Çakraların dinimizde yeri var mıdır?
Soru: Çakraların açılarak çalışılması gibi değişik terapi yöntemlerinin dini bir temeli var mıdır? Bunlardan uzak mı durulmalı yoksa faydalanılabilir mi?
Cevap: İslam’ın asli kaynakları olan Kur’an ve sünnette çakra kavramı bulunmamaktadır. Dolayısıyla çakraların İslami bir temelinin olduğunu söyleyemeyiz. Bu kavram Hindiuzm’e ve Budizm’e aittir.
Bu konularda genel prensip şudur: İbadetler, İslam’ın tanımladığı hâliyle güzel ahlak ve dinin emredip yasakladığı helaller haramlar dışında hiçbir şeyin dini kaynağı yoktur.
İbadet, Allah Teala’ya kulluktur ve namaz, oruç, hac, zekât ve sadaka ile bunlara dair sınırlara riayet etmektir. Güzel ahlak ise; insanlara iyi davranmak, doğru sözlü olmak, tembel olmamak, temiz olmak, iffetli olmak, şefkatli olmak, cömert olmak gibi güzel hasletlerdir. Helal ve haramlar da hem ibadetleri hem güzel ahlakı kapsar.
Bunların dışında hiçbir şey aslen ve bizzat İslam’ın konusu değildir. Kur’an ve sünnette bu konular hakkında bir şey söylenmemiştir.
Kur’an’ın ve Dinin Asıl Amacı
Kur’an veya dinin asıl amacı bize dünyevi bilgiler vermek değildir. Örneğin, “Rabbin bal arısına: Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendine evler (kovanlar) edin. Sonra meyvelerin her birinden ye ve Rabbinin sana kolaylaştırdığı yaylım yollarına gir, diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet (bal) çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Elbette bunda düşünen bir kavim için büyük bir ibret vardır.”1 ayetinin esas amacı bize balda şifa olduğunu veya arının bal yapma sürecini öğretmek değildir. Balda bulunan şifa zaten hemen hemen tüm toplumların kabul ettiği bir realitedir. Bu ayetlerden asıl maksadın Allah’ın yarattığı bir şeyin şifa olması üzerine düşünerek bunun için şükretmemiz olduğunu söyleyebiliriz.
Bir örnek daha verecek olursak “Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler.”2 ayetinin asıl amacının bize astronomi öğretmek olduğunu söyleyemeyiz. Bu ayette sanki şöyle denilmektedir: “Ey insanlar! Sizler altıncı yüzyılda yaşayan eğitimsiz-göçebe-gelişmemiş bir toplum da olsanız, 21. yüzyılda yaşayan gelişmiş bir toplum da olsanız, astronomi bilginiz hangi düzeyde olursa olsun sizin bakış açılarınızdan bağımsız olarak göğe bakın! Ay ve güneşin nasıl hareket ettiğini görün ve bunun üzerine Allah Teala’nın yaratma kudretini tefekkür edin!”
Aynen bunlar gibi “İyi bir ev nasıl yapılır?” veya “Nasıl bir hukuk sisteminde insanlar daha az suç işler?” ya da “Hastalıklar nasıl tedavi edilir?” gibi meseleler aslen ve bizzat dinin konusu değildir. Mesela bizler hastalanıp iyileştiğimizde iyileşmemizin sebebinden veya sebebin görünür olup olmamasından bağımsız Kur’an’da Hz. İbrahim’in söylediği gibi; “Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.”3 deriz. Yahut Efendimiz’in (sas) öğrettiği “Allahümme Rabbennâs. Ezhibi’l be’s. Veşfihî ve ente’ş-Şâfî. Lâ şifâe illâ şifâüke. Şifâen lâ yuğâdiru seqamê.” (Ey insanların Rabbi olan Allah’ım! Zararı gider, şifa ver. Şifayı veren Sensin. Senin şifandan başka şifa yoktur. Bu, ardında hastalık bırakmayan şifadır.”4 deriz. Çünkü Her durumda Allah-u Teala şifayı bir sebebe bağlı vermektedir. Şifa için başvurulan sebepler farklı çağlarda ve farklı bilgilere göre değişkenlik gösterebilir. İnsanlar kendi yaşadıkları dönemde kendi bildikleri ölçütlere göre güvenilir kişi ve kurumlara başvurarak şifa arayabilirler. Bu arayış şifayı asıl verenin Allah Teala olması hakikatine ters değildir.
