9 dk.
20 Şubat 2024
Kötülük Problemi ve Allah'ın Adaleti | 3. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Kötülük Problemi ve Allah'ın Adaleti | 3. Kısım

Not: Bu yazı “Kötülük Problemi ve Allah'ın Adaleti” başlıklı yazı dizisinin üçüncü yazısıdır. Serinin ikinci yazısına buradan ulaşabilirsiniz.


Altıncısı: Değer Yargıları ve Değer Ölçüleri

 

İmtihan sırrına da bağlı olarak;

  • “Duanız olmazsa Rabbim size ne diye değer versin?”1 
  • “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.”2

gibi ayetler farklı yönleriyle Allah Teala’nın değer verdiği, biz insanları umursamasına vesile olacak hususları haber vermektedir. 

 

Ayrıca;

  • “Onlardan önce nice nesilleri yok ettik, şimdi onlardan hiçbirini duyuyor veya bir ses işitiyor musun?”3
  • “Oysa biz, bolluk içinde azmış nice şehir halkını helâk etmişizdir.”4 
  • “And olsun ki sizden önce, peygamberleri kendilerine mûcizeler getirdiği hâlde (yalanlayıp) zulmettiklerinden dolayı nice milletleri helâk ettik.”5

ayetleriyle beraber; 

  • “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.”6

ayeti de insanın aslında herhangi bir değeri olmadığını ancak Allah Teala’nın önemsediği hususlara sahip çıkması hâlinde bir kıymeti olacağını açıkça bildirmektedir. 

 

Evet, insan bir hiçtir. Tek istisna, Allah Teala’nın değer verdiklerine değer vermesi ve o değerlerle değerli hâle gelebilmesidir.

 

Kafirlerin veya kötülerin dünya nimetlerinden faydalanmaları onların gerçekten değerli olduklarını göstermez. Nitekim Kur’an’da meselenin bu yönüyle ilgili olarak; “Şayet insanların küfürde birleşmiş bir tek ümmet olması (tehlikesi) bulunmasaydı, Rahman’ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık. Evlerine (gümüşten) kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar ve altın süslemeler yapardık. Bütün bunlar, sadece dünya hayatının geçimliğidir. Rabbinin katında ahiret ise, O’na karşı gelmekten sakınanlarındır.”7 buyrulmakta, Efendimiz (sas) de hadis-i şerifte “Eğer dünya, Allah katında sivrisineğin kanadı kadar bir değere sahip olsaydı, Allah hiçbir kâfire dünyadan bir yudum su bile içirmezdi.”8 buyurarak gerçek kıymet ölçüsünü haber vermektedir.

 

Yine bir ayette “Sen onların çoğunun söz dinlediğini veya aklettiğini mi zannediyorsun? Hayır, onlar yolunu şaşırmada hayvanlar (en’âm) gibidir hatta daha da şaşkındırlar.”9 buyrulur.

 

“Onların kalpleri vardır, kavramazlar; gözleri vardır, görmezler; kulakları vardır, işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar.”10 ayeti de benzer eksendedir. 

 

Bu ayetleri dikkatsiz okuyucular birer hakaret zannedebilirler ancak Allah Teala ne kullarına hakaret etmektedir ne de yarattığı diğer kulları olan hayvanları insandan daha aşağı tutmaktadır. Hatta ayette açıkça bazı insanların şaşkınlıkta hayvanlardan daha aşağı olduğu da belirtilmiştir. Buradaki esas mesele; biyolojik özellikler açısından heva ve heveslerini her şeyin önünde tutanlara Kur’an’ın “en’âm” demesi yani onları sadece canlılar sınıfının herhangi bir üyesi kabul etmesidir. En’âm kelimesi esasında nimet kelimesiyle aynı kökten gelir ve insanların nimetlendiği koyun, keçi, deve, kedi ve köpek gibi hayvan türlerini içerir. Burada bir hakaret yoktur, sadece kalpleriyle kavramayan, gözleriyle görmeyen, kulaklarıyla işitmeyen insanların değerler hiyerarşisinde en’âm ile aynı kategoride hatta onlardan daha aşağı bir tabakada yer aldıkları realitesi vardır.

