Dua etmenin engelleri | Tek Parça
Soru: Öyle zamanlar geliyor ki dua etmekte bile zorlanıyorum. Esasında çok basit olan, ekstra bir çaba gerektirmeden halimizi Allah'a arz edebileceğimiz bu ibadet bile niçin zor geliyor? Dua etmeye engel olan faktörler nelerdir?
Cevap: Konunun temelinde dua etmenin de bir iş, irade gerektiren bir amel olduğu gerçeği bulunmaktadır. İnsan kendisini alıştırarak, çok fazla egzersizle dua etmeyi ikinci tabiatı haline getirebilir ve bunun sonucunda kendiliğinden dua edebilir. Ancak bu durum istisnaidir ve pek az insana müyesser olur. Bu istisna haricinde dua da diğer dünyevi ve uhrevi işler gibi irade gerektiren işlerdendir. Dolayısıyla başka işleri başarıyla yerine getirmek için hangi kaideler geçerliyse dua için de onlar geçerlidir.
Tüm şuur gerektiren işler gibi; adının konulması, zaman ayırılması, karar verilmesi, niyet edilmesi, irade gösterilmesi gereken dua için de ilk önemli adım ona değer vermek ve onu istemektir. Yani, “Dua etmek hakikaten önemli, değerli, kıymetli bir şey ve bundan bazı olumlu sonuçlar alınacaktır. Bu olumlu sonuçların alınacağını Kur'an söylüyor, Efendimiz (sav) söylüyor. Dinlediğimiz, temasta olduğumuz nice güzel insan söylüyor.” bilgisi ve hissi içselleştirmiş olmalıdır.
Duayı sevmenin, ona değer vermenin, onu önemsemenin duygusal dünyamızda ve zihnimizde yer etmesi esas unsurdur. Bunu vurguladıktan sonra maddeler halinde dua etmeye engel olan hâlleri sıralayabiliriz.
1-) Niyet, kesin karar ve planlama:
“Dua etmek de irade gerektiren bir iştir” demiştik. Zamanı çok plansız ve dağınık kullanan, gününü keşmekeş içinde geçiren, evi ve odası çok dağınık olan bir insan, tıpkı diğer işlerde olduğu gibi, dua etmeye de çok az fırsat bulacaktır. Diğer işlerde olduğu gibi dua etmede de insanın kafasında bir yapılacaklar listesi, bir planlama oluşturması gerekir.
Bir şey için kurulan, “yapayım” niyet cümlesinden genel olarak verimli bir sonuç çıkmaz. Az çok miktarı ve zamanı belirlenen, planlanmış şeylerden bir sonuç çıkar. “Bugün akşam yemeğinden sonra bir çay içip ardından Cevşen’den şu babları okuyacağım.” gibi bir planla zaman ve miktar ne kadar net planlanırsa o işi yapma ve o işten verim alma şansı o kadar artar. Başı ve sonu belli bir biçimde ne kadar net niyetlerde bulunulursa o kadar işin yapılma ihtimali yüksek olacaktır.
Geçmişte bazı başarısızlıklar yaşamış, niyet ettiği şeylerin pek azını yapabilmiş veya bir şeylere niyet ettiği zaman, gerek kendi nefsinden gerekse kontrol edemediği etkenlerden ve başkalarından kaynaklı sebeplerle niyetlendiğini yapamamış insanlar bundan dolayı moral bozukluğu yaşayabilir. “Zaten yapamıyorum ve yapamayınca daha çok üzülüyorum, o yüzden adını koymayayım, miktarı belirlemeyeyim.” düşüncesini bilinçli olarak veya bilinçaltı kaynaklı benimsemiş olabilir. Bu düşünce makul değildir. Çünkü her durumda; adını koyduğunuz, kararını verdiğiniz, altını çizdiğiniz, belirlediğiniz şeylerde başarı oranınız bu adımları uygulamadığınız durumlara göre daha yüksek olacaktır.
