13 dk.
09 Haziran 2024
Allah'ın Her Şeyi Önceden Bilmesi | Tek Parça-gorsel
Youtube Banner

Allah'ın Her Şeyi Önceden Bilmesi | Tek Parça

Soru: Allah her şeyi biliyorsa şeytanın Hz. Adem'i kışkırtacağını da bilmiyor muydu? Hatta bunu şeytanı yaratmadan önce de biliyordu. Allah en başından her şeyi biliyordu ise kendi bildiği ve yarattığı olaylar vuku buluyor demektir. Bu durumda “Şeytan sadece Allah'ın oyuncağıdır.” denilebilir mi?

 

Cevap: Yüce Allah her şeyi yarattığı için mülk olma bakımından bütün mahlukat O’na aittir. Bu ait olma bağlamında bizler kuluz. Kulluk da kelime anlamı itibariyle diğer manalarının yanında köle anlamına da gelir. Eğer sorudaki “oyuncak” kelimesi bu anlamıyla belirtilmiş ise yaratılanlara “oyuncak” demek filolojik açıdan sorunlu bir tabir sayılmayabilir. Çünkü Allah dilediği gibi hükmeder, dilediğine çok dilediğine az verir. Dilediğinin ömrünü uzun dilediğininkini kısa tutar. Dilediğine zillet dilediğine izzet verir. Hüküm sadece O’na aittir. Hükmün sadece Allah’a ait olması manasıyla insanlar da hayvanlar da şeytanlar da melekler de galaksiler de atomlar da Allah Teala’nın bir cins oyuncağı sayılabilir. Ancak bu varsayım kelime anlamının işaret ettiği manalardan sadece bir tanesi itibariyle mümkün olabilir.

 

Hakikatte Cenab-ı Allah'ın oyuncağı olmaz. O’nun icraatları da “oyun” olarak nitelenemez. Bu hakikati ifade için ayette “Biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.”1 buyrulmuştur. Ayetin devamında da “Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, onu kendi tarafımızdan edinirdik. (Bu irademizin eseri olurdu. Ama) biz (bunu) yapanlardan değiliz.”2 denilmiştir ki böylece Allah Teala’nın hiçbir şeyi oyun ve eğlence olarak yaratmadığı, O’nun bir şeyleri oyuncak olarak kullanmak gibi bir eksiklikten, basitlikten uzak olduğu gerçeği açıklanmış olmaktadır. 

 

Diğer yandan “oyun” kelimesinin Türkçe ve İngilizcede farklı manaları ve değişik çağrışımları vardır. Oyun kelimesiyle ilgili genel, sıradan ve gündelik çağrışımlar bu kelimenin eğlence içerikli ve genellikle boş vakitleri doldurmak için uygulanan çeşitli aktiviteler olduğu şeklindedir. Ancak zihinsel ve bedensel yetenekleri geliştirmek için yapılan aktiviteler de aslında birer oyundur. Özellikle bedensel gücün daha önemli olduğu eski zamanlarda ata binmek ve at yarışları, cirit, güreş gibi bedensel gelişim amaçlı oyunların yanında bugün de devam eden satranç gibi zihinsel gelişim amaçlı oyunlar bulunmaktadır. Bazı oyunlar insanların hem bedensel hem zihinsel hem de sabır gibi ahlaki yeteneklerini geliştirmek için de oynanır. 

 

O hâlde oyun dediğimiz aktiviteler şeklen anlamsız olsa da faydaları veya sonuçları itibariyle anlamlı ve eğitici yönlere sahiptir. Bu durumda “O (Allah) ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O Azîz ve Gafurdur.”3 ayeti yaşadığımız bu dünya hayatını anlamlı bir oyun haline getirmektedir. Bu manasıyla dünyada yaşadığımız hayat her birimizde var olan insani potansiyellerin bazı eğitim süreçleri (imtihanlar) sonucunda açığa çıkması, bizi geliştirecek parkurlara sokması itibariyle bir oyuna benzetilebilir. Bizler de bu yönüyle birer oyuncu sayılabiliriz ve yaşadıklarımız da bu oyunun malzemeleri olarak düşünülebilir.

