Kur'an ve Hadislerde İtikaf | İtikaf | 1. Kısım
Abdullah bin Ömer’in (ra) naklettiğine göre; “Rasulullah (sas) Ramazan’dan son on gün içinde itikaf yapardı.”1
Hz. Aişe (rh.a) validemizin de naklettiğine göre; “Nebi (sas) Ramazan’dan son on günde itikaf yapardı. O’nun bu adeti Allah Teala O’nu vefat ettirinceye kadar devam etmiştir. Sonra O’nun ardından zevceleri de itikaf yapmışlardır.”2
İtikaf kelimesi عكف kökünden gelmekte olup sözlükte bir şeye saygıyla yönelip ona bağlanmak, bir şeyi alıkoymak, sabit tutmak, kapanıp kalmak gibi anlamlara gelir. Bu kelime bir nesne için kullanılırsa o nesneyi sabit tutmak olarak anlaşılır. Örneğin bir at için kullanılırsa o atın hareket etmesine izin vermemek, onu sabit tutmak demektir. “Alâ – Aleyhi” gibi yönelme ekleri alması veya edatlarla birlikte kullanılması hâlinde o şeyin etrafından ayrılmamak, o şeye saygıdan veya ibadet etmekten vazgeçmemek anlamlarına gelir.
Geleneksel fıkıh literatüründe ise itikaf terimi, ibadet niyetiyle ve belirli şartlar altında bir camide kalmayı, o yerde adeta kendini alıkoymayı ifade eder. İtikafa giren veya itikaf yapan kimseye de mu’tekif yahut akif denilir.
Kur’an’da İtikaf
Kur’an’da; “İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, itikaf yapanlar (ibadete kapananlar), rükû ve secde edenler için evimi (maddi ve manevi açıdan) temiz tutun, diye emretmiştik.”3 buyrulur. Demek ki rükû ve secde etmek, dolayısıyla namaz kılmak yahut itikafa girmek, yani belli bir yerde sırf ibadet amacıyla kapanmak veya sabit kalmak o dönemde de var olan uygulamalardır.
Bir başka ayette de Hz. İbrahim’in (as) babasına “mâ hâżihi-ttemâśîlu-lletî entum lehâ ‘âkifûn”4 dediği aktarılır. Bu ibareler meallerde; “Şu karşısına geçip de tapmakta olduğunuz heykeller de ne oluyor?” olarak çevrilir. Ancak ayetin sonundaki “âkifûn” ibaresi itikaf kelimesinin de kökü olan “akf” kökünden gelmektedir ve “âkif” de itikaf yapan demektir. Dolayısıyla tam tercüme “Nedir şu heykeller ki siz onlara âkifsiniz.” şeklinde olmalıdır. Bu da “Onlardan gözünüzü ayırmıyorsunuz, bu konuda başka bir şey düşünmüyorsunuz, onlara saplantılı bir bağlılığınız var, onlardan vazgeçmiyorsunuz ve bu konuda tebliğ size ulaşmıyor, tebliği dinlemiyor ve anlamıyorsunuz.” anlamlarına gelir.
Yine bir başka ayette; “Humu-lleżîne keferû ve saddûkum ‘ani-lmescidi-lharâmi velhedye ma’kûfen en yebluġa mehilleh”5 buyrulur. Meali; “Onlar ki, inkar edenler, sizi Mescid-i Haram’ı ziyaretten ve alıkoyduğunuz (ma’kûfen) kurbanları yerlerine gitmekten, hedeflerine ulaştırmaktan alıkoyanlardır.” şeklindedir. Burada da Hudeybiye antlaşması sürecinde müminleri Mescid-i Haram’ı ziyaretten men edip onları yanlarında getirdikleri kurbanlarını kesmekten alıkoyan Mekke müşrikleri anlatılmaktadır. Yine bu ayette “ma’kûfen” kelimesi itikaf kelimesiyle aynı kökten gelmekte olup “alıkoymak” anlamında kullanılmıştır.
Yine bir başka ayette; “İnne-lleżîne keferû veyesuddûne ‘an sebîli(A)llâhi velmescidi-lharâmi-lleżî ce’alnâhu linnâsi sevâen(i)l’âkifu fîhi velbâd(i)”6 buyrulur. Meali; “İnkar edenler, Allah'ın yolundan ve -yerli, taşralı- bütün insanlara eşit (kıble veya mabet) kıldığımız Mescid-i Harâm'dan (insanları) geri çevirmeye kalkanlar…” demektir. Bu ayette de “âkifu” ibaresi “yerli” anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla Mekke’de yerleşik olan, Mescid-i Haram etrafında yaşayanları ve orada sabit kalanları, oranın yerleşik halkını ifade etmektedir.
Yine bir başka ayette Hz. Musa’nın (as) Samiri’ye şöyle dediği nakledilir; “Kâle feżheb fe-inne leke fî-lhayâti en tekûle lâ misâs(e)(s) ve-inne leke mev’iden len tuḣlefeh(u)(s) venzur ilâ ilâhike-lleżî zalte ‘aleyhi ‘âkifen…” Bu da mealen; “Defol! dedi, artık hayatın boyunca sen: ’Bana dokunmayın!’ diyeceksin. Ayrıca senin için, kurtulamayacağın bir ceza günü var. Tapmakta olduğun tanrına da bak! Yemin ederim, biz onu yakacağız; sonra da onu parça parça edip denize savuracağız!”7 demektir ki burada da “âkifen” kelimesi “tapmakta olduğun” anlamında kullanılmıştır.