Meselelerin Dini Yönleri ve Dini Olmayan Yönleri
Tıbbî meselelerin dini yönleri olabileceği gibi dinle doğrudan ilgisi olmayan yönleri de bulunabilir. Örneğin, Efendimiz’in (sas) hacamat yapması ve yaptırması veya bir yarayı kapatmak için hasır yakıp külünü yaraya basması gibi tedavi yöntemlerinin dini bir yönleri olduğunu söyleyemeyiz. Bunları yapmak zararlıdır da diyemeyiz. Bu uygulamaların belli şartlar altında bazı faydaları vardır ki Allah Resulü (sas) de onları uygulamıştır. Söz konusu şartların her devirde geçerli olup olmadıklarını bilemeyiz. Bu konuda farklı yorumlar yapılabilir. “Her yorum yanlıştır.” diyemeyeceğimiz gibi “Bu konuda doğru yorum kesinlikle budur. Diğer tüm yorumlar bâtıldır.” demek de edepsizlik olacaktır. Mesela birileri “Hacamatta esas olan kan aldırmaktır. Bugünkü şartlarda tıbbî aletlerle damardan kan almak daha kolay ve sterildir.” diyebilir. Bir başkası: “Efendimiz (sas) döneminde yaralar için hasır yakıp yaraya kül basma uygulamasında asıl maksat mikroplu olmayan yani steril olduğunu bildiğimiz bir maddeyle yarayı kapatmaktır. Bugünkü şartlarda bir yarayı yara bandıyla, oksijenli su ve tentürdiyot sürerek veya tampon uygulayarak kapatmak daha verimli olabilir.” diyebilir. Bir başkası: ‘’Hacamat esasen sıcak iklimde faydalıdır. Mutlak emir değildir.’’ diyebilir. Bir başkası: “Efendimiz yapmışsa inanlara faydası vardır. Dünyanın tamamı için faydalıdır.” diyebilir. Bu yorumların bazıları farklı kişilere daha doğru gelebilir. Buradaki asıl mesele kesin hüküm bildirmeyen, yoruma açık konularda “Hüküm mutlaka şudur.” dememizin dinin ruhuna uygun olmamasıdır.
İslam dışındaki kültürlerden çıkıp da zihinsel ve ruhsal disiplini sağlama gayesi güden yoga, akupunktur, meditasyon, tütsü yakma, tetha, enneagram gibi pek çok öğreti vardır. Bunların hiçbiri Kur’an ve sünnette açıkça geçmediği için bu meselelere doğrudan haram diyemeyeceğimiz gibi doğrudan helal de diyemeyiz. Bunların bazıları faydalı bazıları faydasız veya bazıları hayırlı bazıları yanlış olabileceği gibi bazılarının kendi içindeki uygulamalardan bir kısmı faydalı bir kısmı zararlı olabilir. Örneğin bugün bazı meditasyon uygulamaları psikoterapi alanında da kullanılmaktadır. Bunların stres ve öfke yönetimi, depresyon, uyku sorunları gibi rahatsızlıklar için faydalı olabilecekleri bilinmektedir. O hâlde İslam dışı bir kültürde doğup gelişmiş ve modern psikolojiye mâl olmuş bilişsel terapi yöntemleri için doğrudan “haram” diyemediğimiz gibi sırf kökeni itibariyle Hint kaynaklı bazı meditasyon uygulamalarına da haram diyemeyiz. Ancak bazı transandantal meditasyon topluluklarının kendilerini dini bir topluluk formunda tanımlamaları, bazı uygulamaların teorik altyapısında “İnsan balık burcunda iken kozmik bir enerji olarak var olur ve sadece Tanrı’ya güvenir. Ancak kova burcuna gelince bizzat Tanrının kendisi olur ve bütün iyi özelliklere kavuşur.” gibi anlatımlar da göstermektedir ki bu uygulamaların teknik-pratik yönleri faydalı olabildiği gibi diğer yönleri haram hatta şirke kadar uzanan mahsurlar içerebilmektedir. Bu noktada dikkatli olunmalıdır.