 

Örneğin sokakta veya trafikte olumsuz bir durumla karşılaşırız. Bizlere sataşan ve kavga çıkarmak isteyen birine karşı sabırlı davranıp sözlerimizi ve davranışlarımızı kontrol altında tutabilecek miyiz? Hatayı kendimizde bilip özür dileyerek durumu yatıştırabilecek miyiz? Yoksa biz de aynı çirkin sözler ve kaba davranışlarla mı karşılık vereceğiz? İşten atılma tehlikesi, parasız kalma ve borcunu ödeyememe riski gibi durumlar karşısında tevekkülümüzü koruyabilecek miyiz? Doğru davranmaya devam edebilecek miyiz? Bir başkasının bize tuhaf gelen bir davranışı veya sözü karşısında onu kınayacak mıyız, gıybet edecek miyiz yoksa müspet davranmaya devam edip içimizde kabaran kınama ve aleyhinde konuşma duygularına karşı koyabilecek miyiz? Bu gibi yönleriyle de yaşadıklarımız adeta birer test oyunudur ve oyunu kazanmak imtihanı kazanmak anlamına gelmektedir.

 

Allah’ın Önceden Her Şeyi Bilmesi

 

Peki Allah Teala bizim imtihandan nasıl çıkacağımızı, oyunu kazanıp kazanmayacağımızı bilmiyor mudur?

 

Aynı cinsten bir başka soru soralım: Allah Teala 1 Ocak 2024 tarihinde bizim 1 Temmuz 2024’te ne yapacağımızı biliyor mudur?

 

Bu soruya “evet” veya “hayır” cevabı verilemez. Çünkü Allah Teala 1 Ocak 2024 tarihinde bulunmaktan münezzehtir. O tarih bizim içindir. “Zaman” kavramı bizim içindir ve zamanın saat, gün, hafta, ay, yıl biçiminde aktığını varsayıp hayatımızı ona göre sürdürmemize yarar. Dolayısıyla “Allah Teala 1 Ocak 2024’te bizim 1 Temmuz 2024’te ne yapacağımızı bilmektedir.” dediğimizde Allah için 1 Ocak 2024 veya 1 Temmuz 2024 tarihlerinin geçerli olduğunu kabul etmiş oluruz. Böyle kabul eden birisi de Allah Teala’nın zamandan münezzeh olduğunu düşünmüyor demektir. Halbuki Allah Teala zaman kavramını bizim yaşadığımız formatta yaşamamaktadır. Allah, farklı veya bilinebilen başka bir zaman formatına göre yaşıyor da diyemeyiz. Hatta bilemediğimiz bir zaman formatına sahiptir de diyemeyiz. O’nun şuunatı ve Zat-ı Kibriyası bizim idrak, anlayış, tahmin gibi zihinsel ölçeklerimizin çok ötesindedir.

 

O hâlde Allah Teala’nın bir şeyi “önceden” bilmesi gibi bir durum da söz konusu değildir. Aynı şekilde “önceden bilmemesi” gibi bir durum da söz konusu değildir. O’nun için bir şeyi bilmek elbette söz konusudur. Çünkü O kendisini Kur’an’da el-Alîm (Bilen) ve el-Habîr (Haberdar olan) isimleriyle de tanıtmıştır. Ancak bilmenin ve haberdar olmanın keyfiyeti hakkında bir bilgi vermemiştir. Önceden veya sonradan bilmek, bir olayı gerçekleştikten sonra veya gerçekleşmeden önce haber almak gibi bilmenin ve haber almanın zaman kavramıyla ilintili keyfiyetlerini O’na izafe edemeyiz. 

 

Bu durum bizim algı ve anlayış sınırlarımızın dışında kaldığı için bir parça zihinsel zorluk yaşayabiliriz ancak bu zorluk Allah Teala’nın ilim, irade, kudret gibi sıfatlarını birer mahluk sıfatı/özelliği gibi düşünme alışkanlığından kaynaklanmaktadır. Yanlış ve kötü alışkanlıkları terk etmenin zorluğu kadar bu konuda da zorluk yaşayabiliriz. Ancak (varsa) bu alışkanlığımızın doğru ve faydalı olmadığını da bilmeliyiz.

