9 dk.
17 Kasım 2022
Ahirete yönelik borçların ödenmesi için bir metot: Helalleşme | 2.Kısım-gorsel
Youtube Banner

Ahirete yönelik borçların ödenmesi için bir metot: Helalleşme | 2.Kısım

Başkalarının Defterleri & Kendi Defterlerimiz

 

Kültürümüz açısından helalleşme kavramının kültüre mâl olması güzeldir. Ancak sadece sözlü bir ifadeye indirgenmek suretiyle harcanmış olduğu için kötüdür. Bu çerçevede hepimiz kültürel olarak helalleşmenin önemine dair öğütlerle büyümüşüzdür. Burada iki adım önemlidir:

 

Birincisi: Haksızlığa uğradığını düşünen insanda haksızlık yapanlara karşı kin, nefret veya cezalandırma düşüncesi olması, kişinin kalbine böyle bir duygu yerleşmesi mümkündür. Böyle bir insanın “Benim hakkımı yediler, onlara göstereceğim.” duygusunu devam ettirmesi en çok kendisine zarar verecektir. Çünkü kin, nefret, intikam duyguları gibi pis şeylerle güzel şeyler bir arada barınamaz. Dolayısıyla insanın kalbinde bu duygularla birlikte salih ve hayırlı hisler de bir arada bulunamayacaktır. Zihni bunlarla fazlaca meşgul etmek gereksizdir. Her halükarda Allah Teala dünyada ve ahirette adaleti sağlayacaktır. Bu yönüyle “Hakkınızı helal edin, önemsemeyin, unutun.” şeklinde öğütler verilebilir. Bu tavsiye bu manasıyla doğru ve güzeldir. Ama burada bile karşımızdakine iyilik yapmaktan çok kendimizi bir zarardan kurtarma çabası vardır. Böyle hislerin bize zarar vermemesi adına “Hakkımı helal ediyorum.” demek pek geçerli sayılmayabilir. Hatta etkili bir vaaz dinlenildiğinde, o etkiyle “Helal ediyorum.” demek de geçerli olmayabilir. Ahiretin dehşeti hakikaten muhteşem bir dehşettir. O ortamda kimsenin kimseye hakkını helal edebileceği pek düşünülemez.

 

İkincisi: Ortalama insan bencildir. Kendine yapılan haksızlıkların hesabını defterini hep tutar. Kendisine karşı yapılan haksızlıkları, zulümleri, gıybetleri, kalp kırmaları, hatta kabalıkları unutmaz. Bu manada sürekli içsel olarak hesap kitap yapar. Bu bilgilerle zihnini ve kalbini doldurur. Bu da terakkiye ciddi şekilde engel bir durumdur. Çünkü insanın asıl tutması gereken defter kendi amel defteridir. Zira başkalarının onun kalbini kırması, ona zulmetmesi, haksızlık etmesi öncelikle haksızlık edenin, kalp kıranın, zulmedenin kendi problemidir. Bunun karşısında haksızlığa uğrayan insan aslında gerçek bir zarar görmemektedir. Çünkü o hak her halükarda tahsil veya tanzim edilecektir. 

 

Öbür yandan ise bu insanın kendi kalp kırmaları, sorumsuzlukları, vazifelerini yerine getirmemeleri, annesine, babasına, eşine, çocuklarına karşı görevlerini yapmamaları, gıybetleri, zulümleri, tutmadığı sözleri, hak ihlalleri, kişinin asıl hesabını tutması gereken şeylerdir.

 

İnsanın dünyada zamanı kısıtlı, zihni ve kalbi de sınırlı olduğu için başkalarının kendisine yaptığı haksızlıkların hesabını tutmaktan kendi yaptığı haksızlıkların hesabını tutmaya vakti ve enerjisi kalmayabilir. Böylece kendi yaptığı haksızlıkları azaltmaya da çalışmaz. Bunun sonucunda da dünya hayatında rastgele yaşamış birisi olarak ölür gider. 

 

Hatta çoğu insan kendisine yapılan haksızlıklar ve zulümler üzerine kişisel bir hikaye, negatif bir menkıbe kurgular ve onun üzerine yaşar. “Kimse beni anlamadı, dinlemedi.” duygularıyla kendisini tamamen felç etmiş olur. Hakikati dinleyemeyecek hâle gelir. Kendisine hak ve hakikat namına bir şey söylenmeye çalışıldığında “Siz benim neler yaşadığımı nereden bileceksiniz!” şeklinde reaksiyonlar gösterir. İnsanlarda bu duyguyu besleyecek pek çok roman, şarkı, türkü ve şiirin olması da bunu gösterir.

 

Herhangi anlamlı bir şey yapmak ve anlamlı yaşamak isteyen bir insanın bu moddan tamamen kurtulması gerekir.

