22 dk.
07 Nisan 2024
İtikaf | Tek Parça-gorsel
Youtube Banner

İtikaf | Tek Parça

Abdullah bin Ömer’in (ra) naklettiğine göre; “Rasulullah (sas) Ramazan’dan son on gün içinde itikaf yapardı.”1

 

Hz. Aişe (rh.a) validemizin de naklettiğine göre; “Nebi (sas) Ramazan’dan son on günde itikaf yapardı. O’nun bu adeti Allah Teala O’nu vefat ettirinceye kadar devam etmiştir. Sonra O’nun ardından zevceleri de itikaf yapmışlardır.”2

 

İtikaf kelimesi عكف kökünden gelmekte olup sözlükte bir şeye saygıyla yönelip ona bağlanmak, bir şeyi alıkoymak, sabit tutmak, kapanıp kalmak gibi anlamlara gelir. Bu kelime bir nesne için kullanılırsa o nesneyi sabit tutmak olarak anlaşılır. Örneğin bir at için kullanılırsa o atın hareket etmesine izin vermemek, onu sabit tutmak demektir. “Alâ – Aleyhi” gibi yönelme ekleri alması veya edatlarla birlikte kullanılması hâlinde o şeyin etrafından ayrılmamak, o şeye saygıdan veya ibadet etmekten vazgeçmemek anlamlarına gelir.

 

Geleneksel fıkıh literatüründe ise itikaf terimi, ibadet niyetiyle ve belirli şartlar altında bir camide kalmayı, o yerde adeta kendini alıkoymayı ifade eder. İtikafa giren veya itikaf yapan kimseye de mu’tekif yahut akif denilir.

 

Kur’an’da İtikaf

 

Kur’an’da; “İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, itikaf yapanlar (ibadete kapananlar), rükû ve secde edenler için evimi (maddi ve manevi açıdan) temiz tutun, diye emretmiştik.”3 buyrulur. Demek ki rükû ve secde etmek, dolayısıyla namaz kılmak yahut itikafa girmek, yani belli bir yerde sırf ibadet amacıyla kapanmak veya sabit kalmak o dönemde de var olan uygulamalardır.

 

Bir başka ayette de Hz. İbrahim’in (as) babasına “mâ hâżihi-ttemâśîlu-lletî entum lehâ ‘âkifûn”4 dediği aktarılır. Bu ibareler meallerde; “Şu karşısına geçip de tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor?” olarak çevrilir. Ancak ayetin sonundaki “âkifûn” ibaresi itikaf kelimesinin de kökü olan “akf” kökünden gelmektedir ve “âkif” de itikaf yapan demektir. Dolayısıyla tam tercüme “Nedir şu heykeller ki siz onlara âkifsiniz.” şeklinde olmalıdır. Bu da “Onlardan gözünüzü ayırmıyorsunuz, bu konuda başka bir şey düşünmüyorsunuz, onlara saplantılı bir bağlılığınız var, onlardan vazgeçmiyorsunuz ve bu konuda tebliğ size ulaşmıyor, tebliği dinlemiyor ve anlamıyorsunuz.” anlamlarına gelir.

 

Yine bir başka ayette; “Humu-lleżîne keferû ve saddûkum ‘ani-lmescidi-lharâmi velhedye ma’kûfen en yebluġa mehilleh”5 buyrulur. Meali; “Onlar ki, inkar edenler, sizi Mescid-i Haram’ı ziyaretten ve alıkoyduğunuz (ma’kûfen) kurbanları yerlerine gitmekten, hedeflerine ulaştırmaktan alıkoyanlardır.” şeklindedir. Burada da Hudeybiye antlaşması sürecinde müminleri Mescid-i Haram’ı ziyaretten men edip onları yanlarında getirdikleri kurbanlarını kesmekten alıkoyan Mekke müşrikleri anlatılmaktadır. Yine bu ayette “ma’kûfen” kelimesi itikaf kelimesiyle aynı kökten gelmekte olup “alıkoymak” anlamında kullanılmıştır.

 

Yine bir başka ayette; “İnne-lleżîne keferû veyesuddûne ‘an sebîli(A)llâhi velmescidi-lharâmi-lleżî ce’alnâhu linnâsi sevâen(i)l’âkifu fîhi velbâd(i)”6 buyrulur. Meali; “İnkar edenler, Allah'ın yolundan ve -yerli, taşralı- bütün insanlara eşit (kıble veya mabet) kıldığımız Mescid-i Harâm'dan (insanları) geri çevirmeye kalkanlar…” demektir. Bu ayette de “âkifu” ibaresi “yerli” anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla Mekke’de yerleşik olan, Mescid-i Haram etrafında yaşayanları ve orada sabit kalanları, oranın yerleşik halkını ifade etmektedir.