 

Kendisi için zaman söz konusu olmayan bir Zât adına zaman kavramının bulunduğunu varsaydığımızda Allah Teala’nın isim ve sıfatları, icraatları veya yaratmaları hakkında düşündüğümüz pek çok şey çelişkili olacaktır. Allah zamandan münezzehtir. Dolayısıyla 1 Ocak 2024 ile 1 Temmuz 2024 tarihleri O’nu bağlamadığı gibi “şeytanı yaratmadan önce” yahut “insandan önce” gibi tabirler de O’nu bağlamaz. Ancak bu manayı muhafaza ederek “Allah her şeyi önceden bilir.” demek yine de caizdir. Örneğin iki insan konuşurken birisi “Yukarıda Allah var, doğru konuş!” dese ve bu sözünden kastı Allah Teala’nın kendilerini görüp gözettiği, her şeyden haberdar olduğu manası ise o cümlesi Allah mekândan münezzeh olmasına rağmen caizdir. İnsanlar Allah Teala’yı her şeyden ulvi, herkesten yüksekte bildikleri ve yüksekliği de kıymetli bir ölçü birimi olarak anladıkları için “Yukarda Allah var!” sözünde itikadi bir sorun vardır diyemeyiz. Ancak hakikatte Allah Teala ne yukarıda ne aşağıdadır. Ne sağda ne solda ne önde ne arkadadır. Çünkü O zamandan münezzeh olduğu gibi mekândan da münezzehtir. Benzer şekilde Kabe’ye “Beytullah” yani Allah’ın evi demek de bu manadadır. Allah Teala bir mekân, bir ikametgâh, bir ev edinmekten de münezzehtir. Kelimenin birincil sözlük anlamıyla Kâbe elbette Allah’ın evi değildir. Ancak mecaz olarak Kâbe Allah Teala’nın saygı gösterilmesini istediği ve kulluğumuzu ifade etme amacıyla namaz kılarken kendisine yöneldiğimiz bir odak noktası olması yönüyle bazı hikmetleri bulunan bir mekândır. Bu manasıyla mecazen “Allah’ın evi” demekte de bir sakınca yoktur.

 

Bu bağlamda nasıl ki Kâbe için “Allah’ın evidir. Allah geceleri uyumak için Kâbe isimli evine girer.” gibi sözler söylemek şirktir, caiz değildir. Benzer şekilde Allah Teala’ya bu türden bir zaman atfetmek, O’nun belli bir zaman dilimini bizim yaşadığımız gibi yaşadığını iddia etmek de caiz değildir. İlla bir şey diyeceksek “Allah Teala her şeyi zamandan münezzeh olarak bilir!” dememiz gerekir.

 

İnsan olarak bizim dilimiz ve düşüncemiz zaman kavramı dışında pek çalışmaz. Bu durum zihnimizin ve dilimizin önemli bir sınırıdır. Bizler sadece tenzih ifade etmek için “Allah zaman ve mekân kavramlarıyla sınırlı değildir. O’nun bilmesi de zamandan münezzehtir.” diyebiliriz. 

 

Hatta; Allah Teala’nın fiili, insanın fiili ve zamanın akışı gibi üç önemli olguyu birden içererek kurduğumuz bütün cümleler yanlıştır diyebiliriz. Bu üç olgunun bir arada kullanıldığı cümlelerde genellikle ya bir hakikati ancak mecaz kalıplar içinde anlatmış oluruz ya da bir önermeyi olumsuzlamak için o cümleyi kurmuş oluruz. Buna eski terminolojide “ispatsız nefiy” denilebilir. Yani mahiyeti yahut keyfiyeti bilinmeyen bir durumun bizim ölçülerimize göre olmadığını belirtmek için yapabileceğimiz tek şey tabiri caizse “O iş öyle değil.” demekten ibarettir. Ancak öyle olmadığını bildiğimiz bir şeyin nasıl olduğunu da biliyor değilizdir. Çünkü nasıl olduğunu bilebilecek bir zihinsel ve dilsel kapasiteye sahip değilizdir. Biz kendi dil ve düşünce sınırlarımız içinde bu konularda kuracağımız cümlelerde Allah Teala’ya adeta bir zaman izafe etmek zorunda kalıyormuşuz gibi olur. Bu durumda da söylediklerimizin manası mecazdan ibarettir. Örneğin “Dua ettim, Allah kabul etti.” cümlesi Allah Teala’nın kabul etmesi fiilini bizim dua etmemiz fiilinden sonra gerçekleşmiş gibi gösterir. Ancak bu da hakikatte yanlıştır. Çünkü Allah’ın kabulü herhangi bir şeyden önce veya sonra değildir. Biz sadece kendi dil ve düşünce sınırlarımız içinde böyle bir cümle kurmak zorundayızdır. Meselenin hakikatini ise ancak Allah Teala bilir.
 

