18 dk.
31 Mart 2024
Ramazan ve Gelenek | Tek Parça-gorsel
Youtube Banner

Ramazan ve Gelenek | Tek Parça

Ramazan ve Ramazan’daki oruç ibadeti dindar toplumlar tarafından benimsenen, bu nedenle ferdi düzeyde kalmayıp toplumun kendisine mâl olan, bu yönüyle de bir geleneksel yaşam ibadetidir.

 

Benzeri bir geleneksellik kurban ibadetinde de görülebilir. Her ne kadar bazı bölgelerde kurban kesmek vacip değil sünnet olsa da topluma mâl olması açısından kurban bayramları da bir cins geleneksellik içerir. Ancak Ramazan’da topluca, bazen coşku içinde yapılan iftarlar, işyerlerinde Ramazan ayının geldiğini belli eden gece çalışılıp gündüz istirahat edilen yahut öğleden sonraları hafifleyen iş temposu, Ramazan için özel olan tüketim alışkanlıkları gibi hususlar Ramazan’daki geleneksellik veya toplumsal boyutu daha bir görünür kılar.

 

Şeriatın açıkça izin verdiği, üstelik oruç tutmamayı tavsiye ettiği şartlarda dahi bazı insanlar oruç tutmaya devam edebilmektedir. Bazen de insanlar hayatlarını periyodik olarak yaşamayı sevdikleri için hastalık, yolculuk yahut adet dönemleri gibi meşru mazeretlerle oruçlarını tutamazlarsa içlerinde rahatsız edici bir eksiklik hissederler. Ancak bu eksiklik bir ibadeti yerine getirememekten çok periyodik bir alışkanlığı aksatma nedeniyle olabilmektedir. Çünkü “Şu Ramazan’ı eksiksiz bitirebilseydik, Ramazan’dan sonraya oruç borcumuz kalmasaydı.” düşüncesi ve “tik atma” motivasyonu diyebileceğimiz bir his hâkim olabilmektedir.

 

Ramazan’ın topluma mâl olmasının güzel yönleri vardır. Yaşayanlarının çoğu Müslüman olan ülkelerde insanlar oruç tuttukları için pek çok toplumsal kolaylıkla karşılaşırlar. Çünkü toplum oruç tutma davranışını benimsemiştir ve bu nedenle o davranışa yönelik herhangi bir toplumsal itiraz, engel vb. ile karşılaşmak çok zordur. Bu durum dindar bir Müslümanın yine dindar kimliğiyle tanınan bölgelerde namaz kılmak için pek sıkıntı çekmemesine, abdest almak ve benzeri namaz hazırlıkları için cami, mescit, tuvalet, şadırvan ve bunlara ulaşım rahatlığı gibi pek çok kolaylıkla karşılaşmasına benzer. Sonuç olarak bir toplumun bir ibadeti topluca kabul etmiş olması o ibadeti pek çok açıdan kolaylaştırmaktadır.

 

Madalyonun Diğer Yüzü

 

Ramazan orucunun gelenekselleşmesinin pozitif taraflarına değinmiştik fakat işin bir de diğer yönü var. Bu mevzunun gelenekselleşmesi veya toplumsal onaya sahip olması meselenin ibadet yönünü ve ibadetteki ihlas boyutunu zedeleyecek bazı durumları da beraberinde getirebilmektedir. Örneğin ister şeriatın izin verdiği yani meşru sebeplerle olsun ister izin verilmeyen durumlar için olsun bir şekilde oruç tutmayan insanlar dahi açıktan yemek ve içmekten çekinebilmektedirler. Çünkü bu konuda toplumsal baskı tam olarak oturmuştur. 

 

Diğer yandan iftar davetlerinin bir eğlenceye veya salt akraba buluşmalarına dönüştürülmesi, teravihlerde bazı kayınvalide adaylarının oğullarına gelin bakması gibi toplumsal göstergeler de işaret etmektedir ki; Ramazan orucunun ibadetteki ferdî boyutu, iman ve ihtisap şuuruna bakan yönleri, kişiyle Allah arasında kalması gereken yönü olarak ihlas boyutu, yani oruç tutmayı sadece Allah için yapma motivasyonu geri planda kalabilmektedir. Böylece Ramazan ayı aynı koroyla şarkı söylemek gibi senkronize bir toplumsal davranışa dönüşebilmektedir.

