9 dk.
01 Aralık 2023
Şartlara Göre Değişen Metotlar | Hasanî ve Hüseynî Meşrepler | 3. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Şartlara Göre Değişen Metotlar | Hasanî ve Hüseynî Meşrepler | 3. Kısım

Ashabu'l Uhdud
 

Suheyb-i Rumi’den (ra) rivayet edildiğine göre Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur: “Sizden önceki ümmetler içinde bir kral, bir de onun sihirbazı vardı. Bu sihirbaz yaşlanınca, krala:

 

– “Ben yaşlandım, bana genç birini göndersen de ona sihirbazlığı öğretsem” dedi.

 

Kral da ona bir genç gönderdi. Gencin yolu üzerinde bir rahip bulunmaktaydı. Genç ona uğradı, yanında oturdu ve konuşmalarını dinledi, beğendi. Sihirbaza her gittiğinde rahibe uğrar ve yanında bir süre kalırdı. Sihirbaz ona “Niçin geç kaldın?” diye kızar ve döverdi.

 

Delikanlı bu durumu rahibe şikâyet etti. O da şöyle dedi:

 

– Sihirbazdan korktuğunda, “Evdekiler alıkoydular.” de; ailenden çekindiğinde de “Sihirbaz alıkoydu.” de.

 

Genç, durumu böylece idare edip giderken, bir gün yolda insanların gelip geçmesine engel olan büyük ve yırtıcı bir hayvana rastladı ve kendi kendine “Sihirbazın mı yoksa rahibin mi daha üstün olduğunu işte şimdi öğreneceğim.” diyerek bir taş aldı ve “Ey Allah’ım! Rahibin yaptıklarını sihirbazın yaptıklarından daha çok seviyorsan, şu hayvanı öldür ki insanlar yollarına devam etsinler.” dedi ve taşı hayvana doğru fırlatıp onu öldürdü. Halk da geçip gitti. Daha sonra delikanlı rahibe gelip olayı anlattı. Rahip ona:

 

– Delikanlı! Şimdi artık sen benden daha üstünsün. Zira, sen bu gördüğüm mertebeye erişmişsin. Öyle sanıyorum ki, sen yakında bir belâya, imtihana uğratılacaksın. Böyle bir şey olursa, sakın benim bulunduğum yeri kimseye gösterme! dedi.

 

Delikanlı, körleri, alaca hastalığına tutulmuş olanları kurtarır ve diğer hastalıkları da tedavi ederdi. Kralın o sıralarda kör olmuş bir yakını bunu duydu, değerli hediyelerle birlikte delikanlıya gitti ve:

 

– Eğer beni tedavi edersen, bütün bunlar senin olacak, dedi.

 

Delikanlı:

– Ben kendiliğimden kimseye şifâ veremem. Şifayı ancak Allah Teâlâ verir. Eğer sen Yüce Allah’a inanırsan, ben Ona dua ederim, o da (dilerse) sana şifa verir, dedi.

 

Adam iman etti. Allah Teâlâ da ona şifa verdi. Adam eskiden olduğu gibi kralın yanına gelip meclisteki yerini aldı.

 

Kral:

– Senin gözünü kim iyi etti? diye sordu. O da:

– Rabbim, dedi.

Bu defa Kral:

– Senin benden başka rabbin mi var? diye gürledi.

Adam:

– Benim de senin de rabbin Allah Teâlâ’dır, dedi.

 

Bunun üzerine sinirlenen kral adamı tutuklattı ve gencin yerini gösterinceye kadar ona işkence ettirdi. Sonuçta adam gencin yerini söyledi. Delikanlı getirildi. Kral ona:

 

– Delikanlı, demek senin sihirbazlığın körleri ve alacaları iyi edecek dereceye ulaşmış. Duydum ki sen epeyce işler yapıyormuşsun, öyle mi? diye sordu.

 

Delikanlı:

– Hayır, ben kimseye şifa veremem. Şifa veren Allah Teâlâ’dır, dedi.

 

Kral delikanlıyı tutuklattı ve rahibin yerini gösterinceye kadar ona işkence ettirdi. Neticede rahip getirildi ve kendisine “Dininden dön!” denildi. Rahip bu teklife yanaşmadı. Bunun üzerine kral bir testere getirtip başının tam ortasından rahibi ikiye biçtirdi. Rahibin parçalarının her biri bir yana düştü. Sonra kralın adamı getirildi ona da “Dininden dön!” denildi. Ancak o da kabul etmedi. Kral onu da parçalarının her biri bir tarafa düşünceye kadar testere ile başının ortasından ikiye biçtirdi. Daha sonra delikanlı getirildi ve “Dininden dön yoksa öleceksin.” diye tehdit edildi, fakat delikanlı direndi. Kral delikanlıyı adamlarından bir gruba teslim etti ve onlara şu talimatı verdi:

 

– Bunu şu dağın tepesine çıkarın, dininden dönerse ne âlâ, değilse, aşağıya yuvarlayın gitsin.

