14 dk.
19 Haziran 2022
Hadisleri doğru anlamak ve yorumlamak 1. bölüm | Hadislerin yanlış anlaşılmasına neden olan faktörler-gorsel
Youtube Banner

Hadisleri doğru anlamak ve yorumlamak 1. bölüm | Hadislerin yanlış anlaşılmasına neden olan faktörler

HADİSLERİ DOĞRU ANLAMAK ve YORUMLAMAK -I-

Hadislerin Yanlış Anlaşılmasına Neden Olan Faktörler

 

Soru: Hadislerin orijinal metinlerindeki bazı kelimelerin manasının yıllar içinde yanlış aktarılması sonucu hadisin anlamının yitirilmesi ve daraltılması gibi durumlar var mıdır? Bu bağlamda hadislerin doğru anlaşılması ve yorumlanması için neler yapılmalıdır?

 

Cevap: Evet, bazı hadislerin orijinal metinlerindeki bazı kelimeler yıllar içinde yanlış aktarılmış ve böylece bu hadisler yanlış anlaşılarak yanlış yorumlanmıştır.

 

Konuyla ilgili trajikomik denilebilecek bir örnekle başlayalım: Bazı dini yazılar ve kitaplarda “Akikten yüzük edinin.” şeklinde bir söz görürsünüz ve bu söz hadis diye aktarılır. Bu nedenle akik taşından yüzük takmanın sünnet olduğuna dair genel bir kanaat yerleşmiştir. Eskiden dindar veya “hacı” olarak bilinen insanlar arasında da akik taşından yüzük takmak oldukça yaygındı. Ancak gelin görün ki Allah Rasulü’nün (sav) akik yüzük taktığına dair hiçbir güvenilir rivayet yoktur. Akik yüzüğünü tavsiye ettiği rivayetler ise hiçbir hadis alimi tarafından sahih olarak kabul edilmemiştir.

 

Hadis diye rivayet edilen “Akikten yüzük edinin.” sözünün yazım yönünden de hatalı nakledildiği bilinmektedir. Çünkü bu sözün Arapça orijinalindeki تَخَتّمُوا (Tehattemû = Yüzük takın) ibaresinin aslı تخَيّمُوا (Tehayyemû = çadır kurarak ikamet edin) şeklindedir. Rivayet eden şahıs burada ي (Ye) harfini yanlışlıkla ت (Te) olarak yazmış ve o şekilde nakletmiştir. Bu yazım yanlışı da zamanla yayılmıştır. Bilindiği gibi Arapça ilk başlarda harekesiz yazılırdı ve (be, te, ye gibi) harfleri birbirinden ayıran noktalar (ki bu noktalar bugünkü anlamda bir çeşit noktalama işaretleridir ve söz konusu yanlışlık bugünkü noktalama yanlışlıklarıyla paraleldir) da pek kullanılmazdı. Bu bağlamda “Akikten yüzük edinin.” şeklindeki rivayetin doğru yazılışı: تخَيّمُوا بالعقيق     şeklindedir. Bu cümle de “Akik vadisinde çadır kurun/ikamet edin.” anlamına gelmektedir. 

 

Efendimiz’in (sav) hadislerinde zikredilen akik aslında bir yüzük taşı değil, Medine’deki Akik Vadisinin adıdır. Bu vadinin Akik taşıyla isim benzerliği dışında bir ilgisi de yoktur. Allah Rasulü (sav) bazı yolculuklarında Medine’ye giriş çıkış yaparken yol üstünde yer alan bu vadide konaklar, buranın havasından ve suyundan istifade eder, ashabına da “Akik vadisinde çadır kurarak ikamet edin (konaklayın). Çünkü o mübarek bir vadidir.”1 diyerek tavsiyede bulunurdu. Aliyyü’l-Kâri, Münavi, Acluni gibi hadis alimleri de bu görüştedirler.2

 

Ancak yukarıda bahsedilen yazım yanlışı nedeniyle hadisin devamındaki “mübarek bir vadidir” ibaresindeki bereket veya mübarek olma hususiyeti de zamanla yüzükle irtibatlandırılmış ve akik taşına “Bereket kaynağıdır, fakirliği giderir, bela ve musibetleri def eder, akik taşı takanın akıbeti hayırlı olur.” gibi aslı astarı olmayan özellikler yüklenmiştir. Bu tür şifalı olduğu iddia edilen taşların gücünden medet umanların ve bunu yayanların şerrinden Allah’a sığınarak konumuza devam edelim.

