11 dk.
26 Nisan 2025
Doğal Taşların Faydalarına İnanmanın Dinimizde Yeri Var mıdır?-gorsel
Youtube Banner

Doğal Taşların Faydalarına İnanmanın Dinimizde Yeri Var mıdır?

Soru: Doğal taşların psikolojik ya da biyolojik bakımdan fayda sağladığı dile getiriliyor. Bu inanca dayanarak doğal taş takmak veya evde bulundurmak onlardan medet ummak anlamına gelir mi? Bu durum dinen nasıl değerlendirilir?
 

Cevap: Bir maddenin insana gerçekten iyi gelip gelmediğini ortaya koymanın yegâne yolu, bilimsel yönteme uygun kontrollü deneyler yapmaktır. Bu da çift‑kör (double‑blind) düzende yürütülen, istatistikle sınanan çalışmaları gerektirir. Nesnel olarak ispatlanmamış bir etkiyi “mevcut” saymamak gerekir. Zira bu etkiler gerçekte o şeyin kendisinden değil kişinin inancından kaynaklanan bir plasebo etkisinden ibaret olabilir.

Örneğin akik taşının stresi azalttığı ya da bağışıklığı güçlendirdiği iddia edilir. Bunu sınamak için benzer özelliklere sahip deneklerin bir kısmına gerçek akik kolye, diğer kısmına da akik görünümünde sıradan bir taş takılır; denekler ne taktıklarını bilmez, ölçümleri yapan uzman da deneklerin hangisini taşıdığını öğrenmez. Sonuçlar regresyon analizine tâbi tutulur ve ancak bu titiz sürecin ardından “Akik taşının faydası vardır/yoktur.” denebilir.

 

Böyle bir kanıt olmaksızın “Doğal taş şunu iyileştirir.” demek taşın kendisinden medet ummak anlamına gelebilir. Bu tutum itikadî zeminde problemlidir; zira gerçek sebep‑sonuç bağını Allah’ın kevnî yasalarına değil, taşa atfetmiş olur.


Plasebo Etkisi ve Hissedilen Faydalar
 

Alternatif tıbbın pek çok ürününde olduğu gibi doğal taşlar da kişide plasebo etkisi oluşturabilir. Taşın fiziksel bir iyileştirme gücü olmasa bile, “Bana iyi gelecek.” telkiniyle kişi kendini daha rahat hissedebilir, ağrısına karşı duyarsızlaşabilir. 

 

Bir örnek vermek gerekirse sigarayı bıraktırma konusunda hiçbir tesiri olmayan maddelerin dahi “Karabaş otu sigarayı bıraktırır, biorezonans yöntemi sigarayı bırakmanıza yardımcı olur, akupunktur yöntemi bu konuda Çin tıbbında uygulanmaktadır.” gibi söylemlerle pazarlanması hukuken serbesttir.
 

Bunun sebebi şudur: Herhangi bir anda sigarayı bırakmaya karar veren bir insanın sigarayı gerçekten bırakma ihtimali yüzde üçtür. Ancak bazen bir uzman yardımı, bazen güçlü bir şekilde inanma gibi hususlar insanların sigarayı bırakma ihtimalini arttırır. Bu noktada biorezonans yönteminin veya karabaş otunun sigarayı bıraktıracağına gerçekten inanan bir insan plasebo etkisiyle sigarayı bırakma konusunda o ürünlerin ve yöntemlerin faydasını görebilir.

 

Bir arkadaşımızın başından geçen şu hadise plasebo olgusunu pek güzel aydınlatır: Yurt dışında yaşayan bu arkadaş, sigarayı epey azaltmıştı ve kökten bırakmak istiyordu. Bir göğüs hastalıkları uzmanına başvurdu. Doktor Latince adı hayli karmaşık görünen “doğal” bir karışım tavsiye etti; “Yemeklerine az bir miktar kat, sigaranın kokusuna dahi tahammül edemez hâle gelirsin.” dedi. Arkadaşım söyleneni yaptı ve kısa sürede sigaraya elveda dedi.

Merakına yenik düşüp ilacın etiketini bize yolladı. İçeriği incelediğimizde sözüm ona mucizevi madde meğerse sıradan tuzlu sudan başka bir şey değildi. Durumu dostumuza bildirmedik; zira hekim ona gerçekten bir destek verildiğini hissettirmek istemiş, bu telkinin hastasına yardımcı olmasını beklemişti. Üstelik ortada sağlığa zararlı ya da pahalı bir ürün de yoktu. Görüldüğü gibi plasebo etkisinden yararlanmak hem mümkün hem de zaman zaman gayet faydalıdır.