 

Yine bir başka ayette Hz. Musa’nın (as) Samiri’ye şöyle dediği nakledilir; “Kâle feżheb fe-inne leke fî-lhayâti en tekûle lâ misâs(e)(s) ve-inne leke mev’iden len tuḣlefeh(u)(s) venzur ilâ ilâhike-lleżî zalte ‘aleyhi ‘âkifen…” Bu da mealen; “Defol! dedi, artık hayatın boyunca sen: ’Bana dokunmayın!’ diyeceksin. Ayrıca senin için, kurtulamayacağın bir ceza günü var. Tapmakta olduğun tanrına da bak! Yemin ederim, biz onu yakacağız; sonra da onu parça parça edip denize savuracağız!”7 demektir ki burada da “âkifen” kelimesi “tapmakta olduğun” anlamında kullanılmıştır.

 

Sonuç olarak itikaf ve türevi olan kelimelerin Kur’an’da “sabit olmak, sabit kalmak, yerleşik olmak, yerleşmek, gözünü hedefe dikmek, başka şey görmemek” gibi manaları vardır.

 

İtikafla ilgili hadislerde Hz. Peygamber'in (sas) itikafın şartları, usulü hakkında herhangi bir şey söylemediği, insanlara bu konuda bir eğitim vermediği görülmektedir. Bu da bize itikafın o dönemde dönemin insanları tarafından zaten bilinen bir kavram olduğunu göstermektedir.

 

Efendimiz’in (sas) İtikafları

 

Hz. Aişe (rh.a) validemiz şöyle aktarıyor: “Nebi (sas) Ramazan’ın son onunda itikaf etmek istedi. Mescitte itikaf etmek istediği yere döndüğünde bir takım çadırlar kurulmuş olduğunu gördü. Bunlar Aişe’nin, Hafsa’nın ve Zeynep’in çadırları idi. Nebi (sas) “Bu çadırlar nedir?” diye sorunca onların kenidlerine ait olduğunu öğrenince; “Onlar bu yaptıklarına hayır ve takva mı diyorlar?” buyurdu ve geriye döndü de o Ramazan itikaf yapmadı. Sonra Şevval’in ilk onunda itikaf yaptı.”8

 

Efendimiz’in (sas) Ramazan’ın son 10 günü dışında itikaf yaptığına dair elimizde hiçbir bilgi yoktur. Sadece bir Ramazan için yukarıdaki hadiste anlatıldığı şekliyle itikafı terk etmiş, sonraki Şevval ayında da o itikafın bir nevi kazasını yapmıştır. O itikafı bırakmasının nedeni de teravih namazındakine benzer şekilde itikafın insanlar tarafından farz gibi algılanmasının önüne geçmek olabilir. 

 

Bir başka hadiste de Hz. Aişe (rh.a) validemiz şöyle anlatıyor: “Rasulullah (sas) mescidde itikafta iken başını hücreme sokar ben de saçlarını tarar idim. Yine Rasulullah (sas) itikafta iken bir ihtiyaç için olmak dışında evine girmezdi.”9 

 

Hz. Aişe (rh.a) validemizin hücresi Efendimiz’in (sas) mescidine bitişiktir. Dönemin kültürü çerçevesinde Efendimiz (sas) başını çadırdan çıkararak Hz. Aişe (rh.a) validemize uzatmış, validemiz de Hz. Peygamber'in (sas) saçını taramıştır. Fark edileceği üzere bu davranış günlük normal davranışların dışında bir davranıştır. Allah Resulü (sas) çadırdan tamamıyla çıkmamıştır. Mescidi veya itikaf yaptığı çadırı terk edip evine de girmemiştir. Bir saç yıkama ve tarama süresi boyunca evine girebilirdi ancak Efendimiz (sas) bu kadar bir süre için bile itikaf mahallini terk etmemiştir. 

 

Peygamberimiz (sas) her zaman dengeli yaşayan bir insandır. Yukarıda bahsedilen hadiseden şu hükmü çıkarıyoruz: İtikaf içindeyken mecburiyet dışında itikaf mahalli terk edilmez. Biyolojik mecburiyetler zaten açıktır. O ihtiyaçlar mescitte giderilemez.