2-) Kişisel Zorluklar:
Diyelim ki dua etmeye değer verip ona kalpte ve zihinde anlamlı bir yer ayırdıktan sonra dua etme işini gerçekten yapmaya niyet ettiniz. Yani, başlangıç ve bitiş zamanları ve ne okunacağı belli bir planlama yaptınız. Mesela, hadislerden seçtiğiniz sabah dualarını uyandıktan sonra öğlene kadar, akşam dualarını da güneş battıktan sonra yatana kadar okumaya kesin karar verdiniz. Bu arzu ve isteğinizle verdiğiniz kesin kararın ardından gelecek aksiyon evvela güzel meyveler verir. İnsan önce bir nimetle karşılaşır. Halk arasında dünyevi işlerde böylesi durumlarda “acemi şansı” tabiri kullanılır. Tabiri caizse, bunun bir benzeri olarak güzel sonuçlar ve başarılarla karşılaşırsınız. Dualarınızın kabul edildiğini görürsünüz. Ardındansa bazı kişisel zorluklar çıkagelir. Şahsınıza, mizacınıza, yaşınıza, cinsiyetinize, ikametinize özel bu kişisel zorluklar bu dua programınıza mani olmaya çalışır, sizi zorlar. Çoğu insan da bu zorluk yüzünden başladığı programdan geri adım atar veya programı tamamen bırakır.
Basitçe örneklendirirsek; bir insan mesela bir parça da olsa dağınıklığa meyillidir ve o dua kitabını bir yerde unutur, bulamaz. Ev işlerinin sorumluluğu üzerindedir, arka arkaya birkaç gün öyle işler çıkar ki, misafir gelir ve mutfağı, temizliği derken o duaya hiç vakit bulamaz. Örnekler basit ama çok sayıda benzer örneği herkes kendi hayatında biraz dikkat ederse gözlemlemiş olabilir. Hem genel olarak, hayatın her alanında hem de dua özelinde; karar verdiğimiz, bir süre başarıyla götürdüğümüz işlerde bu kişisel zorlukla mücadele önceden aklımızda bulunmalıdır.
3-) Kınama ve Ayıplama:
Birilerini dua etmiyor diye ayıplamak, “Yahu bu insan da dindar biliniyor ama hayatında duanın yeri pek az. Niye bu insanlar dua etmiyor, ben onların şartlarında olsam, o imkanlara sahip olsam ne dualar okur, seslendirirdim.” veya “Falan kişi umreye gitmiş, 15 günü orda geçirmiş ama bir günden fazla dua edememiş. Ben olsam şunları şunları yapardım.” gibi her türlü kınama ve ayıplama benzeri şeyler de dua etmemize engel olur. Aslında, her meseleyi etkileyen bu kınama ve ayıplama fiili, duayı da olumsuz etkiler.
4-) Şüphe Halleri ve Materyalizm Etkisi:
Kişinin zihinsel alışkanlıkları gereği, her insanda bulunan şüphe halleri ve çağımızı saran materyalist havanın neticesi olarak, en dindar insanın dahi duayı “Önce sebeplere sarıl, sonra dua edersin.” şeklinde anladığını biliyoruz. Sözde, insanları çalışmaya teşvik niyetiyle, duadan bahsederken böyle ibareler kullanmak bir anlamda duayı hakkıyla takdir edememektir. Dua etmeye, dua ederek neticenin değişebileceğine dair hislerimizi zayıflatan bu tutum, hem iman zafiyetinin bir şekli hem de yaygın bir dua etmeme, edememe sebebidir. Her ne kadar çoğu zaman bu durumu fark etmesek bile bu böyledir.
Günlük hayatın, seyrettiğimiz dizi ve filmlerin, okuduğumuz romanların, takip ettiğimiz sosyal medyanın içinde dua yok gibidir. Varsa da çoğunlukla şakalara konu olarak vardır. Çevremizde de tam anlamıyla dua eden insan yok gibidir. “Ben şu mevzu için önce bir dua edeyim.” diyen insan tuhaf karşılanır hatta. İnancımızın dua boyutunda böyle bir eksiklik gözlemlenmektedir.
