13 dk.
13 Ağustos 2022
Anne-babayı sevmemek günah mıdır?-gorsel
Youtube Banner

Anne-babayı sevmemek günah mıdır?

Soru: Anne babamızı sevmiyor olmanın günahı var mıdır? Onlara bakıyorum, saygı gösteriyorum, sabrediyorum ama sevmiyorum. Çünkü geçmişe dönüp baktığımda sevildiğimi, şefkat gördüğümü hatırlamıyorum.
 

Cevap: Öncelikle; İslam’ın normal, ortalama, başlangıç seviyelerinde bulunan insanlara onların duyguları için bir emri yoktur. Yani İslam, şunu sevin veya bunu sevmeyin gibi emirlerde bulunmaz. O seviyede bir insanın duygularına zaten söz geçiremeyeceği kabul edilir, böyle varsayılır. 

 

Peki duygulara söz geçirilebilir mi? 

 

Evet. Farklı seviyelerde, farklı egzersizlerden ve mücadelelerden sonra duygulara, sevmeye ve sevmemeye söz geçer. Bu noktadan sonra sevmek ve sevmemek iradi bir iş haline gelir. Bunun zirvesi Efendimiz’in (sav) “Sizden biriniz, beni anne-babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe (tam anlamıyla) iman etmiş olmaz.”1 hadisidir.

 

Hepimizin bildiği bir başka rivayet de, Hz. Ömer (ra) ile Efendimiz (sav) arasında geçen diyalogdur. Bir gün Hz. Ömer (ra) Efendimiz’e (sav) onu sevdiğini söyleyince Efendimiz (sav) "Babandan, annenden, evladından, eşinden, malından ve mülkünden daha mı çok seviyorsun?" diye sorar ve Hz. Ömer de "Evet." cevabını verir. “Peki nefsinden ve canından daha mı çok seviyorsun?” diye sorunca da Hz. Ömer Hayır Ya Rasulallah! Sizi nefsimden ve canımdan daha çok sevmiyorum.” diyebilmiştir. Bu çok önemli bir dürüstlük ve gerçekliktir. Efendimiz (sav) de “Olmadı Ey Ömer! Eğer ben sana nefsinden bile daha sevimli olmazsam kamil bir imana ermiş olamazsın.” buyuruyor. Hz. Ömer bunun üzerine bir miktar kendisiyle baş başa kalır, muhtemelen kendisiyle ciddi bir muhasebeye girişir. Düşünür, taşınır, gider gelir ve sonunda Efendimiz’in (sav) huzuruna çıkarak "Ya Rasulallah! Vallahi seni nefsimden daha çok seviyorum." deyince de Efendimiz (sav) “Evet, şimdi oldu Ya Ömer!” buyurur.2

 

Burada Hz. Ömer’in aynı gün içinde kısa sürede fikrini değiştirmiş gibi görünmesi bizi aldatmamalıdır. Hz. Ömer’in o esnada iç dünyasında neler yaşadığını tam bilemiyoruz. Ancak Efendimiz’e (sav) verdiği ilk cevapta hayali bir şeyler söylemediği, kendisini bilen, duygularının farkında olan bir kişi olduğu ve bu şuurla cevap verdiği söylenebilir. Ancak daha sonra kısa sürede ciddi bir terakki ile ya da mevcut terakkiyi fark etmesi ile cevabını değiştirdiği de söylenebilir.

 

Burada söz konusu olanın gerçek veya kâmil iman mı yoksa düz iman mı olup olmadığı tartışmasına girmeden şunu tespit etmeliyiz: Belirli bir seviyede insan için birilerini sevmek veya sevmemek konusunda emir ve tavsiyeler verilebilir. Bu makuldür. Ama bu bir seviye meselesidir ve her seviyedeki insana verilecek bir emir ve tavsiye değildir.
 

