Kötülük Problemi ve Allah'ın Adaleti | 2. Kısım
Not: Bu yazı, “Kötülük Problemi ve Allah'ın Adaleti” başlıklı yazı dizisinin ikinci yazısıdır. Serinin ilk yazısını buradan okuyabilirsiniz.
Dördüncüsü: Tanrı Tasavvurları & Allah Tasavvuru
Bir durumu adaletli olup olmadığı konusunda değerlendirebilmek için elimizde baştan bazı kurallar ve kavramlar bulunmalıdır. Örneğin bir insan kendi devlet başkanının karşısında ayağa kalkmadığı için cezalandırılsa bugünün insanları bu cezalandırmanın zulüm olduğunu düşünecektir. Ancak geçmiş dönemlerde bir kabile toplumunda bir insanın kabile reisinin karşısında ayağa kalkmaması onlar açısından cezalandırılmayı hak eden bir saygısızlıktır ve cezalandırılması da adalettir.
Allah Teala’nın adaletinden bahsetmek için de Allah Teala’yı bağlayacak bazı kuralların var olması gerekecektir. Ancak burada herhangi bir pagan kültürünün güneş tanrısı gibi bir tanrı tasavvurundan değil, Alemlerin Rabbi olan Allah Teala’dan bahsediyoruz. Allah Teala’nın da -amiyane tabirle- kendi Zatı için koyduğu kurallar diyebileceğimiz rahmetinin gazabını geçmesi, zulmetmeyi kendine haram kılması gibi Zat-ı Uluhiyetine ve İcraat-ı Sübhaniyesine muvafık kurallar dışında herhangi bir kuralın Allah Teala’yı sorumluluk altına sokabileceğini düşünmek mümkün değildir. Böyle bir düşünce hem aklen, hem itikadi açıdan büyük falsolar içermektedir.
Gerçekten de doğrudan Allah Teala’yı adaletsiz davranmakla suçlayabilecek bir bakış açısı aslında Allah Teala'yı dışarıdan bağlayacak, Onun zatından bağımsız kurallar bulunduğu varsayımına dayanır. Allah'ı adaletsizlikle suçlayan insan -haşa- bu kuralları Allah'tan daha iyi bildiği şeklinde örtük-gizli bir ön kabule sahip demektir.
Örneğin, bir ortaokul öğrencisi, kendisine ders anlatan Nobel ödüllü bir fizikçiye “Sen bu konuyu yanlış anlattın.” dese o konuyu en az Nobel ödüllü fizikçi kadar iyi bildiğini de ima etmiş olur. Bu itirazı da örtük bir şekilde “Ben bu konuyu senden iyi biliyorum.” demektir. Çünkü yanlış anlattığını başka türlü bilmesi ve ifade etmesi mümkün değildir.
Benzer şekilde, resim sanatıyla ilgisi sadece dağ ve güneş resmi çizebilmekten ibaret olan bir insanın, Picasso'nun Guernica Tablosunu sadece siyah beyaz olduğu için eleştirmesi, resim sanatının inceliklerini Picasso'dan daha iyi bildiğini farkında olmasa da iddia etmesi demektir.
Benzer şekilde, Allah Teala’nın icraatları veya yaratmalarıyla ilgili “Bu yaptığı güzel oldu ama şu yaptığı çirkin oldu. Şu icraatları adalete uygun ama bu icraatları adalete uygun olmadı.” gibi değerlendirmelerde bulunmak iyi ve kötü, güzel ve çirkin, doğru ve yanlış, adalet ve zulüm gibi soyut kavramları Allah’tan daha iyi bildiğini, bu soyut kavramları somut durumlara Allah’tan daha iyi uygulayabildiğini de iddia etmek anlamını taşımaktadır.
Şeytanın Hz. Adem’e (as) secde etmemesine gerekçe olarak sunduğu “Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.”1 argümanı da “Ey Tanrı! Sen yanlış bir şey istiyorsun ve yanlış bir emir veriyorsun. Ateşin çamurdan daha hayırlı olduğunu bilmiyorsun ama ben biliyorum. Ben sana doğrusunu öğreteyim…” anlamına gelmektedir.
Anlaşılacağı üzere bu düşünce “Allah” kavramı ile uyuşmamaktadır. Çünkü “Zeus’un insanları lanetleyerek önceden çift yaratıp sonradan ayırması yanlıştır, zulümdür.” cümlesinin kendi içinde bir mantığı vardır. Zira “Zeus” kavramı ve o kavramın işaret ettiği tanrı tasavvuru zaten tanrıların zalim, ahlaksız, bencil varlıklar olabileceğini kabul etmektedir. Ancak Allah Teala için bu cins kabuller olamayacağı için “Allah Teala’nın şu icraatı yanlıştır ve zulümdür.” demenin kendi içinde tutarlı bir mantığı yoktur.
Bu durumda insan tutarlı olma adına şöyle demelidir: “Ben bütün kâinatı yaratan ve idare eden bir tanrıya inanmıyorum. Peygamber olduğunu söyleyen kişiye de inanmıyorum. Müslümanların inandığı tanrının bazı eksikleri, yanlışları ve zulümleri vardır.”
Ancak bir insan; “Ben bütün kâinatın sahibi, hâkimi, her şeyi bilen ve her şeyi bir hikmetle yaratıp idare eden Zat’a iman ettim. Bu imanımla Onun benden daha alim, daha şefkatli, daha hikmetli olduğuna da inanıyorum.” diyorsa Allah Teala’nın daha iyiyi, daha güzeli ve daha doğruyu ortaya koymaya da seçmeye de kendisinden daha yetkin olduğunu kabul etmiş demektir. O hâlde Allah Teala’nın icraatlarının ve yaratmalarının kendi değerlendirmelerinden daha geniş boyutlu olduğunu da hesaba katması gerekecektir.