 

Delikanlıyı götürdüler, dağın tepesine çıkardılar.

 

Delikanlı:

“Allah’ım! Beni bunların elinden nasıl dilersen öylece kurtar!” diye dua etti. Bunun üzerine dağ sarsıldı ve onlar aşağı yuvarlandılar. Delikanlı sapasağlam yürüyerek padişahın yanına döndü. Kral ona:

– Yanındakiler ne oldu? dedi.

 

Delikanlı da :

– Allah beni onların elinden kurtardı, dedi.

 

Bunun üzerine kral, delikanlıyı adamlarından bir başka gruba teslim etti ve:

– Bunu Kurkur denilen bir gemiye bindirip denizin ortasına götürün. Dininden dönerse ne âlâ, değilse, denize atın gitsin, dedi.

 

Delikanlıyı alıp götürdüler. O:

“Allah’ım! Beni bunların elinden dilediğin şekilde kurtar!” diye dua etti.

 

Gemi içindekilerle beraber ala-bora oldu, hepsi boğuldu. Delikanlı sağ-sâlim kralın yanına döndü. Kral onu görünce:

– Yanındakiler ne oldu? diye sordu.

 

Delikanlı da:

– Allah beni onların elinden kurtardı, dedi ve ilâve etti:

– Benim sana söyleyeceklerimi yapmadıkça beni öldüremezsin.

 

Kral:

– Neymiş onlar? dedi.

 

Delikanlı :

– Halkı geniş bir meydanda topla. Beni de bir hurma kütüğüne bağla. Okdanlığımdan bir ok al, yayın tam ortasına koy. Sonra da “Delikanlının rabbinin adıyla de ve at. İşte ancak bunu yaparsan beni öldürebilirsin” dedi.

 

Kral halkı geniş bir meydanda topladı. Delikanlıyı hurma kütüğüne bağladı. Sonra delikanlının sadağından bir ok aldı, yayına yerleştirdi. “Delikanlının rabbi olan Allah adıyla.” deyip oku fırlattı. Ok, delikanlının şakağına isabet etti. Delikanlı elini şakağına koydu ve oracıkta öldü.

 

Bunun üzerine halk:

– Biz, delikanlının rabbine iman ettik, dediler.

 

Daha sonra durumu krala ileterek:

– Gördün mü çekindiğin şey nihâyet başına geldi; halk iman etti, dediler.

 

Bunun üzerine kral , sokak başlarına büyük hendekler kazılmasını emretti. Hendekler ateşle doldurulmuştu.

 

Kral:

– Bu yeni dinden dönmeyen herkesi, zorla ateşe atın, (yahut “onları ateşe girmeye zorlayın”) dedi.

 

Emri yerine getirdiler. En sonunda kucağında çocuğu ile bir kadın geldi, bir ara ateşe girmemek ister gibi yaptı, sendeledi. Çocuk:

– “Anneciğim, sık dişini, sabret, çünkü sen hak din üzeresin!” de(mek suretiyle annesini cesaretlendir)di.1

 

Bu hadise Kur’an’da ashabu’l-uhdud adıyla anlatılmaktadır.2 Uhdud ashabının nerede yaşadığına dair elimizde kesin bir bilgi yoktur ancak farklı rivayetler içinden en güçlüsüne göre; Güney Arabistan bölgesinde yer alan Himyerilerin Yahudi kralı Zûnüvas isminde bir kral vardır. Bu kral Necran bölgesindeki Hıristiyanlara çeşitli işkenceler ve zulümler yapmıştır. Örneğin 2.000 Hıristiyan’ı bir kiliseye toplayarak kiliseyi ateşe vermiştir. Derin hendekler kazdırmış (ki uhdud kelimesi derin yarık-hendek demektir) ve hendeklerin içini odunlarla tutuşturmuş, daha sonra dininden dönmeyen Hıristiyanları ateş dolu hendeklere atarak yaktırmıştır. Bütün bu olaylar Efendimiz’in (sas) doğumundan yaklaşık 50 sene önce yaşanmıştır.3

 

Bu rivayetler baz alındığında Efendimiz’in (sas) bahsettiği mümin delikanlının da ashab-ı uhdud’dan olması son derece kuvvetli bir ihtimaldir. Tek başına bir gencin imanda sebat göstererek otoriteye başkaldırması, iman hakikatleri ile dünyevi güç arasında kesin, keskin ve kalın bir çizginin çekilmesini ifade etmektedir. Yani o bahtiyar delikanlı da tek başına, başına gelecekleri bilerek üstelik kendisi de tavsiye vererek şehadete razı olmuş, tarihe kendi muhalefet şerhini düşmüştür.