Sonuç olarak itikaf ve türevi olan kelimelerin Kur’an’da “sabit olmak, sabit kalmak, yerleşik olmak, yerleşmek, gözünü hedefe dikmek, başka şey görmemek” gibi manaları vardır.
İtikafla ilgili hadislerde Hz. Peygamber'in (sas) itikafın şartları, usulü hakkında herhangi bir şey söylemediği, insanlara bu konuda bir eğitim vermediği görülmektedir. Bu da bize itikafın o dönemde dönemin insanları tarafından zaten bilinen bir kavram olduğunu göstermektedir.
Efendimiz’in (sas) İtikafları
Hz. Aişe (rh.a) validemiz şöyle aktarıyor: “Nebi (sas) Ramazan’ın son onunda itikaf etmek istedi. Mescitte itikaf etmek istediği yere döndüğünde bir takım çadırlar kurulmuş olduğunu gördü. Bunlar Aişe’nin, Hafsa’nın ve Zeynep’in çadırları idi. Nebi (sas) “Bu çadırlar nedir?” diye sorunca onların kenidlerine ait olduğunu öğrenince; “Onlar bu yaptıklarına hayır ve takva mı diyorlar?” buyurdu ve geriye döndü de o Ramazan itikaf yapmadı. Sonra Şevval’in ilk onunda itikaf yaptı.”8
Efendimiz’in (sas) Ramazan’ın son 10 günü dışında itikaf yaptığına dair elimizde hiçbir bilgi yoktur. Sadece bir Ramazan için yukarıdaki hadiste anlatıldığı şekliyle itikafı terk etmiş, sonraki Şevval ayında da o itikafın bir nevi kazasını yapmıştır. O itikafı bırakmasının nedeni de teravih namazındakine benzer şekilde itikafın insanlar tarafından farz gibi algılanmasının önüne geçmek olabilir.
Bir başka hadiste de Hz. Aişe (rh.a) validemiz şöyle anlatıyor: “Rasulullah (sas) mescidde itikafta iken başını hücreme sokar ben de saçlarını tarar idim. Yine Rasulullah (sas) itikafta iken bir ihtiyaç için olmak dışında evine girmezdi.”9
Hz. Aişe (rh.a) validemizin hücresi Efendimiz’in (sas) mescidine bitişiktir. Dönemin kültürü çerçevesinde Efendimiz (sas) başını çadırdan çıkararak Hz. Aişe (rh.a) validemize uzatmış, validemiz de Hz. Peygamber'in (sas) saçını taramıştır. Fark edileceği üzere bu davranış günlük normal davranışların dışında bir davranıştır. Allah Resulü (sas) çadırdan tamamıyla çıkmamıştır. Mescidi veya itikaf yaptığı çadırı terk edip evine de girmemiştir. Bir saç yıkama ve tarama süresi boyunca evine girebilirdi ancak Efendimiz (sas) bu kadar bir süre için bile itikaf mahallini terk etmemiştir.
Peygamberimiz (sas) her zaman dengeli yaşayan bir insandır. Yukarıda bahsedilen hadiseden şu hükmü çıkarıyoruz: İtikaf içindeyken mecburiyet dışında itikaf mahalli terk edilmez. Biyolojik mecburiyetler zaten açıktır. O ihtiyaçlar mescitte giderilemez.
Yine Hz. Safiye (rh.a) validemizin aktardığı bir başka hadisten anlıyoruz ki; Efendimiz (sas) itikafta iken Hz. Safiye validemiz O’nu ziyaret etmiş, bir saat kadar itikaf mahallinde konuşmuşlardır. Daha sonra Hz. Peygamber (sas) Hz. Safiye validemizi evine geçirmek üzere beraber kalkmışlar, mescit kapısına kadar onunla beraber yürümüştür.10 Bu hadisten de itikaf yapan kimseyi hanımının ziyaret edebileceği, itikaf yapanın da hanımını mescidin kapısına kadar geçirebileceği, itikaf mahallinde ilim ve tebliğ ile meşgul olunabileceğine dair hükümler çıkarılmıştır.11
Sonuç olarak diyebiliriz ki; Allah Resulü (sas) itikafta iken itikaf mahallinden veya mescitten mecbur kalmadıkça çıkmamıştır. Yine aynı hadislerden mecburiyet kavramında az da olsa bir esneklik olduğu görülmektedir. Çünkü Efendimiz (sas) itikafta iken kendisini ziyarete gelen Hz. Safiye (rh.a) validemizi “İtikaftayım.” diyerek reddetmemiş, Hz. Aişe (rh.a) validemize saçını taratmış ve normal ihtiyaçlar için evine gitmiştir.
1 ) Buhari, İtikaf, 1
2 ) Buhari, İtikaf, 2
3 ) Bakara, 125
4 ) Enbiya, 52
5 ) Fetih, 25
6 ) Hac, 25
7 ) Tâ-Hâ, 97
8 ) Buhari, İtikaf, 9
9 ) Buhari, İtikaf, 5
10 ) Buhari, İtikaf, 10
11 ) Sahih-i Buhari ve Tercümesi, Mehmet Sofuoğlu, c. 4, s. 1884