 

Bu bağlamda; insanlar nasıl ki koyun, keçi, inek gibi hayvanları beslemekte, onların yemini-suyunu vermekte, barınmalarını sağlamakta, gerektiğinde tedavilerini yaptırmaktadır. Hatta kedi-köpek gibi evcil hayvanlarıyla daha fazla bağ kurmaktadır. Ancak onları insan gibi görmemekte, örneğin onlara miras bırakmamakta, onlarla evlenmemekte, hatta gerçek anlamıyla konuşmamakta, dolayısıyla bir insan kadar önem vermemektedir. Çünkü bu doğal olandır. Allah Teala da imana kapalı olan insanlar için “onlar gibidir” demektedir. Bu durumda onların ölmesi Allah Teala’nın nazarında bir koyunun veya kedinin ölmesinden çok da farklı değildir. Bizler de insan olarak bazen zararlı hayvanları ve haşereleri toplu kıyıma uğratabiliriz. Bir kuş gribi salgınında bir anda yüzbinlerce tavuğu, bir kuduz salgını tehlikesinde binlerce köpeği itlaf edebiliriz. Benzer şekilde Allah Teala da bir tufan verir ve milyonlarca insanı bir anda öldürebilir. Değer ve kıymet verme yahut meseleyi dışarıdan bakan bir gözle değerlendirirken hissedilen duygular bizim için ayrı Allah Teala için ayrı olabilir. Ancak bizim hissettiklerimiz ve hükümlerimiz doğru, Allah Teala’nın hükümleri yanlıştır demek için hiçbir sebebimiz yoktur.

 

Bu noktada insan olarak Allah Teala’nın kâinata ve insanlara müdahalesiyle ilgili kavramları yanlış kurmuş olabileceğimiz hatırlanmalıdır. Allah Teala kâinatta aktörlerden bir aktör değildir. Bizim için anlamlı veya değerli olan bir şey Allah Teala için değersiz olabilir. Aslolan da O’nun hükmü, O’nun değer veya anlam verip vermemesidir. Bu nedenle bizim bu alemdeki ıstıraplarımız veya konseptlerimiz, bakış açılarımız, değer yargılarımız çok da anlamlı şeyler olmayabilir.

 

Meselenin bu kısmını daha iyi anlamak için insan kendi üzerinde de düşünebilir. Biraz daha açalım: Bizler insan olarak evimizin bahçesine bir çiçek ekmek isteyebiliriz. O çiçeğin tohumunu alır, toprağı kazar ve o tohumu ekeriz. İşin başında o çiçeğe ekilmek isteyip istemediğini sormayız. Hatta çiçeği ekme aşamasında toprağı kazarken pek çok mikroskobik canlıya zarar vermiş, onlara acı çektirmiş de olabiliriz. 

 

Yahut dişimiz iltihaplı bir şekilde ağrıdığında antibiyotik alabiliriz. Antibiyotik aldığımız zaman ağzımızın içindeki pek çok zararlı bakterinin yanında yararlı bakterileri de öldürmüş oluruz. Bunların da farkına varmayız. Çünkü aramızda ciddi bir seviye farkı vardır ve o bakterilerin varlığından dahi haberdar olmayabiliriz.

 

Allah Teala ile bizim aramızda da adeta sonsuz bir mahiyet farkı vardır. Allah Teala elbette mikroskobik canlıları da devasa canlıları da bilmektedir. Onların ölümlerinin de zarar görmelerinin de farkındadır. Hepsi de O’nun kuludur ve O kullarını “varlık” ve “var olma” nimetiyle serfiraz kıldığı gibi ecelleri gelince öldürecektir de… Hayat veren O olduğu gibi öldüren de O’dur. Bakterilerin de açlıktan ölen çocukların da bir orman yangınında can veren hayvanların da Rabbi O’dur. Onlarla ilgili asıl değerlendirmeyi yapacak olan da O’dur. Onlara verdiği varlık, hayat, rızıklanma gibi nimetler yanında öldürme tasarrufu da O’na aittir. Bir varlığa senelerce veya dakikalarca varlık bahşetmesi yanında günü gelince öldürmesine bakıp da “Adaletsizlik yapıyor, zulmediyor.” demek makul değildir. Dolayısıyla bu tarz yorumlar bizim haddimize de değildir. Çünkü Allah Teala bakterilerden devasa yaratıklara kadar yarattığı her canlıya karşı bizden daha şefkatli, daha merhametli, daha anlayışlı, daha düşünceli ve daha adildir. Onun bizim adalet veya haksızlık kriterlerimize ihtiyacı yoktur.

