10 dk.
15 Mayıs 2023
Efendimiz'in (sas) beşeri fiilleri | Sünnet Kavramı Üzerine | 3. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Efendimiz'in (sas) beşeri fiilleri | Sünnet Kavramı Üzerine | 3. Kısım

Efendimiz’in (sas) Beşerî Fiilleri ve İmaj Meselesi

 

İmaj, herhangi bir şeyle ilgili zihinsel olarak tasarladığımız inançlar, izlenimler, değer yargıları bütünüdür. Biz insanlar bir şeyi önce duyumsarız, duyularımız yoluyla algılarız. İlk adım olan duyumdan sonra oluşan algılarımız birer yorum içerir çünkü algılarımızda sosyal ve kültürel çevremiz etkilidir. 

 

Biz insanların zihinlerimizdeki imgeler adım adım oluşur. İlk önce duyularımızla bir şeyin varlığını duyumsarız. Sonra bu duyular algıya dönüşür. Duyu, imge oluşturmada ilk adımdır. Algılar ise bir parça yorum içerir. Bu noktada duyumlar herkes için aynı olsa da algılar değişkenlik gösterebilir. Algıladıklarımız ise zihnimize imgeler halinde kaydedilir. Bu imgeler benzer duyumlar ve benzer algıların bir süre ve belirli bir miktar devam etmesiyle imaja dönüşür. Artık duyumsadığımız, daha sonra algıladığımız ve bir imge olarak kaydettiğimiz herhangi bir şey hakkında bir imajinasyona, bir izlenime sahibizdir. 

 

Bütün bu süreçler genellikle mekanik ilerler. Yani insanların çoğu imgesine veya imajına sahip olduğu herhangi bir şeyin kendi zihninde bir imgeye veya imaja nasıl dönüştüğünü takip etmez, sorgulamaz ve fark etmez.

 

Bu noktada hem genel olarak “peygamber imajı” hem de özel olarak Efendimiz’e (sas) ait imgelerimizin nasıl oluştuğuna dair kendi zihnimiz üzerinde pek bir farkındalığa sahip değilizdir. Efendimiz’e (sas) ait imajlarımızı genellikle önce anne babalarımızdan sonra hocalarımızdan sonra da sosyokültürel çevremizden, belki biraz da konuyla ilgili siyer-hadis ve benzeri kitaplardan edinmişizdir.

 

İşin bu kısmında Efendimiz’in (sas) hakiki mahiyeti ile Onun hayatının siyer ve tarih formunda anlatılan biçimi arasında net bir ayrım yapmak durumundayız.

 

Bediüzzaman’ın da işaret ettiği gibi; Efendimiz’in (sas) hayatı, fiilleri, davranışları ve özellikleri siyer ve tarih biçiminde bize kadar ulaşmıştır. Ancak Efendimiz’in o kitaplarda anlatılan davranışları ve özellikleri genellikle Onun beşeriyetine, bir beşer oluşuna bakar. Halbuki Efendimiz’in manevi şahsiyeti ve kutsi mahiyeti o kadar yüksek ve nuranidir ki siyer ve tarihte anlatılan özellikler o şahsiyete ve mahiyete uygun düşmeyebilir. Çünkü şu yaratılış ağacının en mükemmel meyvesi ve Allah Teala’nın dünya üzerindeki en beliğ tercümanı ve sevgilisi olan o mübarek zatın mahiyetinin bütünü ve kemalatının hakikati siyer ve tarihe geçen beşeri davranışlarıyla aksettirilemez. Örneğin mana aleminde Hz. Cebrail (as) ve Hz. Mikail (as) gibi iki büyük meleğin birer muhafız yaver hükmünde yanında bulunması manevi veya misâlî bir tablodur ve Efendimiz’in (sas) mahiyeti hakkında bir fikir verebilir. Fakat Efendimiz’in (sas) at satıcısı bir bedevi ile bedevinin Efendimiz’i tanımaması nedeniyle bir alışveriş nedeniyle anlık bir anlaşmazlık yaşaması1 veya yemek yerken kaşık çatal gibi araçları kullanmamış olması Onun hakiki ve kutsi mahiyeti ile uyumsuz bir tablo gibi görünebilir.

 

Bu noktada, kendi bireysel yaşantımızın farklı bölümlerinde ve farkına varmadığımız süreçler içinde oluşan imaj dünyamıza Efendimiz’in (sas) yaşadığı hayata dair bazı tabloları yerleştirmekte zorlanabiliriz. Zihnimizde veya kalbimizde Efendimiz’e ait sıradan sayılabilecek birtakım beşerî tabloların görüntüsü imaj açısından olumsuzluklar oluşturabilir. Bu nedenle yanlışa düşmemek için siyer ve hadis okumalarında Efendimiz’in beşeriyetiyle ilgili tabloları okurken bir yandan da başımızı kaldırıp kalp ve ruh ufkumuzda Onun hakiki mahiyetine, Risalet mertebesinde duran nurani şahsiyetine, kutsi makamına bakmak lazımdır. Aksi hâlde hürmetsizlik gibi hislere kapılmak veya vesveselere maruz kalmak mümkündür.

 

Bu noktada bir örnek verelim: Tek bir hurma çekirdeğini toprağa gömsek, gerekli bakımını da yapsak bir süre sonra o hurma çekirdeği hurma ağacına dönüşecektir. Yahut bir tavus kuşunun yumurtasını alıp o yumurtaya ısı versek ondan bir tavus yavrusu çıkacak, bir süre sonra bakımı da yapılırsa mükemmel bir tavus kuşuna dönüşecektir.