Burada insanların elde etmek istedikleri şeyle ilgili dua etmekten başka hiçbir şey yapmamaları gerektiğini savunmadığımızı belirtmeye gerek bile yok. Yine de yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için ifade etmiş olalım. Vurgulamak istediğimiz farklı bir nokta, Allah'ın sebeplere ihtiyaç duymadan da bir şeyleri gerçekleştirebileceğine net olarak inanmamız gerekir. Hz. Yunus'un kıssasında da, Hz. Yunus'un ölümü için programlanmış balık, deniz, gece üçlüsü; bir anda Hz. Yunus'un kurtuluşu için hizmetkar oluyorlar. Demek ki sebepler üstü bir kudretle onlar Hz. Yunus'a hizmetkar kılınıyorlar.
Bu şüphe hâllerinin elbette imtihan boyutu da vardır. Kuran’da İsrailoğulları kıssalarını okurken bazen insanın, “Yahu 10 defa gördükten sonra da mı hala şüphe!” diyesi gelir. Bu sahneleri Batılılar tarafından yapılan bazı filmlerde de görebilirsiniz. Hz Musa’ya iman edip peşinden gitmelerine rağmen; Firavunun önce münazaralarda sonra büyü yarışmasında mağlup olması, sonra başına gelen felaketlerde mağlup olması ve ardından boğulup gitmesi, karşılarında Nil’in ve Kızıldeniz’in yarılıp açılması gibi mucizeleri defalarca gördükleri hâlde yeni bir şeyle karşılaştıklarında tekrar şüphe ettiklerini görürsünüz. Hayret ederiz okurken bu hale ama bizim de hayatımızda daraldığımız, hakikaten tam bir teveccühle Allah’a yönelip dua ettiğimiz ve duamızın sürpriz bir şekilde kabul edildiği birkaç an vardır. Anılarımızı yoklasak bulur, beklenmedik bir yerden yardım elinin uzandığını, şükür hisleriyle gerildiğimizi hatırlarız. Ama üzerinden zaman geçince, başka bir durumda yine “Dua etsem olacak mı ki, bu mevzu duayla mı oluyor, önce şöyle bir şey yapsam mı ki?” gibi hislerle dua etmeyi erteleriz. Veya bu hisler duaya tam bir arzu duymamızı engeller ki bu da bahsettiğimiz temel madde olan “arzu ve değer verme” faktörünü zayıf düşürebilir.
Bu noktada, dipnot olarak, her şeyde kanıt arayan, pozitivizme yakın mizaçlar veya iyi bir sayısal eğitimi almış insanlarda dua gibi metafizik kavramlara inanmada bir zorlanma görülebildiğini belirtmek gerekir. O insanların ekstra bir uğraşla, kendilerine telkin ederek veya duayı anlatan kitapları okuyarak, sohbetleri dinleyerek bu zorlanma durumunu telafi etmeleri yararlı olacaktır.
5-) Duaya dair az şey bilmek:
Kuran’da, ilgili surelerde (1), “Eyyup bize dua etti, biz onun duasına icabet ettik ve onu kurtardık, Yunus şöyle bir sıkıntıda bize dua etti, onu şu şekilde kurtardık, işte biz müminleri böyle kurtarır, muhsinlere böyle güzel mükafat veririz.” minvalinde farklı peygamberlerin dualarını ve o duaların kabulünü anlatan birçok ayet vardır. Bunun yanında, Efendimiz’in (sav) duayı anlatan hadisleri, Efendimiz’in (sav) hayatının içindeki dualar, yine Kuran’daki dua ayetleri veya salih ve alim zatların hazırladığı dua hizipleri de bulunmaktadır. Eğer insan, bütün bunlardan pek az şey biliyorsa edecek dua bulmada veya sıkıştığı konu çerçevesinde verim alacak duayı bulma, takip etme, hatırlama, arzu duyma ve değer verme hususlarında zahmet yaşayabilir. Bu zahmeti yaşamamak ve dua etme arzusunun sönmemesi için, insan dua konusunda ilmini artırmaya çalışmalıdır.
