamalarını düzelttiğini görmüşlerdir. Mesela Hz. Ebubekir (ra), Efendimiz’in (sav) yanında iken Efendimiz’e “Kim bir kötülük yaparsa cezasını görür ve Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulabilir.”19 ayeti nazil olur. Efendimiz (sav) bu ayeti okuyunca Hz. Ebu Bekir ayetin ağırlığını hissederek “Sanki belimin kırılıp ayrıldığını hissettim ve öylece kasılıp kaldım.” der. Efendimiz bu durumu fark edince Hz. Ebu Bekir’e sebebini sorar o da “Ya Rasulallah! Hangimiz kötülük işlemez ki? Şimdi biz işlediklerimiz yüzünden muhakkak cezalandırılacak mıyız?” der. Efendimiz de (sav) şu açıklamayı yapar: “Ey Ebû Bekir! Sen ve müminler, hatalarınız sebebiyle dünyada (bazı sıkıntı ve meşakkatlerle) cezalandırılırsınız. Öyle ki Allah’a günahsız olarak kavuşursunuz. Diğerlerine gelince onların yaptıkları biriktirilir ve cezaları kıyamet gününe bırakılır.”20 Görüldüğü üzere Efendimiz (sav) bu ayetin eksik anlaşılmasına karşı gerekli açıklamayı yapmış ve düşünceleri düzeltmiştir. 

 

Ayrıca “İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.”21 ayetiyle ilgili sahabe efendilerimiz “Hangimiz nefsine zulmetmemiştir ki?” şeklinde endişelerini beyan edince Efendimiz (sav) “Buradaki zulüm Allah’a şirk koşmaktır.” buyurmuş ve ardından “Muhakkak ki şirk pek büyük bir zulümdür.” ayetini okuyarak hatırlatmıştır.22 Burada da Efendimiz’in (sav) ayette bahsedilen zulüm kelimesinin anlamını somutlaştırdığını, şirkle tefsir ettiği, umumi anlaşılan bir kavramın spesifik veya özel anlamını açıkladığını, ve sahabenin düşüncelerini düzelttiğini görüyoruz.

 

Hadislerle Aramızda Önemli Bir Engel: İktibasçı Yaklaşım 

 

Bu gerçekler ortadayken bizim hadis-i şeriflere yaklaşımımızda “iktibasçılık” veya “alıntıcılık” diyebileceğimiz alışkanlık haline gelmiş genel bir yaklaşımımız var. Bu yaklaşım alimlerimiz için de geniş halk kitleleri için de maalesef geçerli. Tutumlu olmaktan bahseden bir kamu spotunda “Sakla samanı gelir zamanı.” ya da “Damlaya damlaya göl olur.” atasözlerinin mutlaka kullanılması (ve bu klişelerin pratikte genellikle işe yaramaması) gibi; iyi niyetli olmaktan bahsedilen bir ortamda “Ameller niyetlere göredir.”, kadın haklarından bahsedilen bir yerde “Kadınlar size Allah’ın emanetidir.” gibi hadislerin bir slogan gibi kullanılıp o anda tüketilmesi şeklinde bir durum söz konusu. “Sadaka belayı def eder.”, “Rızkın onda dokuzu ticarettedir.”, “Başkasına kafir diyen kendisi kafir olur.” gibi birer slogan seviyesine indirilmiş hadisler de vardır. Bu yaklaşıma gerek arkadaş ortamlarında, gerek her seviyeden okullardaki derslerde, gerek tartışma programlarında, gerek medyatik veya akademik yazılarda sıkça rastlıyoruz. Bir hadisin nerede, hangi münasebetle, kime ve hangi olaya karşı söylendiği, hadisin arka planında ne olduğu, hadisin maddi ve manevi hikmetleri, konuyla ilgili farklı yerlerde, farklı zamanlarda, farklı kişilere ve olaylara karşı söylenen diğer hadislerle münasebeti düşünülmeden ve değerlendirilmeden bir hadisi ideolojik sloganlar gibi kullanmak kolaycılığı cazip geliyor ve maalesef hadislere de haksızlık ediliyor.