 

Kendisine acıyana semadan hakiki rahmet gelmez denilebilir. Direkt bu manada bir nas, bir söz yoktur ama başkalarının yapıp ettikleri ve başına gelenler yüzünden insanın kendine acıyıp durması, yaşadığı ıstırapları efsanevi biçimde hissedip anlatması, bunun zamanla kişiye negatif bir haz vermesi nedeniyle bir çeşit sarhoş olan birisinin manevi olarak terakki edebilme şansı çok azdır. Böyle bir insanın dünyada hayırlı bir şey yapma şansı da yok denecek kadar azdır. Ancak zulmünü veya fücurunu bu duygulara bina edecek şekilde bir şeyler yapabilir. “Yahudiler bana küçükken şöyle davrandı.” dedikten sonra gücü ele geçirince kitlesel bir Yahudi ve insanlık katili olabilir. Küçükken okulda arkadaşlarının kendisine çirkin deyip durmasına içerleyen, bu takıntısını yıllarca devam ettiren, anne babasından da destek göremeyen bir kız çocuğu “Ben de büyüdüm ünlü bir manken oldum.” diyebilir. Yaşadığı ıstırapları kristalize ederek herkes bir şeyler yapabilir ancak bu yapılan şeylerin salih bir amel olması pek mümkün değildir. Sonuçta da ortaya kendi yaptıklarını her zaman savunan, hiçbir yanlışını kabul etmeyen, dolayısıyla kendini düzeltmeye ve değiştirmeye çalışmayan, hatta buna ihtiyaç da duymayan bir insan çıkar.

 

Dolayısıyla bizlere, başkalarının bize yapıp ettiklerini tuttuğumuz bir defter lazım değildir. Bu yönüyle “Unutun geçin.” manasında “Helal edin geçin.” denilmesi faydalıdır ve hatta gereklidir.

 

Peki hem başkalarının bize yaptıklarının defteri hem de bizim başkalarına yaptıklarımızın defteri aynı anda tutulamaz mı? 

 

Dengeli bir biçimde yapılabilirse bundan bir zarar çıkmaz. Ancak legal olarak bize hak tanınan bazı durumlar haricinde genellikle kişisel hakları kendimiz tahsil etmeye kalkışınca çoğunlukla daha fazla zulmederiz.

 

Örneğin sizin gıybetinizi eden birine karşı ne yapabilirsiniz ve hakkınızı nasıl tahsil edebilirsiniz? Siz de onun gıybetini yaparsanız bu zaten günahtır. 

 

Sizinle kavga eden ve güçsüz bir anınızda sizi döven birini dövmeye kalksanız ve bunu yapsanız o esnada size uygulanan gücün daha fazlasını kullanma ihtimali vardır ve bu büyük bir ihtimaldir.

 

Dolayısıyla Allah’ın razı olacağı, Allah’ın öngördüğü, o kriterlere tam tamına uygun bir adaleti sağlamak bir insan için neredeyse imkansızdır.

 

Bir Şok Terapisi: Kim Haklı?

 

Gelin mini bir şok terapisi yapalım:

 

İnsanlarla tartıştığınız durumları düşünün. Bunların kaçında haklı olduğunuzu düşünüyorsunuz?

 

Muhtemelen bir ikisinde “Evet ben hatalıydım.” diyebilirsiniz. Ama çoğunda karşı tarafın anlayışsızlığı, yanlış anlaması, kabalaşması, dengesizliği gibi durumların var olduğunu düşünürsünüz.

 

Evet, insanlar girdikleri tartışmalarda, anlaşmazlıklarda çok küçük bir kısmı hariç olmak üzere hep kendilerini haklı görürler ve hatayı karşı tarafa yüklerler. Fakat özel yetki ve uzmanlık gibi bariz durumlar dışında tüm insanları düşününce ortalamada herkes yarı yarıya hatalıdır.

 

Bu soruyu ister tüm Türkiye geneline ister tüm dünyaya, ister sadece Müslümanlara, ister sadece ateistlere, ister sadece namaz kılanlara sorun alacağınız cevap değişmeyecektir. Çünkü ortalama insanlar olarak bizler çoğu zaman kendimizi haklı ve masum görme eğilimindeyizdir. Yanlış yaptığımızı kabul ettiğimiz durumlarda bile aslında hep bir mazeret ifade ederek, “O an için sinirliydim, açtım, yorgundum.” gibi bir dış nedene bağlayarak yine kendimizi masum göstermeye çalışırız.