 

Burada dikkat edilmesi gereken iki nokta öne çıkmaktadır:

 

Birincisi; Yazılan bir metni yanlış okuma ya da bir sözü yazıya yanlış geçirme hatası. Buna okuma hatası da denilebilir ancak bu tür okuma hataları oldukça azdır. O dönemde harfler her ne kadar noktasız ve harekesiz yazılıyor olsa da herhangi bir metnin genel olarak okunup anlaşılmasında ve yazılmasında pek bir sorun yoktur. 

 

İkincisi; Genel olarak hadislere, özel olarak da hadiste bahsedilen konuya vakıf olmama hatası. Hadislere ve konuya vakıf olmak “Efendimiz (sav) bunu niye istesin? Efendimiz (sav) bunu niye söylesin?” gibi soruları gerektirir. Ayrıca Efendimiz’in (sav) yüzüklerle ve takılarla ilgili tüm hadislerine bakmayı da gerektirir. 

 

Anlam Değişimleri

 

Bazı hadislerin anlaşılmasında problem doğuracak, yani hadislerin yanlış anlaşılmasına neden olabilecek iki ihtimal vardır:

 

Birincisi; Bir hadisin anahtar kavramı ya da kavramları o dilin tarihi içerisinde anlam değişimlerine uğrayabilir. 

 

İkincisi; bir hadis başka bir dile tercüme edilirken o hadisteki bazı anahtar kavramlar tam olarak çevrilemeyebilir. Bu bağlamda bir kelime Arapçadan örneğin Türkçeye geçerken, Türkçede asli manasından başka bir manada kullanılır hale gelebilir. 

 

"Din Nasihattir" Hadisi

 

"Din nasihattir." hadisindeki anahtar kavram olan "nasihat" kelimesi ikinci duruma en güzel örneklerden birisidir. Bu hadis özellikle hatiplerimizin, vaizlerimizin en sevdiği hadislerden birisi olarak en çok duyduğumuz hadislerden biridir aynı zamanda. Temim ed-Dari, Ebu Hureyre ve Abdullah bin Abbas’tan ayrı ayrı rivayet edilmiş bir hadistir. Temim ed-Dari’nin rivayet ettiği versiyon ise en meşhur olanıdır. Ancak hadis bu kadar kısa değildir, devamı vardır. Devamında Efendimiz’in (sav) etrafındaki sahabe “Kime?” şeklinde bir soru sorarlar. Hadisin tam metni şu şekildedir:

 

Temim ed-Dârî’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Din nasihattır. Biz “kime (veya kimin için)” diye sorduk o da “Allah’a, Kitabına, Resulüne, Müslümanların (meşrû) idarecilerine ve bütün Müslümanlara” dedi.”3

 

Konuyla ilgili diğer hadisleri de taramış olma adına Ebu Hureyre (ra) rivayetine de göz atalım ki o rivayet de şu şekildedir:

 

Rasullullah (sav) buyurdular ki: “Din nasihatten ibarettir!” Yanındakiler sordu: “Kimin için ey Allah'ın Resulü?” “Allah için, kitabı için, Resulü için, Müslümanların imamları ve hepsi için! Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona yardımını kesmez, ona yalan söylemez, ona zulmetmez. Her biriniz, kardeşinin ayinesidir, onda bir rahatsızlık görürse bunu ondan izale etsin.”4

 

Şimdi hadis-i şerifin tam metni okununca bu hadisteki anahtar kavram olan nasihat kelimesinin öğüt verme anlamına gelemeyeceği açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü Allah’a veya Rasulüne nasihat etmek diye bir şey herhangi bir Müslüman için söz konusu olamaz. Bu durumda nasihat kelimesinin farklı bir anlamı olsa gerektir. 