Ayrıca şu hadislere dikkat edelim:

 

Allah benim sebebimle ümmetimden, gönüllerinden geçen yaramaz halleri işlemedikçe veya söylemedikçe affetti.”3,

 

Bu hadiste irademiz dışında oluşan duygularımızın kötü bir amele (konuşmak, kötü söz söylemek, zulmetmek gibi amellere) dönüşmedikçe günah olmadığına dair açık bir beyan görüyoruz. 

 

Mu'aviye bin Hakem (ra) bir gün Efendimiz’le beraberken Allah Resulü'ne sorar: "Ey Allah’ın Rasulü! Ben cahiliyeden daha yeni çıkmış birisiyim. Allah bize İslam'ı lütfetti ama bizde öyleleri var ki, hala kahinlere geliyorlar, bu hususta ne tavsiye edersiniz?" dedim. "Sen onlara gitme!" buyurdu. Ben tekrar: "Bizde (kuşun uçuşu gibi şeylere bakarak) uğursuzluk çıkaranlar da var?" dedim. Cevaben: "Bu (uğursuzluk zannı) kalplerinde mevcut olan bir (kuruntu)dur. Sakın onları (asıl gayelerine gitmekten) alıkoymasın!" 4 

 

Burada da Efendimiz’in (sav) uğursuzluk hissinin gerçek bir zemini olmadığı ve her his gibi bu hissin de davranışa dökülmeyebileceği mesajını verdiğini görüyoruz.

 

Meselenin diğer noktalarını aydınlatan hadislere de bakalım:

 

Yine çok bilinen bir hadislerinde Efendimiz (sav) “Bana kadın ve güzel koku sevdirildi. Namaz ise gözümün nuru kılındı.”5 buyurur. 

 

Yine bir başka hadislerinde; “Allah, her nebiye bir şehvet, bir şiddetli arzu-meyil vermiştir. Benim şehvetim ise gece namaz kılmaktır.”6 buyurur.

 

Bu hadislerde ibadete, özellikle de namaza karşı doğal bir temayül haline gelmiş duygusal bir eğilim sezilmektedir. Efendimiz’in (sav) bu konuda zirve ve müstesna olması bir yana, bu durum kendi çaplarına göre bazı insanlar için de zamanla nasip olabilir. 

 

Kur’an’da da namazı üşenerek, istemeye istemeye kılmak (gösteriş yapmakla birlikte) bir münafık özelliği olarak anlatılır.7

 

Bütün bunlara rağmen ne Kur’an’da ne de hadislerde başlangıç ve orta seviyedeki insanlar için namazı severek kılmak ve hatta namazı sevmek açıkça emredilmiş değildir. Severek kılsak da üşenerek kılsak da namazı güzel bir şekilde, tadil-i erkana riayet ederek kılmamız emredilmiştir. Namaz kılmanın hakkını vermek, kâmil manada namaz kılmak elbette namazı severek, isteyerek kılmakla mümkündür. İnsan doğru olanı yapmaya devam ettikçe içinde ona dair bir sevgi ve iştiyak hissi de zaten doğacaktır. Ancak her seviyeden insanın her zaman böyle olması ayet ve hadislerde beklenmediği-emredilmediği gibi realite açısından da beklenemez.

 

Evet, insan sevdiği şeyleri yapar ama diğer taraftan yapmaya devam ettiği şeyi de zamanla sever. “İnandığı gibi yaşamayanlar yaşadıkları gibi inanırlar.” şeklindeki meşhur deyiş de bir yönüyle buna işaret eder. Yapmak ve inanmak veya yapmak ve sevmek arasında bileşik kaplardaki gibi bir ilişki vardır. İnanmak yaşamaya akseder, insanın duygu ve düşünceleri ile yaşadıkları da inancını ve duygularını etkiler. 