 

Bütün mesele ve bütün meselelerde bize lazım olan asıl şey, kendi kişisel terakkimiz, bizzat kendimizin daha iyi, daha temiz, daha güzel bir insan olmamızdır. Bunun yolu da kendi hata ve yanlışlarımıza odaklanmaktan geçer. Başkalarının ne yapıp ettiklerinin kaydını tutmaktan çok kendi yapıp ettiklerimize odaklanmak zorundayız. Başkalarının kayıtlarını yanlış tutmaya da zaten çok meyilliyizdir. 

 

Sonuçta kendimize yapıldığını düşündüğümüz haksızlıklarla yıllarca zihinsel veya duygusal olarak ilgilenmektense onları “Helal ettim!” deyip geçiştirmek, zihinden ancak böyle yaparak silmek mümkünse bu şekilde davranmak verimli olabilir. Bunun da insana bir zararının olmayacağı bilinmelidir. Ahirette o hesapların tamamı tekrar açılacaktır.

 

Helalleşmenin İmkansız Olması Hâlinde

 

İnsanlar bazen geçmişte zulmettiğini düşündükleri kimselerle helalleşmek isteyebilir ancak bunun imkansız olduğu durumlar da olabilir.

 

Araya uzun zaman girmiştir, şartlar değişmiştir veya hakkını ihlal ettiği kişiye ulaşması mümkün değildir. 

 

Bu gibi durumlarda hakkı ihlal edilen, haksızlık edilen kişiler için dua edilmelidir.

 

“Allah’ım! Falanca kuluna şu zamanda şöyle zulmetmiştim. O günahımdan bağışlanma dilerim. O kişinin hakkına girmiştim. Şu anda bir telafi imkanı da göremiyorum. Eğer benim bilmediğim bir telafi imkanı varsa onu bana nasip et. Yoksa o insana hem dünyada hem ahirette, ona yaptığım haksızlığın karşılığını atâ olarak, yani ekstradan o kişiye ver. Normalde emeğiyle, kısmetiyle alamayacağı faydaları ona nasip et. Çalışarak karşı çıkamayacağı veya gideremeyeceği belalardan onu koru. Benim ona yaptığım zulmün, haksızlığın karşısında ona bu dünyada da ahirette de hayırlar nasip et. Beni de ona yaptığım haksızlığın şerrinden kurtar!” gibi dualar insanın işine yarayabilir.

 

Eğer yapılan haksızlık maddi bir tazminatla ödenebilecekse, kişi o ödenecek miktarı (kendi adına olan farz, vacip, sünnet gibi sadaka ve kurbanlar dışında) sadaka olarak verebilir ve bunun karşılığı olarak “Allah’ım bunu kabul et, o haksızlığı da sil.” gibi bir dua edebilir. 

 

Maddi bir tazminatla ödenemeyecek durumlar için de bu mümkündür.

 

Hatta haksızlık eden kişi, haksızlık ettiği kişi adına da sadaka verebilir.

 

Ödenmesi gereken bir borcun ödenmemesi durumunda, borçlu olunan kişiye olan borç miktarının o kişinin hayatını etkileyip etkilememesine göre bir değişiklik olabilir. Borçlu olunan kişinin hayatını etkilemeyecek derecedeyse o miktar kadar sadaka vermekle o kişinin ahirette o sadaka sevabına mahsuben hakkını helal etmesi beklenebilir. Ama onun hayatını etkileyecek bir miktar ise, bu miktardaki borcun gecikmesi veya verilmemesi o kişinin hayatında bazı mahrumiyetlere yol açmışsa bu durum ahirette ayrıca tek tek değerlendirilecektir. Yine de helalleşme imkanı kalmamışsa o miktar veya daha fazlası sadaka olarak verilip o kişinin bu sadaka sevabından faydalanması da umulabilir.

 

Gıybet gibi konularda helalleşme içinse gıybet edilen kişi hayatta ise her halükarda onunla helalleşmek şarttır. Şayet bunun imkanı kalmamışsa “Allah’ım! Beni ve gıybetini ettiğim kişiyi affet, mağfiret buyur!” şeklinde dua etmek bu hususu ciddiye alan alimlerin önemli tavsiyelerinden birisidir.

 

Sonuçta hak ve helallik meselelerinde kişinin asıl kendi yaptığı haksızlıklara, zulümlere bakması onun terakkisini, imanın kalbine yerleşmesini, hakiki mümin hâline gelmesini sağlayacağı gibi başkalarının yapıp ettiklerine karşı da daha az aldırmasına, bunlardan pek etkilenmemesine, duygusal olarak kendisini olumsuzluklardan izole etmesine yardımcı olacaktır.

 

Allah Teala’dan haksızlığa uğramaktan ve haksızlık etmekten, zulme uğramaktan ve zulmetmekten bizleri muhafaza buyurmasını diler ve dileniriz.