 

Yine Hz. Safiye (rh.a) validemizin aktardığı bir başka hadisten anlıyoruz ki; Efendimiz (sas) itikafta iken Hz. Safiye validemiz O’nu ziyaret etmiş, bir saat kadar itikaf mahallinde konuşmuşlardır. Daha sonra Hz. Peygamber (sas) Hz. Safiye validemizi evine geçirmek üzere beraber kalkmışlar, mescit kapısına kadar onunla beraber yürümüştür.10 Bu hadisten de itikaf yapan kimseyi hanımının ziyaret edebileceği, itikaf yapanın da hanımını mescidin kapısına kadar geçirebileceği, itikaf mahallinde ilim ve tebliğ ile meşgul olunabileceğine dair hükümler çıkarılmıştır.11

 

Sonuç olarak diyebiliriz ki; Allah Resulü (sas) itikafta iken itikaf mahallinden veya mescitten mecbur kalmadıkça çıkmamıştır. Yine aynı hadislerden mecburiyet kavramında az da olsa bir esneklik olduğu görülmektedir. Çünkü Efendimiz (sas) itikafta iken kendisini ziyarete gelen Hz. Safiye (rh.a) validemizi “İtikaftayım.” diyerek reddetmemiş, Hz. Aişe (rh.a) validemize saçını taratmış ve normal ihtiyaçlar için evine gitmiştir.


İslami İlimler Literatüründe İtikaf

 

İtikafla ilgili dini kitaplarda yazılanlara bakılacak olursa itikafın şartları, mekruhları, vacipleri, itikafı bozan hususlar veya itikafın adapları gibi pek çok farklı madde görmek mümkündür. Ayrıca mezhepler arası ihtilafların en fazla olduğu konulardan biri de itikaftır.

 

Fıkıh kitaplarında; itikafın zamanı ve süresi, itikaf yapılan yer, vacip, sünnet veya müstehap olan itikafların hangileri olduğu, itikafta oruçlu olmanın gerekip gerekmediği, itikafa giren kişi için caiz olan ve olmayan hususlar, itikafın mekruhları, itikafı bozan hususlar, itikafın bozulması durumunda ne yapılacağı gibi konuların neredeyse tamamında görüş ayrılığı vardır denilebilir.

 

Alışveriş gibi bazı teknik ve dünyevi yönleri fazla olan, kültürden de çokça etkilenen konularda fıkıhçılar arasında görüş ayrılıklarının olması normal karşılanabilir. Ancak ibadete ait bir konuda bu kadar çok ihtilaf olması normal değildir.

 

Meselenin özünü ve özetini ise makul ve mantıklı bir zeminde ve şu şekilde sunabiliriz:

 

İtikafın Anlamı
 

İtikaf, Allah Teala’ya ibadet için tahsis edilmiş bir mekânda, günlük hayattan ve günlük hayatın alışkanlıklarından koparak, tabiri caizse bir cins sefere çıkarak, itikaf yapılan mekândan zorunlu ihtiyaçlar ve önemli durumlar dışında ayrılmayarak, zihnini, gönlünü, kalbini, kulağını, dilini, azalarını ve her şeyini Allah Teala’ya teveccüh ettirip sadece O’na konsantre olmuş bir şekilde ibadet etmeye çalışmak; Kur’an, namaz, zikir, istiğfar gibi salih amellerle meşgul olmaktır.

 

İtikafın amacı Cenab-ı Hakk’ın murakabesinde bulunmak, her zaman ve her yerde Rabbinin gözetimi altında bulunduğu şuur ve idrakiyle kalbi temizlemek, Allah Teala’ya yönelmek, boş vakitleri ibadete ayırmak, ibadet için kendini dış dünyadan soyutlamak, kendini dış dünyadan belirli bir süre için hem zihnen hem fiziksel olarak ayırarak kendini Rabbine teslim etmek ve bütün işlerini Allah Teala’nın iradesine bırakmak, O’nun keremine dayanmak, kapısı önünde durmak, böylece Allah Teala’nın rahmetine yaklaşmaya çalışmaktır. Nihayetinde ise Allah Teala’nın kalesine, himayesine girmektir. Yine itikaf, Allah Teala’nın razı olduğu en şerefli amellerden birisidir ve bu konuda ihlasa dikkat edilmelidir.

