15 dk.
10 Mayıs 2022
Dünya Hayatı  (Hayatü’d-Dünya)-gorsel
Youtube Banner

Dünya Hayatı (Hayatü’d-Dünya)

(Hadid Suresi 20. Ayetin Tefsiri)
 

Soru: Hayatü’d-Dünya (Dünya Hayatı) Nedir?
 

Cevap: Sürekli akıp giden şeylerdir.
 

Ev, iş, okul, para kazanmak, günlük temizlik, dişçiye gitmek, yemek, içmek… Bunlar son derece caizlerdir ve kendilerini hiç durmadan hatırlatırlar. Çok yüksek sesle ağlayan bir çocuk gibiler. Normal bir insan da bunların dışında hayatında ulvi hiçbir şey olmadan, hiçbir manaya ulaşmadan ölüp gider ve gidiyor.

 

Hayatü’d-Dünya kavramı en geniş haliyle Hadid suresi 20. ayetinde açıklanmıştır. 

 

اِعْلَمُٓوا اَنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزٖينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِؕ كَمَثَلِ غَيْثٍ اَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهٖيجُ فَتَرٰيهُ مُصْفَراًّ ثُمَّ يَكُونُ حُطَاماًؕ وَفِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ شَدٖيدٌۙ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانٌؕ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ


 

İ’lemû ennemâ-lhayâtu-ddunyâ le’ibun ve lehvun ve zînetun ve tefâḣurun beynekum ve tekâśurun fî-l-emvâli vel-evlâd(i)(s) kemeśeli ġayśin a’cebe-lkuffâra nebâtuhu śümme yehîcu feterâhu musferran śümme yekûnu hutâmâ(en)(s) vefî-l-âḣirati ‘ażâbun şedîdun ve maġfiratun mina(A)llâhi ve ridvân(un)(c) vemâ-lhayâtu-ddunyâ illâ metâ’u-lġurûr(i)

 

Ayetin klasik meali şu şekildedir: 

Biliniz ki dünya hayatı, bir oyun, bir eğlence, bir gösteriş, aranızda bir övünme, mal ve evlâtta bir çokluk yarışından ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibi ki bitirdikleri çiftçileri imrendirir, sonra kurumaya yüz tutar, bir de bakarsın ki sararmıştır, ardından da çerçöp haline gelmiştir. Âhirette ise ya çetin bir azap yahut Allah’ın bağışlaması ve hoşnutluğu vardır. Dünya hayatı sadece aldatıcı bir yararlanmadan başka bir şey değildir.”

 

Klasik meallerde hayatü’d-dünya her yönüyle kötüdür, mutlak kötü gösterilir. Bu çalışmada ise hayatü’d-dünya kavramını oluşturan unsurlar birer kötüleme aracı olarak değil tanımsal olarak verilecektir. İ’lemû kelimesinin açıklamasından sonra sıralanacak olan listedeki kelimeler (lehv, laib, zinet, tefahür ve tekasür kelimeleri) kavramın unsurlarını ya da parçalarını oluşturmaktadır. Ayrıca bu listede sayılacak kelimelerin iyi bilinmesi de Kur’an’ın anlaşılması için son derece faydalı olacaktır.

 

İ'lemû: Biliniz ki...

Allah-u Teala durup dururken bilin-biliniz demez. Bu hitap birazdan anlatılacak konuyu ortalama olarak çok da bilmediğimiz ve anlamadığımız manasına gelir.

 

Ennemâ-lhayâtu-ddunyâ: Bizim kötü gördüğümüz hayatü’d-dünya şunlardır:

Yani tek başına servet, eş, çocuk, yüksek kariyer, şöhret, evler ve araçlar değildir. Bunların hiçbirisi tek başına hayatü’d-dünya değildir. 