Benzer biçimde otoimmün kökenli eklem ağrıları gibi kesin tedavisi bulunmayan rahatsızlıklarda da (kanıtlanmış hiçbir etkisi olmamasına rağmen) masaj yöntemleri, bitkisel kremler veya çeşitli alternatif ürünler ön plana çıkarılabilir. Bunların reklamının yapılması yasak değildir; çünkü kimi hastalar söz konusu ürünlerin faydasına inanarak en azından psikolojik bir rahatlama yaşarlar.

 

Özetle: Çift‑kör, bilimsel testlerle gerçek biyolojik etkisi ispatlanmamış ürünlerin “kişiye iyi geldiği” iddiası, çoğunlukla kişinin kendi telkiniyle ortaya çıkar. 

Üç İhtimal: Bilimsel Olarak Kanıtlanmış Fayda, Plasebo Etkisi, Metafizik Fayda
 

Doğada karşımıza çıkan herhangi bir nesnenin (ister taş, ister bitki, isterse başka bir ürün olsun) insana üç farklı yoldan fayda sağlaması düşünülebilir:
 

1-) Bilimsel Etki: Maddenin tesiri, fizik‑kimya‑biyoloji yasalarıyla açıklanır; laboratuvar deneyleri ve klinik araştırmalarca onaylanır. Örneğin bir ağrı kesici yutulduğunda içindeki moleküller kana karışır, sinir hücrelerindeki reseptörlere bağlanır ve ağrı sinyalini bloke eder. Mekanizma nettir, tekrarlanabilir ve ölçülebilir.
 

Özellikle deneysel bilgiye ulaşmanın zor olduğu durumlarda tecrübeyle teyit edilmiş bilgiler de bu kategoride ele alınabilir: İki yüz sene önce, Anadolu'nun bir köyünde yaşadığınızı ve bir hastalığa sahip olduğunuzu varsayalım. Bu durumda double-blind deneyler yapma şansınız olmayacaktı. Aynı hastalığı yaşamış birçok kişinin faydasını gördüğü, yaşadığınız çevrede insanların buna şahit olduğu yöntemleri kullanmak da “bilimsel etki” kapsamında değerlendirilebilir.
 

2-) Plasebo Etkisi: Gerçek biyolojik tesir yerine beklenti ve telkin devreye girer. Kullanan kimse “Bana iyi gelecek.” diye kuvvetle inanır; beynin ağrı algısı veya stres düzeyi bu inançla değişir. Ürün etkisiz olsa bile kişinin hissî durumu iyileşebilir.

 

3-) Metafizik Etki: Bu alanda gözlem ve deneyle açıklanamayan, meçhul bir sebep‑sonuç bağı söz konusudur. Etkiyi herkes aynı derecede fark edemez; çoğu zaman test edilmesi de zordur. Burada faydanın, maddeye isnat edilen “gizli güçten” geldiğine inanılır.

Peki, doğal taşların faydalarına inanmak bu yönlerden nasıl değerlendirilebilir?
 

1-)Bilimsel Cephe: Mevcut araştırmalar, yalnızca boyna takmakla ya da cebe koymakla herhangi bir doğal taşın ölçülebilir biyolojik / psikolojik yarar sağladığını göstermemiştir. Dolayısıyla doğal taşların faydalarına inanmanın “bilimsel” kategorisine girmesi mümkün değildir.

 

2-)Plasebo Cephesi: Taşıyan kişi başkalarının yönlendirmesiyle “Bu taş beni sakinleştirir.” diye güçlü bir telkinle hareket ederse psikolojik bir ferahlama yaşayabilir. Fakat burada iyileştiren taş değil, inançtır.

 

3-) Metafizik Cephe: Taşa deneyle izah edilemeyen bir kudret yükleniyorsa mesele itikadî boyuta taşınır. Bir nesneden böyle bir “gaipten kudret” beklemek, taşın kendisinden medet ummak demektir ve akîde açısından sakıncalıdır.
 

İtikadî Mesele: Kalbi Allah’tan Koparan İnanç

 

Resûl-i Ekrem (sas) şöyle buyurur:

“Kim bir kâhine veya arrâfa gidip söylediklerini tasdik ederse, bana indirilen (vahyi) inkâr etmiş olur.”¹

 

Kâhin: Gelecekten haber verdiğini iddia eden kimse.