 

Bunun kültürel ve toplumsal nedenleri olduğu gibi (çünkü okumayı ve araştırmayı seven bir toplum değiliz) geçmiş yüzyıllardan beri gelen nedenleri de var. Sonuçta hadisler bize derli toplu, bağlamları ve arka planları belirgin, açık bir öğreti içinde aktarılmış değildir. Bu nedenle de vaizlerimizden öğrencilerimize kadar onları birer slogan ya da özlü söz gibi kullanma ve maalesef kullanıp atma gibi bir alışkanlığımız da oluşmuştur. Bu alışkanlık da hadisleri tarama, bir konudaki bütün hadisleri derledikten sonra bütüncül bir bakış geliştirme, yazılı metinle birlikte dönemin toplumsal bağlamını da hesaba katma gibi daha derinlikli araştırmalardan uzaklaştırmıştır. 

 

Böyle bir uzaklık içinde hadislere karşı taabbudi yaklaşım konusunda, bu doğru olsa da böyle bir yaklaşımın doğru olmasının şartları vardır demeliyiz. Bu şartlar aynı zamanda bir hadisi doğru anlama ve yorumlamanın da şartlarıdır ki önceki yazıda bu şartlara işaret edilmişti. Buna göre;

 

Birincisi; Evet. Efendimiz’in (sav) mübarek ağzından dine dair çıkan bütün sözler tartışmasız şekilde bağlayıcıdır ve bu bağlamda bu sözlere karşı taabbudi bir yaklaşım kesinlikle doğrudur. 
 

Ancak; Hadis, esasında Efendimiz’den (sav) gelen özel bir bilgidir. Hadislere karşı böyle bir bilinç sahibi olmak ve onlara sistematik bir şekilde yaklaşmak gereklidir. Aksi halde yukarıda bahsedildiği gibi bir iktibasçılık, o hadislere özenli bir yaklaşım olmadığı için hadislerden doğru dürüst istifade etmemizi engelleyecektir. 

 

Hadisleri sistematik bir biçimde ele almamanın sonucu olarak İslami ilimler geleneğinde bazı problemler oluşmuştur. Her ne kadar meselenin bu kısmı uzun bir konu olsa da hadis özelinde ele alacak olursak bu problemlerin en önemlilerinden birisi; hadislerin sıhhati konusunda çok net, çok açık bir yöntem geliştirilememiş olmasıdır. Evet; Buhari, Müslim, Tirmizi gibi zeki ve müdakkik isimlerin kendilerine göre bir yöntemleri ve çalışmaları vardır ve biz onların kitaplarına bakarak aradığımızı bulabiliyoruz veya farklı konuları ele alabiliyoruz. Ancak hepsinin üzerinde uzlaştığı, objektif, bilimsel veya bilimselliğe yakın düzeyde bir hadis usulü geliştirebilmiş değiliz.

 

İkincisi; herhangi bir metnin (hadis metinleri de dahil) kendisi tek başına bir anlam ifade etmez. Önemli olan sizin o metne, o yazıya veya söze ne anlam verdiğinizdir. Hadislerin her birine teker teker nasıl bir anlam verildiği ve bu anlamların sonuçlarıyla ulaşılan düşünceler ve yorumlar bugün elimizdeki hadis, fıkıh gibi ilimlere dair yazılan kütüphaneler dolusu kitaplardan anlaşılabiliyor. Ancak o hadislerin farklı anlamları da olabiliyor ve ulaşılan sonuçlar her zaman kesin ve tartışmasız biçimde doğru olmayabiliyor. 

 

Kadınların Şahitliği
 

Örneğin kadın sahabilerden oluşan bir topluluğa hitabında Efendimiz (sav); “… Aklı ve dini noksan olanlardan hiçbirinin akıllı bir kimseye sizin kadar galebe çaldığını görmedim.” buyurduktan sonra o topluluktan sahabi bir kadın “Akıl ve din noksanlığı nedir?” diye sorunca Efendimiz (sav) “İki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk olması kadının aklının noksan olduğuna; adetli günlerinde namaz kılmayıp oruç tutmaması da dininin noksanlığına alamettir.” buyurur.23

 

Bunun yanında Efendimiz’e (sav) süt emme konusunda kimlerin şahitlik yapacağı sorulduğunda “1 erkek 1 kadın” buyurmuştur.24 Yine bir kadın sahabinin evli bir çiftin her ikisini de zamanında kendisinin emzirdiğini belirtmesi üzerine başka şahit aramaksınız direkt ayrılmaları gerektiğini belirtmiş ve o çift ayrılmışlardır.25

 

Demek ki her mahkemelik olayda en az iki kadın şahit diye bir şart yokmuş, bir kadının tek başına şehadeti de yetebiliyormuş. Ancak zamanında meseleleri ele alanlar her hukuki konuda “1 erkek 2 kadın şahit” gibi bir şart varmış gibi davranmışlar ya da böyle bir algının yerleşmesine neden olabilmişler.

