11 dk.
14 Aralık 2023
Dert Çekmeye mi Geldik Bu Dünyaya?-gorsel
Youtube Banner

Dert Çekmeye mi Geldik Bu Dünyaya?

Soru: “Sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” gibi ifadeler bana dünyaya gelmeyi ben istemediğim hâlde bir de bana zorluk çıkartılıyor gibi geliyor. Burada imtihandan kasıt nedir?
 

Cevap: Meseleyi maddeler hâlinde ele alacağız.
 

Birincisi: İnsan sadece kendi seçimlerinden sorumludur.

 

Dünya üzerinde bizim irademizle ilgili olan şeyler hariç hiçbir şeyi biz seçmedik. Örneğin bünyemizin yaşamak için günde 2500 kaloriye ihtiyaç duymasını ve bu ihtiyacın karşılanması için gerekli besinlerin hangileri olduğunu, o besinlerin nasıl elde edileceğini biz seçmedik. O besinleri elde etmek için belli bir miktar çalışmamız gerekmesini de biz seçmedik. Bunlar bize sorulmadan ayarlanmış konulardır.

 

Yerçekimi bize sorulmadan ayarlanmıştır. Bu nedenle yürümek zorundayız ve yokuş çıkarken zorlanırız.

 

İnsan vücudunun dayanabileceği ısı dereceleri de bize sorulmadan ayarlanmıştır. Bu nedenle aşırı sıcaklardan ve soğuklardan korunmak için mevsime göre giyinmek yahut ısıtıcı ve soğutuculardan yardım almak gibi belirli şeyler yapmak zorundayızdır.

 

Sindirim sistemimiz ayarlanırken bize kimse bir şey sormamış, fikrimizi almamıştır. Bu nedenle sindirebileceğimiz besinleri yemek ve yedikten belli bir süre sonra tekrar acıkacağımız için yeme işlemini her seferinde tekrarlamak zorundayız.

 

Bunların dışında, anne babalarımızın biz küçükken bizim adımıza yaptıkları tercihlerin, aldıkları kararların sonuçlarını da yaşamak zorundayız. Hatta ebeveynlerimizin bizim adımıza değil kendi doğal yaşamları sırasındaki alışkanlıklarının, bizlere yaklaşımlarının sonuçları da bize yansımaktadır. Onların konuşma ve davranış tarzları, dindarlık durumları, ahlaki tutumları bizi olumlu veya olumsuz etkilemektedir.

 

Dolayısıyla insan olarak bizlerin sorumluluğu bizim irademiz dışında gerçekleşen şeyler değildir. Sorumluluğumuz ancak ve ancak kendimize sorulması, teklif edilmesi durumunda yaptığımız şeylerden ibarettir.

 

İkincisi: Biz yokken bize bir şeylerin sorulması gibi bir durum zaten muhaldir. Bu saçmalığın farkında olanlar “Önce yaratılsaydık, yaratıldıktan sonra sorulsaydı, buna göre dünyaya gönderilseydik veya gönderilmeseydik.” gibi bir düzeltmeye giderek bu meşhur soruyu güncellediler ancak bu durumda da insan zaten yaratılmış olacaktır. 

 

Üçüncüsü: Allah Teala’nın varlık seviyesi ile insanların varlık seviyesi arasında neredeyse sonsuz bir mesafe vardır.

 

Bizler insan olarak bahçemize veya balkondaki saksımıza herhangi bir bitkiyi, çiçeği ekebiliriz. Bahçemize ekeceğimiz maydanoz tohumunu o tohuma sormadan ekeriz. Maydanoz tohumunun fikrini almayız. Saksımıza ekeceğimiz çiçeğin de görüşünü sormayız, ekilmek isteyip istemediğini merak bile etmeyiz. 

 

İşte, Allah Teala ile bizim aramızdaki varlık seviyesi farkı, bizimle o tohumlar veya bitkiler arasındaki varlık seviyesi farkından çok daha büyüktür. Bizim, kendisini ekmeden önce bir maydanoz tohumuna ekilmeyi isteyip istemediğini sormamız düşüncesi ne kadar abes ise Allah Teala’nın da bize dünyaya gönderilmeyi isteyip istemediğimizi sorması düşüncesi o kadar belki daha fazla abestir. Bunun hiçbir teorik ve pratik yani mantıklı ve reel bir karşılığı yoktur.