 

Evet, Efendimiz (sav) vefat ettiğinde nikahı altında farklı hikmetlere binaen dokuz hanım bulunuyordu. Ama O hayatü’d-dünyaya kapılmış değildi. Diğer taraftan tek eşli veya bekar bir insan tümüyle hayatü’d-dünya içinde çırpınıyor olabilir. Demek ki hayatü’d-dünya kişinin sahip olduğu servetle veya bu dünyadaki bağlantılarıyla direkt ilgili değildir. Çünkü bu dünya aynı zamanda ahiretin bir tarlasıdır.

 

O halde hayatü’d-dünya nedir?

 

Öncelikle şunu vurgulamalıyız: Bir insanın en önemli sermayesi ne olabilir? Bu soruya muhtemelen çoğunluk "zaman" diyecektir ve bu büyük ölçüde doğrudur. Yani kendisine yaşaması için tanınan süre olarak zaman, bir işi gerçekleştirmesi için gereken zaman... Bunların hepsi doğrudur. Biz ise zaman nimetinin değerlendirilmesi veya kullanılması açısından bir başka noktaya temas edeceğiz. Bu noktada insanın en büyük sermayesi ve aslında sahip olduğu-olabileceği tek şey, tüm dünyasını değiştirebilecek yegane şey, insanın en kıymetli varlığı, onun neye dikkat ettiğidir. Bu dikkat etme ifadesi, onun neyi önemsediği, neyi dert ettiği, bütün bir hayatı boyunca asıl gündeminin ne olduğu, neye odaklandığı olarak da anlaşılabilir.

 

Hayatü’d-dünya ise insanın en önemli, en kıymetli sermayesi olan bu dikkatini elinden alır. Allah-u Teala da belli ibadetlerle, namazla, oruçla, zekatla, hacla bizim dikkatimizi belli şeylere çekmeyi murat eder. Aslında bütün bir hayat, bütün akış, bütün olay, bizim dikkatimizin oradan oraya çekilme yarışından ibarettir. Reklamlar belli olaylar için dikkatimizi çekmeye çalışırlar. Karşı cins karşı cinsin dikkatini çeker. Bedenimiz farklı ihtiyaç ve hastalıklarla dikkatimizi ister. Çocuklarımız, çevremiz, işimiz, okulumuz, her şey ilgimizi ve dikkatimizi kendine çekmek için yarışmaktadır. 

 

Ameller niyetlere göredir.”(1) hadisindeki niyet meselesi de nerdeyse dikkatten ibarettir. Neyi önemsiyorsunuz, neye odaklanmışsınız, neyi istemektesiniz? Duanın kabulü dediğimiz şey de aslında kişinin dikkatinden, odaklanmasından, konsantrasyonundan ibarettir. Fakat biz genelde dikkatimizi sanki yuları serbest bırakılmış bir at gibi, bir binek gibi bırakırız. Tek sermayemiz olan dikkatimizi şuurlu kullanmayı bilemeyiz. Aşağıda sıralanacak kelimeler bir yönüyle bu durumun da sebebidir.

 

Şimdi hayatü’d-dünya’yı oluşturan unsurlara geçiyoruz.

 

1.Laib: لَعِبٌ 

“Ağzının suyu akmak” anlamındaki “Luâb” kökünden gelen bu kelime insanın bir şeye dalıp gitmesi, hiçbir faydası olmayan meşguliyetler demektir.(2) Kendiliğinden ilginç olduğu için dikkatimizi üzerinde toplayan şeylere laib denilir. Oyun anlamı ikincil anlamdır. Hiç durmadan gelen sosyal medya bildirimleri, bu amaçla o uygulamaların sürekli yenilenmesi, dikkatleri çeken bir film, dizi, futbol veya basketbol maçı... Yani kendisi ilginç olduğu için kendiliğinden dikkatlerimizi, zihnimizi, bakışlarımızı kendisine çeken şeyler laib’dir. 

 

Hayatü’d-dünya laib’tir. Yani sizin bu dünyada yaptığınız, şuurunuz taalluk etmeden, sırf cazip bulduğunuz için, hatta bazen cazip bulmak dışında sırf merak ettiğiniz için yaptığınız şeylerdir. Can sıkıntısından ne yapacağınızı bilmediğiniz bir halde sosyal medyaya girip amaçsızca yenile tuşuna bastığınız, eğlenceli veya ilginç videolar aradığınız, bir şeyin dikkatinizi çekmesi için gayret ettiğiniz zamanlarınız olmuştur. İşte o zamanlar, insanın tek sermayesi olan dikkat sermayesini israf ettiği anların en belirgin olanlarındandır.