 

İtikaf Yapılacak Yer

 

Hz. Peygamber'in (sas) itikafa girmek için mescidin içinde, dolayısıyla kendi hücre-i saadetlerinin de yakınında yahut bitişiğinde bir çadır kurdurduğunu biliyoruz. Hatta Ebu Said’in (ra) bir rivayetinde itikaflarında kullandığı çadırlardan birinin keçeden yapılmış bir Türk çadırı olduğu ve kapı yerinde bir hasır bulunduğunu da biliyoruz.(12)

 

Efendimiz’in çadır içinde gerçekleştirdiği bu itikaf zamanlarından birinde hanımlarından Hz. Zeynep ve Hz. Hafsa (r.anhüma) validelerimiz de Hz. Aişe’den (rh.a) izin alarak kendileri için çadır kurarlar. Efendimiz (sas) çadırları görünce bu durumu onaylamaz.(13) Alimlerimiz buradan hareketle kadınların camide itikaf yapmalarının mutlak yasaklanmadığını da gözeterek kıyas yapmışlardır. Kimilerine göre kadınlar mescitte itikafa girebilirler ama kendilerini bir örtüyle gizlemeleri gerekir. Hanefiler de kadınların evlerindeki mescitte yani evlerinde namaz için ayırdıkları yerde itikafa girmelerinin caiz olduğunu söylemişlerdir. Kimileri de kadınların mescitte kocalarıyla birlikte itikaf yapmaları gerektiğini söylemişlerdir. Bu konuda mümkün olan tüm alternatifler dillendirilmiş gibidir. Bunun sebebi de ayet ve hadislerde konuyla ilgili net bir hüküm veya açıklama bulunmamasıdır. Bu nedenle herkes kendi zaviyesinden bir şeyler söylemiştir.

 

Bu noktada itikafın şartları, mekruhları, itikafı bozan şeyler gibi konularda fıkıh kitaplarımızda yer alan hususların o kadar da kesin olmadığını söylememiz gerekir. Çünkü bunların hiçbiri kesin delile dayanmamaktadır. Bu nedenle itikafa girmek isteyenler bu konuda sınırları zorlamadıkça makul ve belli bir noktaya kadar esnek davranabilirler.

 

Meselenin bir de başka bir yönü vardır: 

 

Bizler ibadetleri bazılarımız itibariyle yüce bazılarımız itibariyle düşük motivasyonlarla yerine getirebiliyoruz. Kimimiz ibadetlerini devamsızlıktan sınıfta kalmak üzere olan bir öğrencinin okula zorla devam etmesi ve dersleri dinlemeden ancak derslere mecburiyetten katılmasına benzer bir korkuyla ve zorunlulukla yerine getirebiliyoruz. Ayrıca namazları “Kıl beşi kurtar başı.” anlayışıyla yahut “tik atma” motivasyonuyla kılabiliyoruz. Veya bazılarımız itibariyle ibadetlere sağlığa veya gündelik hayata faydaları, oruç tutmanın sindirim sistemine, namaz kılmanın iskelet sistemine yararları için bağlanabiliyoruz. Bazılarımız için de namazın anlamı zamanı disipline etme, secde etmenin kibri kırma gibi nedenleri olarak öne çıkabiliyor. Kimimiz de kul olduğunu hatırlama, sırf Allah Teala’nın emri olması, riya, haset, kibir, kınama, şikâyet etme gibi diğer kötülükleri de bıraktırma potansiyelleri gibi nedenlerle ibadetlere devam edebiliyoruz.

 

Dikkat edilirse bu motivasyonların hepsinin temelinde “kendimiz için” anlayışı vardır. Bütün ibadetler bizim içindir. İbadetlerin bize bir faydası vardır. Bazen kalbimize bazen midemize bazen dizlerimize bazen manevi dünyamıza bazen psikolojimize faydaları vardır.

 

Diğer yandan bu motivasyonlardan herhangi biriyle yapılan ibadetlerde diğer motivasyonlar insana uzak kalır. Sırf alışkanlık olduğu için ve namaz kılmadığı yahut oruç tutmadığı zaman rahatsız olacağı için o rahatsızlık hissini giderme adına namaz kılıp oruç tutanlar vardır. “Yapalım da aradan çıksın, bir daha uğraşmayalım.” motivasyonuyla da namaz kılıp oruç tutanlar vardır. “İlla ki bir faydası vardır.” düşüncesiyle ibadet edenler vardır.

 

Bunları kınamak için anlatıyor değiliz. Sadece bir realiteyi göstermeye çalışıyoruz. Elbette içimizde Kabe’nin bir resmine, mushafın sadece bir sayfasına bakarak kendinden geçen, Mescid-i Nebevi’ye aşık olan, “Allah” deyince burnunun direği sızlayan insanlar da vardır. Bu ayrı bir konudur. 