 

Dördüncüsü: Özellikle milenyum sonrası insanları için hayatın maddi koşulları eski zamanlara göre oldukça kolaylaşmış durumdadır. İnsanların maddi yaşam kalitelerinin, refah seviyelerinin, yaşam koşullarının hatta yaşam sürelerinin eski dönemlere göre oldukça fazla olduğu tartışılmaz bir gerçek. 

 

Gelişen demokratik sistemlerin getirdiği yanlış bireyselleşmeler, kapitalizmin bir ekonomik sistem olmasının yanında yanlış bir tüketim kültürünü de beraberinde getirmesi gibi tarihsel ve sosyolojik gelişmeler her insanın her tercihinin her durumda çok kıymetli olduğu düşüncesini beraberinde getirmiştir denilebilir. İnsanın tercihinin önemli olduğu, insanların tercihlerinin dışında hiçbir şeye zorlanmamaları gerektiği düşüncesi milenyum sonrası sosyoekonomik anlayışın bir yan etkisidir. Özellikle dijital kültürün genç zihinler üzerindeki en yıkıcı etkilerinden birisinin de insanların her şeyi kendi tercihlerine göre şekillendirebileceklerini düşünmeleridir denilebilir.

 

Halbuki yaşadığımız dünya şartları itibariyle aslında hiç de kolay hayatlar yaşamadığımız, pek çok şeyin bize sorulmadan işlediği ve bizim, yine bizim dışımızda kurulmuş sistemler içinde o sistemlerin kurallarına göre yaşamak zorunda olduğumuz hayati bir realitedir. Dolayısıyla içinde yaşadığımız sosyal, siyasal ve ekonomik sistemler de bize sorulmadan oluşturulmuştur. Hatta seçmenlerin oy kullandığı, dolayısıyla kendi tercihlerini yansıttığı düşünülen seçim sistemlerinin dahi seçmenlerin tercihlerini gerçekten yansıtıp yansıtmadığı seçim süreçlerinde tartışılan bir olgudur.

 

Beşincisi: Kur’an der ki: “O (Allah) ki, hanginizin daha güzel amellerde bulunacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.”1

 

Buradaki “amel” kavramı geniş düşünülmelidir. Yani hangimizin daha şefkatli veya zalim davranacağının, hangimizin çalışkan veya tembel olacağının, hangimizin temiz veya pis olacağının, hangimizin iffetli veya iffetsiz olacağının, hangimizin hayatlarımızda Allah Teala’ya yer ayıracağı veya ayırmayacağının, hangimizin kibirli olacağının veya haddini bileceğinin ortaya çıkması için Allah Teala hayatı ve ölümü yaratmıştır.

 

Bir başka ayette; “İnsanlar sadece “iman ettik” demekle kendi hallerine bırakılacaklarını, imtihana tabi tutulmayacaklarını mı sandılar?”2 buyrulur.

 

Yine bir başka ayette; “And olsun ki, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz…”3 denilir. 

 

Her canlı, ölümü tadar. Bir sınama olarak sizi hayırla da şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.”4 ve “Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükafat ise Allah'ın yanındadır.”5 ayetleri aynı minvaldedir.

 

Konuyla ilgili ayet ve hadislere bütüncül bakılınca denilebilir ki; imtihan, din dediğimiz şeyin bir cins özetidir. Yani Allah Teala bizim yaptıklarımızı kontrol etmektedir ve neticede bir mükafat veya ceza verecektir. Bu hakikat bütün dinlerde farklı şekillerde de olsa geçerlidir. Hatta bazı Hint dinleri gibi cennet ve cehennem anlamında bir ahiret anlayışı olmayan ancak şu andaki hayatta yaşadıklarımıza göre bir sonraki hayatta daha iyi veya daha kötü yaşanacağını söyleyen dinler de aynı şeyi söylemektedir. 