Beşincisi: Allah Teala ve Kâinat İlişkisi
-Tabiri caizse- Allah Teala bu alemde alemin içinden olan aktif bir katılımcı değildir.
Örnek verelim: Braveheart (Cesur Yürek) filmini izleyen bir insan, filmin baş karakteri William Wallace'ın çektiği sıkıntıları, uğradığı ihanetleri izleyince “Yönetmen ne kadar insafsız, merhametsiz bir insanmış. William Wallace’a çok acı çektirmiş.” dese veya “Senarist neden İskoçların zulme uğramasına seyirci kalmış? İngilizlerin zulmüne neden göz yummuş?” şeklinde bir eleştiri yapsa bu eleştiriyi kimse anlamlı bulmayacaktır. Ancak İngilizlerin acımasızlığını, William Wallace'ın yüzüne gülüp arkasından kuyu kazanların ihanetini eleştirse bu eleştiri makul karşılanabilir.
Bu filmde yönetmen adı üstünde yönetmendir, filmi idare etmektedir ancak filmin oyuncularından birisi değildir. Benzer şekilde şu üç husus hiç unutulmamalıdır:
- Allah Teala da bu alemde alemin içinde olup biten her şeyin içinde olan aktif bir katılımcı değildir.
- Ayrıca Allah Teala ile Onun yarattığı mahlukat veya insanlar aynı varlık seviyesinde de değildir.
- Aynı şekilde ve aynı bağlamda, bizim insan olarak iyi ve kötü olmamızla Allah Teala’nın zatına bakan iyi ve kötü kavramları da aynı şeyler değildir.
Bizler iki yaşında bir çocuğun ölümünü büyük bir ıstırapla karşılayabiliriz. seksen yaşında bir ihtiyarın ölümünü de ıstırapla karşılayabiliriz. Ancak seksen yaşındaki insanın ölmesini biraz daha makul buluruz.
Yine seksen yaşındaki bir insanın kalp krizinden ölmesini sebepler planında makul karşılarız ancak aynı insanın evine giren bir hırsız tarafından dövülerek öldürülmesini yahut bir cani tarafından bir odaya kapatılıp açlığa terk edilerek öldürülmesini olumsuz karşılarız.
Diğer yandan dünya hayatı fanidir, insan ölümlüdür. Bir şekilde herhangi bir şey sebep olacak ve insan ölecektir. Türkiye’de 2022 yılında 504.839 kişi ölmüş, ölüm nedenlerinin ise %35 oranında dolaşım sistemi hastalıkları (kalp krizi, beyin kanaması, yüksek tansiyon vb.), %15 oranında iyi ve kötü huylu tümörler (kanser vb.), %13 oranında da solunum sistemi hastalıkları olduğu belirtilmiştir.2 Bir insana “Bu nedenlerden hangisi ile ölmek istersin?” diye sorulsa o insan elbette rahatsız olacaktır. Allah Teala’dan her zaman afiyet ve sağlık isteriz ancak bizler de belki bu yazıyı okurken, belki kısa süre sonra belki de uzun yıllar yaşadıktan sonra bir şekilde öleceğiz ve ölüm nedenimiz resmi evraklarda sadece bir istatistik malzemesi olarak kalacak. En fazla iki nesil sonra da büyük ihtimalle unutulup gideceğiz. İstisnai durumlar dışında dünyada bizim yaşadığımızla ilgili bir iz ve işaret kalmayacak. Sanki hiç yaşamamış gibi olacağız. Dolayısıyla ölümümüzden sonraki yıllar içinde de kimsenin umurunda olmayacağız. Bunlar doğal süreçlerdir ve binlerce yıldır bu sistem böyle işlemektedir.
Ancak bilinmelidir ki; bizim bir başkasının ölümüne üzülmemiz farklı bir meseledir, insanların ölmesi farklı bir meseledir. İnsanlara hayat veren de öldüren de hakikatte Allah Teala’dır. Fakat Allah Teala’nın insanların ölümüne üzülmesi için bir neden yoktur. Bu durum aynen bizim farelerin veya hamam böceklerinin ölmelerine üzülmemiz için bir sebep olmaması gibidir. Fareler de Allah’ın kulu ve böcek topluluğu da kendi başına bir ümmettir. Bizi Allah katında farelerden veya böceklerden daha değerli kılan şey de biyolojik yönümüz değildir. Ayrıca bizim insanlar olarak herhangi bir yerde salgın hastalık yahut tarım ürünlerine zarar gelmesi gibi nedenlerle fareleri toplu bir şekilde öldürmemiz rasyonel olduğu gibi Allah Teala’nın da kendi Zat-ı Uluhiyetine ve İcraat-ı Sübhaniyesine uygun hikmetlere binaen bazı yerlerde bazı şartlar altında insanları toplu bir şekilde öldürmesi gayet hikmetli ve makul olabilir. Zaten Allah Teala’ya bakan yönüyle bizim “kötü”, “adaletsiz” olarak nitelendirdiğimiz şeylerin bir hikmeti vardır. Bizim dar, sınırlı, yetersiz bakış açımızla herhangi bir meseleye “kötü”, “adaletsiz” dememiz o meselenin gerçekten de kötü ve adaletsiz olduğunu göstermeyeceği gibi bizim bu tip gelişmemiş veya yetersiz değer yargılarına dayalı hükümlerimizin de hakikat noktasında pek bir önemi yoktur.
1 ) Sad, 76
2 ) TÜİK, Ölüm ve Ölüm Nedenleri İstatistikleri, 2022