Arrâf: Kayıp eşyaların yerini bildirdiğini, bilinmeyen şeyleri sezdiğini öne süren kişi.

 

Bir diğer hadiste de şu ikaz vardır:

“Kim (muska türünden) bir şey takarsa, Allah onu taktığı şeye havale eder.”²

 

Her iki rivayette bahsi geçen ortak tehlike şudur: Fayda ve zararı veren yegâne kudret olan Cenab-ı Hakk'ın kudretini taş, muska, kâhin sözü gibi aracı unsurlara isnat etmek; kalbi Allah Teâlâ’dan uzaklaştırmak.

 

Metafizik/ruhânî sahada Allah’ın hükümleri doğrudan tecellî eder. Bu alanda araya gizemli “vesileler” sokmak zihnin istikametini kaydırır. Başlangıçta masum görünen “Bu taş beni korur.”, “Şu muska hastalığı önler.” tarzı telkinler kalpte yer eder.

Bu nedenle bir taş, bir boncuk veya herhangi bir objeden fiziksel olarak açıklanamayan bir fayda beklemek; manevi/metafizik bir olguyu Allah Teala dışında bir şeylere bağlama anlamına gelecektir. Bu da hakikatte kalbi Allah’tan koparacaktır ve insanı manevi anlamda daha zayıf hale getirebilecektir.(3) 

 

“Dinden Çıkarır mı?” Meselesi

 

Hadisler her böyle davrananı doğrudan dinden çıkmış saymaz ancak bu davranışlara sahip kimselerin tehlikeli bir yola girdiğini ifade eder. Soyut alanlarda rastgele her telkine kapılmak, az çok Allah’tan gelen birtakım hakikatleri reddetmek demektir; bu da bazı rahmet kapılarının kapanmasına yol açabilir. Kişi bu çizgide yürümeyi sürdürür, üzerine bir de “Kötü söz ettim, mutlaka felâket gelecek.”, “Kara kedi geçti, başıma uğursuzluk sarılacak” gibi inançları varsa, zamanla o kişinin îman binasının temelleri sarsılabilir. Allah korusun, bu istikametin sonu ısrarla devam edilirse Allah’a, âhirete ve Resûl-i Ekrem’e (sas) îman etmeden göçmeye kadar varabilir. Demek ki böyle telkinlere kapılan herkes hemen dinden çıkmış sayılmaz; fakat bu yolun nihai durağında ağır akıbetler vardır ve bunların en beteri de imansız gitmektir.

Tasdik Sayılmayan Hâller ve İnancın Eşikleri

 

Buradaki temel husus şudur: Allah Teâlâ’yı hesaba katmadan yahut O’nu akıldan geçirmeden herhangi bir nesnenin metafizik güç, enerji vb. özellikler taşıdığını tasdik etmek. Fakat hayatın içinde öyle sahneler vardır ki, kişi bir uygulamayı sürdürse bile kalben veya zihnen onu onaylamış sayılmaz. Şimdi bunları biraz açalım.

 

1. Şaka ve Eğlence Kapsamındaki Uygulamalar: Bir grup hanımefendi kahve sohbetinde fincanlarını ters çevirip tabağın dibindeki telveyle ilgili konuşuyorlar diyelim. İçlerinden biri, tamamen latife olsun diye:

 

  • “Bu yuvarlak desen para demek; zengin olacaksın!”
  • “Fincanında ata benzer bir şekil var; at murattır, kısmetin açılacak!”
  • “Şurada uzun bir çizgi var; uzun bir yolculuk seni bekliyor!” der. Karşılıklı gülüşürler; mesele, zaten içten içe umulan (evlilik, refah) dileklerin esprili paylaşımından ibarettir. Böyle bir muhabbette ‘tasdik’ten söz edilemez.

 

Ne zaman ki fincan yorumları kişiyi gerçekten motive etmeye başlar; “Fal şöyle dedi, o hâlde bu kararı alayım.” temayülü doğarsa, işte o anda inanma eşiği aşılmış olur. Artık eğlenceden ciddiyete, tasdik merhalesine geçilmiştir. 

Bir diğer nokta olarak, şaka ve eğlence kapsamındaki uygulamaların tasdik sayılmayacağına ek olarak; bu uygulamalardan tasdike giden bir yolun açılma ihtimali bulunduğu da unutulmamalıdır.