 

Diğer yandan, Kur’an’da hiçbir yerde ana-babanızı sevin şeklinde bir emir geçmez. Böyle bir emrin olmaması bu sevginin zaten doğal bir şekilde var olduğundan kaynaklanmıştır denilebilir ama sonuçta onları sevmek açık bir şekilde emredilmemiştir. Emredilen şey anne-babaya karşı ihsanda bulunmak, onlara iyilik yapmak, iyi davranmak ve onlar için dua etmektir.8

 

Anne babaya ihsanda bulunmakla ilgili ayetlerde emredilen şey ihsandır, itaat değildir. Bu, elbette onlara karşı itaatsizlik etmek anlamına gelmemekle birlikte her konuda her zaman itaat edilmesi gerektiği anlamına da gelmez. İtaatle ilgili emirler sadece Allah ve Rasulü'nün emir ve tavsiyelerine uygunlukla sınırlandırılmıştır. Günümüzde de sıkça rastlandığı gibi anne-babaların çocuklarına karşı şefkatleri bazen yersiz kullanılabilmektedir. En sık bilinen örneklerden biriyle söylemek gerekirse; bir annenin, çocuğuna kıyamayıp da onu sabah namazına kaldırmaması şefkat hissinin yanlış kullanılmasından ibarettir. Demek ki anne babanın bazı kararları, emirleri vb. yanlış olabileceği için Kur’an onlar hakkında itaati değil ihsanı emretmiştir. Bunlar birbirine zıt kavramlar değildir aslında ama itaatteki ince mana, Allah ve Resulünün rızasıyla sınırlandırılmış olmasıdır. Bununla birlikte mümkün olan her durumda ihsan, güzellikle muamele, şefkat, tevazu kanatlarını germe ve onlara karşı cömert olma, masraflarını veya ihtiyaçlarını karşılama veya katkıda bulunma gibi davranışların hepsi ihsan kavramına girer. 

 

Kur’an Hz. Süleyman’ın (as) diliyle bizi ana babamızla ilgili şu şekilde dua etmeye de yönlendirir: “Ey Rabbim! Beni, bana ve ana-babama verdiğin nimetlere şükretmeye sevk et.”9 Çünkü belli bir olgunluğa ulaşmış bir insan Rabbinin kendisine bahşettiği nimetlerin yanında anne ve babasına, hatta ceddine verdiği nimetleri de düşünür. Çünkü mesela bu insanın genetik bir avantajı vardır. Kasları güçlüdür, iskelet sistemi sağlamdır, zekidir, hafızası kuvvetlidir vb. avantajları vardır. Bu genetik avantajlar ona anne babasından, dede ve ninesinden aktarılarak gelmiştir. Sonuçta bir insanın varlık sahasına çıkmada (sebepler planında) en büyük pay anne-babanındır. Bizim varlığımızda onların katkıları büyüktür. İnsan bunu da düşünmeli, bizzat sevgi hissedemese de bir çeşit şükran ve saygı hissi duymaya çalışmalıdır. Çünkü insanlara karşı herhangi bir şükran hissi duymayan kimse Allah’a karşı da herhangi bir şükür ihtiyacı hissetmeyecektir. 

 

Kur’an’ın bize öğrettiği bir diğer dua da: “Rabbim! Onlar nasıl ki beni küçüklüğümde şefkatle terbiye edip yetiştirdilerse sen de onlara öyle merhamet eyle!”10 şeklindedir. Bu dua da her insanın dua literatüründe bulunmalıdır. İnsan, içinden gelse de gelmese de ilahi bir tavsiye olarak bu duayı en azından ömründe bir kez etmeli, edebilmelidir. 

