7 dk.
23 Nisan 2022
Çocuk yetiştirmede korku-gorsel
Youtube Banner

Çocuk yetiştirmede korku

Soru: Allah’ın ayetlerde önce cehennem hemen ardından cennet tasvirlerinden bahsetmesi, önce azap sonra mükâfatları dile getirmesi üslubu ve yöntemi düşünüldüğünde çocuk ve korkutma, korkutarak büyütme kavramlarını birlikte nasıl değerlendirmek gerekir? Çocuk yetiştirirken çocuğun yaptığı şeylerin sonuçları direkt söylenmeli midir? Ceza olmasa da korkarak bir şeylerden vazgeçmesini sağlamalı mıyız? 
En önemlisi, çocuk korku ile ne zaman tanışmalıdır?
 

Cevap: Öncelikle, Allah-u Teala’nın kullarına yönelik hitabı kesinlikle kulların kendi aralarındaki hitaplar ile değerlendirilmemelidir. Yani O’nun hitabı ne ana babanın çocuğa, ne öğretmenin öğrenciye, ne devlet yetkilisinin vatandaşına, ne de eşlerin birbirine olan hitapları gibidir. Allah-u Teala’nın Kur’an’da kullarına karşı hitabı hiçbir şekilde, hiçbir zaman, hiçbir yönüyle kullar arasında iletişimin, hitabın bir yöntemi olabilecek şekilde kullanılamaz. Allah-u Teala, Allah’tır. Rabdir. Mülkün sahibidir. Zat-ı Zülcelal’i sena için konuşmaya başlasak saatler, yazmaya başlasak sayfalar yetmez. Biz ise kuluz. 

 

Eğer vahiy bize kullar arası davranışlarımızda eşlerin birbirlerine karşı, anne-babaların çocuklarına karşı, patronların işçilerine karşı nasıl davranmaları gerektiğine dair ölçüler koymuşsa onları esas alabiliriz ve almalıyız. Bunun yanında Efendimiz’in (sav) emir ve tavsiyeleri de vahyin nasıl anlaşılacağının pratiği olarak vahye dair bizim yorumlarımızdan daha önemlidir. Bu manada Kur’an’ın önce cenneti ve cehennemi saymış olmasının, çocuk yetiştirme alanında kişisel yorumlardan öte bağlayıcı ve genellenebilir bir ehemmiyeti yoktur.

 

İkinci olarak, Kur’an aslında her zaman ve her durumda önce cehennemi zikrediyor değildir. Önce cehennemin zikredildiği durumlar daha fazla olabilir fakat önce cenneti anlattığı, cehennemden hiç bahsetmediği veya daha az bahsettiği, hatta cehennemi cennetten sonra anlattığı durumlar da az değildir. Dolayısıyla cehennemin her zaman önce anlatıldığı şeklinde bir genelleme hatalı olacaktır.

 

Üçüncüsü, “korku” kelimesi zamanla geniş bir anlam çerçevesi kazanmış, buna bağlı olarak da kelimenin herkesin zihninde canlanan anlamı farklılaşmıştır. Dolayısıyla bu kelimeyi kullanarak bir şeyleri açıklamak çok da verimli olmayacaktır. Çünkü büyük ihtimalle açıklanan şey yanlış anlaşılacaktır. Gerçi bu bağlamda her kavram herkesin zihninde farklı canlanabilir. “Elma” kavramı zikredildiğinde herkesin zihninde farklı elma resmi canlanabilir. Ancak "korku" gibi hayatımıza yön verecek önemli kavramların çok fazla çağrışıma sahip olmaları o kavramların çok dikkatli kullanılmasını, hatta mümkünse az kullanılmasını gerektirmektedir. En azından bu kavramları yerli yerinde kullanmaya dikkat etmemiz şarttır.

 

İşin bu kısmında zihnimizdeki kavram haritalarımızda "korku" kavramı yerine farklı bir kavram çifti önereceğiz: Pozitif ve negatif kavramları… Evet, insanın tüm davranışlarını, hayata, kendisine, başka insanlara karşı tüm duygularını, düşüncelerini ve tavırlarını pozitif ve negatif olarak ikiye ayırabiliriz.

 

Çocuk eğitimi çerçevesinde ise öncelikle hatırlanması gerekenler şunlardır:

 

Allah, insanları farklı farklı yaratmıştır. Bu farklılığın bir kısmı genlere sıkı sıkıya bağlıdır. Dolayısıyla çocuğun bire bir olmasa da anne-babasına benzemesi mümkündür. 

 

Diğer taraftan insanın sevgi, aşk gibi duygularının oluşumu farklı şartlara bağlı olduğu ve farklı süreçlerde gerçekleştiği gibi, bu iki duygu her evlilikte de gerçekleşmeyebilir. İnsan bazen kendisine benzeyen birisini sevebilir. Bazen kendisinin tam tersi ama kendisini tamamlayan birisini sevebilir. Bu durumda karı koca arasında mizaç farklılıkları ve benzerlikleri olacaktır. Çocuğun mizacı da bazen anne-babaya benzeyebilir. Bazen de her ikisinden farklı olabilir.