 

Dolayısıyla konunun topluma mâl olmasında dini bir ibadeti kolaylaştırma yönü olduğu gibi bu cins yönlerin olduğu da fark edilmelidir.

 

Aslında Ramazan orucunun topluma mâl olmasında dini bir ibadeti kolaylaştırma yönünden ciddi bir hayır vardır. Üstelik insanların imanla, İslam’la, ahiretle, Kur’an’la öyle ya da böyle bir bağ kurmaları güzel bir şeydir. Özellikle de diğer aylarda namazın genel olarak unutulduğu, güzel ahlaka dair pek çok meselenin ihmal edildiği, Allah korkusunun adım adım silindiği, ahirette hesap verecek olma şuurunun vicdanlardan uzaklaştığı dönemlerden, aylardan sonra Ramazan’ın gelmesi ve toplumsal onaya sahip olması son derece önemlidir.

 

Pasif Bir İbadet Olarak Ramazan Orucu

 

Diğer yandan Ramazan orucu pasif bir ibadettir. Yani bir şey yapmakla değil bazı şeyleri yapmamakla gerçekleşmektedir. Bu da Ramazan orucunun kolaylığını artıran bir özelliktir.

 

Namaz kılmak için abdest almak, kıbleyi ayarlamak, temiz bir yer bulmak gerekir. Üstelik namaz, ömür boyu devam edecek bir sürekliliğe sahiptir. Bunun sabah güneş doğmadan kalkması, akşamdan sonra yorgunken yatsıyı kılması, gündüz meşguliyetleri arasında koşuştururken mola verip öğle ve ikindiyi kılması gibi yönleri vardır.

 

Hac ibadetinde de ayrı zorluklar vardır. Haccın tüm şartlarını doğru yapmak, genel gaflet ve disiplinsizlik seviyeleri yüzünden insanlardan belki yüzde birine ancak nasip olacak bir konudur. Çünkü Hac, insanın bir saniye bile gaflete düşmemesi gereken bir ibadettir. Hacda bir başkası hakkında zihnimizde oluşacak güçlü bir negatif duygu, gönlümüzden geçecek güçlü bir suizan, birkaç saniyeliğine de olsa birileriyle itiş kakış yaşama, dalgın bir hâlde giderken bir yerde bir yaprağı koparma… Bütün bunlar vebali olan, ayrıca kefaret ve tevbe istiğfar gerektiren durumlardır. Dolayısıyla hac, ayrı bir disiplin gerektirmektedir.

 

Zekât ibadetinde de belli zorluklar vardır. İnfak ruhuna sahip, başkalarına bir şeyler vermeye alışan insanlar için bir nebze kolay olsa da zekât miktarının hesabını yapmanın kendine göre bir zorluğu vardır. Ayrıca malı ve serveti çok olan insanlar için de farklı mallar için farklı miktarlar söz konusu olabilmektedir. İnsanın kendi malının içinden bir kısmını ayırıp başkalarına vermesi ona zor gelebilir, vereceği miktar gözüne büyük görünebilir. Zaten malı veya parası nisap miktarını biraz geçen, bu nedenle üzerine zekât farz olan insanlar bir cins fakir bir zengin demektir. Gerçekten zengin olanlar için ise gelir gider kalemleri içinden zekât miktarını ayırmak ayrı bir zorluğa sahip olacaktır. Sadece infaka alışmış insanlar bunu fark etmeyebilirler.

