7 dk.
27 Kasım 2022
Allah bazı ayetlerde niçin insanlara hakaret ediyor? | 1.Parça -gorsel
Youtube Banner

Allah bazı ayetlerde niçin insanlara hakaret ediyor? | 1.Parça

Soru: Bazı ayetlerde neden hakaret ediliyor? “Onlar hayvanlar gibidir, hayvandan da aşağıdırlar.” gibi ayetler neden var?

 

Cevap: Kısa bir cevap vermek gerekirse Kur'an'da insanlara hakaret edilmez. Şimdi bu meseleyi detaylarıyla ele alalım.

Bizim dini geleneğimiz ve anlayışımız daha çok korku duygusuna ve muhafazakarlığa dayanır. Muhafazakarlık tanım olarak bir yandan geçmişle bağını sürdürmeyi diğer yandan da bugünün realiteleriyle uyum sağlayabilmeyi ifade eder. Ancak bizim burada söz ettiğimiz muhafazakarlık, geçmişte yaşamış insanların söylediği, kayıtlara geçen ve bir şekilde yerleşen yaklaşımı aynen sürdürmek demektir. Korkaklık kısmı da zamanla ilmin ve bilimsel gelişmelerin hız kazanmasıyla, pek çok şeyin bilimsel olarak açıklanabilir olmasıyla beraber üç yönde bunlara uyumsuzluk görüldüğü hâlde geçmişteki yaklaşımları düzeltmeye çalışmamak, bunların düzeltilmesinden korkmaktır.

 

Bu üç yön şunlardır:

 

Birincisi: Bazen geçmişte ifade edilen yanlış bir mana zamanla yerleşik ve yaygın hâle gelir, günümüze kadar bu şekilde ulaşır. Ancak bu mana Kur’an ve hadislerde ifade edilen asıl maksada aykırı veya onun kast etmediği bir manadır. Böylece Kur’an ve hadisin anlatmaya çalıştığı asıl mana unutulur. Bu tarz eksiklikler kesinlikle düzeltilmelidir.

 

İkincisi: Dil canlı bir olgudur ve sürekli değişir. Bir manayı ifade etmek için 200-300 yıl önce ifade edilen bir cümle veya kelime bugün için düz anlamıyla o gün ifade edilen manayı ifade etmez hâle gelebilir. 200 yıl önce bir kelimeden anlaşılan şeyler ve o kelimenin çağrışımları bugün farklılaşabilir. Hatta bazen bir kelime Arapçadan Türkçeye lafız olarak aynen aktarılabilir ancak anlamı aynen aktarılmamış olabilir. Türkçe içinde de zamanla anlam kaymasına veya anlam değişimine uğramış olabilir. Bu açıdan da önemli olanın mananın yansıtılabilmesi olduğunu kabul edip gerekli değişikliklerin yapılması elzemdir.

 

Üçüncüsü: İnsanların değer yargıları, önemsedikleri ve kabullendikleri şeyler de zamana ve şartlara bağlı olarak değişir. Bu anlayış ve yorum farklılıklarına göre Kur’an ve hadisin asıl yorumunu değiştirmek hata olacaktır. Fakat o asıl yorumu o hâlin, o şartların anlayışına göre yeniden ifade etmek doğru olacaktır. Bu da bazen ihmal edilen ancak önemli bir husustur.

 

Bu üç meselenin dışında bir de genellikle şöyle bir çelişki karşımızda durmaktadır: İnsanlar Kur’an ile meşgul olurlarken Kur’an ahlakını ve Efendimiz’in (sav) ortaya koyduğu ahlak prensiplerini, emir ve tavsiyeleri dinlemeyebilirler. Temizlik malzemeleri satan bir dükkan sahibinin kendisinin ve dükkanının çok pis olması gibi bir durumdur bu. Temizlik malzemesi alıp temizlenmek isteyen bir insan da o dükkana gelince hiçbir şey almadan geri dönüp gidebilir. 

 

Ya da mesela Kur’an ve hadislerde geçen müsamaha, yumuşak huyluluk, güzel sözlerle konuşma ve anlatma konularındaki ayet ve hadisleri insanlara bağıra çağıra, hakaret ederek anlatırsanız orada bir uyumsuzluk var demektir. Bu konular dışındaki hususları da bu üsluplarla anlatırsanız yine uyumsuzluk var demektir. Söyledikleriniz ve anlattıklarınız doğru olabilir. ancak aktardığınız mana yanlış olacaktır. Çünkü size yansıyan o kabalık ve seviyesizlik Kur’an ve hadislerden yansımış olamaz. Çünkü bu konudaki temel prensip Allah Teala’nın “Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel, en uygun yöntemlerle tartış, konuş, mücadele et!”1 emridir. Buradaki hikmet, ayet ve hadislerin anlamlarının bilinip benimsenmesinden tutun İslami ilimlere, oradan modern pozitif bilimlere kadar uzanan geniş bir alanı içine almaktadır. Güzel öğüt zaten kabalık ve seviyesizliği kaldırmaz. En güzel yöntemlerle tartışıp konuşmak da mantık kaidelerine riayet etmeyi, ibareleri birbirine mantık ölçülerinde bağlamayı, üslubun düzgün ve karşı tarafça kabul edilebilir olmasını gerektirir. Kur’an ve hadislerdeki hakikatleri anlatırken insanlara hakaret eder bir tarzda anlatırsanız, o hâlde siz bu ayetin “Rabbinin yoluna çağır.” kısmına uymuş olursunuz ama “Hikmetle, güzel öğütle çağır ve en uygun, en güzel yöntemlerle tartış.” emrine uymamış olursunuz. Dolayısıyla o hakikatleri de eksik aktarıyorsunuz demektir.