Bilmek” ve “Tercih Etmek” Kavramları

 

Bir şeyi bilmek ve o şeyin olmasını tercih etmek, meydana gelmesinden razı olmak farklı şeylerdir. Bir örnekle açıklayalım:

 

Tecrübeli ve işinde iyi bir öğretmen öğrencilerini tanır. Bu nedenle öğrencilerinin hangi yemeği sevdiklerini, hangi takımı tuttuklarını bildiği gibi dersle ilgili bir soru sorduğunda hangi öğrencisinin nasıl bir cevap vereceğini de tahmin edebiir. Ancak bu öğretmen öğrencilerinin çalışıp çalışmamalarından, derse ilgi gösterip göstermemelerinden, sınavlarda başarılı olup olmamalarından sorumlu değildir. Çünkü meselenin o noktasında öğrenciler kendi tercihlerini yapmışlar, kimisi derslerine çalışmış kimisi çalışmamayı tercih etmiştir. O âalde bu öğretmenin hangi öğrencisinin hangi cevabı vereceğini bilmesi başka bir şeydir, o öğrencinin kendi tercihiyle derse çalışıp çalışmaması, sınavda doğru cevabı verip vermemesi başka bir şeydir.

 

Bu durumda bir şeyi önceden bilmenin ve o şeyi sırf biliyor olmakla tercih etmiş olmanın farklılığı rahatlıkla anlaşılabilir. Evet! Bilmek ve tercih etmek yahut bilmek ve razı olmak veya bilmek ve belirlemek hatta bilmek ve yapmak farklı şeylerdir. Öğretmen öğrencisinin yanlış cevap vereceğini önceden bilebilir ancak bu durumda sorumlu öğretmen değil öğrencidir.

 

Bir örnek daha verelim: İşinde deneyimli ve başarılı bir askerî strateji uzmanı Rusya-Ukrayna savaşı öncesinde “Bu savaşta binlerce asker ve sivil ölür.” demiş olsa bu ölümlerden o uzman sorumlu tutulamaz.

 

O hâlde meselenin “bilme” kısmı, özellikle de “önceden bilme” daha doğrusu “zamandan münezzeh olarak bilme” kısmı olayın gerçekleşmesindeki asıl sorumlu kişiyi “bilen” yapmaz. Bir şeyin nasıl olacağını bilmek o olayın kahramanlarının veya oyuncularının iradelerini, tercihlerini, sorumluluklarını ortadan kaldırmaz. 

 

Cenab-ı Allah'ın bizim neler yapacağımızı bilmesi bizde yaptığımız şeyleri yapma mecburiyeti oluşturmaz. Çünkü bizim yapıp ettiklerimizin asıl sebebi Allah Teala’nın ne yapacağımızı bilmesi değildir. Allah’ın bilmesi ile bizim davranışlarımız, yapıp ettiklerimiz arasında bir sebep sonuç ilişkisi yoktur. Yani Allah bildiği için yapıyor değiliz. Bu durum irade sahibi diğer canlılar için de geçerlidir.

 

Aynı şekilde Yüce Allah'ın bir şeyi bilmesi o şeyden razı olması anlamına gelmediği gibi o şeyi tercih etmesi veya belirlemesi anlamına da gelmez.