 

Dolayısıyla oruç dışındaki ibadetler aktif ibadetlerdir, bir şeyler yapılarak yerine getirilen ibadetlerdir. Ramazan orucu ise aktif olarak bir şey yapılmayan, insanın bir şeyle yüzleşmesi gerekmeyen bir ibadettir. Oruç dışındaki ibadetlerde ise insanlar hep bir şeylerle yüzleşirler. Örneğin zekât ibadetinde insan fakirlik korkusuyla yüzleşir. Almak isteyip de almayı ertelediği, kendisi ve ailesi için harcayabileceği hâlde almaktan vazgeçtiği borçlar konusunda kendisiyle yüzleşir. Genellikle çok zenginler haricinde çoğu insanda mala ve paraya dair psikolojik yükler vardır. Toplumun genelinde ve ailelerde bu yük var olduğu için bahsi geçen durum herkese yansır ve ciddi bir tevekkülle, rızayla, kanaatle azalabilir ancak yine de insanda az da olsa izi kalır.

 

Namaz konusunda da özellikle namazın vakitleri açısından insan ister istemez kendisiyle yüzleşir. Özellikle insan kendi zamanını kullanmadaki israfı, plansızlığı, güvensizliği görür. Sonuçta aktif yapılan ibadetlerin tamamında dışarıdan bir şeylerle yüzleşme vardır. 

Ramazan’da Niyet ve İhlasın Korunması

 

Oruç dışındaki ibadetlerde insanların dışarıdan gelen etkilerle yüzleşmek durumunda kaldıklarına değinmiştik. Bu durum diğer ibadetleri insanlara bir nebze zorlaştırabilmektedir. Formel olarak sadece yemeyerek ve içmeyerek yapılan bir ibadette (pasif ibadet), özellikle de insanlar orucun genel şartlarına, Efendimiz’in (sas) hadislerinde beyan buyurduğu noktalara dikkat etmiyorsa, oruç ibadeti insanlar için diğer aktif ibadetlere göre bir nebze daha kolay olacaktır.

 

Yalan söylememek ve yalanla iş yapmayı terk etmek, kötü ve ahlaksız sözler söylememek, kavgaya ve tartışmalara girmemek gibi hususlara riayet edilmiyorsa, oruç sadece aç ve susuz kalarak tutuluyorsa; üstelik bunlar için oruç mazeret yapılıyorsa, oruç ibadeti bu tip insanlar için maddi açıdan diğer aktif ibadetlere göre bir nebze kolay olacaktır.

 

Ancak asıl dikkat edilmesi gereken şudur ki: Oruç, yukarıda bahsettiğimiz yönüyle pasif ibadet olması açısından kolay bir ibadet olduğu için toplumda yaygın bir zemin bulabilmektedir. Bu nedenle oruç, başkaları için yapılan bir ibadet hâline gelme riskini taşımaktadır.

 

Kınanma veya dışlanma korkusu, ayrıca sevdikleriyle beraber sahur ve iftar yapma, gösterişli iftar davetleri, gün boyu aç ve susuz kalındığı için iftardan sonra yeme içme işini eğlenceye çevirme durumlarının doğması nedeniyle Ramazan’da ihlası sağlamak da zor olabilir.

 

Önlemler

 

Telkin ve Hatırlatma: Bu ve benzeri nedenlerle insanın kendisine Ramazan’ın ve orucun hakikatini, gerçekte ne olduğunu tekrar tekrar hatırlatması gerekir. Özellikle; orucun sadece Allah için olduğu ve mükafatının da diğer ibadetlerin mükafatlarıyla kıyaslanamayacak kadar büyük olduğu, oruçlunun hem iftar vaktine hem Rabbine kavuştuğunda ferahlık bulacağı, onun ağız kokusunun dahi Allah katında misk kokusundan daha güzel olduğu, bu nedenle melekleri ve ruhanileri de cezbettiği, sadece ve sadece hayatına orucu tam yerleştirenlerin buyur edileceği Reyyan kapısından girmeye hak kazanılabileceği, yalan söylemeyi, yalanla amel etmeyi ve iş yapmayı, cahilce hareketleri terk etmeyenlerin aç susuz kalmasına Allah Teala’nın ihtiyacının olmadığı, iman ve ihtisap ile tutulan orucun geçmiş günahları bağışlatacağı, orucun bir kalkan olduğu ve insanın da kendi çevresindeki bu manevi kalkanı delmemesi adına kötü ve çirkin sözler söylemeyip cahilce davranışlarda bulunmaması gerektiği, Ramazan’da tutulan oruçların, kılınan nafilelerin, okunan Kur’an’ların insanda kendini beğenme hissi uyandırmasına karşı dikkatli olunması gerektiği hususları Ramazan boyunca akıllardan hiç çıkarılmamalıdır.