 

Fakat “ibadet” kavramıyla ilgili, ibadetlerin niçin yapıldığı, hikmetinin ne olduğu, ne anlam ifade ettiği, bu çağda neden ibadet ettiğimiz gibi sorular çerçevesinde şöyle bir handikapımız mevcuttur: Bizler sanki ibadet ederken Allah Teala’ya bir fayda ulaştırmaya çalışıyor gibi yahut O’na O’nun olmayan bir şeyi hediye ediyormuşuz gibi davranabiliyoruz. Yahut O’nunla sevdiğimiz bir çocukla ilgilenir gibi ilgileniyor, O’nun isteklerini yerine getiriyor gibi bir hâl içinde de olabiliyoruz. Bunlar zahiren meşru haller gibi görünse de bir yönüyle yanlış bir yönüyle de eksik sayılmalıdırlar.

 

İtikafın Hakikati

 

İşte itikaf, bu manalar içinde bakılınca tam olarak budur. Allah Teala’ya hasredilen, sadece O’na özgü kılınan, bu hasretme manası içinde de az önce tarif etmeye çalıştığımız bir bakış açısını yakalamak ve sabitlemeye çalışmaktır. Yani “benim için, kendim için” değil, “Bu Ramazan’da hem biraz diyet yapmış olurum.” diye de değil, “Böyle namaz kılarsam günlük hayatımı disipline etmiş olurum hem de şuurum artar.” niyetiyle de değil… O meşru hikmetleri dahi zihnin gerisine atarak sadece ve sadece Allah için, sadece O’nu görerek, sadece O’nu duyarak ve hissederek, sadece O’nunla konuşarak, O’na söyleyerek, O’nu dinleyerek, O’na bakarak, O’nu bilerek zaman geçirmenin adıdır itikaf…

 

Bu noktada itikafın faydalarından bahsetmenin anlamı yoktur. İtikaf her şeyden önce ve esas olarak bir kulluktur, kulluğun bir türüdür, kullukta derinleşme ve kul olduğunu gerçekten hissedebilmektir. O Efendidir biz kul… O sahiptir biz yine kul… O Rab ve biz kul… Kulluğun farklı manalarıyla O’nu yaşamaya çalışmak da itikaftır.

 

İtikafın Süresi

 

Alimler itikafın süresi hakkında ihtilaf etmişlerdir. Hanefilere göre itikafın süresi asgari olarak az bir zamandır. Hatta itikafa niyet edilerek kısa bir süre oyalanmak dahi itikaf sayılır. Mescitte yürürken bile itikafa niyet edilse olur. Malikilere göre ise itikafın en azı bir gün ve bir gecedir. Şafiilerde ise itikafta ikamet edilecek kadar bir zaman durmak yeterlidir. Bunun zamanı tadil-i erkana göre yerine getirilmiş bir rükû veya secde yapacak kadar süre bile olabilir. Hanbeliler de itikafın en az miktarının bir an durup beklemek kadar bir süre olabileceğini söylerler.(14)

 

İtikafın süresiyle ilgili fıkıh kitaplarımızda anlatılanlarda bir problem yoktur. Sonuçta itikafın süresi kişinin kendi normal periyotlarının dışında, bir camiye kapanarak geçireceği kısa bir süre olabilir.

 

Ancak bu konuda aslolan itikafın süresinden çok o süre boyunca insanın içinde bulunduğu hâl veya şuur seviyesidir.

 

Buna göre şöyle bir sınıflandırma yapabiliriz:

 

Üçüncü Sınıf veya C Sınıfı İtikaf: Bir insan çarşıda yürürken çarşının ortasında bir camiye rast gelse, bahçesinde abdest alıp itikafa niyet etse, o caminin bir kapısından girip diğer kapısından çıkmak üzere yürürken arada geçen süreyi zikir, istiğfar veya tefekkür ile geçirse bu da bir itikaf olacaktır.

 

İkinci Sınıf veya B Sınıfı İtikaf: Kişinin hayatının bir döneminde gece veya gündüzünün tümü yahut birkaç saatini ayırması ile yapabileceği ve vaktini yine istiğfarla, duayla, ibadetle geçireceği itikaftır.