Yolculuk ve Kadınların Yolculuğu
 

Genel olarak yolculuk, özel olarak ise kadının yolculuk yapması konusundaki hadislere bakalım:

 

Allah'a ve ahiret gününe inanan bir kadına, bir gece ve gündüz devam edecek bir mesafeye, yanında bir mahremi olmadıkça gitmesi helal değildir.”26

 

Kadın, iki gecelik bir mesafeye eşi ya da mahremi olmadan yolculuk yapamaz (yapmasın).”27

 

Yolculuk veya yalnız başına yolculukla ilgili şu hadislere de bakalım:

 

İnsanlar yalnızlıktaki (mahzuru) benim kadar bilselerdi, hiçbir atlı tek başına bir gececik olsun yol yapmazdi.”28

 

Hadis kitaplarında "yol arkadaşı" bölümünde rivayet edilen bir hadis de şöyledir:

 

Şeytan tek başına olanla, iki kişi beraber olana sıkıntı verir. Eğer üç kişi olurlarsa onlara sıkıntı veremez.”29

 

Bir atlı bir şeytandır, iki atlı iki şeytandır, üç atlı bir gruptur (kafiledir).”30 

 

Üç kişi yolculuğa çıktıkları taktirde, başlarına aralarından birisini emir (başkan) tayin etsinler.”31

 

Yolculukla ilgili yukarıda aktarılan 6 hadisin tamamı da sahihtir. Ancak hadis alimleri veya fıkıh uleması kadınların yalnız başlarına yolculuklarıyla ilgili hadisleri ele alarak kadının tek başına yolculuğu için haram demişler ancak erkeğin tek başına veya 2 erkeğin iki kişi olarak yolculuk yapmalarına haram dememişler. Yahut “üç erkek yola çıkınca aralarından birini imam-başkan seçmeleri farzdır” diyen de olmamıştır.

 

Burada Efendimiz’in (sav) genel olarak yolculuk konusunda bir hassasiyetinin olduğu anlaşılıyor. Bunun yanında o dönemdeki seyahat şartlarının da bilinmesi gerekiyor ki "yolculuk" denilince tam olarak nasıl bir faaliyetin kastedildiği tam olarak anlaşılsın.

 

O dönemin seyahat şartlarına baktığımızda insanların en az birkaç kişiden ya da daha kalabalık gruplardan oluşan kervanlarla ve binek hayvanlar üzerinde, yahut yürüyerek seyahat ettiklerini görüyoruz. O dönemde sırf yolculuk için önceden inşa edilmiş yollar yoktur ve yolculuklar genellikle yolculuk yapılacak coğrafyayı bilen kılavuzlar öncülüğünde gerçekleşmekteydi. Gece konaklamaları ise (kervansaraylar, hanlar gibi yapılar olmadığından) açık alanlardaki çadırlarda veya mağaralarda yapılmaktadır. Kervanlar da sair yolcular da sürekli saldırı tehdidi altındadır. 

 

Diğer yandan Efendimiz’in (sav) yaşadığı yakın çevrede manevi bir atmosfer oluşmuştur. Medine’den biraz uzaklaşmaya başlayınca müşrik kabilelerin çoğunlukta olduğu bir coğrafyaya adım atılmış demektir. Dolayısıyla yolculuk yapmak demek, Medine gibi manevi ve nurani bir atmosferden ayrılmak anlamına da gelecektir ki Efendimiz (sav) yolculuk niyetinde olan Müslümanları tek başlarına Medine’den ayrılmamaları konusunda her fırsatta uyarmıştır denilebilir. Dönemin maddi ve manevi ortamını veya başka değişkenleri nazara alarak farklı nedenlere de ulaşılabilir. Ancak bu hadislerden sadece “kadının tek başına yolculuğu haramdır” gibi sathi bir hüküm çıkarılıyorsa meseleye çağın nazarı girmiş, kişisel bakış açıları ve maddi kültürün bozucu etkileri bulaşmış demektir. Böyle bir durumda o kişisel bakış açıları ve kültürel değerlendirmelerle bugüne kadar gelinmiş ve işler tuhaf bir hâl almıştır.