 

Bütün dinler “Şunları yaparsanız mükafat görecekseniz. Yapmazsanız yaptığınız kötülük kadar ceza göreceksiniz.” anlayışına sahiptir. Yine bütün dinler insanın hayvandan ayrılan yönünü bu imtihan sürecine tabi tutulmasında görmektedir. İmtihanı kazananlar mükafat görecektir. Kazanamayanlar, bütün hayatları yiyip içip üremekten ibaret olan hayvanlardan farksız olacaklardır. Din kavramının temelinde bu anlayış vardır.

 

Negatif Düşünce Eğilimi

 

Durum bu iken eğer negatif düşünceye meyilli iseniz veya din ile ilgili sadece belli bir bakış açısıyla eğitim görüp yetişmiş iseniz “imtihan” denilince aklınıza çile, işkence, hastalık, savaş, salgın ve kriz gibi kavramlar gelecektir. Ancak Kur’an’ın “imtihan” kavramından kastı bunlar değildir. 

 

Aslında imtihanların farklı çeşitleri vardır. Bunlar da insanların yaşadıkları toplumsal ve kültürel seviye, hukuk sistemleri, ekonomik ve kültürel yapıları, ahlaki düzeyleri üzerine şekillenir. Dolayısıyla insanlar ve toplumlar hayatlarında hiçbir kötülükle, hiçbir olumsuzlukla karşılaşmadan da imtihan edilmiş olurlar.

 

Zaten Kur’an “Bir sınama olarak sizi hayırla da şerle de imtihan ederiz.” buyurmakla insanların başlarına gelen kötü durumlar kadar iyi hâllerin de birer imtihan olduğunu açıkça beyan etmiştir.

 

Hz. Süleyman’ın (as) emrinde bulunanlardan ve Allah tarafından özel bir ilme mazhar kılınmış birisi Kraliçe Belkıs’ın tahtını göz açıp kapamadan daha kısa bir sürede Hz. Süleyman’a getirince Hz. Süleyman “Bu, şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin lütfundandır.”6 demesi insanın mazhar olduğu büyük-küçük nimetlerin birer imtihan olduğunu açıkça göstermektedir.

 

Yine örneğin bir yerde deprem olması başlı başına bir imtihandır. Orada bina yapan veya bina satanlar için de bina alanlar için de bir imtihandır. Depremlere karşı dayanıksız yapılaşmalara müdahale edebilecek gücü ve yetkisi olanlar için ayrı bir imtihandır, olmayanlar için ayrı bir imtihandır. Deprem olmayan bir yerde ikamet edip de deprem bölgesine yardım etme imkânı olan ve olmayanlar için ayrı bir imtihandır. Bizzat yardım etme imkânı olmayıp da sosyal medyada konuyu gündemde tutma veya sosyal medya üzerinden yapılan organizasyonlara katılma durumunda olanlar ve olmayanlar için de ayrı bir imtihandır. 

 

Bu gerçeğe rağmen kültürümüzde “imtihan” kavramı sadece başa gelen olumsuz durumlar için kullanılabilmektedir. Halbuki boş vakit de bir imtihandır. Çok mal mülk sahibi olmak, işlerinin tamamen yolunda gitmesi, istenilen ve hayal edilen her şeye ulaşabilme de imtihandır. Dolayısıyla “Sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” ayetini okuyunca bizden öncekilerin başına gelen kötü şeylerin bizim başımıza da geleceğini endişeyle beklemeye gerek yoktur.

 

Beşincisi: İnsanın herhangi bir konuda kötü ihtimalleri duyunca rahatsız olması doğaldır. Bu durum irrasyonel olsa bile insan, başına kötü bir şeyin gelmesi ihtimalinden çekinebilir. Örneğin sigara içen birisi basit bir rahatsızlık nedeniyle doktora gidince doktorun kendisine “Sigara içmeye devam etmen hâlinde kalp krizi geçirme riskin çok artacak.” demesiyle kendisini doktorun dediğinden daha fazla kalp krizine yakın hissedebilir ve bundan rahatsız olur. Ancak o doktorun bu uyarıyı yapması hastanın canını sıkmak için değildir. Aksine, hastasının sağlığını korumak, kötüye gitmesini engellemek, böylece daha kaliteli bir yaşama kavuşmasını sağlamak içindir. Aynı şekilde yeni bir iş kuran bir insana “Bu iş dünyasında kazanmak kadar kaybetmek de var. Gelirini giderini iyi hesapla, krizlere hazırlıklı ol.” gibi şeyler söylense o insan da bu uyarılardan rahatsız olabilir. Hatta negatif düşünceye eğilimli bir insansa kendisine bu uyarıları yapanları hayallerini kırmakla, ümitlerini söndürmekle suçlayabilir. Ancak bu uyarılar hayatın içinde var olan realitelerdir.

