


Adn Cenneti Aslında Aden Bahçesi midir? | 2. Kısım
Benzetmeler Hakkında
Aden Bahçesi’nin Adn Cenneti’ne yahut dünyadaki herhangi bir bahçenin cennete benzetilerek “Cennet” olarak adlandırılması, insan düşüncesinde yaygın bir benzetme biçimidir. Bu tür isimlendirmeler, fiziksel ya da manevi benzerliklerden hareketle yapılan sembolik anlatımlardır.
Nitekim Bediüzzaman Said Nursî de Barla’daki ilk talebelerinden biri olan Süleyman Kervancı'ya (Sıddık Süleyman) ait bahçeye “Cennet Bahçesi” adını vermiştir. Bediüzzaman bu mekâna zaman zaman ibadet ve tefekkür maksadıyla gitmiş, burada abdest almıştır. Ayrıca Risale-i Nur Külliyatı içinde yer alan ve cennet kavramını ele alan “Cennet Bahsi” risalesinin de bu bahçede yazılmıştır. Bu bağlamda söz konusu bahçeye “Cennet Bahçesi” isminin verilmiştir ve orası günümüzde de bu adla anılmaya devam etmektedir.
Benzetme, insan zihninin kavramları anlamlandırma ve soyut düşünceyi somut bir çerçevede ifade etme eğiliminden kaynaklanan doğal bir olgudur. Kur'ân-ı Kerîm de bu tür benzetmeleri içermekte ve iman edenlere vaat edilen cennet nimetlerini dünyadaki benzerleri üzerinden anlatmaktadır:
"İman edip salih ameller işleyenlere, kendileri için; içinden ırmaklar akan cennetler olduğunu müjdele. Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her rızık verilişinde, 'Bu (tıpkı) daha önce (dünyada iken) bize verilen rızık!' diyecekler. Hâlbuki bu rızık onlara (dünyadakine) benzer olarak verilmiştir." (Bakara, 2:25)
Bu ayet ilahî vaatlerin anlaşılması noktasında benzetmenin önemli bir rol oynadığını ve cennet tasvirlerinin insanoğlunun aşina olduğu dünya nimetleriyle kıyaslanarak sunulduğunu göstermektedir.
Kavramların Anlam Genişliği ve Dilbilimsel Süreçler
Cennet kelimesi, Arapçada temel olarak “bahçe” anlamına gelmektedir. Nitekim Kehf Suresi’nin 32. ayetinde iki kişiye verilen bahçelerden bahsedilirken de aynı kelime kullanılmıştır. Cennet kelimesinin hem dünyevi bir bahçeyi hem de ahirette müminlere vaat edilen ebedî nimetleri ifade etmesi, dilbilimsel açıdan olağan bir durumdur. Bir kelimenin bağlamına göre farklı anlamlar taşıması dillerde sıkça rastlanan bir olgudur. Örneğin İngilizcede heaven kelimesi hem “gökyüzü” hem de “cennet” anlamına gelmektedir. Cennet anlamı kelimenin semavi (gökle ilgili) kökünden türemiştir. Benzer şekilde Türkçede de “semavi dinler” ifadesi, ay veya gökyüzüyle ilgili bir anlam taşımamakta; doğrudan ilahî kaynaklı dinleri ifade etmektedir. Farklı bir örnek olarak Âdem isminde bir akrabamız olabilir ama birisi Âdemoğlu deyince o akrabamızın oğlundan değil de “insan” türünden bahsedildiğini anlarız.
Dillerde bir kelimenin farklı anlamlara gelebilmesi yaygın bir durumdur. Örneğin lahmacun kelimesindeki lahm Arapçada “et”, İbranice’de ise “ekmek” anlamına gelir. Bu durum kelimenin farklı toplumlarda farklı besin maddelerini ifade etmek üzere kullanılmış olabileceğini gösterir. Göçebe toplumlar için temel gıda maddesi et iken yerleşik toplumlar için ekmek öne çıkmış ve bu da kelimenin manasının farklı toplumlarda farklı şekillenmesine katkı sağlamış olabilir.
Dillerde soyut kavramlar genellikle somut kavramlardan türemektedir. Örneğin “meşrutiyet” kelimesi Arapça şart kökünden türetilmiş olup, zamanla hem padişahın hem de meclisin bulunduğu yönetim biçimini ifade eden bir kavrama dönüşmüştür. Çocuk gelişimi açısından da soyut kavramların anlaşılması, somut kavramlar üzerinden sağlanmaktadır. Benzer şekilde ilkel toplumlarda da soyut kavramlar genellikle somut unsurlar üzerinden anlatılmış veya somutlaştırılarak ifade edilmiştir.