 

2.Lehv: لَهْوٌ

Lam, he ve vav harflerinden oluşan bu kelimeyi ‘eğlence’ şeklinde çevirmek oldukça kötü bir tercih... Lehv, esas itibariyle insanın kendi iç dünyasında dikkatin kaybolup gitmesine denilir. Dalıp gitme halleri böyledir. İster gündüz düşleri şeklinde canlı hayaller kurarak, yani zihninde, kahramanın kendisi olduğu filmleri kurgulayıp oynatarak; isterse başı sonu belirsiz hayaller tarzında olsun, isterse yersiz endişeleri olsun, değişmez. Yani lehv, salt eğlence değildir. Lehv’in eğlenceli olanı da vardır şüphesiz ama her eğlenceli şey lehv değildir ve lehv salt eğlence ve eğlenceli şeyler anlamına gelmez. Birkaç yıl önce çocuğunu kaybetmiş bir ebeveynin kendi kendine oturup çocuğunu düşünüp durması, bununla ilgili hayaller kurup durması da lehv kategorisine girer. İnsanın zihninde kurgulayıp durduğu şeyler lehvdir. En yaygın olanı da, çoğunluğun “hayal kurmak” dediği o zihinsel filmlerdir. Filmin başkahramanı sizsinizdir. Bu filmde istediğiniz insanlarla görüşür, istediğiniz kişiyle kavga eder ve kazanır, istediğiniz gibi ve istediğiniz kadar güzel namaz kılar, herkese infakta bulunur, herkese güzel görünür, üniversiteyi dereceyle bitirir, herkes tarafından alkışlanırsınız. İşte kişiye son derece zevkli ve eğlenceli gelen bu kurgular, bu hayaller lehv’tir.

 

3. Zinet: زٖينَةٌ 

Zinet, süs demektir. Süs ise hakiki fonksiyona bakmayan her türlü süslemedir. Maalesef insanların evlerinde, arabalarında, camilerde, kitaplarda, kısacası tüm hayatlarında zinet, yani gerçek bir hikmeti bulunmayan her türlü süs, çok fazlasıyla yer almaktadır. Örneğin arabası olmayanlar araba almayı düşünürlerken hemen her zaman ortalamanın üstünde, süslü, göze hitap eden, insanların dikkatini çekecek bir araba almayı düşünürler. İnsanların pek azı arabanın gerçek fonksiyonu olan ortalama özelliklerinin varlığını, sorun çıkarmamasını ve bir yerden bir yere taşıma işlevini yeterli görür. 

 

4. Tefahür: تَفَاخُر Tefahurun beynekum: Aranızda övünme... 

Sizin kendinizi bir başkası ile kıyaslayarak onun önüne geçmeyi, ondan daha güzel, daha iyi, daha başarılı, daha havalı olmayı düşündüğünüz her şey tefahürdür. En basit haliyle kendini başka herhangi birileriyle kıyaslamak, sahip olduğu eşyalar, giyim kuşam, binilen araç, ikamet edilen ev, gidilen okulun statüsü, aylık gelir vb... Yani başkasından daha çok ve daha iyi eşyalara sahip olmak, daha güzel kıyafetleri giyinmeye çalışmak, daha iyi okula gitmek ve daha iyi-daha kazançlı işlerde çalışmak için gayret etmek... Yanlış anlaşılmasın; bunların bir hikmete binaen yapılmasında herhangi bir problem yoktur. İnsan kendi yeteneğine ve donanımına, eğilimlerine göre iyi bir okula, iyi bir üniversiteye gitmek isteyebilir ve bunun için çok çalışabilir ancak bunu başkalarıyla yarış ve onları alt etmek gibi bir motivasyonla yapıyorsa işte bu tefahürdür. 

