Ramazan'da Niyet ve İhlasın Korunması | Ramazan ve Gelenek | 2. Kısım
Ramazan’da Niyet ve İhlasın Korunması
Oruç dışındaki ibadetlerde insanların dışarıdan gelen etkilerle yüzleşmek durumunda kaldıklarına değinmiştik. Bu durum diğer ibadetleri insanlara bir nebze zorlaştırabilmektedir. Formel olarak sadece yemeyerek ve içmeyerek yapılan bir ibadette (pasif ibadet), özellikle de insanlar orucun genel şartlarına, Efendimiz’in (sas) hadislerinde beyan buyurduğu noktalara dikkat etmiyorsa, oruç ibadeti insanlar için diğer aktif ibadetlere göre bir nebze daha kolay olacaktır.
Yalan söylememek ve yalanla iş yapmayı terk etmek, kötü ve ahlaksız sözler söylememek, kavgaya ve tartışmalara girmemek gibi hususlara riayet edilmiyorsa, oruç sadece aç ve susuz kalarak tutuluyorsa; üstelik bunlar için oruç mazeret yapılıyorsa, oruç ibadeti bu tip insanlar için maddi açıdan diğer aktif ibadetlere göre bir nebze kolay olacaktır.
Ancak asıl dikkat edilmesi gereken şudur ki: Oruç, yukarıda bahsettiğimiz yönüyle pasif ibadet olması açısından kolay bir ibadet olduğu için toplumda yaygın bir zemin bulabilmektedir. Bu nedenle oruç, başkaları için yapılan bir ibadet hâline gelme riskini taşımaktadır.
Kınanma veya dışlanma korkusu, ayrıca sevdikleriyle beraber sahur ve iftar yapma, gösterişli iftar davetleri, gün boyu aç ve susuz kalındığı için iftardan sonra yeme içme işini eğlenceye çevirme durumlarının doğması nedeniyle Ramazan’da ihlası sağlamak da zor olabilir.
Önlemler
Telkin ve Hatırlatma: Bu ve benzeri nedenlerle insanın kendisine Ramazan’ın ve orucun hakikatini, gerçekte ne olduğunu tekrar tekrar hatırlatması gerekir. Özellikle; orucun sadece Allah için olduğu ve mükafatının da diğer ibadetlerin mükafatlarıyla kıyaslanamayacak kadar büyük olduğu, oruçlunun hem iftar vaktine hem Rabbine kavuştuğunda ferahlık bulacağı, onun ağız kokusunun dahi Allah katında misk kokusundan daha güzel olduğu, bu nedenle melekleri ve ruhanileri de cezbettiği, sadece ve sadece hayatına orucu tam yerleştirenlerin buyur edileceği Reyyan kapısından girmeye hak kazanılabileceği, yalan söylemeyi, yalanla amel etmeyi ve iş yapmayı, cahilce hareketleri terk etmeyenlerin aç susuz kalmasına Allah Teala’nın ihtiyacının olmadığı, iman ve ihtisap ile tutulan orucun geçmiş günahları bağışlatacağı, orucun bir kalkan olduğu ve insanın da kendi çevresindeki bu manevi kalkanı delmemesi adına kötü ve çirkin sözler söylemeyip cahilce davranışlarda bulunmaması gerektiği, Ramazan’da tutulan oruçların, kılınan nafilelerin, okunan Kur’an’ların insanda kendini beğenme hissi uyandırmasına karşı dikkatli olunması gerektiği hususları Ramazan boyunca akıllardan hiç çıkarılmamalıdır.
Kendini Kapatmak: Ramazan’da ulaşılabilecek manevi kazanımları zayi etmemek ve ihlasa zarar getirmemek amacıyla mizaç itibariyle bazı insanların gerekirse belli açılardan kendilerini başkalarına kapatmaları, kendi dünyalarında yaşamaları gerekebilir. Bu elbette farz veya sünnet değildir. Ancak en azından Ramazan boyunca bir cins kısmî uzlet veya halvet hâli hem kazanımları koruma hem dış etkilerden kaynaklanabilecek yeni günahlara karşı önlem alma açısından işe yarayabilir. Bu bağlamda çok gerekmedikçe sosyal ortamlara katılmamayı tercih etmek ve benzeri toplumsal soyutlanmalar düşünülüp uygulanabilir. Sosyal medya detoksu da gündeme alınabilecek uygulamalar arasında sayılabilir.
Kınayanın Kınamasından Korkmamak: İhlası temin edecek ve devam ettirecek hususlardan birisi de kınayanın kınamasından korkmamaktır. Buradaki kınanma korkusunun farklı yönleri olabilir.
“Korkmamak” ifadesi, örneğin açıkta yiyip içilince şiddete uğranabilecek ortamlar için geçerli sayılmayabilir. Kişi böyle davranışlarıyla tanınan bir beldeye gider de hastalık, seferilik gibi meşru nedenlerle orucunu tutmazsa böyle yerlerde oruçlu olmadığını gizleyebilir. Bunda bir beis yoktur. Bu, insanın kendini korumasıdır. Ancak böyle bir tehlike olmadığı hâlde sırf insanlardan çekindiği için oruçlu olmadığını gizlemek, yiyip içmemek, acıktığını söyleyememek mahsurlu sayılır. Yahut hastalık, seferilik gibi oruç tutmamanın meşru olduğu hatta bazen tutmamanın gerektiği durumlarda hafif sosyal baskılara da mağlup olarak oruç tutan diğer insanlarla birlikte onlara uyup oruç tutmak da mahsurlu sayılır. İkinci örnekte orucunu kolayca tutabilecek, ilaçlarının zamanını iftara ve sahura göre ayarlayınca sıkıntı yaşamayacak, yolculuk zahmeti de sağlığını olumsuz etkilemeyecek insanların bu durumda oruç tutmalarında tabii ki mahsur yoktur.
