7 dk.
26 Eylül 2023
Dil Belası | 1. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Dil Belası | 1. Kısım

Soru: Dürüstlük, yerinde konuşma, üslup ve benzeri açılardan konuşmamızı nasıl düzeltebiliriz?

 

Cevap: İnsanlar okuma yazma öğrenmeden önce konuşmayı öğrenirler. İletişimde konuşma, yazıdan önce gelir ve daha yaygın kullanılır. Bununla birlikte konuşmak, yazmaktan daha yaygın, daha kontrolsüz ve daha serbesttir. Bu nedenle konuşma üzerine çalışmak yazı üzerine çalışmaktan daha zor görünebilir ancak bazı yönleriyle konuşmanın daha kolay düzeltilmesi de mümkündür.

 

Konuşmakla ilgili Kur’an daha esas ve temel hususlarla ilgilenir.

 

Öncelikle insanın ağzından çıkan her sözün kayıt altına alındığına dair akıl sahipleri için ciddi bir uyarı vardır: İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.”1 konunun daha baştan ciddiyetine temas edilmiştir. Ayrıca; 

 

Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin.”2 ayeti, sözü vakıaya mutabık, doğru ve hakikat olarak söylemenin Allah korkusuyla, Allah’a karşı saygılı olmakla doğrudan ilişkili olduğunu belirtir.

 

Gizli konuşmalar şeytandandır. Bu, iman edenleri üzmek içindir.”3 ayeti ile kötü niyetli, başkalarına zarar verme amaçlı fısıldaşmalar açıkça yerilmiş ve bunların şeytanî özellikte olduğu vurgulanmıştır.

 

Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın. Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi?”4 ayetiyle arkadan çekiştirmenin ölü insan eti yemeye benzetilmesi gıybetin iğrençliğini anlamamıza katkı sağlamak içindir.

 

Alay etmek ve küçümsemek gibi tavırlar da daha çok müşriklerle, gönderilen peygamberlere karşı gelenlerle ve Firavun gibi isimlerle ilişkili olarak anlatılmıştır5 ki bu ayetlerin toplamından, alay etmenin mümine yakışmayan bir tavır olduğu anlaşılmaktadır.

 

Konuşmak ciddi bir ameldir. Üzerinde durulması, dikkat edilmesi, kontrol altında tutulması ve hakkında çalışılması gereken bir ameldir.

 

Bir hadis-i şerifte; “Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden Cehennemin doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer.”6 buyrularak meselenin önemi ve ciddiyeti açıkça vurgulanmıştır.

 

Yine Efendimiz (sas); “İnsanları yüzüstü Cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir!”7 buyurmuş, dilin veya konuşma yeteneğinin kontrolsüz bıraklıdığında insanı ne hâle düşürebileceği tasvir etmiştir.

 

Şimdi ifade edeceğimiz hadisi önemi nedeniyle tam metin halinde okumamız yerinde olacaktır:

 

Hz. Muaz bin Cebel (ra) anlatıyor: 

 

“-Ya Rasulallah! Beni cennete girdirecek, cehennemden uzaklaştıracak bir iş (amel) söyle bana” dedim.

 

Çok büyük bir şey istiyorsun. Ancak bu, Allah'ın kolay kıldığı kişi için pek kolaydır: Hiçbir şeyi ortak koşmadan yalnızca Allah'a kulluk edersin. Namazı dosdoğru kılarsın. Zekâtı verirsin. Ramazan orucunu tutarsın. Gücün yeter, imkân bulabilirsen haccedersin." buyurdu. 

 

Sonra sözüne devamla:

 

Şimdi sana hayır kapılarını haber vereyim mi? Oruç kalkandır. Sadaka, suyun ateşi söndürmesi gibi günahın azabını söndürür. Kişinin gece yarısı kıldığı namaz da günahı söndürür." buyurdu.

 

Bundan sonra Allah Rasulü (sas) “Korkuyla ve umutla Rablerine kulluk ettikleri için vücutları yataklarından uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez.” (Secde, 16-17) ayetini okudu. Daha sonra Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:

 

Sana bütün işlerin başını, ana direğini ve doruk noktasını bildireyim mi?" Ben:

Evet, bildiriniz Ya Rasulallah!” dedim.

İşin başı İslâm, direği namaz, doruğu cihaddır.” buyurdu.

 

Sonra:

Sana bütün bunların kıvamının kendisine bağlı olduğu şeyi (can damarını) bildireyim mi?” dedi.

Ben: “Evet, bildir Ya Rasulallah!” dedim. 

Bunun üzerine Hz. Peygamber dilini tuttu ve:

Şunu koru!” buyurdu. 

 

Ben: “Ya Rasulallah! Biz konuştuklarımızdan da sorgulanacak mıyız?” dedim.

Annen yokluğuna yansın ey Muaz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir!” buyurdu.8

 

Ayrıca “Allah'a ve ahiret gününe inanan ya hayır söylesin ya da sussun.”9 hadisini bilmeyenimiz yoktur.

