Arkamdan konuşuyorlar, ne yapmalıyım?
Soru: Hakkımda gıybet edildiğini duydum ve duyunca çok üzüldüm, hiç affetmek istemedim. Bu dünyada hesabını sormak, tartışmak, kavga etmek gibi yapacak bir şey yok, bu nedenle hakkımı helal etmek istemiyorum. Ancak daha sonra “Ya ben birilerinin hakkına girdiysem ne olacak?” diye düşündüm ama diğer taraftan hakkımı helal edesim de gelmiyor.
Cevap: Aslında teorik olarak insanın kendi aleyhine yapılan gıybetlere karşı bunun hesabını sormak, küsmek, irtibatı kesmek, tartışmak, istifa etmek gibi yapabileceği şeyler vardır. Ancak insan bunları yapmıyorsa, bunları yapmaktan yani bu tip karşılıklar vermekten bilinçli bir şekilde vazgeçmişse bu da o insanın terakkisi adına önemlidir. Hatta bu vazgeçme ister ahiret adına ister dünya adına bir fayda düşüncesine dayansın yine o insanın manen gelişmişliği adına önemlidir.
Birisi sizin olmadığınız bir yerde sizin etraflıca gıybetinizi yapmışsa ve sizin bundan haberiniz olmuşsa orada laf taşıyan, Kur’an’ın ifadesiyle “nemime” yapan bir nemmam var demektir. Bu da gıybet gibi kötü bir ahlaktır. Bu nedenle laf taşıyanın laf taşımasıyla bir şey yapılması da verimli bir amel olmayacaktır.
Laf taşımanın sizin suçunuz olup olmaması durumu değiştirmez. Laf taşıma esnasında yapılan eylem de aynı zamanda bir gıybettir. Yani “Falanca şöyle bir ortamda senin hakkında şöyle şöyle dedi, senin gıybetini yaptı.” demek de bir gıybettir.
Kültürümüzde gıybet, laf taşıma gibi davranışlar o kadar yaygın ki bu konuda dikkatli davranmaya çalışan insanlar bile yaptıkları şeyin gıybet veya laf taşıma olduğunu o an için anlayamayabilirler. Bu bakımdan da birisinin bizim hakkımızda gıybet ettiğine dair bilgimizin olması aslında bizim bir laf taşıyanla muhatap olmamız ve bir cins gıybet ettiğimiz veya gıybet dinlediğimiz anlamına gelmektedir.
Bu tarz kötü fiillerden ve zararlarından kurtulmanın yolu bunları tamamen terk etmektir.
Efendimiz (sav) bir hadislerinde “Kimse bana ashabım hakkında kötü bir şeyler ulaştırmasın. Zira yanınıza çıkmak istediğim zaman gönül rahatlığıyla çıkmak isterim.” buyurur. Bir ara Efendimiz’e (sav) bir mal gelince onu Müslümanlar arasında paylaştırır. Bu, Onun adetidir. Abdullah b. Mesud (ra) da oradadır. İki adamdan birinin diğerine “Vallahi Muhammed bu paylaşımı Allah'ın rızasını ve ahiret yurdunu gözeterek yapmadı.” dediğini işitir. Bu sözleri Efendimiz’e “Ya Rasulullah sen bize ‘Kimse bana ashabım hakkında kötü bir şey ulaştırmasın!” buyurmuştun ama filan kişilerle karşılaştığımda böyle dediklerini işittim.” diyerek aktarır. Efendimiz (sav) bu sözleri duyunca yüzü kızarır ve bu sözlerin ağrına gittiği belli olur. Ancak Abdullah b. Mesud’a “'Bırak bu tür şeyleri! Musa daha fazla eziyet görmüş ama sabretmişti.” buyurur.1
Bu noktada Efendimiz’in (sav) laf taşımaya dair diğer hadislerini de göz önünde bulundurmak gerekir. Burada ise laf taşımayı yasaklamaktan ziyade “Dikkat edin, siz de farkında olmadan böyle kırıcı şeylere yol açmış olabilirsiniz.” gibi bir manayı anlamak da mümkündür.
Diğer yandan, aleyhimize gıybet edilmesine kırılmamız normaldir. Ancak bunun da üzerinde ayrıca durulmalıdır. Bu noktada kişinin içsel olarak kendini kale alması ama dışsal olarak kale almaması konusu bir şuur eğitimi olarak önemli bir mevzudur.