Kavramların Diller Arasındaki Yolculuğu
Bir kavramın bir dilden diğerine geçmesi, o kavramın tamamen o kültürden alındığını göstermez. Örneğin kültür kelimesi köken itibarıyla Latince olmakla birlikte, Türkçeye Fransızcadan geçmiştir. Ancak bu durum Türklerin daha önce bir kültüre sahip olmadığı anlamına gelmez. Aynı şekilde Arapçadaki soyut kavramlardan bazılarının başka dillerden alınmış olması, o kavramların doğrudan o kültürden türediğini ispatlamaz. Diller arasındaki etkileşim, tarih boyunca doğal bir süreç olmuştur ve bu durum bilimsel olarak da kabul edilen bir gerçektir. Bu gibi etimolojik verileri yanlış yorumlayarak mutlak çıkarımlarda bulunmak, bilimsel bir yaklaşımdan uzak bir tutum olacaktır.
Bu bağlamda kurban kelimesi etimolojik olarak Süryanice kökenli olup, Arapçada karebe (yakınlaşmak) kökünden türemiştir. Ancak bu durum Arapların kurban ibadetini Süryanilerden aldığı anlamına gelmez. İbadet biçimleri ve kavramlar tarihsel süreçte kültürler arasında benzerlikler taşıyabilir ancak bu benzerlikler doğrudan bir aktarım olduğu anlamına gelmez. Kavramlar bazen aynen korunurken, yalnızca o dönemde baskın olan kültürün dilinde isimlendirilmiş olabilirler.
Firdevs kelimesi, Kehf Suresi’nin 107. ayetinde “cennâtü’l-firdevs” şeklinde geçmektedir. Bu kelime İngilizceye paradise olarak aktarılmış olup, her iki kelimenin de Orta Farsça'da “bahçe” anlamına gelen pardez kelimesinden türediği bilinmektedir. Ancak bu durum ne Arapların (Müslümanların) ne de Batılıların (Hristiyanların) bu kelimeyi Perslerden ödünç alarak cennet inancını benimsediği anlamına gelir. Bir kelimenin belirli bir dilden gelmesi, o kavramın o kültüre ait olduğu anlamına gelmez.
Tarih boyunca kavramlar, insanlara onların bildiği dilde ve anlayabileceği şekilde aktarılmıştır. Bu süreç geçmişte olduğu gibi günümüzde de bu şekilde yaşanmaktadır ve gelecekte de böyle olacaktır.
Adn Cenneti & Aden Bahçesi
Yukarıda bahsettiğimiz sebeple Adn Cenneti ile Tevrat’ta geçen Aden kelimesi, köken açısından benzer olabilir. Ancak bu aynı içeriğe sahip olduklarını ve aynı manaya taşıdıklarını göstermez.
Aden kelimesi, İbranice’de Eden olarak telaffuz edilir ve “bolluk” ile “neşe” anlamlarına gelir. Tevrat’ta Aden’in Tanrı’nın bahçesi olduğu, dört nehrin aktığı, içinde güzel ağaçlar ve bereketli meyveler bulunduğu anlatılır. Ayrıca Eden bazı metinlerde şahıs, topluluk veya mekân adı olarak da kullanılmıştır.
Kelimenin kökenine dair farklı teoriler bulunmaktadır. Bazı araştırmacılar Aden kelimesinin Sümerce’de “çöl, ova, bozkır” anlamına gelen Edin kelimesinden veya Babilce’de “alüvyonlu ova” anlamındaki Edennu kelimesinden türediğini öne sürmüştür. Sümer metinlerinde Edin, Fırat ve Dicle arasındaki bölgeyi tanımlamak için kullanılmıştır. Hatta bazı Sümer mitlerinde, ilk insanların bu bölgede yaşadığı da anlatılır.2
Ancak bu benzerlikler ses yakınlığına dayalıdır. Adn veya Aden/Eden kelimesinin ve taşıdığı anlamların Yahudiler tarafından Sümerlerden birebir kopyalandığını iddia etmek için daha kapsamlı ve somut kanıtlara ihtiyaç vardır. Diller arasındaki kelime alışverişi doğal bir süreçtir ancak bir kelimenin kökeni, o kelimenin ifade ettiği kavramın tamamen başka bir kültürden alındığını göstermez.
