9 dk.
16 Ağustos 2024
Allah'ın Azabı Rahmetiyle Bağdaşır mı? | 1. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Allah'ın Azabı Rahmetiyle Bağdaşır mı? | 1. Kısım

Soru: Kur'an'daki; 

Ne var ki insanların çoğu iman etmezler.”

İblis onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı.”

Yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırır.” gibi ayetlere bakılırsa insanların çoğunun doğru yolda olmadığı yorumu yapılabilir. Doğru yolda olmayan her kuluna Allah elim bir azapla azap edecek midir? Eğer öyleyse “Allah dileseydi hepsine hidayet ederdi.” ayetindeki irade beyanından hareketle kullarının çoğunluğuna azap etmeyi Kendisi diliyor gibi bir mana çıkmaz mı? “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır. Onu iman edenlere lütfedeceğim.” ayetinde her şeyi kuşattığı söylenen rahmet sadece küçük bir azınlığa mı hitap edecektir? Kıyamet günü Hazreti Adem'e oğullarından 1000'inden 999'unu cehennem için ayır denileceği konusundaki rivayet sahih midir? Tüm bunlar Allah'ın kullarını sevmesi ve esirgemesi ile nasıl açıklanabilir?

 

Cevap: Soruda geçen ayetler farklı bağlamlarda zikredilmiştir. Farklı şeylerden bahseden ayetler bir araya getirilip aynı konudan bahsediyormuş gibi ele alınınca yanlış bir sonuca ulaşılmış ve bazı çelişkiler ortaya çıkmış gibi görünmektedir.

 

Bu durumda meseleyi baştan ele alalım ve adım adım ilerleyelim:

 

Birincisi: Öğrencilerini tanıyan ve işinde tecrübeli bir öğretmen bir sınavda öğrencilerine sınavdan sorumlu oldukları yerleri baştan söylese, konular da gayet kolay olsa, buna rağmen pek çok öğrencinin o sınavdan geçemeyeceğini bilebilir, önceden tahmin edebilir. Konular da sorular da aslında gayet kolaydır. Buna rağmen tembellik eden, çalışmayı son güne bırakan, ders çalışmaktan sıkılıp vaktini eğlenceye ayıran öğrenciler çoğunluktaysa onlar sınavda zorlanacaklardır. Böylesi bir durumda öğretmenin “Bu sınıfın büyük bölümü sınavı geçemez.” demesi öğrencilerini tehdit ettiğini değil onları tanıdığını ve bir durum tespiti yaptığını gösterir.

 

Benzer şekilde, şu dünya imtihanında da insanların bu imtihanı başarıyla geçebilmeleri için onlara gerekli potansiyeller baştan bahşedilmiştir. O potansiyelleri kullananlar bu imtihanı geçeceklerdir. Çünkü insanların tamamına cenneti kazanabilecekleri, hakikati anlayabilecekleri, iyi (salih) insanlar olabilecekleri potansiyel verilmiştir. Diğer taraftan yine insanların az bir kısmının bu potansiyeli gerçekten değerlendireceği de bilinmektedir. İnsanların çoğu kendilerine verilen potansiyeli değerlendirmeyecek, iman etmeyecek, hakikati anlamayacak veya anlamaya gayret etmeyecek, iyi insan olmak için çabalamayacak, ahlakını güzelleştirmek için çaba göstermeyecek, dersini çalışmayacaktır. Halbuki imtihan her insana kolaylaştırılmıştır. İbadetlerde aşırılıktan sakındırılmak bunun bir örneği sayılabilir. Bir diğer örneği de facir bir kadının bir köpeğe merhamet ve şefkatle su vermesi nedeniyle onun hayatında hidayet yollarının açılması, hidayetin ona kolaylaştırılmasıdır.1 Örnekler çoğaltılabilir. Sonuç olarak demek ki Allah Teala kulları için zorluk değil kolaylık istemektedir.2 Hatta denilebilir ki daha baştan şartları kötü olan, hidayet için uygun görünmeyen insanlara da ekstra kolaylıklar sağlanmaktadır. Çünkü görüyoruz ki şartlar itibariyle tek başına bir köpeğe su vermek davranışıyla hidayete ulaşmak arasında keskin bir sebep sonuç ilişkisi yoktur. Ancak Allah Teala’nın lütfu, rahmeti, merhameti ve engin şefkati o hidayet yollarını o kişiye kolaylaştırmaktadır.

 

İnsanların genelinde kendilerinde mevcut olan hidayet potansiyelini ciddiye almamak, o potansiyeli hayata geçirmek için gayret göstermemek gibi bir durum söz konusudur. Bu durumu başka olaylarda da görmemiz mümkündür. Örneğin sürücülerin çoğu emniyet kemeri takmanın ne kadar hayati bir mesele olduğunu yahut nikotin bağımlıları sigara içmenin zararlarını çok iyi bilirler. Ancak insanların çoğu emniyet kemeri takmamakta ve kötü alışkanlıklara devam etmekte ısrarcı olabilmektedirler.