 

Kendini Kapatmak: Ramazan’da ulaşılabilecek manevi kazanımları zayi etmemek ve ihlasa zarar getirmemek amacıyla mizaç itibariyle bazı insanların gerekirse belli açılardan kendilerini başkalarına kapatmaları, kendi dünyalarında yaşamaları gerekebilir. Bu elbette farz veya sünnet değildir. Ancak en azından Ramazan boyunca bir cins kısmî uzlet veya halvet hâli hem kazanımları koruma hem dış etkilerden kaynaklanabilecek yeni günahlara karşı önlem alma açısından işe yarayabilir. Bu bağlamda çok gerekmedikçe sosyal ortamlara katılmamayı tercih etmek ve benzeri toplumsal soyutlanmalar düşünülüp uygulanabilir. Sosyal medya detoksu da gündeme alınabilecek uygulamalar arasında sayılabilir.
 

Kınayanın Kınamasından Korkmamak: İhlası temin edecek ve devam ettirecek hususlardan birisi de kınayanın kınamasından korkmamaktır. Buradaki kınanma korkusunun farklı yönleri olabilir.

 

“Korkmamak” ifadesi, örneğin açıkta yiyip içilince şiddete uğranabilecek ortamlar için geçerli sayılmayabilir. Kişi böyle davranışlarıyla tanınan bir beldeye gider de hastalık, seferilik gibi meşru nedenlerle orucunu tutmazsa böyle yerlerde oruçlu olmadığını gizleyebilir. Bunda bir beis yoktur. Bu, insanın kendini korumasıdır. Ancak böyle bir tehlike olmadığı hâlde sırf insanlardan çekindiği için oruçlu olmadığını gizlemek, yiyip içmemek, acıktığını söyleyememek mahsurlu sayılır. Yahut hastalık, seferilik gibi oruç tutmamanın meşru olduğu hatta bazen tutmamanın gerektiği durumlarda hafif sosyal baskılara da mağlup olarak oruç tutan diğer insanlarla birlikte onlara uyup oruç tutmak da mahsurlu sayılır. İkinci örnekte orucunu kolayca tutabilecek, ilaçlarının zamanını iftara ve sahura göre ayarlayınca sıkıntı yaşamayacak, yolculuk zahmeti de sağlığını olumsuz etkilemeyecek insanların bu durumda oruç tutmalarında tabii ki mahsur yoktur.

 

Meselenin bir başka yönü de “tik atma motivasyonu” veya periyodik alışkanlıkları devam ettirmeden rahat edememe hisleriyle ilgilidir. Şeriatın açıkça izin verdiği, hatta oruç tutmamayı tavsiye ettiği bazı şartlar vardır. Örneğin sağlık problemleri yaşayan ve oruç tutarsa sağlığı daha kötüye gidecek insanların oruç tutmamaları önerilir. Bu sadece tıbbi değil aynı zamanda dini bir öneridir. Bazen de insanlar hayatlarını periyodik olarak yaşamayı çok severler. Bu nedenle meşru nedenlerle oruçlarını tutamadıklarında içlerinde bir eksiklik duyarlar. Ancak bu eksiklik bir ibadeti yerine getirememekten çok periyodik bir alışkanlığı aksatma nedeniyle duyulan bir eksikliktir. Takva düşüncesiyle bir farzı kaçırmamak düşüncesi yerine işlerinin derli toplu olması ve eksiklik kalmaması düşüncesiyle meşru nedenler bulunduğu hâlde oruç tutuluyorsa bu da mahsurlu sayılmalıdır.