 

Bu durum dini görünümlü konularda da geçerlidir. Kendini başkalarından daha iyi ve daha derinlikli namaz kılan, daha çok Kur’an okuyan birisi olarak varsaymak, başkalarının verdiğinden daha fazla zekat-sadaka vermek, kendi statüsündeki birisi ortalama büyüklükte bir cami yaptırmışsa kendisi daha büyük bir cami yaptırmaya çalışmak, kendisini dini konularda kalabalık toplulukların takip etmesini istemek ve bütün bunları kendini üstün görme-gösterme, başkasını alt etme, öne çıkma gibi motivasyonlarla gerçekleştirmek baştan aşağıya tefahürdür.

 

Kendi çocuğunun başkalarından geri kalmamasını istemek, en başarılı öğrencinin kendi çocuğu olmasını arzulamak, bunun için gayret göstermek de tefahürdür.

 

Sonuçta, insanların asli yaşam maksadına yönelik olarak değil de sırf başkalarını geçmek, onlara üstünlük sağlamak için başkalarından daha iyi, daha başarılı olmak için uğraşılan her şey tefahürdür.

 

5.Tekasür: تَكَاثُرٌ Ve tekâśurun fî-l-emvâli vel-evlâd: 

Tekasür, malda ve evlatta bir hikmete binaen olmayan çoğaltma arzusudur.

 

Burada evlat sadece çocuk sayısı olarak anlaşılmamalıdır. Arapların nezdinde çocuk demek adeta her şey demektir. Örneğin Abdulmuttalip’in o dönemlerde kayıp olan zemzem kuyusunu rüyasında görmesi ve bu kuyuyu bulup kazmak isteyince de Mekkelilerin ona haksızlık etmesi, engel çıkarmaları sonucunda eğer on tane oğlu olursa içlerinden birini Kabe’nin önünde Allah'a kurban edeceği şeklinde adakta bulunması da bunu göstermektedir.(3) Bugün için bir insanın bürokraside yetkili bir tanıdığının olması ya da önemli bir servet sahibi bir zengin olması onun etki gücü açısından neyi ifade ediyorsa o dönem için de sahip olunan evlat sayısı aynı şeyi ifade etmektedir. Dolayısıyla burada "evlat" kavramı; sosyal çevre, toplumsal güç ve statüyü belirleyen önemli bir gösterge olarak anlaşılmalıdır.

 

Ayette tekasür kavramının bileşenleri olarak verilen mal ve evlat unsurları genişletilebilir. Üç evi olanın dördüncüsünü, yirmi evi olanın yirmi birincisini istemesi tekasürdür. Komşunun sahip olduğu iki arabadan daha iyisine sahip olmayı istemek, çok sayıda elbise veya ayakkabı sahibi olmayı istemek, hatta çokça kitabının olmasını istemek, çoğu insanın evindeki dört raflı kitaplıklara bakıp kendisinin sekiz raflı kitaplığa sahip olmayı istemek de tekasürdür.

 

Ancak bir insanın sosyal konumu veya işi itibariyle güzel ve kaliteli giyinmesi gerekiyorsa ve alınan elbiseler bu durum hesaba katılarak alınıp giyiliyorsa bu tekasür değildir. Ayda en az on kitap bitiren bir kitap kurdunun ihtiyaçtan dolayı aldığı raflar, kitaplıklar da bir tekasür göstergesi sayılmaz.

 

Evet, Allah-u Teala’nın hayatü’d-dünya diyerek küçümsediği ve kızdığı, ayrıca hadiste “Dünyanın Allah katında sinek kanadı kadar bir değeri olsaydı hiçbir kâfire bir içimlik su bile vermezdi.”(4) şeklinde bahsedilen konular; laib, lehv, tehafür ve tekasürdür.