 

İkincisi: Diğer taraftan insanların içinde doğruyu, hidayeti tercih edecek olanlar da bulunacaktır. Bu insanların da hatırlatmalara ihtiyaçları vardır. Taşrada yaşayan bir anne baba çocuklarını büyük bir şehre üniversiteye gönderirken onlara derslerine odaklanmalarını, paralarını boş yere harcamamalarını, arkadaşlarını dikkatli seçmelerini hatırlatır ve tavsiye eder. Kötü ortamlara girmemelerini salık verir. Siyasi akımlara kapılmamaları için ihtarda bulunur. Ancak bu öğrencilerin önemli bir kısmı o ikazlara uymayacak, az veya çok tavsiyelerin dışına çıkacaktır. Benzer şekilde dünya imtihanına gönderilen insanlara da soruda geçen ayetlerde olduğu gibi bazı hatırlatmaların yapılması faydalı ve önemlidir. Kur’an bu nedenle farklı yerlerde bu hatırlatmaları yapmıştır.

 

Üçüncüsü: Ayetler dinin teorik alanına özel kılınınca, onların realiteyi hatta günlük hayat içindeki realiteleri de ifade eden yönleri dikkate alınmayınca hataya düşebilmekteyiz. Örneğin yeni ve farklı bir cep telefonu icat eden bir firma bu telefonu teknoloji meraklılarının mutlaka alacağını bilir. Bazı teknolojiye kapalı, yenilikten korkan insanların ise ne yapılırsa yapılsın asla almayacağını da bilir. Ancak üçüncü grup insanlar vardır ki bunlar başlangıçta almak istemezler fakat kendilerine bu yeni icadın faydaları, avantajları anlatılınca alırlar.

 

Büyük bir deprem musibetinde insanların bir kısmı kendiliğinden harekete geçecek, yardım etme yollarını arayacak ve kendi imkanları ölçüsünde ellerinden geleni yapacaklardır. Bir kısmı ise ancak kendilerine durum anlatıldığında, bazı hususlar hatırlatıldığında yardım edeceklerdir. Bir kısmı ise hiçbir şey olmamış gibi ne kadar anlatılırsa anlatılsın kendi hayatlarına devam edeceklerdir.

 

Benzer şekilde Cenab-ı Allah'ın kitabını ciddiye alacak, öğüt dinleyecek insanlar vardır. Bazıları da anlatılanları anlamayacaklar, reddedecekler, ne yapılırsa yapılsın iman etmeyeceklerdir. Ancak bu ikinci kısım için yine de anlatmaktan, ikna etmeye çalışılmaktan vazgeçilmemiştir. 

 

Dolayısıyla “Ne var ki insanların çoğu iman etmezler.” “İblis onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı.” “Onlar sağır, dilsiz ve kördür. Bu nedenle (Hakka) dönmezler.”3 gibi ayetleri bu bağlamda okumak daha iyi anlamamıza vesile olacaktır.

 

Dördüncüsü: Allah Teala’nın bir şeyi dilemesi ve irade buyurması bu dünyadaki herhangi bir sultanın, kralın, başkanın dilemesi gibi değildir. “Dileme” kavramını bu şekilde anlayan müminler hata içindedirler. 

 

Yüce Allah bu dünyada (tabiri caizse) aktif bir oyuncu veya aktif bir özne değildir. Bu tabiri biraz açalım: Allah Teala elbette her şeyin failidir, yaratıcısıdır. Ancak O’nun bizimle ilişkisi daha çok bir yazar veya yönetmen gibi düşünülmelidir. Tabii bu tabir de eksiktir çünkü O’nu tam anlamıyla vasfetmek insan anlayışının ve dil/ifade kabiliyetlerinin ötesindedir. Ancak konumuz itibariyle verebileceğimiz örnek budur. 

 

Bu durumda “Allah dileseydi hepsine hidayet ederdi.”4 ve benzeri ayetleri “Ben zenginim, istesem cebimdeki paranın hepsini veririm ama sırf gıcıklık olsun diye vermeyeceğim.” gibi anlamak doğru değildir.

 

Bu ve benzeri ayetlerdeki kasıt şudur: “Ben insanları baştan otomatik olarak iyiyi, doğruyu ve güzeli seçecek olan melekler gibi bir tür olarak yaratmadım. Ben insanları yaratmakla iyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı anlayabilecek, kendisi iradi olarak bunlardan birini seçebilecek bir canlı yarattım. Yarattığım sistem melekler aleminin sistemi gibi değildir.”