 

Diğer yandan, bir şeyin sonucunu bilmek bilinen olayı anlamsız hâle getirmez. Yemek yiyince doyacağımızı biliriz ama bu biliş yemek yemeyi anlamsız kılmaz. Bahar aylarında bir bahçeye domates tohumları ektikten ve bunların bakımlarını yaptıktan sonra bir kısmının domates vereceğini bir kısmının ise çürüyüp domates vermeyeceğini biliriz. Bazı tohumların çürüyeceğini bilmek domates ekmeyi de onların bakımlarıyla uğraşmayı da anlamsız hâle getirmez. Yahut yüz tane acemi askeri komando eğitimine, elli tane öğrenciyi matematik olimpiyatları eğitimine tabi tuttuğunuzda bu yüz askerden en fazla otuzunun yahut elli öğrenciden en fazla yirmisinin istenilen seviyeye ulaşabileceği, geri kalanının farklı nedenlerle eleneceklerini bilirsiniz. Bu da verilen eğitimi anlamsız kılmaz.

 

Şeytanın İşlevi/Misyonu

 

Şeytan bir yönüyle Allah Teala’nın bir aletidir. Hastalık ve sağlık da zenginlik ve fakirlik de Allah Teala’nın aletleridir. Kısacası insanın hayat yolculuğunda başından geçen bütün olumlu ve olumsuz hadiseler Cenab-ı Allah'ın bir aletidir. Çünkü insanın yaşadığı dünya tam olarak sınanması, imtihan edilmesi içindir.

 

Eskiden biraz da efsane tadında şöyle bir olay anlatılırdı: Emniyete silah ruhsatı için başvuran vatandaşlara kılık değiştirmiş bir emniyet görevlisi sataşır, başvuranın sinirini bilinçli olarak bozacak hareketler yapar. Ruhsat için başvuran kişi çabuk sinirlenip saldırırsa o kişiye silah ruhsatı vermezler.

 

Başka bir örnek verelim. Bazı şirketler dijital güvenliklerini sağlamak, korumak ve geliştirmek için bilerek özel bilgisayar korsanları kiralarlar ve şirketlerinin dijital altyapısına kontrollü saldırılar düzenletirler. Bundaki amaç şirketin dijital güvenliğinin sağlanması, o konuda çalışanların test edilmesidir.

 

Eskiden bazı esnaflar yanlarına çırak olarak alacakları çocukları denemek için dükkânın görünür bir yerine bir miktar para bırakırlardı. Çırak adayı parayı görünce ya ustasına haber verir yahut kimsenin görmediği düşüncesiyle cebine atardı. Parayı cebine atanlar güvenilmez olarak kabul edilir ustasına haber verenler ise güvenilir olarak bilinirdi.

 

Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bunların hepsindeki amaç birilerine veya bir şeylere zarar vermek değil belirli veya muhtemel bir potansiyeli açığa çıkarmak, kişileri test etmektir.

 

Şeytanın aslî misyonu bellidir; insanlara Allah’ın razı olmadığı kötülükleri güzel göstermek, onları saptırmaya çalışmak…(4) Ancak soruda geçtiği hâliyle şeytanın bu misyonu ile görevli özel vazifeli bir melek bile olsaydı bunda bir sorun olmazdı. Çünkü insanların gerçek potansiyellerini açığa çıkarmak için onlara tuzak görünümlü oyunlar kurgulamak bizim beşerî dünyamızda bile bir sorun değildir. Yukarıdaki örnekler bunu göstermektedir. Gerçek test ancak böyle olabilir. Yani insanın özgür iradesiyle bir şeyi tercih etme şansını elinden almadan onu test etmek karşısına iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin gibi şıkların sunulmasını gerektirir.

 

Bu noktada şeytan da insanın imtihanı için aletlerden bir alettir. Aslolan insanın imtihan edildiği şuurunu mümkün olduğunca canlı tutabilmesidir.

 

Allah Teala’dan kulluk ve imtihan şuurumuzu canlı tutabilmemizi diler ve dileniriz.

 


 

1 ) Enbiya, 16

2 ) Enbiya, 17

3 ) Mülk, 2

4 ) Hicr, 39