 

Bu yönüyle negatif düşünceler aşıldığı zaman insan hayatta karşısına iyi şeyler kadar kötü şeylerin de çıkabileceğini görecek, bunlara madden veya en azından zihnen hazır olabilecektir.

 

Aynı şekilde yirmili-otuzlu yaşlarında bir insan “Evet, kaslarım bu yaşlarda normal çalışıyor ancak bu sürekli böyle gitmeyecek. Altmışlı yaşlarımda da normal çalışması için egzersizlere devam etmeli, hayatımdan sporu eksik etmemeliyim.” diye düşünse veya kırklı yaşlarındaki bir insan “Zihinsel melekelerim şimdilik normal. Duyduğumu, okuduğumu anlayabiliyorum. Ancak bu böyle gitmeyecek. Zihnimi aktif olarak çalıştırmaya devam etmezsem ileride zihinsel problemler de yaşayabilirim.” deyip zihinsel egzersizlere devam edebilir. Diğer yandan her iki insan “Bunlar zaten başıma gelecek. Neden başıma geliyor?” diye abes bir karamsarlığa da kapılabilir. Tercih kendilerinindir.

 

Sonuçta hepimiz bir şekilde yaşıyoruz. Ömrümüz var ise bundan önce olduğu gibi bundan sonra da başımıza iyi şeyler ve kötü şeyler gelecek. Hayat, bize hiçbir şey sormadan kendi akışına devam edecek. Mesela hiç beklemediğimiz bir anda beklemediğimiz bir şekilde kendimiz veya sevdiklerimiz hasta olacak ve biz de bu hastalıklarla meşgul olacağız. Gelir gider dengemiz bozulacak ve maddi sıkıntılar yaşayacağız. Bugün dost olduğumuz bazı insanlar bize düşman olabilecekler. Dün düşman bildiğimiz insanlar da bugün dost olabilecekler. Dünkü hastalarımız veya hastalıklarımız bugün veya yarın şifa bulabilecek. Dünkü maddi sıkıntılarımız bugün veya yarın ortadan kalkacak. Her durumda imtihan olmuş olacağız. 

 

Ayrıca geçen yüzyıllara bakacak olursak günümüzün imtihanlarının geçmiş dönemlerdeki insanların imtihanlarından daha hafif olduğunu görebiliriz. Demek ki başa gelen musibetlerin kendi gerçeklikleri bir yana onların algılanması, o musibetlere karşı gösterilen maddi ve manevi reaksiyonlar farklı olabilmektedir. Bu da imtihanın kendisinden çok insanın duygu ve düşünce dünyasıyla, mizaç özellikleriyle ilgilidir. 

 

O hâlde zaten fena/geçicilik üzerine kurulmuş bu dünya hayatını kendi duygularımızın, karamsarlığımızın, negatif düşünce eğilimlerimizin esiri olarak iyice çekilmez hâle getirmenin hiçbir anlamı yoktur. 

 

Başa gelen her şey karşısında “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn” (Muhakkak biz Allah’a aitiz ve dönüşümüz de ancak O’nadır!” ile “Hasbünallah ve ni’mel vekîl” (Allah bana yeter! O ne güzel vekildir.” limanlarına sığınmak en akıllıca yol olsa gerektir.

 


 

1 ) Mülk, 2

2 ) Ankebut, 2

3 ) Âl-i İmran, 186

4 ) Enbiya, 35

5 ) Teğabun, 15

6 ) Neml, 40