Ebu Basir, Ebu Cendel ve onlardan ilham aldığını iddia eden İslami gruplar | 1. Kısım
Soru: Hudeybiye Antlaşması ve sonrasında cereyan eden olayların içinde Ebu Basir ve Ebu Cendel’in bir bölgede yürüttükleri kervan basma gibi faaliyetler Hz. Peygamber’in (sas) haberi ve onayı ile mi olmuştur? Bu durumda bahsi geçen faaliyetler dini açıdan meşru mudur? Bunlar günümüzde İslami cihat adı altında yapılan faaliyetlere delil olabilir mi?
Cevap: Hudeybiye Antlaşmasının bu konuyu da ilgilendiren iki maddesi şu şekildedir:
1-) Kureyşlilerden (Mekke müşriklerinden), velisinin izni ve haberi olmaksızın Muhammed’in (sas) yanına gelecek kimseler Kureşylilere geri verilecektir.
2-) Muhammed’in (sas) yanında bulunanlardan Kureyşlilere gelecek olanlar Muhammed’e (sas) geri verilmeyecektir.1
Bu maddeler o topluluktaki sahabe efendilerimize de en ağır gelen maddelerdir. Efendimiz (sas) kendisine yönelik “Ya Rasulallah! Bu şartı da Kabul edecek misin?” şeklindeki sorulara; “Evet! Bizden onlara gidecek olanları Allah bizden uzak eylesin. Onların yanından bize gelip geri vereceğimiz kimselere gelince; Allah kendilerini biliyordur ve onlar için elbette bir genişlik, bir çıkar yol yaratacaktır.”2 buyurmuştur.
Antlaşma maddelerinin yazımı bitince, henüz imza aşamasına geçilmeden önce antlaşmada Mekkelileri temsilen bulunan ve o dönem henüz müslüman olmayan Süheyl b. Amr’ın müslüman oğlu Ebu Cendel, Mekke’de bir nevi tutuklu bulunduğu yerden kaçarak antlaşmanın olduğu yere kadar gelebilmiştir. Hatta ayaklarındaki zincirleri sürükleyerek geldiği rivayet edilir. Babası Süheyl b. Amr, oğlu Ebu Cendel’i kast ederek “İşte Ey Muhammed! Antlaşmamız gereğince bana geri vereceğin kişilerin ilki budur.” demiş, Efendimiz (sas) “Biz antlaşmayı henüz imzalamadık.” demişse de Süheyl b. Amr “Antlaşma hükümleri oğlum senin yanına gelmeden önce kararlaştırılmış ve tamamlanmıştır. (Oğlumu geri vermezsen) Ben de seninle hiçbir madde üzerinde barış yapmış olmam.” karşılığını vermiştir. Bunun üzerine Efendimiz (sas) “Onu benim için antlaşma hükmünün dışında tut ve antlaşmayı imzala.” demiş, Süheyl de “Ben onu asla antlaşma dışında tutmam ve sana bırakmam.” demiştir. Efendimiz (sas) üçüncü kez “Hayır! Benim için bunu yapacaksın!” deyince Süheyl de “Yapamam!” cevabını vermiştir. Nihayet Mekkeli heyetin içinden Mikrez b. Hafs isimli birisi “Haydi, onu biz senin için işkence dışında tutuyoruz.” diyerek Hz. Ebu Cendel’e (ra) işkence yapılmayacağını taahhüt etmiş hatta farklı bir nakilde Ebu Cendel’i himayesine aldığını da söylemiştir.3
Ebu Cendel’in (ra) babası tarafından götürülürken Müslümanlara “Ey Müslümanlar! Müslüman olarak yanınıza geldiğim hâlde şimdi beni müşriklere iade mi ediyorsunuz? Uğradığım işkenceleri görmüyor musunuz?” şeklindeki feryatlarının orada bulunan Müslümanları ağlattığı söylenir.