 

Bu gibi durumlarda bir insan “Ben niye aç kalıyorum? Şu andaki açlığımın ve susuzluğumun nedeni nedir?” sorularını kendine sormalı, cevapları üzerine düşünmeli ve ona göre pozisyon almalıdır. Sadece Allah emrettiği için oruç tutmanın önemi yanında Allah Teala’nın açıkça izin verdiği ve Efendimiz’in (sas) de tutmamayı tavsiye ettiği durumlarda oruç tutmamanın da Allah’ın emrine itaat etmek olduğunu hatırlamakta fayda vardır.

 

Bazen Takva Oruç Tutmamaktadır!

 

Bedir Savaşı İslam tarihinin en önemli savaşlarındandır. Bedir Savaşı'na katılanlar en faziletli müminler arasında sayılmıştır. Bu savaş Hicretin 2. yılının Ramazan ayında yapılmıştır. Medine’den çıkış, Bedir bölgesine ulaşma ve savaştan sonra Medine’ye dönüş süreci tamamen Ramazan ayı içindedir. Oruç ibadeti de bu aydan önceki Şaban ayında farz kılınmıştır. Dolayısıyla Efendimiz (sas) ve sahabiler ilk farz oruçlarını Bedir sürecinde tutmuşlardır. Medine’den çıkıldıktan sonraki bir iki gün oruçlu geçirilmiştir. Ancak akabinde Efendimiz (sas) müminlere oruçlarını açmalarını emretmiş, bazıları oruçlarını açmayınca “Ey söz dinlemeyen topluluk! Oruçlarınızı açınız! Ben orucumu açtım, sizler de açın!”1 buyurmuştur. Bunun üzerine herkes orucunu açmıştır.

 

Hicretin 8. senesinde Ramazan ayının onuncu gününde Efendimiz (sas) Medine’den Mekke’ye doğru yola çıkar. Süreç Mekke’nin fethi sürecidir. Hareket emrinden önce “Orucunu tutmak isteyenler tutsun, açmak isteyenler açsın.” şeklinde bir çeşit ilan yaptırılır. Efendimiz (sas) ise orucunu açmayıp tutmayı tercih etmiştir. Müminler de tutmuşlardır. Mekke’ye yakın bir bölgeye gelinince Efendimiz (sas) orucunu açar. Bir noktaya gelince sefer boyunca oruçlarını tutan müminler artık bunalmıştır. Efendimiz’e (sas) “Oruç insanları bunalttı. İnsanlar senin ne yapacağını bekliyorlar.” denilince Efendimiz su ister, su getirilince de onu içer ve orucunu açar. Bu davranışı da insanların önünde gerçekleştirmiştir. Böylece bu davranış, “Siz de orucunuzu açın.” mesajı hâline gelmiştir. Buna rağmen bazılarının oruçlarına devam ettiği söylenince Efendimiz (sas) “Onlar söz dinlemeyenlerdir.” buyurur. Gerekçe olarak da “Siz yarın düşmanlarınızla karşılaşacaksınız.” der.2

 

Bizlere genellikle Ramazan’da oruçları hep tutmak, ne olursa olsun dayanmak, sabretmek anlatılır. Meselenin diğer kısmı ise pek anlatılmaz. Ancak meselenin bu yönü niyet ve ihlasla ilgili olduğu, niyetteki bir arızanın da ihlasa zarar verme ihtimalinin olduğu, bu nedenle oruç sevabının kazanılmama veya heba edilme riski bulunduğu için konunun bu yönü de önemsenmeli ve bilinmelidir. Çünkü hadislerden de göreceğimiz üzere bazı durumlarda orucu tutmak yerine tutmamak tavsiye edilmiştir (Bu durumun savaş şartlarına özgü olup olmaması ayrı bir tartışma konusudur).

Niyetlerde Genel Çerçeve
 

Niyet, amelin ruhudur ve bu nedenle kirletilmemeli, bulandırılmamalı, sürekli temiz ve duru tutulmaya çalışılmalıdır.