 

Hadid suresinin 20. ayetinden önceki ayetlerle de bir bütün olarak okuyunca bu sayılanların kendi başlarına birer azap sebebi oluşturmadığı görülmektedir. Daha önceki ayetlerden de anlaşılacağı üzere Cenab-ı Hak önce insanlara verdiği nimetlerini hatırlatmış, bu nimetlerin insanların belirli işleri yapmaları, belli sonuçlara ulaşmaları ve infak etmeleri için verildiğini belirtmiştir. Ancak bu nimetlerin tamamında yine imtihan hikmetine binaen problem noktaları da çoktur. Yani siz o nimetlerdeki ilginçlik özelliği nedeniyle asli niyetinizi (dikkatinizi ve odağınızı) kaybedebilirsiniz, bu; o nimetlerin Laib yönüdür. O nimetlerin elde edilmesi sürecinde bazı kaygılar ve zahmetler yaşarsınız, bu kaygılar veya hayaller sonucunda kendi içinizde kaybolup gidebilir, depresyon ve anksiyete krizlerine girebilirsiniz, bu ise işin lehv yönüdür. Bu nimetleri o nimetin bizzat kendinden olmayan ve gerçekte herhangi bir işlevi de bulunmayan eklemelerle kendinizce daha süslü hale getirmeye çalışabilirsiniz, bu da işin zinet yönüdür. Bu nimetlere sahip olmada başkalarından daha önde olmaya çabalarsınız; bu tefahürdür. Bu nimetlere herkesten daha çok sahip olmayı istersiniz, sadece sayıyı arttırmaya çalışırsınız; bu da tekasürdür. Bu yollara bir hikmete dayanmadan, herhangi bir şuur kırıntısı göstermeden girerseniz hayatü’d-dünya sizi harcayacaktır. 

 

Nasıl mı harcar?

 

Şöyle:

Kemeśeli ġayśin: Bunun örneği şunun gibidir. Bir yağmur yağar.

 

A’cebe-lkuffâr: Çiftçinin, toprağı ekenin hoşuna gider. (Kefere kelimesi örtmek kökünden gelir ve kâfir kelimesi sözlük anlamı olarak örten demektir. Tohumu toprakla örttükleri için çiftçilere küffar (örtenler-ekenler) denilmiştir. Yani buradaki küffar, itikadi anlamdaki kafir ile aynı anlamda kullanılmamıştır.)

 

Kemeśeli ġayśin a’cebe-lkuffâra nebâtuhu: Tıpkı o yağmura benzer ki bitirdiği ürün, çiftçilerin hoşuna gider.

 

Śümme yehîcu feterâhu musferran: Sonra güneş çıkar, olgunlaşır, onu sapsarı görürsün. Yani en kâmil haliyle görürsün. Yani istediğin eşi de, işi de, arabayı da, evi de, diplomayı da, insanların iltifatını da, ilmi de, güzel elbiseyi de bulmuş olursun. 

 

Śümme yekûnu hutâmâ: Fakat sonra o başağı bırakırsanız orada çürür gider. Yani kurumuş bir başak olur, dökülür, bir işe yaramaz hale gelir. Çer-çöpe dönüşür. Evet, bir bitki, toprağın bitirdiği herhangi bir ürün önce yeşerir, hoş bir duruma gelir. Sonra tam bir kıvam alır ve en olgun haline gelir. Sonra da dökülür gider. Çünkü onun bir maksadı vardı ve siz o maksadı elde etmek için onu zamanında topladınız, değilse geriye faydalanacak hiçbir şey kalmaz. Dünya da böyledir. Bir yemeğin maksadı vardır. Yapılırken hoşunuza gider. Sonra karşınıza bir tabağın içinde “musferran” gibi çok hoş bir halde gelir. Hazla yersiniz. Sonra çoğu çöp olur, dışkı olur gider. Karnınız doyduktan sonra kalanlar yine çöp olacaktır. Artık iştahınız da kalmamıştır, canınız da çekmemektedir. O yemeğin bir hikmeti vardı, o hikmete binaen yerseniz sağlığınız için faydalanırsınız, iş yapmaya enerji bulabilirsiniz. O yemekte kaybolursanız, örneğin “Şu yemek ne kadar ilginç ve cazip görünüyor!” diyerek laib’e takılırsanız, “Ben ömrümde hiç gerçek Afyon kaymağı yemedim, mutlaka gidip yemem lazım!” diyerek lehv’e takılırsanız, “Bu yemek böyle yenmez, yanında şu şu garnitürler de olmalı, üstünde sosu yanında mezesi olmalı” diyerek zinet’e takılırsanız, “Sizin yedikleriniz de bir şey mi? Asıl şurada şu yemekleri yemeniz lazım.” diyerek tefahür’e takılırsanız, “Sen üç çeşit yiyorsun, bizim soframızda en az beş çeşit yemek olur.” ,“Sen beş farklı yerde yemişsin ben dokuz farklı yerde yedim.” diyerek tekasür’e takılırsanız o yemekte kaybolup gidersiniz. Anlaşılacağı gibi burada kötü olan yemek değildir. O yemekle ilgili lehv, laib, tefahür ve tekasürdür. İşte hayatü’d-dünya budur. 