 

Bu noktada şu ilkeyi her zaman hatırlamakta fayda vardır: Hadis metinleri Efendimiz'in (sav) ağzından çıktıkları haliyle doğrudan dine dair ise ve aksi yönde bir şey belirtilmemişse bizzat dini belirler. Zaten Kur'an da bu nedenle “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun.”32 gibi ayetlerle Efendimiz’e itaati emretmektedir.

 

İki Temel Sorun

 

Bugün elimizdeki hadis ve fıkıh birikimi ne kadar devasa olsa da önümüzde iki temel sorun bulunmaktadır.

 

Birincisi; Bir hadisin hakikaten Efendimiz’e (sav) ait olup olmaması,

İkincisi; Bir hadisten çıkarılan hükümler için, ilgili hadislerin tamamından o hükmün gerçekten de çıkarılıp çıkarılamayacağı meselesi.

 

Bu noktada bir hadisin gerçekten sahih olduğu anlaşılır anlaşılmaz “Madem bu söz Efendimiz’e aittir, o halde sorgusuz sualsiz kabul edeceğiz ve uygulayacağız.” demek de doğru olmayacaktır. Yukarıda ve önceki yazıda da işaret edildiği gibi konuyla ilgili tüm hadislerin ve bağlamlarının bilinmesi önemlidir.

 

Hadislere İtiraz, Tartışma ve İdeal Tavır

 

Bununla birlikte çok önemli bir husus daha var ki o da şudur: Kur’an ve sünnet (Efendimiz’in sözleri); insanlar bunların üzerinde tartışmalar yapsın, doğruluğunu ispatlasınlar diye inmiş ve beyan edilmiş değillerdir. Efendimiz (sav) örneğin kadınlarla ilgili bir söz söylemiş olsun. Mesela kadınlara “Ben siz kadınların cehennemde çoğunluğu teşkil ettiğinizi gördüm.” demiş olsun. Bir Müslümana lazım olan şey bu sözü duyunca “Peygamber böyle bir şey söyleyemez.” deyip kestirim atmak, “Peygamberimiz bunu nasıl söyler ki?” deyip peygamber karşısında nefsinin avukatlığına kalkışmak değildir. Öncelikle bunu söyleyen kişi bir peygamberdir ve sözün tamamı dikkate alınmalıdır. Hadisin tam metni şudur:

 

Rasullullah (sav) (bir bayram namazında kadınlar tarafına geçerek): “Ey kadınlar cemaati! (Allah yolunda) sadakada bulunun, istiğfarı çok yapın. Zira ben siz kadınların cehennemde çoğunluğu teşkil ettiğini gördüm.” buyurdular. Dinleyenlerden cesaretli bir kadın: “Niye cehennemliklerin çoğunu kadınlar teşkil ediyor, neyimiz var?” diye sordu. Allah Rasulü: “Ağzınızdan kötü söz çıkıyor ve kocalarınıza karşı nankörlük ediyorsunuz. Aklı ve dini eksik olanlar arasında akıl sahibi erkeklere galebe çalan sizden başkasını görmedim!” dedi. O kadın tekrar: “Ey Allah'ın Resulü! Aklı ve dini eksik ne demek?” diye sorunca Aleyhissalatu vesselam açıkladı: “Aklı noksan tabiri, iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk olmasını ifade eder. Dinlerinin eksik olması tabiri de onların (hayız dönemlerinde) günlerce namaz kılmamalarını, Ramazan ayında oruç tutmamalarını ifade eder.”33

 

Burada mümin tavrı veya bu konuya özel olarak mümin kadın tavrı şu olmalıdır: "Allah Rasulü bana bir öğüt veriyor. Tartışayım, kavga edeyim, delil isteyeyim diye değil, bir uyarıda bulunuyor. Diyor ki; sende böyle böyle bir temayül var ve sadaka, (buradaki sadakayı insan için hayırlı olan her şey anlamında düşünebilirsiniz) ile istiğfar ve dua beni koruyormuş. O zaman ben kendimi koruyayım.”