6-) Acele etmek:
Efendimiz (sav) bir hadisinde (2), “Sizden biri acele etmedikçe duası kabul edilir.” buyuruyor. “Acele etmek ne demek ya Rasulallah?” diye sorulduğunda da “Acele etmek, duam kabul edilmedi deyip dua etmeyi bırakmaktır.” cevabını veriyor. Efendimiz (sav) burada, duanın kabulüne engel olan bir hâli anlatırken, o benzersiz belagati ile dua etmeye mani bir hali de anlatıyor. Zira bir müminin duası bir buçuk istisnai hal dışında geri çevrilmez. “Kullarım Ben'i senden soracak olurlarsa, bilsinler ki Ben pek yakınım. Bana dua edenin duasına icabet ederim.” (3) “Bana dua edin ki size karşılık vereyim.” (4) ayetleri çerçevesinde, mümin bir insanın duasının kabulüne, kişinin dua etmemesi dışında, hakiki bir mani yoktur. “Duanız olmazsa Rabbim size ne diye değer versin ki? (5) ayeti de gösteriyor ki, duamız olunca Allah bize değer verecektir. Bunun da duanın kabul olması anlamına çok yakın bir ifade olduğu takdir edilebilir.
Bir buçuk istisna hâlden bahsetmiştik. Bu istisna hallerin buçuğu haram ve günah olan bir şeyin istendiği duadır. Buçuk denmesinin sebebi ise, zaten aklı başında ve makul bir insanın Allah-u Teala’ya yalvarırken haram bir şey istemeyeceği gerçeğidir. Mantıklı bir mümin neden haram olan bir şeyi istemek için dua etsin ki zaten? Ya haram olduğunu bilmiyordur ya da gerçek bir ihtiyaç helalden de karşılanabileceği halde, ihtiyacın şiddeti ve kişinin o andaki sersemliği veya şaşkınlığı onu haram bir isteğe itmiştir.
Bir buçuğun bir kısmı ise, Allah’a emreder bir hâlde istemektir. İnsan, biraz cehaletiyle, biraz heyecanlarıyla, biraz arzusunun şiddetiyle, dua ederken Allah’tan bir şey istemeyebilir de O’na emredebilir. Türkçede vardır, dilek-istek-rica kalıbı. Başka dillerde de vardır. Emretmenin kalıbıyla istemenin kalıbı aynıdır. İnsan aklı ve kalbi doğru kıvamda değilse, hamlığı ve cehaleti kaynaklı, tavrı emreder şekilde olabilir. Ya da insan, ihtiyacın, hırsın, arzunun şiddeti yüzünden, “Allah’ım ver, niye vermiyorsun, versen neyin eksik olur, hazinende mi yok, ver işte…” gibi bir tavra girebilir, farkında olmadan. Allah-u Teala’ya kırılıp dua etmekten-dinden kopuyorsa insan veya dua etme çabası sırasında içi daha beter daralıyorsa; anlaşılır ki o insan Allah’a emrediyordur. Kullandığı kelimeleri o şekilde seçmiyordur, sünnetten bir dua okuyordur belki ama sıralamayı tam görememiştir. Allah-u Teala’nın kendisine, mutlaka o istediği şekilde icabetini istiyordur. Oysa dua –tabiri caizse- dilenciliktir, yalvarmaktır, acz ifadesidir. Derdini, hesaplarını, isteklerini ve planlarını anlatıp sonuca gönül rızasıyla teslimiyettir, sonuçta verileni, verildiği kadarıyla ve verildiği şekliyle (ahiretteki verilecekleri de unutmadan) kabullenmektir.
Bazı kitaplarda dua için, “Hâlini arz edip, isteklerini ilettikten sonra gerisini Allah’a bırakmaktır.” yazar ama öyle ifade etmemek lazım. Biz kimiz ki, kime neyi bırakıyoruz. İnsan haddini bilmeli. Dua ederken, Allah-u Teala’nın bizden daha çok şey bildiğini, bizden daha hikmetli olduğunu, şefkatinin bizden daha fazla olduğunu unutmamalıyız. Yani dua ederek –haşa- Allah-u Teala’ya unuttuğu bir şeyi hatırlatmıyoruz. Fark etmediği bir şeyi önüne getirmiyoruz. Görmediği bir şeyi göstermiyor, bilmediği bir şeyi bildirmiyoruz. Bu, insan isteğinde ısrarcı olmasın demek değildir. İnsan ısrarcı olmalıdır. Israr etme kavramının günlük hayatta karşılaştığımız olumsuz ve hoşa gitmeyen imajlarını kastetmiyoruz elbette. Edebi muhafaza ettikten sonra insan duada ısrarcı olmalıdır. Hatta bunun Allah-u Teala’nın hoşlandığı fiillerden olduğunu Efendimiz (sav) bildirmektedir.