 

Ameller, niyetlere göre değer kazanır. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kim elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti hicret ettiği şeye göre değerlenir.”(3) hadis-i şerifini hepimiz biliriz. Bu hadisin söyleniş sebebi olarak şöyle bir hadise aktarılır:

 

Mekke’de yaşayan ancak adı kaynaklarda zikredilmeyen (bu da ayrı bir incelik örneğidir) bir sahabi Ümmü Kays isimli bir kadınla evlenmek niyetindedir. Bu kadın da Hicret emri geldikten sonra Medine’ye hicret etmeyi düşünmektedir. Kendisiyle evlenmek isteyen sahabinin evlilik teklifini de ancak Medine’ye hicret şartıyla kabul edeceğini bildirir. Erkek sahabinin ise aslında hicret niyeti olmadığı söylenir. Sonuçta bu erkek sahabi Ümmü Kays’ın şartını kabul eder ve Medine’ye hicret eder. Bu olayı öğrenen sahabiler de o zata Ümmü Kays için hicret ettiği düşüncesiyle “Ümmü Kays’ın muhaciri” lakabını verirler.(4)

 

Efendimiz (sas) Mekke’deki müminlere bir hicret daveti yapmıştır. Bu sahabi ise belki ailesi onu koruduğu, kendisinin zulme uğramayacağını düşündüğü belki de ticareti yolunda gittiği için Mekke’den ayrılmayı düşünmemektedir. Evlenmeyi düşündüğü hanım sahabi ise “Seninle ancak Medine’ye hicret edersen evlenirim.” şartını öne sürmüştür. Erkek sahabi de Ümmü Kays’ın bu şartını kabul ederek Medine’ye hicret etmiştir. Efendimiz (sas) de bu noktada hicretin Allah rızası için olması hâlinde sevabını Allah’ın vereceğini, başka niyetler için olması hâlinde ise hicret ibadetinin ona göre değerlendirileceğini beyan buyurmuştur.

 

Bu sahabi sonuçta mümin olarak hicret etmiştir ve hicretinden sonra Efendimiz (sas) ile beraber cemaatlere katılmış, muhtemelen savaşlara da iştirak etmiştir. Dolayısıyla İslam toplumuna pozitif katkısı olmuştur. Ancak onun hicretini belirleyen genel çerçeve evlilik olmuştur. 

 

Burada “genel çerçeve” kavramına dikkat etmek gerekir. Bu insan, evlilik teklif ettiği kadın örneğin “Ben Roma topraklarına taşınmayı düşünüyorum. Sen de benimle gelirsen o zaman evlenirim.” deseydi muhtemelen buna hayır diyecekti. Bu durumda hicret ettiği yerde Efendimiz’in (sas) ve diğer müminlerin bulunması onun hicret şartına “Evet!” demesini kolaylaştıran bir sebep olmuştur. Dolayısıyla o zatın hicretinin bütünüyle imanından, Efendimiz’in ve müminlerin de orada bulunması gibi durumlardan bağımsız olduğunu, kararını bu etkenleri gözetmeden verdiğini söyleyemeyiz. Ancak buna rağmen temel eksen evlilik olduğu için kendisi bir günaha girmemiş olmakla beraber hicret sevabını alamamıştır diyebiliriz.

 

Bu durum diğer ibadetlerimiz için de geçerlidir. Eğer insanın oruç tutmasında başkalarının ne diyeceği gibi düşünceler, aileye ve yakın çevreye uyma gibi faktörler etkili ise o kişi oruç ibadetinden tam sevap alamayacak demektir.

 

Bununla birlikte bahsi geçen sahabiye “Hicret etme.” denilemeyeceği gibi böyle insanlara da “Oruç tutma.” denilmez, denilmemelidir. Çünkü sonuçta Ramazan orucu farzdır. Bu insanlara (belki hepimize ve kendi kendimize) niyetlerini-niyetlerimizi bir kere daha kontrol etmek gerektiği söylenebilir.