Diğer yandan aleyhimize olan gıybete incindikten sonra gıybeti yapan kişiye karşı öfke duymak da bir yönüyle doğaldır. Diğer yönüyle ise şuur eğitimi adına zamanla törpülenmesi gereken bir meseledir. Aslında ne kadar hızlı törpülenirse o kadar iyidir.
Sonraki adımda kişinin kendisi hakkında yapılan gıybetten haberdar olduğu zaman üzüldükten ve öfkelendikten sonra hakkını helal etmek istememesinin ardından, “Benim de yaptığım gıybetler var veya var olabilir. Ben de sonuçta gıybetini ettiğim kişinin farkında olarak veya olmayarak kalbini kırmışımdır.” diye düşünmek kişiyi asıl terakki ettirecek olan eksendir.
Dolayısıyla hakkınızdaki olumsuz bir sözü, bir düşünceyi duyduğunuz anda öfkelenmeniz, kırılmanız, gücenmeniz, üzülmeniz konusu bir yana, o anda karşı taraf için bir hüküm vermek yerine veya “Ben bu sözleri hak etmiyorum, niye insanlar bana böyle davranıyor?” demek yerine en azından kendi yaptığınız bazı davranışları hatırlamak, o an hatırlanmasa da “Ya ben de başkalarına böyle yapıyorsam?” deyip o konuda azami dikkatli olmaya çalışmak, bir insanın yapabileceği en güzel şeydir.
Bir insan bunu yaparsa, yani başkasında gördüğü hoşuna gitmeyen veya kendisini rahatsız eden, yanlış gördüğü bir davranışı anında kendisinde aramaya başlarsa ve bu konuda zaten bildiği örnekleri azaltmaya, bilmediği örnekler için de teyakkuzda kalmaya çalışırsa bu dünyadaki varlık amacını yerine getirmiş olur.
Bu çerçevede edebî alıntılarda çokça geçen “Güzel ahlakı kötü ahlaklılardan öğrendim. Onların beni ve başkalarını nasıl rahatsız ettiklerini gördüm ve onlar gibi olmamaya çalıştım.” tarzı yorumlar meşhurdur. Ayrıca “Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma.” şeklindeki evrensel altın kuralı derinden hissetme adına da önemlidir. İnsanın ahlakını güzelleştirecek en önemli yol hatta tek anlamlı yol budur denilebilir.
Kitaplar okuyabiliriz. Güzel şeyler anlatan birilerini dinleyebiliriz. Ama okuduklarımızı, dinlediklerimizi uygulamak için kendimizde bazı hataları görebilir olmamız şarttır. Ancak dünya hayatı içinde ortalama insanın kendinde hata görmesi çok zordur. Bu tarz duygusal şoklar, incinmeler, biraz da şuur eğitimiyle beraber kendindeki hataları görmek önemlidir. Kendine yönelik gıybetler veya yüzüne karşı söylenen kötü sözlerle yaşadığı incinmeleri, kırılmaları, öfkelenmeleri şuur eğitimiyle beraber kendindeki hataları görme yolunda değerlendirebilmek kişisel terakki adına harika bir şeydir.
Aleyhinizde gıybet eden kişi aslında size üzerinde sizin adınız yazılı olan bir çek vermiş demektir.
Bu çekin miktarını yanlış tahmin ediyor olabiliriz. Yani mesela aleyhimizde söylenen söze fazla alınmışızdır, küçük bir konuyu büyütmüşüzdür ve biz çekin çok sıfırlı bir çek olduğunu zannediyoruzdur ama miktarı daha az olabilir. Böyle bir durumda bile bize ahirette kullanmak üzere bir çek verilmiş demektir.
Bizler de başkalarına eziyet ve haksızlık etmekle, onların gıybetini yapmakla onlara ahirette bizim aleyhimize kullanmaları için bir çek vermiş oluruz.