İnsanın isteği, derdinin ifadesi, duygusal şiddeti, ayırdığı zaman, hepsi bir yana ama emrediyor gibi bir tavırda olmak yanlış bir tutumdur. “Duanı et gerisini Allah’a bırak.” da değildir mesele. Her şey zaten Allah’ın elindedir. “Bunu gör, kabullen, razı ol.” bile değildir mesele. Razı olmasak ne fark edecek ki? O’na (cc) mülkünde olmayan bir şeyi mülk olarak verebilecek değiliz, pazarlık yapabilecek değiliz, tehdit edebilecek, bir iyilik yapabilecek değiliz. Hani insanlara bazen deriz ki, “Sen şunu yap ben de sana bunu yapayım.”. Veya çok genç ve toyken insanlar bazen “Allah’ım şu muradımı gerçekleştir ondan sonra bir daha namazlarımı bırakmayacağım.” diye dua eder. Ama kendimiz için namazı kılınca Allah-u Teala’nın mülkü artıyor değil, bir avantaj kazanıyor veya kudreti çoğalıyor değildir. O namaz yine kendimiz içindir.
Bu aşikar hakikatler bir yana, kişi eğer Allah’a emreder bir hal içine girdiyse, söylediği kelimeler -adı dua olsa bile- dua olmadığı için iç daralması, konudan kopma, düşünemez hale gelme, oflama halleri başlayacak ve neticede bunlar onu daha az dua etmeye sevk edecektir.
Halbuki, haram bir şey istemek ve Allah’a emretmek dışında, kişinin ettiği her duaya öyle veya böyle bir icabet gelir. İmanda az da olsa bir seviye kaydetmiş bir insan için duanın ilk meyvesi, kişinin huzur bulması, dinginleşmesi ve kafasının rahatlamasıyla istediği mevzuda çalışmaya daha fazla muvaffak olmasıdır. Mesela maille yapılan iş başvuruları vardır. Bu başvurulara “Başvurunuz ulaştı ve değerlendirmeye alındı.” yanıtını alırsınız. Ya da önemli bir konuyu whatsapp gibi bir platformdan yazarsınız ve mavi çift tık işareti görürsünüz. Muhatabınız mesajı almıştır. Bunlar istediğiniz şeyler tam istediğiniz gibi oldu anlamında mesajlar değildir ama arada bir iletişimin başladığını belirten mesajlardır. “Dua edin, icabet edeyim.” ayetinin de doğal sonuçlarından ilki işte bu iletişimin başladığı, muhatap alındığınız hissidir. Dua eden kişi duasıyla görür, işitir, anlar ve bilir ki; biri onu dinlemektedir. Ve -tabiri caizse- görüldü, işitildi, muhatap alındı işaretini gönlünde ve zihninde bir cins sekine, bir cins huzur olarak yaşar.
7-) Gündüz Düşleri (daydreaming) ve Negatif Duygular:
İnsan bazen dua ederken hayallere dalar. “Allah’ım bana şöyle bir servet ver, şu işe gireyim, şu okulu kazanayım.” şeklinde dua ederken; kendisini o servetin sahibi, o işe girmiş, o okulu kazanmış olarak hayal etmeye başlar. Kişi bu konuda çok eğitimli değilse, arzuları çok şiddetli ve dikkatsizse bu gündüz düşlerine tekrar tekrar dalar. Bu tekrarlar duasının azalmasına, duadan hepten kopmasına yol açabilir.