 

En’âmlar Gibi Hatta Daha Şaşkın Olanlar

 

Gelelim ilgili ayet-i kerimeye.

 

Bir önceki ayet “Kendi hevasını ilah ittihaz edeni, kendi hevasını, heveslerini her şeyin önünde tutanı, onlara adeta taparcasına düşkün olanı gördün mü?”2 şeklindedir.

 

“Hayvanlar gibidir” ibaresinin geçtiği bir sonraki ayet ise “in hum illâ kel-en’âm(i) bel hum edallu sebîlâ”3 yani; “Onlar en’âm gibidirler. Hatta onlardan daha fazla şaşkınlık içindedirler.” şeklindedir.

 

Bu ayetteki “Ke” edatı benzetme edatıdır. 

 

En’âm kelimesini direkt “hayvan” olarak çevirmek ise yukarıda anlatılan hususlar çerçevesinde zahmetli bir mesele olarak karşımızda durmaktadır.

 

Öncelikle, her kelimenin duygusal çağrışımı her dilde aynı olmaz. Örneğin İngilizce’de “dog” kelimesi Türkçede “köpek” veya “it” olarak karşılanır. İngilizcedeki dog, Türkçedeki köpek veya it kelimelerindeki kadar olumsuz çağrışıma sahip değildir. Dolayısıyla “eating your own dog food” yani kendi ürettiğini kullanma, kendi elinin emeğini yeme ve ondan faydalanma anlamlarına gelir ancak bire bir çeviride “kendi köpek mamasını yemek” denildiğinde Türkçede farklı çağrışımlar olacaktır. Aynı şekilde “topdog” kavramı İngilizcede yönetici, patron anlamlarında kullanılır. Türkiye’de bir şirketin en tepesindeki insana “üst köpek” derseniz hakaret etmiş olursunuz. 

 

“Hayvan” kelimesi Arapçada “canlı” ve “diri olan” anlamlarına gelir. Cansız olmayan her şeyi içeren bir kavramdır. Türkçeye geçtiği hâliyle “İnsan konuşan bir hayvandır.”, “İnsan düşünen hayvandır.” gibi ibarelerde de hayvan kelimesi canlılığı ifade eder. Yani bu ibareler insanların hayvanlardan ve diğer canlılardan farklarıyla ilgilidir.

 

Burada önemli olan “hayvan” kelimesinin bazı dillerde ve bazı durumlarda herhangi bir hakaret çağrışımı içermeyecek şekilde “canlı” anlamına gelmesi ancak Türkçede kendiliğinden hakaret anlamında kullanılmasıdır.

 

“En’âm” kelimesi nimet kelimesiyle aynı kökten gelir. Özellikle de insanların beslediği, faydalandığı koyun, keçi, inek, deve gibi hayvanları ifade eder. Bu tür hayvanlarla insanlar arasında bir ünsiyet olduğu açıktır. Yani kelimede kendiliğinden sevgi ve şefkat çağrışımı mevcuttur. Bugün insanların çoğu evlerinde bu hayvanları beslemedikleri için örneğin koyun sahiplerinin koyunlarına karşı duydukları şefkat ve sevgiyi anlamıyor olabilirler. Bu çerçevede “En’âm” kelimesine insanların evlerinde severek besledikleri kedi, köpek vb. evcil hayvanlar için kullanılan İngilizce “pet” kelimesidir. Bu yönüyle de ayeti direkt “onlar hayvan gibidirler” şeklinde çevirmek en’âm ile insanlar arasındaki sevgi ve şefkat bağlantılarını atlamış, ihmal etmiş olmaktadır. Bu da manayı yanlış aksettirmektedir.

 

Türkçede bir insana “kedi” demekle hakaret etmiş olmazsınız. “Köpek” demekle hakaret edilmiş olunur ama yine hakaret olarak kimseye “evcil köpek” denilmez.

 

Demek ki “Onlar hayvanlar gibidir.” ibaresi kendi orijinal haliyle ele alınınca “Onlar en’âm gibidir.” olacak, en’âm’ın anlamına göre ise “Onlar birlikte yaşadığınız, kendilerinden faydalandığınız koyunlar, kediler gibidirler.” şeklinde bir anlama gelecektir. 

 

Bu yönüyle ayet şu anlamı da içermiş olur: “Evet, biyolojik özellikler açısından hevasını her şeyin önünde tutanlarla en’âm olanlar canlıdır, canlı sınıfındandır. Ama en’âm, şuur eğitimi, manevi terakki, psikolojik gelişim yolunda bir çaba sarf etmezler ve bundan uzaktırlar. En’âm, bir yönüyle sevimli ve faydalı varlıklardır. Onlar da doğar, büyür, beslenir, ürerler, bir barınakları vardır. Hayatları bundan ibarettir. Heva ve hevesine düşkün olan, heveslerini, kişisel çıkarlarını, dünyayı kazanma kaygısı ve yaşama şehvetini her şeyin üstünde tutanların da hayatları bundan ibarettir. Onlar da bir cins şaşkınlık içindedirler, onlar da sadece doğar, büyür, beslenir, barınır, ürer ve ölürler. Manevi terakki adına bir kaygıları yoktur. Sahip oldukları nimetleri Allah’tan bilmezler. Teorik olarak böyle olduğunu söyleseler bile şuurları buna taalluk etmez. Sadece kendi arzularını tatmin etme peşinde yaşarlar ve ölürler. Başka bir dertleri yoktur.”
 
Not: Bu yazının ikinci kısmı yarın internet sitemizde yayımlanacaktır.


1 ) Nahl, 125

2 ) Furkan, 43

3 ) Furkan, 44