 

Bir insana sadece meşru mazeret hâllerinde oruç tutmaması söylenebilir. Yukarıda zikredilen hadisler ve Efendimiz’in (sas) iftardan önce orucunu açtığı durumlar gözetilince insanı gerçekten zorlayacak bir hastalık, ciddi sıkıntıya sokacak bir yolculuk, kendisine ve başkalarına gerçekten zarar verdirecek önemli durumlar ve şartlarda asıl tavsiye orucu tutmamak üzerinedir.

 

Mekaniklere Dikkat!

 

Dolayısıyla, Ramazan orucu konusundaki mekanik hisleri; “Herkesle beraber ben de tutayım.”, “Tutmazsam veya tutmadığımı gösterirsem başkaları kınar.”, “Ramazan’ın içinde eksiksiz tutayım da Ramazan dışında ayrıca telaş olmasın.” gibi düşünceler insanın tercihini etkilememeli, insan oruç tutup tutmama konusundaki tercihini bu tip mekanik duygu ve düşüncelere kapılmadan yapmalıdır.

 

Önemli Bir Dipnot: Niyetler veya motivasyonlar, mekanik duygu ve düşünceler için verilen örnekler hakkında şöyle bir itiraz gelebilir: “Ramazan dışında oruç tutmak zordur. Ramazan’da herkes tutarken tutmak ise daha kolaydır. O hâlde “Herkes tutarken ben de tutayım.” diye düşünmek ihlası neden zedelesin?”

 

Evet, Ramazan içinde herkesle birlikte oruç tutmanın kolay bir yönü vardır. Günlük yaşamın Ramazan orucuna göre şekillenmesi bu kolaylığın en önemli sebebidir. Ancak günlük yaşamın tamamını, yani Ramazan dışındaki 11 ayı kaza oruçlarına göre şekillendirmek mümkün olmasa da kaza oruçları için önceden belli bir zaman dilimi ayarlamak, bunu gerekirse bir aile geleneği hâline getirmek mümkündür. Böylece dış veya çevresel şartlar da oruca hazır hâle gelebilecektir. Hatta günlerin kısa olduğu kış dönemi de seçilebilir.

 

Bir insanın bireysel hayatında yahut ailesinde ve yakın çevresinde Ramazan dışında nafile oruç tutma kültürü hiç yoksa Ramazan orucunu diğer aylarda kaza etmek gerçekten zor olacaktır. Bu doğrudur. Ancak bu zorluğu gidermenin yolu her halükârda Ramazan’ın içinde zoraki olarak oruç tutmak olmasa gerektir. Çünkü oruç tutmamanın tutmaktan daha iyi olacağı, şeriatın bu yönde tavsiyede bulunduğu durumlarda orucu ısrarla tutmaya çalışmak yerine yıl içinde önceden düşünerek ve planlayarak kazaları tutmak daha doğru olacaktır. Ramazan içindeki toplumsal eğilimlerin, aileyle ve yakın arkadaşlarla, akrabalarla birlikte iftar yapmanın şevkli ve zevkli bir yönü olsa da bu durum orucun hakikatte bir “ibadet” olduğunu unutturmamalı, şeriatın verdiği izinler ve tavsiyeler toplumsal eğilimlere feda edilmemeli, başkalarının kınamaları dikkate alınmamalıdır.

 

Allah Teala’dan bizleri, oruçlarımızı ve bütün ibadetlerimizi sadece emredildiği için yapan, hiçbir şeyi bunun önüne geçirmeyen, bununla eşitlemeyen kullarından eylemesini diler ve dileniriz.

 


 

1 ) Vakıdi, Megazi, c. 1, s. 33

2 ) Vakıdi, Megazi, c. 2, s. 802; İbn Kesir, el-Bidaye, c. 3., s. 542
3 ) Buhari, Bedi’ül-vahy, 1; Müslim, İmaret, 155

4 ) Taberani, Mucemu’l Kebir, c. 9, s. 103; İmam Nevevi, Müslim Şerhi, c. 13, s. 55; Aynî, Umdetu’l Kârî (Buhari şerhi), c. 1, s. 28; İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî (Buhari şerhi), c. 1, s. 10