6 dk.
23 Kasım 2022
Dua ve sebepler dengesi-gorsel
Youtube Banner

Dua ve sebepler dengesi

Soru: Dua etmede ve sebeplere riayet etmede dengeyi nasıl sağlayabiliriz?

 

Cevap: Aslında dua ve sebepler, birbirlerinden farklı kategoriler değildir. Dolayısıyla dua ve sebepler dengesi diye bir şey yoktur. Çünkü dua da bir sebeptir, sebeplerden biridir.

 

Bir şeyi hakikaten istiyorsak onu elde etmek için yapabileceğimiz şeyler arasında çalışmak, planlama ve programlama yapmak, gerekli şartları hazırlamak ve uygulamaya geçmek gibi hususlar vardır. Bunların yanında istediğimiz şeyin anlamlı, hayırlı ve maddi-manevi her bakımdan faydalı olması, hatta somut olarak gerçekleşmesi için dua da gereklidir.

 

Geleneksel anlayışımızda “sebepler” denilince para, sosyal çevre, fiziksel güç, uygun mevsim gibi maddi koşullar anlaşılır. Zengin olmak için para kazanmak bir sebeptir, para kazanmak için çalışmak bir sebeptir. Aynı şekilde toprağa ekilen bir ürünün verimli olması için uygun mevsim, yeterli sulama, doğru zirai bakım da bir sebeptir. Ancak zengin olmak veya toprağa ekilen tohumun ürün vermesi için dua etmek bir sebep olarak görülmez.

 

Halbuki Allah Teala kainatın tek sahibi ve mutasarrıfı olması hasebiyle zengin olmak için gerekli maddi şartların da, para kazanmak için çalışma motivasyonunun da, toprağın da, tohumun da, zirai ilaçların, yağmurun, güneşin ve rüzgarın da sahibi ve mutasarrıfıdır. Para kazanmayla ilgili bilgi ve yöntemlerin yaratıcısı ve yönlendireni de O'dur. Bir tarım ürününün yetişmesi için gerekli bilgi ve tecrübenin yaratanı da O'dur. Bu durumda toprağa tohum ekmek ve sulamak işinin asıl yaratıcısı da O'dur. Bunları yapan görünüşte insan olarak algılanabilir ancak bu yapabilme gücü ve yeteneğini de insan kendisi kazanmış değildir. Yine Allah’ın vermesiyle kazanmıştır. Dolayısıyla Allah’ın ilmi, iradesi ve kudreti dışında hiçbir şey gerçekleşmez.

 

Bu noktada dua etmek maddi koşullar arasında sayılmadığından ve duaya bu sebeplerin dışında daha kutsi, daha manevi bir gözle bakıldığından duanın sebeplerden bir sebep sayılmaması gibi bir anlayış yerleşmiştir. 

 

Evet, dua manevi önemi açısından bütün bu maddi koşulların veya sebeplerin hepsinden daha kıymetli olabilir. Bu doğrudur. Ancak “sebep” olma yönü itibariyle dua da bir sebeptir. Aynen para, sosyal çevre, fiziksel güç, uygun mevsim gibi belirli bir amaca ulaşma istikametindeki diğer sebepler gibi bir sebep de duadır.

 

Duanın hadis-i şerifte bir ibadet veya ibadetin özü olarak nitelendirilmesi1 dua davranışını sebepler dışında bir kategori olarak değerlendirmeyi gerektirmez. Bir insanın ister dünyevi ister uhrevi bir maksadını, gerçekleşmesini umarak Allah’a arz etmesi bizzat ibadetin özüdür. Çünkü bütün ibadetler Allah’a mahsustur, dua da Allah’a edilir.

 

Örneğin bir insan bir parça ağır grip olsa, bu hastalığın şifa bulması için doktora gitse, doktorun yazdığı ilaçları alıp kullansa ve artık dua etmeye ihtiyacı olmadığını hissetse burada ciddi bir sorun var demektir.