 

Birinci Sınıf veya A Sınıfı İtikaf: Kişinin kendi ikametgahından uzakta bir mescitte veya camide en az bir gün bir gece, tercihen üç gün üç gece, en verimlisi ise on gün on gece olacak şekilde, gerekirse kendini zorlayarak da olsa mümkün olan en maksimum derecede bir konsantrasyon ile geçireceği itikaftır.

 

İtikafın süresi için Hz. Musa’ya vaat edilen veya ayrılan 40 gecelik süreden ilham ile 40 gün 40 gece de denilebilir.(15) Diğer yandan Efendimiz (sas) Ramazan’ın tümünü itikafa ayırabilirdi. Ancak böyle yapmamıştır. O’na varlığın zerreleri adedince salat ve selam olsun, O her zaman ve her noktada ümmetini düşünmüştür. Vefat edeceği sene hariç tutulursa Ramazanlarda 10 günden fazla itikaf yapmamıştır. Mübarek ömürlerinin son Ramazan’ında ise 20 gün itikaf yapmıştır.(16)

 

Bu istisna dışında itikafın sünnete tam uygun olan süresi için on gün diyebiliriz. Günlük işlerini ayarlayabilen bir insan için de en iyi sürenin on gün olacağını söyleyebiliriz. 

 

Diğer yandan şunu da not edelim: İtikafta bazı hususların yasak olmasından anlıyoruz ki, biyolojik ve psikolojik denge adına bazı şeyleri on günden fazla uzatmamak gerekir.

 

Mescit Dışındaki Yerlerde İtikaf

 

Hanefi mezhebine göre hanımlar itikafı evlerinde namaz kılmaya ayırdıkları odada veya bölümde yapabilirler. Erkekler ise itikafı esas olarak camide veya mescitte yapmalıdırlar. Dolayısıyla fıkıh literatüründe erkekler için mescit veya camiler dışında bir yerde itikafa girmek sahih görülmemiştir.

 

Ancak biz burada üçüncü sınıf veya C sınıfı itikafların mescitler dışındaki yerlerde de olabileceğini ve buna yarı itikaf diyebileceğimizi söyleyeceğiz. Dikkat edilirse bunlara tam manasıyla “itikaf” değil “yarı itikaf” diyoruz.

 

Diğer yandan; Kur’an Kursu veya Kur’an Kursu yurtları gibi sadece Allah Teala’ya ibadet için hazırlanmış yerler de mescit sayılırlar. İçlerinde namaz kılınan, Kur’an okunan, evrad ü ezkâr ile meşgul olunan bazı dini vakıfların binalarını da buna dahil edebiliriz. 

 

Dolayısıyla resmi açıdan mescit veya cami olarak isimlendirilen yerlerde itikafa girmek kendileri için zor olacak insanlar bu tür yerlerde de itikafa girebilirler.

 

Bunları söylerken mezheplere muhalefet gibi bir amacımızın olmadığını beyan etmeliyiz. Ancak Efendimiz (sas) itikafın sadece resmî açıdan mescit veya cami olarak tanımlanan yerlerde yapılması gerektiğine dair bir beyanda bulunmamıştır. O halde itikafın genel manası ve mananın akışı içinde bu gibi alternatifler de düşünülmelidir. 

 

Elbette Efendimiz’in (sas) sünnetine uygun olan ve ideal manadaki itikaf camilerde son on gün yapılacak itikaftır. İmkânı olanlar için itikafı bu şekilde yapmak en güzelidir. Ancak imkânı olmayanlar itikafın genel manasından ve sevabından tamamen mahrum kalmamak adına evinde namaz için sürekli kullandığı odayı veya odanın bir bölümünü, hatta tek seccadelik bir yeri itikaf niyetiyle kullanabilir. Buna da fıkhi terminolojiyi bozmamak adına tam bir itikaf diyemesek de yarı itikaf diyebiliriz.

 

Ayrıca Hanefi mezhebinden olmayan hanımlar da camilerde itikaf yapma imkanı bulamıyorlarsa Hanefi mezhebini taklit ederek ve o fetvayı uygulayarak evlerinde gerekli ortamı hazırlayıp itikaf yapabilirler. 

 

İtikafta önemli olan zihni dünyevi meşguliyetlerden mümkün olduğunca soyutlayabilmektir. 