 

Yedincisi: Zihinsel Kriterler ve Realite

 

İkinci maddede insanların adalet algısındaki eşitlik kavramının o algıyı bozucu etkisinden bahsetmiştik. Kısaca tekrar edecek olursak; Allah Teala alemde yarattığı şeylerin ya hepsini tekdüze, aynı ve eşit olacak şekilde yaratacaktır ya da yaratılan şeyler birbirinden farklı olacaktır. 

 

Bu farklılıklara varlıklara biçilen ömür süreleri de dahildir.

 

Demek ki bu alemde var olan canlıların hepsinin ömrü ya aynı olacaktır ya da her canlının birbirinden farklı yaşam süreleri, ömürleri olacaktır. Her canlının veya bütün insanların sabit bir şekilde 40 sene yaşamaları sonra birdenbire ölmeleri, bu sistemin yüzbinlerce sene devam etmesi için hastalık, cinayet, kaza gibi olguların hiç olmaması gerekmektedir. Dolayısıyla bu şekilde kurulacak bir dünya çok dar, çok renksiz ve tekdüze bir dünya olacaktır. İmtihanlar aynı olacağı gibi yaşam tarzları da eşit ve aynı olacaktır. Yahut farklı ömür süreleri olacaktır ve canlıların kimisi hastalıktan, kimi açlıktan, kimi kaza sonucu ölecektir. 

 

Aslında bir canlıya veya bir insana biçilen kırk senelik ömür ile seksen senelik ömür arasında mahiyet itibariyle bir fark yoktur. Çünkü ömür süresi imtihanı veya ahireti kazanıp kazanmamayı etkileyecek bir husus değildir. Herkes kendi özgün durumundan sorumludur. Dışarıdan baktığımız zaman da kırk sene yaşayanlara haksızlık yapıldığını, seksen sene yaşayanlara ise torpil geçildiğini söylememiz mümkün değildir.

 

Sonuç ve Özet:

 

Allah, alemlerin Rabbidir. Her şeyin sahibi ve hakimidir. O, yarattıklarına zulmetmez, haksızlık etmez. Bizim haksızlık, eşitsizlik veya adaletsizlik olarak algıladığımız meselelerin göremediğimiz, bilemediğimiz yönleri muhakkak vardır. Çünkü insan alemleri kuşatacak bir zihne ve anlayışa sahip değildir. Durum buyken alemlerin hakimini adaletsizlik ve haksızlıkla suçlamak çocukça bir hezeyandır. Buradaki asıl sorun bizim kendi ilmimizde, bakış açımızda, hislerimizde ve değer yargılarımızdadır. Bunlar kâinatta var olan sistemin kuruluşu, işleyişi ve kıymeti açısından herhangi bir öneme sahip değildir. 

 

Allah, her işinde ve icraatında adil-i mutlak, rahim-i mutlak, hakîm-i mutlaktır. Mutlak adalet, mutlak şefkat ve mutlak hikmet sadece O’na aittir. Biz de O’nun mutlak merhametine sığınır, bize hikmetini anlayabilecek bir idrak lütfetmesini diler ve dileniriz.

 



1 ) Furkan, 77

2 ) Tevbe, 24

3 ) Meryem, 98

4 ) Kasas, 58

5 ) Yunus, 13

6 ) Maide, 54

7 ) Zuhruf, 33-35

8 ) Tirmizi, Zühd, 13

9 ) Furkan, 44

10 ) Araf, 179