İnsan aslında, çevresinden ve farklı yerlerden, farklı etkilere açık bir reciever, bir alıcı gibidir. Kendisine gelen etkiyi şuurlu bir biçimde bir yere yönlendirmezse, o etkiyi kişinin kahramanının kendisi olduğu filmleri hayalinde oynatması şeklinde tarif edebileceğimiz gündüz düşlerine ve sarkacın diğer tarafındaki negatif duygulara harcarsa, hayatta diğer pek çok işi yapamadığı gibi dua da edemez olur.
Konu, bugünlerin revaçta bir örneği ile şöyle açıklanabilir. Mesela, biriyle tanıştınız ve size yazılımcı olduğundan, evden çalışarak yüksek gelir elde ettiğinden bahsetti. Bu anınızı bir büyüğünüze veya bu konulardan anlayan bir arkadaşınıza anlattınız ve o da sizde zaten yazılım yeteneği gördüğünü söyledi. Alıcı olarak bir etki aldınız yani. Bu etkiyi, hemen şöyle kurs alır, şu şekilde çalışır ve şu parayı kazanır ardından da şunları yaparım şeklinde hayaller kurarak karşılayabilirsiniz. Veya aynı etkiyi, “Beni de hiç desteklemediler, bilgisayarım da yavaştı zaten, yoksa ben de şimdi o paraları kazanırdım.” şeklinde şikayet ve negatif duygularla da karşılayabilirsiniz. Sarkacın iki tarafından, yani daydreaming ve negatif duygularla karşıladığınız bu her iki hâlde de “Allah’ım bana bu konuda kolaylıklar ver, beni yönlendir.” duasını etme şansını kaçırırsınız. Bir etki ve enerji geldi, onunla bir dua etme ve işe girişme fırsatı vardı ancak bu enerji şikayete ve gündüz düşlerine harcandı. Az dua etme, dua edebilecekken etmeme durumları için benzer örnekler siz de düşünebilirsiniz.
8-) Dua Enerjisinin Bitmesi:
Tam olarak isimlendiremesek de dua etmek bir cins enerji ister. İnsanın bünyesini, ısınma için farklı, yemek pişirmek için farklı, banyo yapmak için farklı, aydınlanma ve eğlence aktiviteleri için farklı enerjiler kullanan bir apartman veya siteye benzeterek açıklayabiliriz. Kömür, doğalgaz, LPG, elektrik gibi farklı enerjilerle farklı işlerin görüldüğü bir site... Bu enerji çeşitlerinden herhangi biri eksik olsa o enerjiye bağlı işinizi görmeye devam edemez ama farklı enerjiye bağlı ihtiyacınızı giderebilirsiniz. Elektrik kesik olsa, televizyon seyredemez ama doğalgazla yemeğinizi pişirebilirsiniz.
Ya da o gün ev dışında çokça koşturmuş, bedenini yormuş bir insan, akşam beden gücünü kullanması gerekeceği ev işlerini yapmaya enerji bulamaz. Benzer şekilde, dua enerjisini de boşa harcayan bir şeyler vardır. Bu enerji tipini tam tarif edemesek de, dua enerji rezervlerini tüketmiş insanlarla karşılaşmak mümkün olduğu gibi bu hali kendimizde de gözlemlemiş olabiliriz.
Bunun çözümü olarak aslında insanın elinden pek bir şey gelmez. İnsan kendi iradesiyle sosyal iletişimini ve sosyal medyasını azaltarak kendisiyle baş başa kalabilir. Salih ve dualı insanların ikliminde bulunarak dua konusunu yeniden hissetmeye çalışabilir. Eyüp Sultan, Mevlana, Hacı Bayram Veli gibi manevi havası olan yerleri ziyaret bir nebze çözüm olabilir.
Kötü ve rahatsız edici bir imtihan, mesela patronu veya hocasının büyük bir haksızlığı sonucu uzun ağlama nöbeti, yorgan döşek yatmayı gerektiren bir hastalık hali, şiddetli duygusal bir kriz de insanı resetleyerek tekrar dua etmeye başlar hale getirebilir.