 

  • Dünyevi meseleleri konuşmamak, 
  • Ocaktaki yemeği yahut evin temizliğini düşünmemek, bunları önceden ayarlamış olmak, 
  • Sosyal medyadan itikaf süresince uzak durmak, 
  • Ödenecek faturaları, çocuğun masraflarını, işyerindeki veya okuldaki problemleri unutmak, 
  • İnternetle sadece itikafta okunacak dualar için meşgul olmak,
  • Dünyevi siyasetin en büyük meselelerinin bile itikafta içinde bulunulan ibadet, zikir ve tefekkür durumundan çok daha küçük, çok daha önemsiz, çok daha değersiz olduğunu unutmamak,
  • Yalnız O’nu istemek; başkalarının istenmeye değmediğini hatırlamak… Sadece O’nu çağırmak; başkalarının imdada gelmediğini ve gelmeyeceğini düşünmek… Sadece O’nu talep etmek; başkalarının buna layık olmadığını anlamak… Sadece O’nu görmek; başkalarının her vakit görünmediğini, yokluk perdesinde saklandıklarını bilmek… Sadece O’nu bilmek; O’nun marifetine yardım etmeyen başkaca bilmeklerin faydasız olduğunu hissetmek… Sadece O’nu söylemek; O’na ait olmayan sözleri boş saymak…

 

İtikafın özü budur. Bu hissiyata bürünüp bu anlayışa ulaşabilmek için ister birkaç dakikalık ister birkaç saatlik ister birkaç günlük olsun itikaf için ayrılan süre boyunca maddi ve manevi azaları Allah Teala dışında hiçbir şeyle meşgul etmemek, bunun için gayret etmek gerekir. Bu gayret herkesin kendi seviyesine göre olacaktır ve kimimiz tam konsantre olabilirken kimimiz bunu belki yüzde elli oranında başarabilecektir. Ancak bu da kıymetsiz değildir ve kesinlikle “olmadı” denilebilecek düşüncelere kapılmamak gerekir. Çünkü sonucu hangi oranda olursa olsun Allah için yapılan içsel ve dışsal hiçbir amel kıymetsiz değildir, karşılıksız kalmayacaktır.

 

İtikafta Can Sıkıntısı

 

Öğrencilik yıllarımızdan bildiğimiz ve aşina olduğumuz bir gerçek vardır: Ders süreleri genellikle 40-45 dakika arasında değişir. Çünkü insan zihni bu süreden sonra yorulmaya ve odağını kaybetmeye başlar. Ayrıca yine insan oturduğu yerden bile yirmi dakika, yarım saat sonra kalkmak ister; çünkü sıkılır, farklılık arar. 

 

Bu süreler insandan insana değişse de önemli olan bir şeye odaklandıktan belli bir süre sonra insanın farklı bir şeyler yapmak istemesidir.

 

Bu bağlamda özellikle de alışkın olmayan bir insan itikafta da birkaç saat aynı şeyi yapmaktan sıkılabilir. Hatta bazıları itikafı bırakmak isteyecek kadar daralabilir.

 

Bu gibi daralma anlarında o sırada neyle meşgul olunuyorsa farklı bir şeye geçmek bu sıkılma hâlini büyük oranda izale edecektir. Örneğin Kur’an okunurken daralmış isek Kur’an’ı kapatıp cami veya mescidin içinde birkaç tur yürümek ve yürürken kısa zikirlerle meşgul olmak iyi bir alternatif sayılabilir. Hatta zikirle meşgul olmak dahi şart değildir. Sadece yürümek de o hâletten kurtulmak için işe yarayabilir.

 

Gözünü kapatıp hiçbir şey düşünmemeye çalışarak bir süre öylece durmak, varsa caminin kitaplığından bazı kitapları karıştırmak, ayakları uzatıp birkaç dakika vücudu rahatlatmak gibi basit alternatifler de her zaman doğal olarak zaten uygulanabilir şeylerdir. Önemli olan format değişikliğine geçmektir. Ancak itikaf düşüncesinden uzaklaştıracak düşüncelere, konuşmalara ve davranışlara dikkat etmek her zaman önemlidir.

 

Benzer şekilde evlerinde itikaf yapan hanımlar da daraldıkları zaman kendilerini ev işlerine tamamen salmamalı ancak örneğin pişirmek üzere fasulye kırarlarken o fasulyenin tanelerini tesbih tanesi gibi düşünüp her birini salavat veya zikir sayıları için kullanabilmelidirler. Bu da itikaf düşüncesinin yapılan işin içine dahil edilmesi adına bir örnek kabul edilebilir.