 

Bazı durumlarda bir insan kendisine küçükken merhamet gösterilmediğini söyleyebilir ve bu kısmen doğru da olabilir. Ancak düşünün ki; bir insan ortalama 6-7 yaşına kadar zararını ve faydasını bilmez, kendisini hiçbir tehlikeden koruyamaz. Beslenmesi, korunması, hayatta kalması sebepler planında anne babasının korumasıyla ve beslemesiyle gerçekleşir. Belli bir döneme kadar tek bildiği ağlamak ve süt emmektir. Bu zaman boyunca onunla az-çok, iyi-kötü, eksik-tam ilgilenen yine annesi ve yerine göre babası olmuştur. Gerektiğinde uykularını bölmüşler ve ciddi zaman ayırmışlardır. “Bunlar onların zaten görevidir ve minnet etmeyi gerektirmez.” şeklindeki bir düşünce ise sadece kin gibi olumsuz bir duygudan kaynaklanabilir. Hoş bir örnek olmasa da açıkça söyleyelim; bir anne baba, çocuğunu küçük yaşlarda bile her gün dövse, çocuğuna her fırsatta hakaretler etse bile o çocuk kendi kabiliyetlerini kazanana kadar bakımını ve hayatta kalmasını sağladığı için bu yaptığı iyilikler o kötülüklerinden daha baskın olacaktır. Çünkü bir insanın başka türlü hayatta kalması neredeyse mümkün değildir. Hatta bir anne-baba çocuğun sadece doğmasına sebep olsalar, ona hiç bakmasalar ve doğar doğmaz terk etseler, bir yetimhaneye verseler, nadir durumlarda o çocuğun hayatı için bu durum daha avantajlı olsa da genellikle olumsuz sonuçlanmaktadır. Yani “Yetiştirme yurdunda büyüsem daha iyiydi.” gibi düşünce ve duyguların reel bir karşılığı neredeyse yoktur ya da çok azdır. 

 

Genel olarak en ilgisiz anne baba dahi olsa, belli bir yaşa gelmiş, iyi kötü bir tahsil hayatı yaşamış bir insanın onlara borçlu olduğu şüphesizdir. Genellikle fark edilmeyen ve normal hatta mecburi kabul edilen bakım, beslenme, barınma, okul masrafları gibi durumlar açısından da durum böyledir; ilgi, şefkat, sevgiyle büyüme gibi manevi yönler için de böyledir. Manevi olarak sayılan yönler eksik veya akranlarına oranla daha az olsa da böyledir. 

 

Yine de bütün bunlara rağmen “Bir insan anne babasını sevmek zorundadır.” diyemeyiz. Bunu da duygulara emir verilemeyeceği varsayımıyla söylüyoruz. 

 

Biz insanların genel hatalarından birisi şudur ki: Zaten var olan ve yaygın bir şekilde bulunan nimetleri pek fark etmeyiz. O nimetleri yok sayma eğiliminde oluruz. Bugüne kadar gözlerimizin görmesi gibi bir nimete karşı kaç defa şükretmişizdir? Hatta göz kuruluğu gibi bir sorunumuz olsa, doktora gidip gerekli damlaları-ilaçları alsak ve bu rahatsızlık bir süreliğine de olsa iyileşse, bu iyileşme için şükrederiz. Hatta bu hastalıktan kurtulmaya gözümüzün varlığından daha fazla şükredebiliriz. Kendi hayatlarımızda da küçük bir dikkatle bu ve benzeri çelişkilerimizi çokça görebiliriz. Yani biz insanlar, büyük ve yaygın, zaten herkeste bulunan veya herkesin yapageldiği meselelerde nimetleri pek fark etmiyoruz. Aynen bunun gibi çok basit görülmekle beraber bir çocuğun yaşamasında, büyümesinde, eğitiminde vb. anne babanın o devasa katkılarını hatırlamamak, bunları yok saymak da bir cins nankörlük olabilir. Buna da dikkat ve insaf lazımdır.

 

Elbette ki anne babaların kendi şuursuzlukları, eğitimsizlikleri, tembellikleri gibi hataları yüzünden çocuklarına verdikleri pek çok maddi-manevi zarardan bahsedilebilir. Bütün bunlar ayrıca konuşulabilir, yazılabilir, düşünülebilir. Ancak bütün bunlar bizim kendimize ait boşluklarımızı ortadan kaldırmıyor. Ayrıca var olmak, dünyaya gelmek, hayatta kalmak, belli bir yaşa kadar gelmek gibi nimetlerin onların aracılığıyla elimize geçmesi realitesini de ortadan kaldırmıyor. 