 

Nasihat kelimesi; karşı tarafın (bizim alıştığımızın, alışkanlık eseri olan rutin davranışlarımızın dışında) iyiliğini isteyerek, ona saygı göstererek, samimiyet ve sadakat ekseninde güzel şekilde davranmak demektir.5 Dolayısıyla Allah'a nasihat; Allah hakkında doğru ve güzel bir düşünce içinde bulunup ona karşı muhabbet duymak ve saygılı davranmaktır.6 Efendimiz’e (sav) karşı nasihat; ona sevgi ve saygı beslemek, sünnetine karşı samimiyet ve sadakattir. Müslümanların emirlerine (önde gelen yöneticilerine) karşı nasihat; meşru işlerinde onlara itaat etmektir. Müslümanlara karşı nasihat; samimi davranmak, kötülüklerini istememek, aralarında fitne çıkarmamak, sevgi, şefkat ve saygı ekseninde davranmaktır ki bu, aile içi ilişkilerden toplumsal yaşamın bütün noktalarına kadar geniş bir daireyi içine almaktadır. Hadis metninde geçen nasihat kelimesinin asıl anlamı budur. Öğüt vermek ise oldukça ikincil bir anlamdır ya da bu geniş anlam evreninde küçük bir parçadır.

 

"Ben Kulumun Zannı Üzereyim" Hadisi

Ben kulumun zannı üzereyim.” şeklindeki kutsi hadiste de benzer bir durum söz konusudur. Bu hadisi insanlar genellikle “Allah hakkında güzel zan beslersek beslediğimiz zan gibi karşılık görürüz.” şeklinde anlamaktadırlar. Yani herhangi bir davranışa, bir aksiyona dönüşmemiş zannın yeterli olduğu görüşü yaygındır. Ancak hadisin devamına bakınca bunun böyle olmadığı anlaşılmaktadır. Hadisin tam metni şöyledir:

 

Resulullah (sav) buyurdular ki: “Allah Teala diyor ki: “Ben, kulumun hakkımdaki zannı gibiyim. O, beni andıkça ben onunla beraberim. O, beni içinden anarsa ben de onu içimden anarım. O, beni bir cemaat içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı bir cemaat içinde anarım. O, şayet bana bir karış yaklaşacak olursa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Eğer o, bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim. Kim bana şirk koşmaksızın bir arz dolusu günahla gelse, ben de onu bir o kadar mağfiretle karşılarım.”7

 

Kudsi hadis metni dikkatli okununca her bir kısımda bir faaliyet, bir aksiyon (anmak, yaklaşmak, yürümek gibi) olduğu, daha da önemlisi ilk hareketin insana bırakıldığı görülmektedir. Yani Allah hakkında gerçekten bir zannınız varsa bu bir amele dönüşür ancak bu amel az da olsa çok da olsa Allah-u Teala’nın engin keremiyle çok fazlasıyla karşılık bulur. 1 sayfa evrad u ezkar okusanız veya 1 sayfalık bir dua etseniz Allah-u Teala ona on sayfalık mukabelede bulunacaktır. Allah-u Teala’ya biraz yönelince O sizi kendisine daha çok çekecektir. 

 

Kertenkele Öldürmek Meselesi

Kertenkelenin öldürülmesiyle ilgili meşhur hadise de bakalım. Bilindiği gibi “Kelali (bir kertenkele türü) öldürmek sevaptır.” şeklinde nakledilen bir hadis vardır. Problem de hadisin bu şekilde hiçbir bağlamı, arka planı, alt metni olmadan aktarılmasından, nerede, kime, ne sebeple söylendiği düşünülmeden düz bir slogan gibi aktarılmasından kaynaklanmaktadır. Öncelikle hadisin tam metnine bakalım:

 

Resulullah (sav) buyurdular ki: “Kim keleri ilk darbede öldürürse ona yüz sevap yazılır. İkinci vuruşta öldürürse daha az kazanır. Üçüncü vuruşta ise bundan da az sevap kazanır.”8

 

Hadisin Hz. Aişe (ra) validemiz yoluyla gelen versiyonunda ise validemiz şöyle demektedir: “Rasulullah (sav) keler için “fuveysık (fasıkçık)” dedi ama, “Öldürün!” diye emrettiğini işitmedim.”9

 

Sa’d bin Ebu Vakkas (ra) yoluyla gelen versiyonu ise şu şekildedir: “Rasulullah (sav) kelerin öldürülmesini emretti ve onu füveysika diye isimlendirdi.”10