 

İtikafta Çocuk ve Yaşlı-Hasta Bakımı

 

Özellikle hanımlar kendi işini göremeyecek kadar küçük çocukların bakımını ve onlarla ilgilenmeyi dünya işi saymamalıdır. Dolayısıyla bu yaştaki çocuklara bakmak, onların ihtiyaçlarıyla ilgilenmek itikafın ruhuna zarar verebilecek bir durum değildir. Dolayısıyla çocuk emzirmek, bebeğin altını değiştirmek, çocuk bir şey sorunca cevap vermek, onları arada bir kontrol etmek gibi hususlar itikafa mani şeyler olarak düşünülmemelidir. Tabii ki doğal olarak bu durum anneler için geçerlidir.

 

Küçük çocukların temel ihtiyaçlarının karşılanması bir dünya işi yahut dünyevi bir meşguliyet değildir. Açıkçası bu iş, Allah namına ve Allah adına yapılan bir iştir. Eskiden mahalle camileriyle özel olarak ilgilenen bazı mahalle sakinleri olurdu. Bu insanlar sabah namazından önce kalkar, caminin sobasını yakar, temizliğini yapar, cemaat dağıldıktan sonra kendi işine gücüne dönerdi. Şadırvanın, lavaboların ve caminin genel temizliğiyle de ilgilenir, yaz aylarında Kur’an öğrenmeye gelen çocukların ihtiyaçları için koşturur, onlar için cüz temin eder, cami hizmetleri için maddi yardım bulurdu. Bu insanların yaptığı her iş her noktada Allah için işlenen amellerdir. O insanın sadece namaz kılması değil, abdest yerlerinin temizliğiyle, çocukların ihtiyaçlarıyla ilgilenmesi de bir nevi ibadettir.

 

Aynı şekilde bir annenin hamilelik başladıktan itibaren hamilelikle ilgili çektiği sıkıntılar da o süreçteki uğraşıları da dünya işi değil bir nevi Allah işidir. Çocuğu emzirmesinden belli bir yaşa gelinceye kadar büyütmesi de aynıdır. Çocuk büyüdükçe, kendi işlerini yapabilir hâle geldikçe kazandığı sevapların yüzdesi azalabilir ve bir yerde sıfırlanır. 

 

Çocuğun şefkate, bakıma, ilgiye muhtaç olduğu süre boyunca onunla ilgili meşguliyetler hiçbir şekilde itikafa zarar vermez. Bu noktada annelerin zihinleri ne kadar dağılır, duaya, ibadete ne kadar konsantre olabilirler bilinemez. Ancak itikaf boyunca çocuklarla ilgilenmenin itikafa zarar verebileceği düşünülmemelidir. İtikaftaki bir anne çocuklarıyla ilgilendiği için de hiçbir şekilde daralmamalı, kendini sıkıntıya sokmamalıdır. Çünkü şefkate, ilgiye ve bakılmaya muhtaç bir çocukla ilgilenmekle Allah Teala’nın has ve hususi bir vazifesi görülüyor demektir.

 

Benzeri bir durum hasta, engelli veya yaşlı, bakıma muhtaç insanlarla ilgilenmek için de geçerli sayılabilir. Çocuklar için kesin olan bu durumun yaşlılar veya bakıma muhtaçlar için kesin olup olmadığı tartışılabilir. Ancak evlerinde bakıma muhtaç bir yaşlının, hastanın yahut engellinin bulunduğu kişiler, özellikle de ev hanımları o insanlarla ilgilenmenin de itikafa zarar verebileceğini düşünmemelidirler.

 

Allah Teala’dan maddi ve manevi azalarımızı kendisine teveccüh ettirmemizi nasip etmesini, itikaflarımızı da bu hedefte istifadeli kılmasını diler ve dileniriz.
 



 1 ) Buhari, İtikaf, 1

2 ) Buhari, İtikaf, 2

3 ) Bakara, 125

4 ) Enbiya, 52

5 ) Fetih, 25

6 ) Hac, 25

7 ) Tâ-Hâ, 97

8 ) Buhari, İtikaf, 9

9 ) Buhari, İtikaf, 5

10 ) Buhari, İtikaf, 10

11 ) Sahih-i Buhari ve Tercümesi, Mehmet Sofuoğlu, c. 4, s. 1884

12 ) Sahih-i Buhari ve Tercümesi, Mehmet Sofuoğlu, c. 4, s. 1870

13 ) Buhari, İtikaf, 8
14 ) Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, c. 3, s. 219

15 ) Hz. Musa (as) ile ilgili 40 gece için bkz; Bakara, 51

16 ) Buhari, İtikaf, 19