 

Buradaki sorun doktora gitmek ve ilaç kullanmak şeklindeki iki davranışı “sebepler” kategorisinde, duayı ise ayrı bir kategoride değerlendirmekten daha öte bir sorundur. Asıl sorun, “sebepler” kategorisini -haşa- Allah’ın ilminin, kudretinin ve iradesinin dışında bir şeyler olarak algılamak ve öyle zannetmektir.

 

Örnekteki kişi doktora gitse, ilaçları kullansa ve bu arada Allah’a yönelse ve “Allah’ım! Ne olur bana şifa ver. Evet, ben doktora gittim, doktorun önerdiği ilaçları aldım ve kullanıyorum. Ancak o doktor da, tıp ilmi de, ilaçlar da, ilaçların tesiri de yine Sendendir, Senin iznin, ilmin, iraden, kudretin ve kainata koyduğun kanunların iledir.” diye dua etse güzeldir. Zira sebepler kategorisi olarak bilinen maddi koşulları da Allah’ın yarattığı kanunlar olarak değerlendirmektedir.

 

Bu bağlamda terazinin bir kefesinde sebepler, diğer kefesinde de duanın yer alması gibi bir durum söz konusu değildir. Dua, sebeplerden bir sebeptir. Daha manevi, daha metafizik, daha kıymetli bir özelliğinin olması bu durumu değiştirmez.

 

Diğer yandan kendimizi ve çevremizi ciddi bir şekilde gözlemlersek şimdiye kadar dua ettiği için dua ettiği konuda tembellik eden bir insana rastlayamayız.

 

Evet, insanlar yalan söyleyebilir, kendi hayallerini gerçek diye aktarabilir. Bu ayrıdır. Dua veya tevekkül konusunda da yalan söyleyebilir. Hatta yalan söylediğinin farkında olmadan da yalan söyleyebilir. Ama hiç kimse gerçekleşmesini istediği bir konuda sırf dua ettiği için o konuda dua dışındaki sebepleri de yerine getirmeye çalışmaktan vazgeçmez. Böyle olduğunu iddia edenler olabilir ancak hakikatte böyle bir insan yoktur.

 

Bir insan sosyal olmaması, çekingen veya tembel olması, başarısız olmaktan veya farklı etmenlerden korkması gibi nedenlerle bir işi yapmayabilir veya herhangi bir şeyden vazgeçebilir. Konuyla ilgili içsel gerginliğini azaltmak için dua da edebilir. Ancak kozalite ve korelasyon, illiyet ve iktiran farklı şeylerdir. Yani bu insan o işi yapmaktan vazgeçtiği için o işin gerçekleşmesi adına dua ediyor değildir. Konuyla ilgili içinde oluşan gerginliği bastırmak için dua ediyordur. Böyle bir insan da o konunun gerçekleşmesi için “Ben bu işle ilgili sebeplerden sıyrıldım, sadece dua ediyorum.” diyemez. Dese yalan olur.

 

Evet, tevekkül ettiği için çalışmayı bırakan insan yoktur. Zaten tembel olup çalışmayan ancak sorulunca “Tevekkül ediyorum.” diyen insanlar olabilir. Bu iddia da bilinçli veya bilinçsiz yalan olacaktır. Çünkü kimse gerçekten tevekkül ettiği için çalışmamazlık etmez. O mekanizma öyle işlemez. Fakat insanlar yalan söyleyebilir hatta kendilerini de kandırabilir.

 

Sonuç olarak diyebiliriz ki: Dua ve sebepler dengesi diye bir şey hakikatte yoktur. Çünkü dua da bir sebeptir. Allah Teala bir mevzuyu yaratmak dileyince bazen kendi koyduğu kanunları sebep yapar, bazen insanın amellerini, çalışmasını, gayretini, sadakasını, sıla-i rahmini sebep yapar veya sayar. Bazen de insanın duasını sebep sayar. Bazense hiç sebepsiz, sırf meşietinden kaynaklanacak bir şekilde atâ ve bahşişte bulunur. Aklımıza hiç gelmeyen nimetleri aklımıza hiç gelmeyen zamanlarda üzerimize bolca yağdırır.

 

Bunları da fark edip bu nimetler için şükretmeyi Allah-u Teala’nın hepimize nasip etmesini dileriz.

 


1 ) Tirmizi, Da’avat, 1