9-) Duaların Hassaslığı ve Nazlılığı:
Büyük dualar -buna Kuran’ı da ekleyebiliriz- bir süre ara verilince tekrar başlamakta naz yaparlar. Dualar şuur sahibi olduğundan değil de, meselenin hassaslığını ve prosesi açıklayabilmek için metafor olarak “naz yaparlar” vurgusunu kullanıyoruz. Buna “Kendilerini ağırdan satarlar.” da diyebiliriz.
Mesela, bir insan her gün 5 sayfa Kuran ve sesli olarak 1 Celcelutiye okumaya başlamış ve bunu düzenli olarak yapıyordur. Ama iki günlük bir tatil vesilesiyle memleketine gitse ve o arada ülkede gündem olan bir şeyler olsa, o gündemi konuşmakla şuuru değişir. O iki gün boyunca çevresiyle ekonomi ve politika konuşmaktan duaya olan şevki gider ve bir süre ara verebilir.
Ya da altı ay boyunca her gün üç sesli Celcelutiye, Cevşen veya Evrad-ı Kudsiye okuyan bir insan, yaz geldi diye biraz tembellikle biraz farklı şeylerin etkisiyle bu alışkanlığını ihmal etse, proses yine işlemeye başlar.
O işleyiş de şöyledir; kişi önce alakalı alakasız vesilelerle bu duaları hatırlar. Tabiri caizse, dua o kişiyi terk etmemek için biraz çabalar. Sosyal medyadan bir takipçisi sorar, “Böyle bir dua var, biliyor musunuz?” diye. Bir kitap açar, bakar ki orada Evrad-ı Kudsiyeden bahsedilmektedir mesela. Hiç ummadığı bir insan, “Şöyle başlayan bir dua vardı, hatırlar mısın?” diye tam da okumayı alışkanlık haline getirdiği duayı ansızın soruverir. Dua ısrar eder bir nevi, kendisini hatırlatır, “Beni bırakma.” der. Buna rağmen bırakırsa tekrar başlamakta çok ciddi zorluk çeker. Bu çerçevede Efendimiz’in (sav) “Ey Abdullah! Filan kimse gibi olma, çünkü o gece ibadetine devam ederken, sonra geceleri ibadet etmeyi terk etti.” şeklinde Abullah İbni Amr İbni As’a (ra) söylediği bir hadisi de vardır. Mücbir sebeplerden değil de keyfi olarak bırakmakta bu proses işler. Yoksa insanın kendi dışında, hastalık, özel günler ve benzeri sebeplerle ara vermesi durumunda meleklerin o duaya o kişi adına devam edeceğine işaret eden rivayetler de vardır.
Buradan yola çıkarak, nafile ibadette süreklilik sağlamış bir insan için o nafile ibadetin bir çeşit kişisel farz olduğu yorumları da yapılmıştır. Yani elbette tam farz olur anlamında değildir ancak mesela üniversiteyi bitirdiniz ve sizi çok seven ve ilgilenen bir tanıdığınız işe girseniz de girmeseniz de her ay hesabınıza ciddi bir miktar para yatırmaya başladı. Buna 5 sene devam etti ancak sonra bıraktı. Bu, aslında ekstra bir inayet, bir iyiliktir. Halbuki siz de diğer mezunlar gibi bir işe girip maaşlı çalışarak onlar gibi yaşayabilirdiniz. Ama o arada bünyeniz o sizi seven insanın yatırdığı paraya öyle alışır, o çerçevede dünyaya bakmaya başlar, o güvenle davranmaya başlarsınız ki o paranın eksikliği sizde şiddetli bir etki yapabilir. Örnekteki gibi, nafile ibadete devam etmek veya bir duaya devam etmek onu gerçek bir farz haline getirmez. Ama onun bereketlerine kalben de, zihnen de öyle alışmış olursunuz ki eksikliğinin ciddi maddi ve manevi zararını görürsünüz.