 

Yine Ümmü Şerik (ra) yoluyla gelen bir hadiste de Ümmü Şerik’in, Efendimiz’den (sav) verdiği zararlardan dolayı keler öldürmek için izin istediği Efendimiz’in de izin verdiği kaydedilmiştir.11 

 

Burada yüzlerce yıl öncesiyle kurulan ilişkinin salt kelimeler üzerinden olması gibi bir problem söz konusu. Keler veya kertenkele kelimelerini günümüz insanının hayvanlarla kurduğu ilişki üzerinden, öldürmek kelimesini de günümüz insanlarının yüklediği anlamla mutlak olumsuzluk üzerinden değerlendirmek elbette problem oluşturacaktır. 

 

Halbuki herhangi bir yerdeki herhangi bir adamın “Şu arılardan da bıktım artık, bunları öldürmeli.” dediği duyulsa bu adamın arı veya bal düşmanı olduğu, arıların öldürülmesinden bahsetmesi nedeniyle de şiddete eğilimli birisi olduğu zannedilebilir. Halbuki o adamın yaşadığı bölgede, o bölgenin doğal üyeleri olmayan arılar hem insanlara hem hayvanlara zarar veriyor olabilir. Keler veya kertenkele de pek çok türü içinde bazı türleriyle insanlara, hayvanlara ve gıda ürünlerine zarar verebilme potansiyeline sahip bir hayvandır. Yani kent insanlarının televizyondan, internetten veya nadiren kırsal yerlerden aşina olduğu gibi küçük boyutlara sahip şirin bir türden ibaret değildir. Hem kelerin yenilmesinin caiz olup olmadığıyla ilgili Efendimiz’e (sav) sorulan sorularla ilgili hadislere baktığımızda o küçücük hayvanın yenilip yenilmemesinin bir şey ifade etmeyeceği, dolayısıyla bahsedilen keler türünün iri bir hayvan olması gerektiği de anlaşılmaktadır. 

 

1400 yıl öncesinin Medine’sinde de insanlara, gıda maddelerine ve hayvanlara zarar veren zehirli bir kertenkele türü vardır. Hatta tuz gibi bazı gıda maddelerinin içine yuva yaparak insanlarda alaca (vitiligo) gibi hastalıklara da neden olabilmektedir. Kıtlığın sıradan olduğu bir coğrafyada insanların yiyeceklerini yenilmez hale getirdiği de bilinmektedir. Bu durumda ilgili hayvanın, insana saldıran bir yırtıcı hayvanı öldürmek gibi öldürülebileceğine dair izin verilmesi de son derece doğaldır. Kaldı ki keler öldürmeye dair bu izinler “Elinize silah alın, nerede bir keler bulursanız öldürün.” şeklinde de anlaşılamaz, çünkü bu hadislere muhatap olan sahabe öyle anlamamıştır. Mesele, evlere, insanlara ve yiyeceklere dadanan zararlı bir keler türünün zararından korunmak için onu öldürüp öldürmemekle ilgilidir. Zaten Efendimiz’in (sav) hayvanlara eziyeti yasaklayan, onlara son derece şefkatli davrandığını gösteren diğer hadisleri de dikkate alınınca böylesi katliam emri verir gibi bir beyanda bulunmayacağı da açıktır. Gerisi, insanların algısı, kültürün davranışlar üzerindeki etkisiyle ilgilidir.

 

Allah Rasulü (sav), tam zarar verme esnasında zararlı hayvanların öldürülmelerine ruhsat vermiş, zarar verme anının dışında öldürülmelerini yine hoş karşılamamıştır. Bir gün ashabını bir yılanı öldürmek için uğraşır halde görünce yılanı öldüremeyip kaçırdıklarını görür ve “O sizin şerrinizden kurtuldu, siz de onun şerrinden korunup kurtuldunuz.”12 diyerek yılanın canını kurtarmasına sevinir.