 

Bir başka örnek de Abdullah bin Ömer’in gece namazıyla ilgili olabilir. Abdullah bin Ömer (ra) bir rüyasını kendi kız kardeşi ve Efendimiz’in hanımı Hz. Hafsa (ra) validemiz aracılığıyla Efendimiz’e (sav) iletince Efendimiz “Abdullah ne iyi adam. Keşke gecenin bir kısmında namaz kılmayı adet edinseydi.”34 buyurur. Bu hadisi duyunca bir insan “Ben de kılmak istiyorum ama günde sekiz saat çalışıyorum, uyanamıyorum, ne yapayım elimden gelen bu.” ya da “Neden gecenin bir vakti kalkıp namaz kılmalıyım? Ne faydası var?” demek yerine gece vakti 2 rekat bari olsa bu gece namazından istifade edebilmenin yollarını aramalı, “Allah’ım ne olur gece beni kaldır, gece namazı kılmayı nasip et, uyutan da uyandıran da sensin.” diye dua etmeli. Yani kısaca hadislere karşı itiraz etmek, delil aramak, konuyu yaygın kabullere uydurmak adına çarpıtmak değil, ilgili hadisin bahsettiği konudaki dersi almaktır. Efendimiz (sav) -haşa- sosyal medyada çok takipçi kazanmaya çalışan bir fenomen ya da insanlara bir ürün satmaya çalışan satış temsilcisi olarak konuşmuyor. Dolayısıyla kendimizi O’na karşı korumamız gereken bir durum da yoktur. Çünkü Efendimiz (sav) bizim karşı cephemizde bir insan değildir. Onun herhangi bir sözüne karşı durumumuz tartışmak, itiraz etmek, delil sormak değil; doğrudan istifade etmeye çalışmak olmalıdır. O hâlde insan hadislere “Ben bundan nasıl istifade edebilirim?” diye bakarsa rahat eder, bereket görür, hatta eğer salavatla ve genel göz ve zihin temizliğini sağlayarak bunu sürdürebilirse Efendimiz'den özel iltifatlara da nail olabilir. Bu konuda garanti verilemez ancak Efendimiz’in (sav) adet-i seniyyeleri budur, çünkü o tam bir vefa abidesidir. 
 

Buraya kadar anlatılanların kısa bir özetini yapalım. 
 

Hadisler arasına pek çok uydurma veya zayıf rivayet karışmış durumdadır. Bunlara dikkat edilmelidir.

 

Bir hadis metni metin olarak bize kadar doğru bir şekilde ulaşmış olsa da bazen kelime ve kavram farklılıkları oluşmuş, bazen de yorumlara ve yerleşik ezberlere orta çağ yorumları çokça karışmış olduğu için hadis diye aktarılan sözün metni doğru olsa da anlamı yanlış olabilir. Buna da dikkat edilmelidir.

 

Hadislere (ve Kur’an’a) karşı duygusal bir tavır, duygusal-romantik bir pozisyon vardır ki hadislerin doğru anlaşılıp doğru yorumlanmasında ve sonuçta hayatımıza doğru aksettirilmesinde en önemli engellerden birisidir.

 

Bir hadis metninin kendi başına ele alınıp kendi başına değerlendirilmesi, konuyla ilgili (varsa) diğer hadislerin göz ardı edilmesi, hadislerden istifadenin önündeki önemli engellerden birisidir. Dolayısıyla bir konuda bir hadisi ele alırken konuyla ilgili diğer hadisler de mutlaka taranmalı ve dönemin maddi-manevi şartları göz önüne alınmalıdır.

 

Bu maddeler halledildikten sonra hadislere taabbudi bir tavırla yaklaşmak Kur’an’dan ve sünnetten, yani Efendimiz’den (sav) istifadeyi Allah’ın izniyle artıracaktır.

 

Allah-u Teala’dan hadisleri okumayı, doğru anlamayı ve onlara doğru bir şekilde uyup itaat etmeyi bizlere nasip etmesini dileriz.
 