 

Ashab-ı Kehf’i de benzer bir misyonu yerine getirirken görürüz. Ashab-ı Kehf, yani mağara arkadaşları hidayeti bulmuşlar ancak yaşadıkları toplumda tebliğ yapılabilecek bir ortamın olmadığını da anlamışlardır. Bu bağlamda kendileri hiçbir şey yapmamış görünmektedir ancak kendi adlarına hayatın maksadına ulaşmışlar, yani iman etmişler ve cennete ehil bir hale gelmişlerdir. Tebliğin, en azından açıktan tebliğin imkansız olduğu bir toplumdan hicret ederek mağaraya sığınmışlar, orada kudret-i İlahi ile uyku moduna geçirilmişler, bu şekilde aradan yüzlerce yıl geçmiş ve uyandıklarında asıl misyonlarını yerine getirerek vefat ettirilmişlerdir.

 

Demek ki iman ve Kur’an adına farklı zamanlarda farklı şekillerde aksiyon alınması gerekmektedir.

 

Hz. İsa (as) da tebliğini farklı durumlarda farklı şekillerde yapmıştır. Matta’da anlatılanlara göre; Roma’nın Yahudiye eyaletine atadığı Yahudi Kralı Hirodes hanedanlığının taraftarları vardır ve bunlar Roma’yı destekleyen güçlü, nüfuzlu Yahudilerdir. Farklı bir Yahudi grubu olan Ferisiler de Roma otoritesine karşı çıkmaktadırlar. Ancak her iki grup da Hz. İsa’yı (as) tuzağa düşürmek için anlaşmışlar, kendi aralarında bir plan yapmışlardır. Bu plana göre Hz. İsa’ya öyle bir soru soracaklardır ki Hz. İsa “Hayır!” derse Hirodes taraftarları onu Roma valisi Pilatus’a, dolayısıyla Roma’ya ihanetle suçlayacaklar, “Evet!” derse de Ferisiler Hz. İsa’yı halkın önünde hain ilan edeceklerdir.

 

Roma egemenliğindeki halklar Roma’ya vergi vermek zorundadırlar. Halk bu vergilerden rahatsızdır. Bazı Yahudiler de Roma’ya vergi vermenin putperest tapınaklara ve Roma yönetimine destek anlamına geldiğini düşünüyor ve vergi vermeyi vatana ihanet sayıyorlardı. O dönemde Dinar adı verilen ve Sezar tarafından basılan madeni bir para vardı. Bu madeni paranın bir yüzünde Roma imparatorunun resmi, öbür yüzünde ise imparatorun tanrılığını anlatan kelimeler bulunuyordu. Plana göre Ferisiler ve Hirodes taraftarları gelerek Hz. İsa’ya “Söyle bize! Sence Sezar’a vergi vermek Kutsal Yasa’ya uygun mudur değil midir?” diye bir soru sorarlar. Hz. İsa soru soranların niyetlerini bilmektedir ve şu tarihi cevabı verir: “Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrının hakkını Tanrıya verin!”4 Soru sahipleri de amaçlarına ulaşamadan dağılıp gitmişlerdir.

 

Böylece Hz. İsa (as) ne tebliğine zarar getirecek bir cevap vermiştir ne de düşmanlarının tuzağına düşmüştür. Verdiği cevapla Sezar’ı ve Tanrıyı birbirinden ayırarak madeni paralardaki Sezar’ı tanrılaştıran ifadeleri de üstü kapalı olarak reddetmiştir. Demek ki aynı zamanda kendi tebliğini hem maddi hem de manevi bir tehlikeden korumuştur. Devlet otoritesine karışmadan kendi tebliğini sürdürmenin yolunu da açmış ve göstermiştir. Demek ki bazen muhalefet şerhini başka türlü düşmek gerekmektedir.

 


 

1 ) Müslim, Zühd, 73

2 ) Buruc, 4-10

3 ) TDV, DİA, Ashabu’l-Uhdud maddesi

4 ) Matta, 22