Müslümanlar Kur’an veya hadislerde geçen bazı kavramların diğer kutsal kitaplarda da bulunmasından rahatsızlık duymazlar ve duymamalıdırlar. Çünkü bizler aynı hakikatin Hz. Musa (as) dâhil birçok peygambere indirildiğine iman ederiz. Bu sebeple aynı vahyin farklı dillerde benzer kelimelerle ifade edilmesi son derece doğaldır.
Zamanla bazı kelimeler değişebilir veya farklı şekillerde kullanılabilir. Örneğin Türkiye’deki Müslümanlar Arapça indirilmiş bir kitaba iman ettikleri hâlde, “salât” ve “vudu” kelimelerini Farsça kökenli “namaz” ve “abdest” olarak ifade ederler. Aynı şekilde bazı bölümlerinin tahrif olduğuna inansak da Tevrat ve İncil’de Kur’an’daki kavramların benzer kelimelerle yer alması mümkündür. Kaldı ki bunun bir Yahudi veya Hristiyan tarafından dile getirilmesi anlaşılır bir durumdur. Ancak inanmayan bir kişinin bu mesele hakkında konuşması, ne kendi açısından ne de bizim açımızdan bir anlam ifade eder.
Dil Değişimleri ve Metinlerdeki Yorum Farklılıkları
Sorunun ikinci kısmında şöyle söyleniliyordu: Tevrat'ta Tanrı'nın insanı kendi suretinde, yani kendisine benzer bir biçimde yarattığı ve ona tüm varlıklar üzerinde hâkimiyet verdiği ifade edilmektedir. Arkadaşımın yorumuna göre, Âdem'in yasak meyveyi yemesi gerçeği bilme yetisini kazanmasına, bunun sonucunda ise çıplaklığından utanmasına yol açmıştır. Bu olayın ardından, Tanrı insanın ölümsüzlük yetisini elinden almıştır. Sonuç olarak, "Cennet" denilen kavramın aslında fiziksel bir yer olan Aden bölgesi olduğunu ve zamanla bu kavramın soyut bir anlama büründüğünü iddia ediyor.
Bu iddiaları ele alacak olursak Tevrat’ta, “Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrı'nın suretinde yarattı.” (So God created mankind in his own image) ifadesi geçmektedir.3 Tevrat'ın tahrif olduğuna inandığımız için bu metnin Cenab-ı Allah'tan gelen asıl hâline ulaşabilmemiz mümkün değildir. Bu nedenle kesin bir değerlendirme yapmak zordur. İslam kaynaklarına bakacak olursak Kur’ân-ı Kerîm’de böyle bir ayet bulunmaz ancak Buhârî ve Müslim’de geçen bir hadis-i şerifte dilimize benzer şekilde çevrilmiş bir ifade yer alır: “Allah Âdem’i kendi suretinde yarattı.”4
Hadisin Arapça aslı incelendiğindeyse, “sûretihî” (kendi sureti) zamirinin Âdem’e (insana) ait olduğu görülür. Bu bağlamda, doğru çeviri şu şekilde olmalıdır: “Allah Âdem’i, Âdem’in kendi suretinde yarattı.” Bu, anlam açısından Tevrat’taki ifadeden farklı bir yorumu ortaya koymaktadır.
Benzer şekilde Âdem’in elmayı yemesi meselesi de dilsel bir değişimden kaynaklanmaktadır. Kur’an’da bu olay sadece şecere (ağaç) kelimesiyle geçer ve çoğu mealde “ağacın meyvesi” ifadesi kullanılır. Eski İngilizce’de apple kelimesi genel olarak “meyve” anlamında kullanılmıştır. Örneğin muz için apple of paradise, hurma için finger apple, ananas için pineapple ifadeleri kullanılmıştır. Eski Ahid’de geçen “elma” ifadesinin de bu geniş anlam çerçevesinde şekillenmiş olması muhtemeldir.
Hasılı meseleleri dengeli ve bilimsel bir yöntemle incelediğimizde, her şeyin anlaşılır olduğunu görebiliriz. Ancak bu noktada disiplinli bir araştırma yöntemi benimsemeli ve aceleci yargılardan kaçınmalıyız.
Allah Teâlâ’nın bizlere bildirdiği hakikatleri hakkıyla anlamamızı nasip etmesini diler ve dileniriz.
1 Bakara, 25
2 TDV İslam Ansiklopedisi ADN maddesi
3 Yaratılış 1: 27-28
4 Buhari, İstizan, 1; Müslim, Bir, 115