Cevşene Dair Bir Soru
Soru: Bediüzzaman'ın bir yede Cevşen’le ilgili şöyle dediğini gördüm: “Her gün bütün ümmet kadar hasenat ona işlenen ve bütün ümmetin saadetlerine yardım eden ve ism-i a'zamın mazharı ve kâinatın çekirdek-i aslîsi, hem en mükemmel ve câmi' meyvesi olan Zât-ı Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm, o duanın kendi hakkında o azîm mertebesini görmüş, ona haber veren Cebrail Aleyhisselâm'dan işitmiş, başkalarını kendine kıyas etmiş veya edilmiş. Demek o pek fevkalâde ve acib sevab, Zât-ı Ahmediye'nin (A.S.M.) velayet-i kübrasından ona gelmiş. Küllî, umumî değil. Belki o duanın mahiyetinde böyle hârika bir kıymet var ve ism-i a'zam mazharı olan zâtın tebaiyetiyle başkalara dahi o sevab mümkündür; fakat gayet ehemmiyetli şartları var, yalnız okumak kâfi gelmez. Yoksa muvazene-i ahkamı bozar, farzlara ilişir.” Bu ne demektir?
CEVAP: Efendimiz (sas) şöyle buyurur: “Kim sabahleyin üç defa “Eûzübillahi’s-Semî`il-Alîmi mineş-şeytanirracîm" der, sonra Haşr suresinin son üç ayetini okursa Allah kendisine yetmiş bin melek vekil kılar, bunlar akşama kadar o kişiye dua ve istiğfar ederler. Eğer o gün vefat ederse şehit olarak ölür. Bunu akşamleyin okuyan da aynı derecededir.”1
Bu hadisi düz okuduğumuz zaman tek bir insanın üç ayet okumasına mukabil yetmiş bin tane meleğin harekete geçmesi, o insan için gün boyu istiğfar edip dua etmesi, o insanın o gün içinde öldüğü vakit şehit sayılması gibi ibarelerle karşılaşırız. Okunan üç tane kısa ayete karşılık bu kadar büyük lütuf bazı insanları şaşırtabilir.
Bediüzzaman da insan aklına sığmayacak kadar büyük görünen sevaplar meselesini açıklarken o sevapların bazılarının Efendimiz’in (sas) şahsı için geçerli olduğunu, Efendimiz’in kendisi için o sevap ve faziletleri görüp onu söylediğini ifade etmiştir. Yoksa her okuyan Müslüman o mertebede olmadığından onun için o sevap ve faziletler aynıyla geçerli değildir. Ancak yine de ihlası, samimiyeti, devamlılığı, tefekkürü ile mertebe kazandıkça o sevap ve fazilete her Müslüman yaklaşabilir. Bu durumda Efendimiz’in (sas) kazandığı hisseden bir yönüyle ve bir parça kendisi için de kazanmış olabilir.
Eğer amellerin faziletleriyle ilgili hadislerde bahsedilen o sevapların her durumda ve herkesin her okumasında kazanılacak sevaplar olduğu kabul edilirse ortaya şöyle bir dengesizlik çıkacaktır: Mesela sabah namazının farzını kılması için bir insana o kadar büyük bir sevap vaat edilmiş değildir. Ancak sabah namazının farzından sonra Haşr suresinin son üç ayetini okumak durumunda yetmiş bin meleğin o insana vekil kılınacağından söz edilmiştir. Halbuki sabah namazı farzdır, Haşr suresinin son üç ayetini okumak farz değildir. Ancak üç ayeti okumaya farz olan namazdan daha fazla sevap ve fazilet bahşedilmiş gibi durmaktadır. Bediüzzaman’ın “Muvazene-i ahkamı bozar, farzlara ilişir.” demesi bu nedenledir.
Diğer yandan bu gibi hadislerdeki bahsedilen sevaplar kişinin kendi bilgisi, ufku ve derinliği ölçüsünde olacaktır. Yani mesela o kişiye vekil kılınan melekler Efendimiz’in (sas) muhatap olacağı melekler gibi olmayacaktır ancak kişinin kendi bilgisi ve derinliği ölçüsünde melekler olacaktır.
Bununla kastımız şudur: Eskiden iki farklı köyden iki ırgat kendi ağalarını yarıştırmak için birbirlerine ağalarının büyüklüğüne dair örnekler anlatırlar. Irgatlardan birisi der ki; “Benim ağam o kadar büyüktür ki padişahın şu anda ocağında hangi yemeği pişirdiğini bilir!” Yani o ırgatın padişah telakkisi bu kadardır. O ırgat padişahı kendi yemeğini kendi pişiren bir padişah olarak bilmektedir.