 

Diğer yandan iman etmekteki asıl mesele “Tamam iman ettim, kabul ettim.” deyip geçmek değildir. İman, zihinsel bir onay veya kalbî bir tasdikten, bu onayı bir kere gerçekleştirip bitirmekten ve bu onayın ömür boyu sürüp gideceğini zannetmekten ibaret değildir. Buradaki asıl mesele hem toplumsal hem bireysel/kişisel manada insanın bir yandan iyiyi bir yandan kötüyü isteyen taraflarının olması, o taraflarıyla savaşması, mücadele etmesi, kendi içinde güzel ahlak çiçeklerini yeşertebilmesidir. Asıl imtihan bu mücadeledir. Müspet olanın tercih edilip inşa edilmesi, karşımıza çıkacak engellere rağmen bu mücadelenin verilmesidir.

 

İnsanın karşısına hayatının her aşamasında doğrular ve yanlışlar, iyilikler ve kötülükler bir arada çıkacak, insan da fıtratının bir yönüyle iyiyi bir yönüyle kötüyü isteyecek, arada bir çatışma yaşayacak ve iradesini kullanarak iyi, doğru ve güzel olanı tercih edecektir. Ondan istenen budur. Dolayısıyla söz konusu ayetler bir konuda otomatikman iyiyi ve doğruyu tercih eden varlıklar olmadığımızı ifade etmektedir. Yani insanın durumuyla ilgili bir kanunu açıklamaktadır. Elbette Allah dileseydi bu kanunu melekler için koyduğu kanunlar gibi de koyabilirdi ama öyle dilememiştir.

 

Beşincisi: Bir önceki maddenin yani asıl meselenin iman edip etmemeyle ilgili “kanun” meselesi olduğuna farklı bir yönden devam edelim.

 

Bir padişahın muradı onun tebaası için kanun gibidir. Allah Teala’nın dileği de bu dünya için var olan kanunları ifade eder. Dolayısıyla “Allah dileseydi hepsine hidayet ederdi.” gibi ayetler “Allah dileseydi herkesi Müslüman yapar ve cennetine koyardı.” anlamına gelmez. Öyle olsaydı bu dünya başka bir dünya olurdu veya melekler alemine benzerdi. Olumsuz hiçbir şeyin olmadığı, kimsenin hastalanmadığı, fakirleşmediği, hiç günah işlenmediği, kimsenin kimseye haksızlık yapmadığı, herkesin her davranışının mükemmel olduğu bir dünya olurdu. Fakat bu hayat öyle bir hayat değildir.

 

Bu nedenle “Allah dilese herkesi mümin yapardı.” ayetini bu şekilde anlamak yanlıştır. Bu yanlışlık aynen şu ayette belirtilen yanlışlığa benzer: “Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarfediniz, denildiğinde, kâfirler müminlere dediler ki: Allah'ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız?”5

 

Bu ayette kafirlerin “Allah isteseydi fakirlerin hepsini doyururdu, onları biz mi doyuracağız?” yaklaşımı kınanmaktadır. Bu yanlış bir yaklaşımdır çünkü daha önce değindiğimiz gibi Allah Teala bu alemde aktif bir oyuncu değildir. O’nun aktif bir oyuncu olmaması olaylara hiç müdahale etmediği anlamına gelmez. Kanunları koyup aradan çekildiği, insanları kendi hâllerine bıraktığı anlamına da gelmez. Ancak burada asıl mesele ortada Allah Teala’nın vazettiği kanunların ve “imtihan” olgusunun varlığıdır. Yani burada mesele Allah Teala’nın fakirleri doyurması veya kafirlere hidayet etmesi değildir. Dolayısıyla fakir, aç veya muhtaç bir insan gördüğümüzde “Allah bunun fakir olmasını dilemiş.” deyip de görmemezlikten gelemeyiz. İmkânımız ölçüsünde yardım etmemiz gerekir. Burada mesele bizim iyilik yapacak kadar ahlaklı olup olmadığımız, ne kadar paylaşabildiğimiz veya ne kadar bencil olduğumuzla ilgilidir. Fakir kimse için ise ne kadar sabredip etmeyeceğiyle ilgilidir. 

 

Hakikati görüp bildiği veya tanıdığı hâlde iman etmeyenler için onlara bakıp “Allah dileseydi bu adamı mümin yapardı.” deyip geçmek veya öyle düşünmek doğru değildir.

 

Bir sonraki yazıda Ademoğullarının 1000'de 999’unun cehennemlik olup olmadığıyla ilgili hadis-i şerifle devam edeceğiz.

 


 

1 Müslim, Tevbe, 155

2 Bakara, 185

3 Bakara, 18

4 Ra’d, 31; Secde, 13

5 Yasin, 47