Hadislerde bu hak ihlallerinin sevapların alınıp verilmesiyle, yani aralarında hak ihlalleri olan kişiler arasında birinin sevabının başkasına aktarılarak çözüleceği ifade edilir.2 Ancak başka çözüm yollarının olduğuna dair, örneğin Allah Teala’nın sevdiği bir insan için o çekleri kendisinin ödeyeceği, yani karşı tarafa cennetten daha iyi bir yer verme karşılığında hakkından vazgeçmesini isteyebileceği gibi durumlar da aktarılır.
Ama bizim için asıl konu bir çekin varlığı olmalıdır. Yani birisi sizi hakikaten üzecek şekilde gıybetinizi yapmışsa bunun karşılığı 1 aylık namaz sevabı veya 1 yıllık zekat sevabı, kalp safiyetiyle kılınan teheccüt veya ağlayarak edilen duaların sevabı ve kıymeti de olabilir. O çek size verilmiş ve o çekin karşılığı olan ameller de sizin hesabınıza yazılacak demektir.
Aynı şekilde sizin namazlarınız, oruçlarınız, teheccütleriniz, zekat ve sadakalarınız da sizin kalplerini kırdığınız, gıybetlerini ettiğiniz, haklarını bir şekilde ihlal ettiğiniz kişilerin hesabına yazılacaktır.
Bu konuyu ticari bir mantıkla düşünmek de mümkündür çünkü Efendimiz (sav) konuyu anlatırken öyle anlatmıştır.
Efendimiz (sav) yanındaki ashabına “Müflis kimdir, biliyor musunuz?" diye sorunca sahabi efendilerimiz; “Bize göre müflis parası ve malı olmayandır.” diye cevap verir. Efendimiz de “Asıl müflis, kıyamet gününde kıldığı namaz, tuttuğu oruç ve verdiği zekâtla gelir. Ancak dünyada iken şuna sövmüş, buna iftira atmış, ötekinin malını yemiş, berikinin kanını dökmüş, bir başkasını da dövmüştür. İhlal ettiği bu hakların karşılığı olarak iyiliklerinden alınıp hak sahiplerine verilir. Şayet hesabı görülmeden iyilikleri biterse, mağdur ettiği insanların günahlarından alınarak bunun üzerine yüklenir, sonra da cehenneme atılır.”3
Bu çerçevede insanların haklarını helal etmemeleri mümkündür ve bu onların hakkıdır denilebilir. Hakkını helal etmemek bir haksızlık olarak düşünülmemeli, alacaklı olunan bu çekler de düşünülmelidir. Çünkü ahiretin dehşetli ortamında hiç kimse kendini kurtarmaktan başka bir şey düşünemeyecektir.
Son olarak herkes için kendi aleyhinde duyduğu olumsuz sözlere, gıybetlere karşı üzülmeyecek, incinmeyecek bir hâle gelmek mümkündür ve bu konuda bir eğitim gereklidir. Bu eğitim hepimizin terakkisi için gereklidir. Her ne kadar olumsuzluğa vakıf olduğumuz ilk anda üzülmek, kırılmak veya öfkelenmek mümkünse de bu duyguları gıybet edeni cezalandırma, o gıybeti bu dünyada onun aleyhine kullanma, gıybet edenin aleyhine daha fazlasıyla atıp tutma yerine “Ben de aynı şekilde başkalarının bilerek ya da bilmeyerek gıybetlerini yapıyor ve onları kırıp öfkelendiriyor olabilirim.” şeklinde kullanmak önemli bir şuur noktasıdır ve terakkimiz için de mutlaka gereklidir. Bu noktada duygulara esir olmamak, “Sabır ilk toslama anında olandır.”4 hadisinin gösterdiği ideal ufuk anlamında ilk anda da gerçekleşebilirdi ancak kişiyi harama, gıybete, yeise, negatif hislere, haram duygu ve fiillere itmediği sürece insan yine zamanında yetişmiş sayılır. Ayrıca şuur eğitiminin devamıyla üzülme, kırılma veya öfkelenmeye dair meseleler de hallolabilir.
Evet! İnsan incitmeyerek ahlakın orta seviyelerine yükselir. İncinmeyerek de ahlakın zirve seviyelerini elde edebilir.
1 ) Tirmizi, Menakıb, 3896; Ebu Davud, Edep, 27
2 ) Buhari, Mezalim, 10; Rikak, 48
3 ) Müslim, Birr, 59
4 ) Buhari, Cenaiz, 43