1 ) Buhari, Hac, 16

2 ) Ali el-Kârî, Esrâru’l-Merfua s. 94; Münâvî, Feyzu'l-Kadir, III, 236; Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, I, 356

3 ) Müslim, İman, I, 74

4 ) Tirmizi, Birr 17,18, (1927,1928,1930); Müslim, İman 95, (55)

5 ) Arap dilbilimciler Hattabi ve İbn Manzur’a göre ‘nasihat’ kelimesi tek bir anlamla açıklanamayacak kadar geniş bir mana yelpazesine sahiptir (Hattabi, Garibu’l-Hadis, II, 282; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, VI, 4438). Bütün bu manaları ise iki noktada toplamak mümkün görülmüştür. Buna göre nasihat kelimesinin iki temel anlamı; 1) Bir şeyi veya kimseyi samimiyetle sevmek, ona karşı halis, sadık ve samimi olmaktır. 2) Hayırhahlık anlamındadır ki bu da insanları iyi ve güzel olan şeylere yönlendirmek için yapılan konuşmalar ve davranışları ifade etmektedir. Tavsiye, öğüt ve vaaz da buna dahildir ancak nasihat sadece vaat ve öğütten ibaret değildir. Nasihat kelimesine sadece vaaz ve öğüt verme anlamını yükleyenler hem hadis metnindeki genel mananın ortaya çıkmasını engellemekte hem de açıkça meseleyi daraltmaktadırlar.

6 ) Fetih suresi 6. ve Âl-i İmran suresi 154. ayette de Allah’a karşı bir cahiliyye zannı, kötü zan (kötü düşünce) beslendiğinden bahsedilir ki Türkçede kullanıldığı haliyle zan kelimesi şüphe veya tereddüt değil düz anlamıyla düşünce-düşünme demektir. Dolayısıyla kelime olarak su-i zan; kötü düşünmek, hüsn-ü zan; iyi düşünmek anlamlarına gelir.

7 ) Buhari, Tevhid 16, 35; Müslim, Zikr 2, Tevbe 1

8 ) Müslim, Selam 147; Ebu Davud, Edeb 175; Tirmizi, Ahkam 1

9 ) Buhari, Bed'ü'l-Halk 14, Cezau's-Sayd 7; Müslim, Selam 145; Nesai, Hacc 115

10 ) Müslim, Selam 144, ; Ebu Davud, Edeb 176

11 ) Buhari, Bed'ü'l-Halk, 15; İbn Mace, Sayd, 12

12 ) Müslim, Selam, 137

13 ) Ebu Davud, Edeb, 58

14 ) Kemaleddin Demîrî, Hayâtu’l-Hayevâni’l-Kübrâ, I, 486

15 ) Buhari, Edeb, 112, İbn Mace, Edeb, 24

16 ) İbn-i Hibban, Sahih, II, 392; İbn-i Kesîr, Tefsîr, II, 164

17 ) Nuh, 15
18 ) Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz; https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/827241

19 ) Nisa, 123

20 ) Müsned, I, 6 (Hadis otoriteleri bu hadisin isnadının zayıf olduğunu ancak hadisin aynı manaya gelen farklı versiyonlarıyla sahih olduğunu belirtmişlerdir) 

21 ) En’am, 82

22 ) Buhari, Tefsir, 3; Müslim, İman, 137

23 ) Buhari, Hayz, 6, Zekat, 44; Müslim, İman, 132; Tirmizi, İman, 6; İbn-i Mace, Fiten, 19

24 ) Rudani, Cem’ul-Fevaid, çev. Naim Erdoğan, II, hadis no: 4954-4955

25 ) Buhari, Şehadat, 14
26 ) Buhari, Taksiru's- Salat 4; Müslim, Hacc 419, 422; Muvatta, İsti'zan 37; Ebu Davud, Menasik 2; Tirmizi, Rada 15, 

27 ) Buhari, Sayd, 26; Müslim, Hac, 417-418

28 ) Buhari, Cihad 135; Tirmizi, Cihad 4

29 ) Muvatta, İsti'zan 36

30 ) Muvatta, İsti'zan 25; Ebu Davud, Cihad 86; Tirmizi, Cihad 4

31 ) Ebu Davud, Cihad, 180

32 ) Haşr, 7

33 ) Buhari, Hayz 6, İman 21, Küsuf 9; Müslim, Küsuf 17, İman 132; Nesai, Küsuf 17; Muvatta, Küsuf 2

34 ) Buhari, Teheccüd 2; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 139, 140