Bu esnada Efendimiz’in (sas) Ebu Cendel’e (ra) yönelik şu sözleri söylediği rivayet edilir:
“Ey Ebû Cendel, sabret ve ecrini Allah’tan iste. Çünkü Allah, senin ve seninle birlikte olan zayıf kimseler için bir kapı açar. Biz, Kureyş ile aramızda bir sulh akdettik ve onlara bu durumu söz verdik, onlar da bize Allah ahdi ile söz verdiler. Biz ahdimize ihanet etmeyiz.”4
Siyer kaynaklarında bu esnada gerçekleşen şöyle bir olay da nakledilir: Hz. Ömer (ra), Hz. Ebu Cendel’in (ra) yanına yaklaşarak kılıcını ona yakın tutar. Amacı, Ebu Cendel’in bu kılıcı alarak babasını öldürmesidir. Ebu Cendel bunu yapmayınca bu sefer açıkça söyler ve “Ey Ebu Cendel! İnsan Allah yolunda babasını da öldürebilir!” der. Ebu Cendel “Onu neden sen öldürmüyorsun?” diye sorunca Hz. Ömer (ra) “Rasulullah (sas) onu ve başkalarını öldürmekten beni men etti.” der. Bunun üzerine Hz. Ebu Cendel “Sen Resulallah'a (sas) itaate herhalde benden daha layık ve müstahak değilsindir!” cevabını verir.5
Efendimiz (sas) ve ashabı Medine’ye dönünce bir süre sonra Hz. Ebu Basir (ra) isimli Sakif kabilesinden Mekke’de hapiste tutulan bir Müslüman Mekke’den kaçarak Medine’ye gelir. Ancak Mekkeliler, arkasından 2 kişiyi göndererek ve bir mektupla Efendimiz’den (sas) Ebu Basir’i kendilerine teslim etmelerini isterler. Benzer bir tablo Medine’de de yaşanır ve Efendimiz (sas) Ebu Basir’e Allah’ın kendilerine bir yol açacağını söyler. Böylece Ebu Basir de kendisini teslim almaya gelenlerle birlikte Mekke’ye doğru yola çıkar.
Mekke’ye 6-7 mil kadar uzaklıktaki Zü’lhuleyfe denilen köye geldiklerinde Hz. Ebu Basir, kendisini götürenlerden birisini öldürmeyi başarır. Diğer şahıs Medine’ye doğru kaçar. Medine’ye gelip Ebu Basir’i Efendimiz’e (sas) şikayet eder. Bu esnada Ebu Basir (ra) de gelir ve ikisi de Allah Rasulü’nün huzuruna çıkarlar. Ebu Basir (ra) Efendimiz’e (sas);
“Ya Rasulallah! Ahdin yerini buldu (sen üzerine düşeni yaptın) ve Allah senden diyeti ödedi. Beni teslim ettin. Ben ise dinimden döndürülmekten veya bana işkence etmelerinden kendimi ve dinimi korudum.”
Efendimiz (sas) bu noktada Ebu Basir’e (ra) “Ne yaman adam! Sanki savaş tahrikçisi, ateş kösegisi. Yanında bazı adamlar da bulunsa elinden gelmeyecek şey yok!” der.
Daha sonra bazı kaynaklara göre Ebu Basir’e istediği yere gidebileceğini söyler. Bazı kaynaklara göre de Ebu Basir’e Medine’de himaye hakkı tanınmadığı için Ebu Basir kendisinin tekrar iade edilebileceği endişesiyle Medine’yi terk eder. Tabii Ebu Basir Medine’de kalamaz çünkü bu antlaşmaya açıkça aykırı olurdu.
Bunun üzerine Ebu Basir Zülhuleyfe’de İys vadisi denilen bir bölgeye gelir. İys vadisi deniz sahiline yakın bir bölgedir ve Mekkeli müşriklerin Şam’a gönderdikleri ticaret kervanlarının yolu üzerindedir.