 

Dilini Tutmada Geleneksel Metotlar

 

“Dilini tut.”, “Ya hayır konuş ya sus.” gibi ibarelerden bazı kesimler tamamen susmayı anlamıştır. Özellikle bazı tasavvuf kitaplarında tamamen susmanın faziletlerinden bahsedilir. Hatta Hz. Ebu Bekir (ra) gibi hayırdan başka bir sözünü bilmediğimiz büyük bir sahabinin günaha düşmek korkusuyla kendi dilini gösterip “Başıma gelenler hep bunun yüzündendir.” dediği, çok konuşmamak için ağzında çakıl taşı taşıdığı anlatılır.10

 

Ayrıca tasavvufta “sükût” ile özel bir şekilde ilgilenilmiş, “İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.”11 ayeti ile yukarıda zikredilen hadisler ışığında sükût ayrı bir başlık hâlinde ele alınmıştır.

 

Örneğin Kutu'l Kulub’da “Sükut”, “Terbiye Yolunun Temel Esasları” başlığı altında ele alınmıştır. Bu kısımda sükût kavramı “Gereksiz konuşmayı bırakmak.” olarak tanımlanmıştır. Sonrasında ise konuyla ilgili hadisler ve seleften alimler ile bazı mutasavvıfların sözleri aktarılmıştır. Ancak konuyla ilgili bireysel olarak ne yapılabileceğine dair net öneriler pek bulunmamaktadır. Bu da okuyanları veya insanların genelini her halükârda susmanın konuşmaktan daha iyi olduğu şeklinde yanlış anlamalara götürebilmektedir. Çünkü insanların çoğu müdekkik değildir, araştırarak ve ince ayrımlara dikkat ederek okumaz. Okuduğunu da genellikle düz anlar ve düz anlaşılan şeylerin yanlış anlaşılması bazen kaçınılmaz olur.

 

Yine bu kitaplarda Bişr bin Haris’ten rivayet edilen “Nefsin konuşmanı istediği zaman sus, nefsin susmanı istediği zaman ise konuş.”12 gibi sözler mutlak manada alınmıştır ki bu tip bağlamsız ve koşulsuz ifadeler tavsiye edilen şeyin her zaman ve her yerde aynı şekilde uygulanması gerektiği şeklinde anlaşılır. Bu durumda örneğin iyi bir hatip veya vaizin hutbe veya vaaz vermeyi istemediği zaman hutbe/vaaz vermesi gerektiği gibi tuhaf sonuçlar çıkmaktadır.

 

Bazı anlatımlarda da tamamen susmakla çok konuşmak veya yerinde konuşmakla yersiz konuşmak arasındaki dengenin gözetilmeye çalışıldığı görülmektedir. 

 

Bu bağlamda Ebu Bekir el-Farisî gibi bazı mutasavvıflar; “İnsan sadece kendisini ilgilendiren veya lüzumlu olan konularda konuşmakla yetindiği zaman sükût sınırını aşmamış olur.” diyerek, Ebu Hafs gibi bazıları da “Konuşan kişi konuşmanın afetlerini bilse, Hz. Nuh kadar ömrü bile olsa, ömür boyu susmaya çalışırdı. Sükût eden kişi de sükûtun afetlerini bilseydi, Hz. Nuh’un iki katı ömür yaşasa, yine de hepsini konuşmakla geçirirdi.” diyerek meseleye bir ölçü getirmeye çalışmıştır.13

 

Elbette tamamen susmak doğru değildir. Çünkü insanların konuşmasını gerektirecek ve konuşmalarının faydalı olacağı pek çok durum vardır. Gerçi bir şeyi öğreninceye kadar onu söylememek, dili tutmak veya konuşmayı tamamen azaltmak konuşma eğitimi açısından faydalı olabilir. Örneğin bir insan dijital oyunlara fazla düşkün ise bu alışkanlığından kurtulmak için ya akıllı telefonunu veya yapabiliyorsa her türlü telefonu kullanmayı tamamen terk edebilir. Bu bağımlılığı bittikten sonra tekrar kontrollü biçimde telefon kullanmaya başlayabilir. Aynı mantıkla bir insan konuşmasını düzeltme adına isterse bir süre tamamen susmayı, kendisine sorulmadıkça, cevap vermesi veya konuşması farz olmadıkça, çok gerekmedikçe tamamen susmayı tercih edebilir. Bunun konuşma eğitimi açısından işlevsel bir yönü olabilir.

 

Sonuçta konuşmayı toparlama ve konuşma tarzına bir çeki düzen verme son derece önemlidir. Bu hususta eski tasavvuf kitaplarımızda eğitim amacıyla önerilen “konuşmayı terk etmek” tekniği her zaman verimli olmayacaktır. Bununla birlikte yapıldığı zaman verim alınabilecek önemli hususlar da bulunmaktadır. Gelecek yazıda bu hususlar aşamalar hâlinde açıklanacaktır.

 


 

1 ) Kâf, 18

2 ) Ahzab, 70

3 ) Mücadele, 10

4 ) Hucurat, 12

5 ) Yasin, 30; Mümin, 36; Hud, 38

6 ) Buhari, Rikak, 23

7 ) Tirmizi, İman, 8; İbn Mace, Fiten, 12

8 ) Tirmizi, İman, 8; İbn Mace, Fiten, 12

9 ) Buhari, Edeb, 31; Müslim, İman, 74; Ebu Davud, Edeb, 123; Tirmizi, Kıyamet, 50

10 ) İbn Hanbel, Kitabü’z-Zühd, s. 144; Kuşeyri Risalesi, s. 214

11 ) Kâf, 18

12 ) Gazali, İhya, c. 1, s. 156, Kuşeyri Risalesi, s. 188

13 ) Kuşeyri Risalesi, s. 186-192