Meselenin bir başka yönü de “tik atma motivasyonu” veya periyodik alışkanlıkları devam ettirmeden rahat edememe hisleriyle ilgilidir. Şeriatın açıkça izin verdiği, hatta oruç tutmamayı tavsiye ettiği bazı şartlar vardır. Örneğin sağlık problemleri yaşayan ve oruç tutarsa sağlığı daha kötüye gidecek insanların oruç tutmamaları önerilir. Bu sadece tıbbi değil aynı zamanda dini bir öneridir. Bazen de insanlar hayatlarını periyodik olarak yaşamayı çok severler. Bu nedenle meşru nedenlerle oruçlarını tutamadıklarında içlerinde bir eksiklik duyarlar. Ancak bu eksiklik bir ibadeti yerine getirememekten çok periyodik bir alışkanlığı aksatma nedeniyle duyulan bir eksikliktir. Takva düşüncesiyle bir farzı kaçırmamak düşüncesi yerine işlerinin derli toplu olması ve eksiklik kalmaması düşüncesiyle meşru nedenler bulunduğu hâlde oruç tutuluyorsa bu da mahsurlu sayılmalıdır.
Bu gibi durumlarda bir insan “Ben niye aç kalıyorum? Şu andaki açlığımın ve susuzluğumun nedeni nedir?” sorularını kendine sormalı, cevapları üzerine düşünmeli ve ona göre pozisyon almalıdır. Sadece Allah emrettiği için oruç tutmanın önemi yanında Allah Teala’nın açıkça izin verdiği ve Efendimiz’in (sas) de tutmamayı tavsiye ettiği durumlarda oruç tutmamanın da Allah’ın emrine itaat etmek olduğunu hatırlamakta fayda vardır.
Bazen Takva Oruç Tutmamaktadır!
Bedir Savaşı İslam tarihinin en önemli savaşlarındandır. Bedir Savaşı'na katılanlar en faziletli müminler arasında sayılmıştır. Bu savaş Hicretin 2. yılının Ramazan ayında yapılmıştır. Medine’den çıkış, Bedir bölgesine ulaşma ve savaştan sonra Medine’ye dönüş süreci tamamen Ramazan ayı içindedir. Oruç ibadeti de bu aydan önceki Şaban ayında farz kılınmıştır. Dolayısıyla Efendimiz (sas) ve sahabiler ilk farz oruçlarını Bedir sürecinde tutmuşlardır. Medine’den çıkıldıktan sonraki bir iki gün oruçlu geçirilmiştir. Ancak akabinde Efendimiz (sas) müminlere oruçlarını açmalarını emretmiş, bazıları oruçlarını açmayınca “Ey söz dinlemeyen topluluk! Oruçlarınızı açınız! Ben orucumu açtım, sizler de açın!”1 buyurmuştur. Bunun üzerine herkes orucunu açmıştır.
Hicretin 8. senesinde Ramazan ayının onuncu gününde Efendimiz (sas) Medine’den Mekke’ye doğru yola çıkar. Süreç Mekke’nin fethi sürecidir. Hareket emrinden önce “Orucunu tutmak isteyenler tutsun, açmak isteyenler açsın.” şeklinde bir çeşit ilan yaptırılır. Efendimiz (sas) ise orucunu açmayıp tutmayı tercih etmiştir. Müminler de tutmuşlardır. Mekke’ye yakın bir bölgeye gelinince Efendimiz (sas) orucunu açar. Bir noktaya gelince sefer boyunca oruçlarını tutan müminler artık bunalmıştır. Efendimiz’e (sas) “Oruç insanları bunalttı. İnsanlar senin ne yapacağını bekliyorlar.” denilince Efendimiz su ister, su getirilince de onu içer ve orucunu açar. Bu davranışı da insanların önünde gerçekleştirmiştir. Böylece bu davranış, “Siz de orucunuzu açın.” mesajı hâline gelmiştir. Buna rağmen bazılarının oruçlarına devam ettiği söylenince Efendimiz (sas) “Onlar söz dinlemeyenlerdir.” buyurur. Gerekçe olarak da “Siz yarın düşmanlarınızla karşılaşacaksınız.” der.2
Bizlere genellikle Ramazan’da oruçları hep tutmak, ne olursa olsun dayanmak, sabretmek anlatılır. Meselenin diğer kısmı ise pek anlatılmaz. Ancak meselenin bu yönü niyet ve ihlasla ilgili olduğu, niyetteki bir arızanın da ihlasa zarar verme ihtimalinin olduğu, bu nedenle oruç sevabının kazanılmama veya heba edilme riski bulunduğu için konunun bu yönü de önemsenmeli ve bilinmelidir. Çünkü hadislerden de göreceğimiz üzere bazı durumlarda orucu tutmak yerine tutmamak tavsiye edilmiştir (Bu durumun savaş şartlarına özgü olup olmaması ayrı bir tartışma konusudur).
1 ) Vakıdi, Megazi, c. 1, s. 33
2 ) Vakıdi, Megazi, c. 2, s. 802; İbn Kesir, el-Bidaye, c. 3., s. 542