 

Mizaç meselesinin en önemli yanlarından birisi şudur ki, insanlar aynı uyarıya aynı şekilde tepki vermezler. Üniversiteye hazırlanan iki farklı öğrenciye “Sen bu çalışmayla ve bu netlerle istediğin bölümü kazanamazsın.” denilince birisi “O hâlde daha çok çalışmalıyım.” diyebilir, diğeri de “Madem kazanamam o hâlde uğraşmayayım.” deyip iyice tembelliğe ve depresyona kapılabilir. Sigara içen iki kişiye sigaranın zararlarından bahsedilse birisi sigarayı bırakmak için içinde bir istek duyar ve bu yönde gayret edebilir. Diğeri ise sigarayı bırakabileceğine güvenemez ve bu uyarı onda belki az da olsa var olan sigarayı bırakma azmini iyice kırabilir. 

 

Dolayısıyla soruda çocuğa yaptığı işin kötülüğünü veya sonucunu anlatmak olarak bahsedilen durumda da esas olan çocuğun mizacı, yaklaşımı ve karakteridir. Mizaç konusunda MBTI, big-five gibi akademik olarak da kabul edilmiş bazı yöntemler denenebilir ve çocuklar da bu testlere tabi tutulabilir. Testin ötesinde asıl gerekli olan ise bu konuda bir parça bilgi sahibi olup çocuğu gözlemlemek, farklı durumların farklı sonuçlarını tespit ederek ona göre davranmaktır. Unutulmamalıdır ki, her uyarı her zaman her genç veya her çocukta aynı sonucu doğurmaz.

 

Mizaç konusunu ısrarla vurgulamamızın nedeni şu: İnsanlar gayr-i ihtiyari bir şekilde herhangi bir konuda özel bir eğitim almamışlar, bir kursa gitmemişler, ilgili kitapları okumamışlar, ufuklarını genişletmemişlerse kendilerinde işe yarayan bir şeyin başkalarında da öylece işe yaramasını bekliyorlar ve öyle davranıyorlar. Bu da her zaman, her durumda doğru sonuçlar vermeyecektir. Anne-babanın kendi geçmişlerinde işe yarayan ve çocuklarında da işe yarayacağını düşündükleri herhangi bir şey çocukta tam tersi bir durumla sonuçlanabilir. Burada meselenin her yönünü açıklamaktansa şunun unutulmaması daha önemlidir: Mizaçlar farklı farklıdır ve her uyarı, her bilgi, her etki aynı sonucu vermez.

 

Çocuğa ebeveynlik anlamında verilebilecek, aktarılabilecek en güzel şey ise şudur: Çocuğun anne-babasını her zaman sevmesi ve anne-babasının çocuğu her hâlûkarda seveceğini hissetmesi, anne-babasına karşı her durumda güven duyması…

 

Diğer yandan insanların aslında kendileri çocukken fark ettiği ancak nedense anne-baba olunca unuttukları çok önemli bir mesele var. O da şudur; çocuklar, çok küçük yaşlardan itibaren anne ve babalarını idare etmeyi öğrenirler. Yani çocuklar kısa sürede “Şunu yaparsam annem-babam hoşlanmaz, bunu yaparsam kızar.” gibi stratejileri kendi içlerinde geliştirirler ve uygularlar. Zamanla da anne-babalarıyla iletişimleri böyle bir stratejiden ibaret hale gelebilir. Maalesef pek çok çocuk, daha ergenlik döneminden önce bu dünyada aslında yalnız olduklarını, yani anne-babalarına tam olarak güvenemeyeceklerini, mesela kendi davranışlarının onlar tarafından başkalarına anlatılarak gülündüğünü, birtakım başarısızlıklarının terslendiğini, başkalarıyla olumsuz bir şekilde kıyaslandıklarını, kendilerine verilen sözlerin tutulmadığını, anne-babalarının keyifsiz-moralsiz bir anda olsa bile çocuğun algıladığı şekliyle rast gele zamanlarda kendisine kızılıp bağırdıklarını bilirler, anlarlar, hissederler ve bunların hepsini değerlendirirler ve bu şekilde de büyürler. Bu nedenle çocuklara karşı yapılabilecek en güzel ebeveynlik güven, sevgi ve şefkat hissini onlara tattırmak, çocuğun yanında olma duygusunu ona derinden hissettirmektir.

 

Son olarak çocukların kendisine söylenen sözleri duymayabilecekleri ama yapılan herhangi bir davranışı her zaman uygulayacaklarını belirtelim. Örneğin birisi 6, diğeri 3 yaşında iki kardeş düşünelim. Siz 6 yaşındakine evde top oynaması nedeniyle bağırabilirsiniz. O çocuk top oynamayı bırakabilir veya genellikle bırakmaz. Ama artık o da kardeşine bağırmaya başlayacaktır çünkü siz ona bağırmışsınızdır. Korkutma davranışının bu cinsten sonuçları da olacaktır.

 

Bir gün Efendimiz’in (sav) uyuduğu bir esnada mübarek torunlarından biri kucağına çıkarak idrarını yapar. Yanında bulunan sahabelerden birisi duruma hızlıca müdahale etmek ve torununu kucağından almak ister. Ancak Efendimiz (sav) uyanır ve bu hızlı müdahalenin çocuğu korkutabileceğini düşünerek olsa gerek “Oğlumu bırakın, hacetini tamamlayana kadar onu korkutmayın.” buyurur.(1) Bu da gösteriyor ki bu gibi durumlarda çocuğu korkutmamak esastır. Ayrıca Efendimiz’in (sav) “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin. Kolaylaştırın, zorlaştırmayın.” şeklindeki önemli tembihi de aklımızdan çıkmamalıdır.(2)

 



 

1 ) Müsned, IV. S. 348

2 ) Buhari, Megazi 60; Müslim, Cihad, 7; ; Ebu Davud, Hudud 1; Nesai, Taharet 4