Birleştirmeler ve Uyarlamalar
Bir Müslüman dini bazı bilgi ve uygulamalar ile dinle doğrudan ilgisi olmayan meditasyon, çakra gibi uygulamaları birleştirse bu birleştirme veya uyarlamaların da doğrudan haram olduğu söylenemez. Örneğin bir Müslüman “İnsan, Allah Teala’ya müteveccih olmalı. Fakat bu devirde bizim zihnimiz çok dağınık. O yüzden sabahleyin on dakika meditasyon yapsak ondan sonra zihnimiz daha net bir biçimde ibadet edebiliriz.” diyebilir. Bu insan; “Namazı hakkıyla kılmak için meditasyon yapmak vaciptir, sünnettir.” demezse ve sadece “Ben bundan fayda görüyorum.” deyip bu faydayı bir ibadete bağlarsa yine vebali olmaz ve o insanın dini açıdan yanlış şeyler söylediği iddia edilemez.
Yine mesela bir insan "Ben ahlakımı güzelleştirmeye çalışıyorum. Bu yüzden kendi mizacımı bütün özellikleriyle, zaafları ve avantajlarıyla bilmem gerekiyor. Enneagram okuyunca kendi mizacımın karşılığını orada gördüm. Bir insan Enneagram'dan kendi mizacını öğrenip bu konuda çalışırsa ahlakını daha kolay düzeltebilir. Allah'a daha yakın olur.” diyebilir. Bu insan da “Enneagram öğrenmek farzdır.” demedikçe kınanamaz.
Benzer şekilde bir kişi “Benim iletişim sorunlarım var. Boğaz çakrası dengeleme meditasyonunun bana yardımcı olacağını düşünüyorum.” dese ve uygulayacağı meditasyon veya diğer tekniklerin içinde İslam’a aykırı hususlar bulunmuyorsa bu insanın yaptığına haram veya şirk deme imkânımız yoktur. Belki bu tür uygulamaların bilimsel ve mantıklı bir temelinin olmadığı söylenebilir ancak bu da kişisel tercihlerle ilgili olsa gerektir.
Peki Bu Tür Uygulamalar Hangi Durumlarda Caiz Olmaz?
Bu uygulamalardan birisinde “Her gün bir kadeh içki faydalıdır ve bizim öğretimize göre içilmelidir.” denilirse bu elbette caiz olmayacaktır. Bir başka öğreti bir kadına, “İçinizdeki enerji blokajlarının kaldırılması için erkek uzmanımızla bir odada bir süre yalnız kalmanız gerekir.” derse bunu da reddederiz. Bu gibi haram veya gayrı ahlaki durumlar dışında bu uygulamalardan faydalanmanın bir mahsuru yoktur.
Bu tarz meselelerde konu dinin emir ve yasaklarının dışına çıkılıp çıkılmadığıdır. Mesela karakter farklılıkları ve mizaçların özellikleriyle yahut astrolojiyle ilgilenen birisini düşünelim. Bu kişi meseleyi karakter farklılıkları yönüyle ele alıp, genel kültür seviyesinde konuyla ilgilenirse bunun caiz olmadığı iddia edilemez. Bununla birlikte bu insan İbn-i Sina, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi isimlerin kitaplarında astrolojiye dair bilgiler vermesine veya Kur'an'da burçlardan bahsedilmesine atıfla astrolojinin dini bir yönünün olduğunu, astrolojiyle ilgilenmenin sevap olduğunu düşünüyorsa veya astrolojiye dayanarak gelecek tahminlerinde bulunuyorsa bu durumda mesele problemli bir zemine kayacaktır.
Sonuç olarak: Meditasyon, çakra dengelemesi gibi uygulamalardan herhangi birisi Allah Teala’ya kulluk, İslam’ın tanımladığı hâliyle güzel ahlak ve helallerle haramlar açısından açık bir çelişki oluşturuyorsa bu uygulamalara caiz demek mümkün olmayacaktır. Ancak bu uygulamaların dine doğrudan taalluk etmeyen yönleri de olduğu için içinde bizzat haram ve şirk unsuru bulunmadıkça, faydası da görülüyorsa bunları uygulamakta dini açıdan bir sorun yoktur.
1 ) Nahl, 68-69
2 ) Yasin, 40
3 ) Şuara, 80
4 ) Buhari, Merda, 14; Müslim, Selam, 46