Çıkaracağımız sonuç tabii ki, madem böyle bir proses var o zaman bir duayı alışkanlık haline getirmeyelim değildir. Zira yukarıda bahsi geçtiği gibi o dua belki aylar boyunca sizi bırakmamaya çalışır. Hayatınızda bir problemle karşılaşınca herhangi bir insanın sizinle ilgilenmemesi çok dokunmaz ama çok samimi bir arkadaşınızın sizinle ilgilenmemesi, bırakıp gitmesi çok dokunur ya, bu durum da ona benzer bir süreçtir. Bir duayla çok samimi arkadaş olduktan sonra, elden geldiğince, mücbir sebepler hariç, o duayı bırakmamak lazımdır.
Çirkin, küfürlü konuşmalar ve galiz haramlara bakma:
Galiz haramlara bakma, küfürlü ve çirkin konuşma insanın içindeki dua etme enerjisini yiyip bitiren fiillerdir. Nurani şeyler, pis ve çirkin fiillerle bir arada bulunmak istemezler. Bu durum belki dua etmeyi imkânsız kılmaz, insan yine de dua edebilir, hatta iradesini kullanıp etmelidir de. Ama insan duaya olan doğal meylinde, arzusunda bir azalma hisseder. Daha ulvi ve daha ciddi duaları edemez hale gelir. Diyelim ki, mutat olarak gece teheccüd vakti kalkıyor, Efendimiz’in (sav) hadislerinden, ayetlerden seçtiğiniz 3-5 sayfa dua okuyorsunuzdur. Bir gün gaflete düştünüz, gözünüzü, bedeninizi veya dilinizi koruyamadınız. Alakasız sebeplerle bir süre gece kalkamaz, kalksanız da uyuyakalır ve o duayı edemez hale gelirsiniz. Çünkü içinizde onun enerjisi kalmamıştır.
Günahların zararları farklı şekillerde kendini gösterir. Haram yemek, zulmetmek gibi daha büyük günahlar vardır elbette. Harama bakmak, pis bir ağızla konuşmak belki bunlara göre daha hafif günahlardır. Ama manevi latif şeyler bu günahlardan çabuk etkilenir. Mesela pis ve çirkin koku fiziksel bir zarar vermez, insanın bir tarafını yaralamaz ama o kokudan orada durulmaz olur, hızla uzaklaşmak istenir. Bunun etkisi de buna benzemektedir.
Benzer şekilde, saygı duyulması gerekene saygısızlık etmek; Allah-u Teala’ya, Efendimiz’e, Kuran’a, Kabe’ye, diğer peygamberlere laubalilik şeklinde saygısızlık etmek de dua edememe hâline yol açabilir.
Dua enerjisinin bitmesi olsun, belli duaları bir süre takip edip bıraktıktan sonraki duanın nazı olsun, mizacınızın ve çevrenizin etkileriyle oluşan kişisel zorluklarla dua edemez hale gelmek olsun, veya o şüphe haller yüzünden dua edememek olsun (Şeytan bazen sağdan yaklaşır, “Allah-u Teala zaten en iyisini biliyor, niye isteyeceksin ki, O bildiği zaman bildiği şekilde yardım edecek zaten” der. Bazen de soldan yaklaşır, “Bak bu mevzuda 3 aydır, 3 yıldır dua ediyorsun olmadı zaten” der) ; bu durumların hepsinde yapılması gereken şöyle bir şey vardır: En minimal şekilde de olsa tesbihle meşgul olmak... Bir insanın dua ve zikir adına yapabileceği en minimum şey bir zikirle-tesbihle meşgul olmaktır ama ateşin sönmemesi, tamamen küllenmemesi, tekrar alevlenebilmesi için bu yapılmalıdır. “Subhanallah” çekmek bile bir zikir ve duadır ve ısrarın tuhaf bir büyüsü vardır. Tökezlemeye ve yapamamaya aldırmadan tekrar adını koyup kararını vererek yapmaya çalışmak; ayak kayınca, devrilince tekrar toparlanmak asla bir kenara bırakılmayacak düstur olmalıdır.
1 ) Enbiyâ Suresi 84. Ayet, Enbiyâ Suresi 88. Ayet, Enbiya Suresi 90. Ayet
2 ) Tirmizî, Deavât, 21
3 ) Bakara Suresi 186. Ayet
4 ) Mü’min Suresi 60. Ayet
5 ) Furkân Suresi 77. Ayet