Bu bağlamda amellerin faziletleriyle ilgili hadislerde bahsedilen sevapların da sevap işleyenlerin kendi ufukları kadar olacağını unutmamak gerekir.
Son olarak bu tür hadislerdeki sevaplar veya faziletler birer “tohum” veya “potansiyel” olarak anlaşılmalıdır. Yani mesela Haşr suresinin son üç ayetini okuyan herkesin değil de ancak uygun potansiyele sahip kimselerin, uygun şartlarda o hadiste bahsedilen sevaba ve fazilete ulaşma imkanları vardır. Bu hadis de bu potansiyelleri harekete geçirme, insanları buna teşvik etme adına söylenmiştir.
Ayrıca, Bediüzzaman’ın açıklamalarının mantıklı olmasının yanında meselenin bir de hadis ilmine bakan yönü vardır. Bediüzzaman hazretleri bu hadislerin sıhhat kontrolünü yapmak için elverişli ortamlara sahip olmayabilir. Hadis kriterleri açısından bakılınca Cevşen veya Celcelutiye’nin hadis kaynaklarında, bilinen ve kabul edilen yöntemler açısından sıhhatli bir kaynağı yoktur. Bu durum elbette ki Cevşen ve Celcelutiye’nin uydurma olduğunu, onlardan istifade edilemeyeceğini göstermez. Ancak hadis ilmi açısından bu duaların elimizdeki sahih hadis kaynaklarında yer almadığını da belirtmek gerekir.
Bununla birlikte bu duaların sahih bir kaynakta geçmemesi onları reddetmeyi gerektirmez. Çünkü, ahkam bildiren bir haberin mutlaka kaynağının bilinmesi gerekir ve bu kaynağın ahkamın cinsine göre sahih olması da şarttır. Örneğin bir amelin farz veya haram olup olmadığı sadece ayet ve sahih hadis ile bilinebilir. Sahabe ve selefin bir kaçının ortak sözü de hemen hemen bir kesinlik ifade eder. Ancak bir amelin müstehap olduğuna hükmetmek için ayet ve hadislerde yer alması gerekmediği gibi herhangi bir meşhur ve muteber alimden nakledilmesi yeterlidir. Bu naklin sahih olması, yani gerçekten o alimden nakledilmesi gereklidir.
Çünkü dua, bir cins konuşmadır. Bir hutbedir yani muhataba yapılan bir konuşma, bazen bir mükaleme yahut yazı ve şiir cinsinden bir metindir. Duayı diğer yazılı veya sözlü metinlerden ayıran şey o hitap veya yazının Allah Teala’ya hitaben yapılmış bir hitap olmasıdır. Bu açıdan nasıl ki okuduğumuz her şiir veya yazının Efendimiz’den (sas) nakledilmesi gerekmiyorsa, sadece o yazının içeriğinin dinin ruhuna aykırı olmaması yeterliyse, aynı şekilde herhangi bir duanın da içeriğinin sahih olması yani dinin ruhuna aykırı olmaması kafidir.
Yahut örneğin nasıl ki Mehmet Akif Ersoy’un “On dört asır evvel yine bir böyle geceydi” diye başlayan “Bir Gece” adlı şiiri Efendimiz’i (sas) anlatması itibariyle güzeldir, güzel bir şiirdir. Ancak bir ayet, hadis veya sahabe sözü değildir. Benzer şekilde İmam-ı Azam’ın (ra) Kaside-i Meymune-i Mübareke-i Numaniye adlı kasidesi, İmam Gazali’nin (ra) Hizbü’l Masun duası, İmam Şazili’nin (ra) Hizbü’t Tams veya Hizbü’n Nasr duaları, Mevlana’nın Vird-i Kebir’i, Bediüzzaman’ın Hüve’l-Bâkî kasidesi gibi dua ve münacatlar da kendi esasları içinde güzeldir, hoştur ve istifadeye medardır.
Cevşen ve Celcelutiye de en az bir Hizbü’l Masun, en az bir Vird-i Kebir, en az bir Evrad-ı Kudsiye’dir. Yani bu ve benzeri mübarek zatların dualarından fazlası vardır eksiği yoktur.
1 ) Tirmizi, Fezailü’l-Kur’an, 22; Müsned, V, 26