 

Evet, insanın aktif bir zarar verme esnasında herhangi bir hayvanı mecbur kaldığı veya mecbura yakın bir durumda kaldığı zaman öldürmesi caizdir. Ancak durup dururken herhangi bir hayvanı öldürmesi uygun değildir. “Merhamet edene Rahman da merhamet eder. Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.”13 hadisindeki merhamet temel ilkedir ve bunu herkes bilir. Dolayısıyla bu hadisi aktaranların bu ilkeyi, konuyla ilgili diğer hadisleri ve hadisin arka planını, öldürmenin hangi durumlara mahsus olduğunu da aktarmaları gerekirdi. Nitekim kertenkelenin öldürülmesinin sadece yiyeceklere zarar verdiği, insanlara hastalık bulaştırdığı zamanlarda icra edilebilecek bir davranış olduğunu, yani Efendimiz’in (sav) bu sözlerinin her zaman ve her yerde gerçekleştirilecek bir emir olmadığını söyleyenler de olmuştur.14

 

Sonuçta, örneğin zararlı hayvanların öldürülmesiyle veya bunların öldürülmesinin sevabıyla ilgili hadisleri;

Hepsini tek tek taramak suretiyle bütüncül bakmak,

O dönemde bu hayvanların insanlarla ilişkilerine, insan yaşamına etkisine dikkat etmek,

Konuyla ilgili temel prensipler (merhamet ve zarara karşı korunmak gibi) çerçevesinde değerlendirmek,

gibi hususları bir arada ele almadan yorumlamak, yorumlayanları ister istemez yanlışa veya eksik hüküm vermeye götürecektir.

Not: Yazı dizisinin birinci bölümü burada sona ermektedir. İkinci bölüm yarın internet sitemizde yayımlanacaktır. 

 


1 ) Buhari, Hac, 16

2 ) Ali el-Kârî, Esrâru’l-Merfua s. 94; Münâvî, Feyzu'l-Kadir, III, 236; Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, I, 356

3 ) Müslim, İman, I, 74

4 ) Tirmizi, Birr 17,18, (1927,1928,1930); Müslim, İman 95, (55)

5 ) Arap dilbilimciler Hattabi ve İbn Manzur’a göre ‘nasihat’ kelimesi tek bir anlamla açıklanamayacak kadar geniş bir mana yelpazesine sahiptir (Hattabi, Garibu’l-Hadis, II, 282; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, VI, 4438). Bütün bu manaları ise iki noktada toplamak mümkün görülmüştür. Buna göre nasihat kelimesinin iki temel anlamı; 1) Bir şeyi veya kimseyi samimiyetle sevmek, ona karşı halis, sadık ve samimi olmaktır. 2) Hayırhahlık anlamındadır ki bu da insanları iyi ve güzel olan şeylere yönlendirmek için yapılan konuşmalar ve davranışları ifade etmektedir. Tavsiye, öğüt ve vaaz da buna dahildir ancak nasihat sadece vaat ve öğütten ibaret değildir. Nasihat kelimesine sadece vaaz ve öğüt verme anlamını yükleyenler hem hadis metnindeki genel mananın ortaya çıkmasını engellemekte hem de açıkça meseleyi daraltmaktadırlar.

6 ) Fetih suresi 6. ve Âl-i İmran suresi 154. ayette de Allah’a karşı bir cahiliyye zannı, kötü zan (kötü düşünce) beslendiğinden bahsedilir ki Türkçede kullanıldığı haliyle zan kelimesi şüphe veya tereddüt değil düz anlamıyla düşünce-düşünme demektir. Dolayısıyla kelime olarak su-i zan; kötü düşünmek, hüsn-ü zan; iyi düşünmek anlamlarına gelir.

7 ) Buhari, Tevhid 16, 35; Müslim, Zikr 2, Tevbe 1

8 ) Müslim, Selam 147; Ebu Davud, Edeb 175; Tirmizi, Ahkam 1

9 ) Buhari, Bed'ü'l-Halk 14, Cezau's-Sayd 7; Müslim, Selam 145; Nesai, Hacc 115

10 ) Müslim, Selam 144, ; Ebu Davud, Edeb 176

11 ) Buhari, Bed'ü'l-Halk, 15; İbn Mace, Sayd, 12

12 ) Müslim, Selam, 137

13 ) Ebu Davud, Edeb, 58

14 ) Kemaleddin Demîrî, Hayâtu’l-Hayevâni’l-Kübrâ, I, 486