 

Yanlış anlaşılmasın; “Bunları düşünün ve anne babanızı sevin.” demiyoruz ancak öyle tehlikeli bir ihtimal var ki, gerçekleşmesinden Allah’a sığınırız. O da Allah katında nankörlerden yazılmak ihtimalidir. Bunu da hatırlatmak zorundayız. Bu nedenle her şeye ama her şeye rağmen örneklendirmeye çalıştığımız nimetler de insanın kafasının bir köşesinde durmalıdır.

 

Diğer yandan; anne babaların az bir kısmı olsa dahi bazıları normal bir anne babanın doğal olarak göstereceği şefkat, merhamet ve ilgiyi çocuklarından esirgeyebilirler. Az da olsa böyle durumlarla karşılaşabiliyoruz. Bu manada bir evlat, anne babasına bu nedenle bir sevgi duymuyorsa illaki “Neden anne babama sevgi duyamıyorum!” diye kendisini yargılamamalıdır. Böyle bir insan anne babasına karşı asgari vazifelerini yerine getirmeyi yeterli görmelidir.

 

Konu bütünlüğü açısından soru sahibinin sorusundan bağımsız olsa da meselenin şu noktası da göz önüne alınmalıdır: Bazen anne babaların evlatlarına kötü davranmaları mümkündür. Bu, işin anne babalarla ilgili yönüdür. Evlat ise kendisini negatif duygulara, negatif hayallere ve şikayete salıp bazı küçük sayılabilecek meseleleri kafasında büyütebilir ve böylece doğal sevgi hislerini de ortadan kaldırmış olabilir. Yani problem iki taraflı da olabilir.

 

Sonuç olarak: Anne baba ister kötü davransın, ister ilgisiz kalsın, isterse evlat kendi negatif hisleri ve şikayetleriyle konuyu zihninde büyütmüş olsun; her iki durumda da geçmiş negatif anılara takılıp kalmamak, en azından kişinin kendi gönlünü ve zihnini boşaltma adına karşı tarafı affetmek, hissettiği duygular içinde sevgi yer almasa bile negatif duyguların yükünü de ömür boyu çekmemek adına çok önemlidir. Allah-u Teala bizi bizden iyi bilmektedir ve başa gelen her şeyde ama her şeyde O’nun gözettiği bir amaç, bir hikmet vardır. O, bu amacın gerçekleşmesi için anne-baba da dahil birilerini araç olarak kullanmış olabilir. Biz göremesek de, fark edemesek de yaşadığımız şeylerin bu büyük denklem içinde belki öldükten sonra belki de şu anki yaşamımızda ilerleyen süreçlerde bir hayra vesile olması beklenir. Her şeyi kendi gözlem dünyamızdaki sebep-sonuç ilişkileri ile izah edemeyiz ve perdenin arkası bize genellikle kapalıdır. Anne babasının merhametsizliğinden, ilgisizliğinden şikayet eden bir evlat da Merhametliler Merhametlisi'nin rahmetini itham etmeyip zihnini nefret ve acıdan arındırmaya çalışmalıdır. Sonuçta anne babaların da bizim de asıl sahibimiz Merhametliler Merhametlisi Allah-u Teala’dır. Vesselam.

 


1 ) Buhari, İman, 8

2 ) Buhari, Eyman, 3

3 ) Müslim, İman, 201

4 ) Müslim, Mesacid 33; Ebu Davud, Salat 171; Nesai, Sehv 20

5 ) Nesai, İşretü’n-Nisa, 1

6 ) [5] Taberânî, Mu'cemü'l-kebîr, 12/84; Deylemî, Müsned, 1/172; Heysemî, Mecmeu'z-zevâid, 2/271.

7 ) Nisa, 142

8 ) İsra 23-24, Ankebut 8, Lokman 15, Ahkaf 15,

9 ) Neml, 19

10 ) İsra, 24