Ebu Basir’in bu durumunun haberi Mekke’de kalmak zorunda olan ve baskı altında tutulan Müslümanlara bir şekilde ulaşmıştır. Onların içinden Ebu Cendel ve aynı durumdaki 70 kadar Müslüman Mekke’den kaçarak Ebu Basir’in bulunduğu vadiye gelmişler, burada bir birlik oluşturmuşlardır.
Bu birlik Mekkeli müşriklerin kervanlarına saldırılar düzenliyor ve Mekkelilere hem maddi hem de moral açıdan önemli zararlar veriyorlardı.
Zamanla Mekkeliler için bu durum katlanılmaz bir hâl alınca Efendimiz’e (sas) mektup yazdılar. Mektupta Hudeybiye antlaşmasındaki iade şartından vazgeçtiklerini, Mekke’den Medine’ye gidecek kimselerin geri iadesini istemeyeceklerini, onların emniyet ve selamet içinde olacaklarını söylemişler, Ebu Basir ve arkadaşlarının yaptıkları bu işe son verilmesini istemişlerdir.
Bunun üzerine Efendimiz (sas) Ebu Basir ve arkadaşlarına mektup göndererek onların ailelerine veya Medine’ye dönmeleri konusunda serbest olduklarını söylemiştir.
Mektup Ebu Basir’e ulaşmış ancak hasta olan Ebu Basir mektubu okurken vefat etmiştir. Ebu Cendel ile diğer Müslümanlar onun cenaze namazını kılıp kendisini defnetmişler, akabinde Medine’ye dönmüşlerdir.
Öncelikle belirtelim ki Hz. Ebu Basir ve arkadaşları Efendimiz’e (sas) doğrudan bağlı değillerdir ve yaptıkları faaliyetler nedeniyle Mekkeliler bile Efendimiz’i (sas) sorumlu tutmamışlardır. Bu noktada Hz. Ebu Basir ve arkadaşlarının yaptıkları hareketin antlaşma dışı bir hareket olduğu ve sorumluluğunun da kendilerine ait olduğu bilinmelidir.
Diğer yandan Hz. Ebu Basir ve arkadaşlarının bu durumu Allah Teala’nın Efendimiz’e (sas) ve ashabına rahmeti olarak görülebilir. Ayrıca meselelerin nasıl farklı gelişebileceği, insanların kontrollerinden çıkabileceği noktasında da önemli bir olgudur. Çünkü Mekkeliler, Hudeybiye antlaşmasındaki “Mekke’den Medine’ye kaçanlar iade edilecek ancak Medine’den Mekke’ye gelenler (ki böyle bir şey olmamıştır) iade edilmeyecek” maddesi ile Müslümanları rencide etmek, Arap kabileleri arasında itibarlarını küçük düşürmek istemişlerdir. Ancak bu mesele kendi istedikleri gibi gitmemiş, hatta bu maddeler kendi aleyhlerine dönmüştür. Sonunda Efendimiz’e (sas) bu maddelerden vazgeçtiklerini adeta yalvarırcasına söylemek zorunda kalmışlardır. Bunun böyle olduğunu da bütün Arap kabileleri görmüş ve anlamıştır. Böylece Allah Teala’nın “Herhangi bir şey hakkınızda hayırlı olduğu halde siz ondan hoşlanmayabilirsiniz. Siz ondan hoşlandığınız halde de o şey sizin için kötü olabilir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”6 beyanının hakikati tecelli etmiştir.
1 ) M. Asım Köksal, Hz. Muhammed Aleyhisselam ve İslâmiyet, c. 5-6, s. 302
2 ) Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/268, Müslim, 3/1411
3 ) Buhari, 3/181, M. Asım Köksal, a.g.e., c. 5-6, s.
4 ) İbn Hişam, Sire, c. 3, s. 438
5 ) M. Asım Köksal, a.g.e., c. 5-6, s. 306-307
6 ) Bakara, 216