 

2. Pasif ve İlgisiz Kullanımlar: Diyelim ki bir dostunuz size “negatif enerjiyi emer” diyerek kuvars taşı hediye etti. Siz de moralinizin bozulduğu bir gün taşı arkadaşınızın sözünü hatırlayıp çalışma masanıza bıraktınız. Taş orada öylece durur; ne kalbiniz ona ümit bağlamıştır ne de zihniniz “Kuvars beni korur.” diye şartlanmıştır. Bu pasif durumda “taştan medet ummak” vaki değildir.

Derece Farkı ve Kalbin Hassas Terazisi

 

Klasik fıkıh literatüründe haram olan bir meseleyi o haram tek bir dereceye sahipmiş gibi değerlendiren alimler olmuştur. Kahvehanede oturup içilen çay ve gazozların ödeneceği şekilde kart oyunları oynamak haram olduğu bir kişinin tüm birikimini bir kumar masasına koyup oynadığı kumar da haramdır. Her iki oyun arasında cins birliği olsa da derece birliği bulunmaz.
 

Cins aynıdır, haramlık hükmü değişmez. Ne var ki burada derece aynı değildir. Gazozuna tavla, büyük serveti riske etmeye kıyasla çok daha hafif bir günahtır. Fakat bazı metinlerde bu derece farkı gözden kaçabilir, hâlbuki hükmün ciddiyetini tartarken mertebeler mutlaka hesaba katılmalıdır.

Derece farkının doğal taşlar ve benzeri inançlarla ilgili de hesaba katılması gerekmektedir. Kalbin bağlanma şiddeti arttıkça itikadî risk de büyür. 
 

 

 

Durum/UygulamaDüşük Dereceli RiskYüksek Dereceli Risk
Doğal Taşlarla İlgilenmekArkadaşın hediyesiyle ya da “bilimsel temeli olabilir” zanıyla bir taşı kullanmakTaşa tam teveccühle bağlanıp “beni korur, zengin eder” diye metafizik güç atfetmek
Astroloji ve BurçlarEğlence niyetiyle günlük burç yorumu okumak, ciddiye almadan geçmekYıldız falını hakikat sayıp kararlarını (evlilikten işe kadar) burçlara göre belirlemek
Kahve FalıSohbet arasında fincan çevirmek, yapılan yorumları espriyle dinleyip konuyu kapatmakFal sonucuna göre önemli adımlar atmak, “fal böyle dedi” diyerek hayat planı yapmak
Kehribar Taşı“Belki diş ağrısını hafifletir” zannıyla ve başkasının tavsiyesiyle bebeğe kısa süreli kolye takmakKehribar takmazsa çocuğa zarar gelir, takarsa garanti olarak rahat eder diye kesin inanışa sahip olmak
Nazar BoncuğuKültürel süs eşyası olarak takmak, sembolik görmekBoncuk çıkarsa “uğursuzluk gelir” korkusuyla sürekli takmak, koruyucu kudreti boncuğa atfetmek


İnsan çaresiz, üzgün ya da büyük hayaller peşinde olduğunda bu tür telkinlere daha açık olur. Şeytan kalbin gaflet ânını kollayan bir yağmacı gibidir. Bu yüzden Bediüzzaman’ın ikazı kulaklara küpe olmalıdır:

 

“Hazer et (dikkatli ol), dikkatle bas, batmaktan kork! Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letaiflerini (manevi alemlerle irtibat kuran ince duygularını) onda batırma. Çünkü çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette (bir yönüyle) yutar. Nasıl küçük bir cam parçasında gök, yıldızlarıyla beraber içine girip gark oluyor… Aynen öyle de çok küçük şeyler var ki büyük şeyleri bir cihette yutar.”(4)

 

Bir taş, bir boncuk, bir söz yahut küçücük bir “işaret” bile insanın manevî mahiyetini yutacak bir girdaba dönüşebilir. Yüce Allah'tan niyazımız şudur:

Yâ Mukallibel-kulûb! Kalplerimizi kendi rızânda sebatkâr kıl, rızânın dışında kalan alâkalardan arındır.

 




1-) Müslim, Selâm 125; Ahmed b. Hanbel, el-Musned 2/429.
2-) Tirmizî, Tıb 24.

3-) Konuyla ilgili daha detaylı bilgi için lütfen bkz; https://kurantime.com/nazar-boncugu-takmak-sirk-midir

4-) Bediüzzaman Said Nursi, Lemalar, 17. Lema, 14. Nota