 

Vefî-l-âḣirati ‘ażâbun şedîdun ve maġfiratun minAllâhi ve ridvân: Unutmayın! Ahirette ise ya şiddetli bir azap vardır ya da Allah’tan bir mağfiret ve O’nun rızası vardır. 

 

Yani eğer Allah’ı hiç hatırlamazsanız, bunlara takılıp kalırsanız şiddetli bir azap vardır. Ya da biraz takıldığınız hâlde toparlanırsanız Allah’tan mağfiret vardır. Ya da her şeyi yerli yerinde kullanıp hayatü’d-dünya sizi aldatamamışsa o zaman Rıdvan vardır, rızaya erersiniz. Burada mağfiret ve Rıdvan "affedilip rızaya ermek" şeklinde tek bir şey olarak da anlaşılabilir. 

 

Vemâ-lhayâtu-ddunyâ illâ metâ’u-lġurûr: Hayatü’d-dünya bütün bu haliyle insanları şiddetli bir şekilde aldatan geçici süre faydalanılan şeydir.

 

Evet, dünyada bir fayda, bir hoşluk, bir yarar vardır ama geçicidir. 

 

Eğer dini çok geleneksel kalıplarla öğrenmişseniz bu anlatılanlar çok yoğun veya abes gelebilir. Benzer şeyleri farklı yerlerde okumuş veya dinlemişseniz bazı şeyler zihninize daha iyi oturabilir. Özellikle de bu dünyadaki meşguliyetlerimizden hangisi problem, hangisi problem değil daha iyi anlayabilirsiniz. Önemli olan meşguliyetin kendisi değil, laib-lehv-zinet-tefahür-tekasür olup olmamasıdır. 

 

Bu ayeti bu manalarını düşünerek tekrarlamakta, arada sırada tekrar tekrar hatırlamakta fayda var. Çünkü ömrümüz farkına varsak da varmasak da lehv ile, laib ile, zinetle, tefahür ve tekasürle gelip geçiyor. 

 

Son olarak Kur’an’ın belagati adına neredeyse dünyadaki tüm imtihanı, insanın psikolojik imtihanını, beş kavramla birleştirmesi de ayrı bir güzelliktir.

 

Allah-u Teala’dan dünya maceramızı lehve, laibe, zinete, tefahüre, tekasüre bulaşmadan sonlandırmasını, bulaştığımız kadarını affetmesini ve bizi Rıdvanına ulaştırmasını niyaz ederiz.
 


1 ) Buhari, Bed'ü'l-Vahy1, Itk 6, Menakıbu'l-Ensar 45, Nikah 5, Eyman 23, Hiyel 1; Müslim, İmaret 155, (1907); Ebu Davud, Talak 11, (2201); Tirmizi, Fedailu'l-Cihad 16, (1647); Nesai, Taharet 60, (1, 59, 60)

2 ) İsfahani, Müfredat, s. 960; İbn Manzûr, Lisânü’l-arab, I, s. 739.

3 ) İbn Hişâm, Sîre, I, s. 124-127

4 ) Tirmîzî, Zühd, 13; İbn Mâce, Zühd, 3.