 

Bu noktada verimli bir hurma ağacının tek bir hurma çekirdeğinden veya mükemmel görünümlü bir tavus kuşunun bir tavus yumurtasından ne kadar güzel ve ne kadar daha önemli olduğu elbette takdir edilecektir. Ancak o hurma ağacı hurma çekirdeğinden, o mükemmel görünümlü tavus kuşu da tavus yumurtasından çıkmıştır. Bu durumda o çekirdek veya yumurtanın özellikleriyle o ağaç veya tavus kuşunun özelliklerini iç içe bir şekilde anlatmak veya okumak her ikisi arasında, yani çekirdekle ağaç ve yumurtayla kuş arasında bir ayrım yapmayı gerektirecektir. Bu ayrım yapılmazsa çekirdeğe bakıp hurma ağacını, yumurtaya bakıp tavus kuşunu göremeyen ve inkar eden bir zavallı durumuna düşmek kaçınılmaz olabilir.

 

Aynı şekilde Efendimiz’in (sas) beşeriyeti, beşerî özellikleri, yemek yerken kaşık kullanmaması, giyim kuşam tercihleri, at veya deveye binmesi gibi özellikleri o çekirdek veya yumurta gibidir. Risalet vazifesiyle ortaya çıkan ve parlayan hakiki mahiyeti ise o çekirdekten çıkan bir tuba ağacı gibidir. Miraca çıkmış, Allah Teala ile (keyfiyetini bilemeyeceğimiz bir şekilde) görüşmüş, semavatın hakikatine muttali olmuş hâli ise cennette süzülen mükemmel bir tavus kuşu gibidir ki kelimeler ve anlatımlar o hakiki hâlin yanında sönük kalmaya mahkumdur.

 

Bu nedenle siyer ve hadis okumalarında Efendimiz’in (sas) beşerî özelliklerinin bizim (aslında perişan bir halde bulunan) imaj dünyamıza uygun gelmemesi gibi durumlarda zihinsel ve duygusal olarak hürmetsizliğe sapmamak için Efendimiz’in (sas) Refref’e binip, Cebrail’i (as) dahi arkada bırakıp kâb-ı kavseyn denilen Allah Teala’ya en yakın olan makama giden nurani zatına hayalen bakmak makul bir strateji olabilir.

 

Sünnete Uyma ve İmaj Yansıtma

 

Efendimiz’in (sas) beşerî fiilleri, içinde yaşadığı sosyal ve kültürel ortama uygun davranışları; her zaman, her kültürde ve her sosyal ortamda mutlak surette uygulanması gereken, uygulayan insanlara mutlaka sünnet sevabı kazandıracak fiiller değildir. 

 

Sünnet sevabının nasıl oluşacağına dair ilkeyi tekrar hatırlayalım: Efendimiz’in (sas) yapılması veya terk edilmesi halinde uhrevi bir karşılığının olacağına dair açık beyanı ve mütevatir, net bir şekilde tanımlanıp tasvir edilmiş fiillerine uygun davranmak bizlere sünnet sevabı kazandıracaktır.

 

Bunun dışında, örneğin Efendimiz (sas) elleriyle yemek yediği için yemek yeme kültürü o şekilde olmayan bir toplumun içinde kaşık-çatal kullanmadan yemek yemek kişinin niyeti ne olursa olsun sünnet sevabı kazandırır diyemeyiz.

 

Efendimiz’in (sas) yediği tarzda yemek yemeyi herkes için her şartta sünnet sevabı kazandıracak bir davranış olarak anlatmak insanları sünnete uymaya teşvik etmek anlamına gelmemektedir. Bu noktada bazı vaizlerin veya yazarların “Efendimiz’in yediği gibi yiyin, insanların iğrenmesinden de çekinmeyin.” şeklindeki sözleri de sünnete hizmet etmemektedir. 

 

Ancak burada sünnete hizmet etmemek insanları sünnetten iğrendirmek, Efendimiz hakkında yanlış bir imaj yansıtmak olarak da algılanmamalıdır. Efendimiz (sas) elle yemek yemenin sevabı olduğunu söyleseydi bizler insanların o şekilde yemek yemeyi yadırgamalarına bakmadan elle yemek yemenin sünnet olduğunu, bundan bir sevap umulabileceğini söyleyebilirdik. 

 

Bu noktada “İnsanları elle yemeye teşvik etmek sünnetten soğutmaktır.” şeklinde bir yaklaşım da doğru olmayacaktır. Açık bir şekilde haram ve günah olan şeyler dışında insanlara “Sen böyle söylemekle insanları sünnetten ve dinden soğutuyorsun. Yanlış bir imaj oluşturuyorsun.” şeklinde bir yük yüklemek de doğru değildir. Çünkü Efendimiz’in (sas) veya Kur’an’ın “İnsanların sizin hakkınızdaki imajlarına dikkat edin, buna göre yaşayın!” şeklinde bir emri yoktur. Böyle yapılması durumunda insanların nazarlarına, izlenimlerine haddinden fazla önem vermiş olunacaktır. Böyle olunca da bir başkası gelecek “Tam tesettürlü hanımlar insanları korkutuyor, dinden soğutuyor.” diyebilecektir. Dolayısıyla bir Müslüman “Kaşık kullanmadan elle yemek yemek sünnet değildir çünkü insanlar bunu görünce yadırgayacaklardır.” düşüncesiyle bu davranışa karşı çıkmamalıdır. Ancak “Efendimiz’in elleriyle yemek yemesi beşerî ve kültürel bir davranıştır. Elle yemek yenmesine dair bir tavsiyesi, bunun sevabına dair açık bir beyanı yoktur. O halde bu şekilde yemek yemeye sünnet diyemeyiz. Böyle yemek yiyenlerin sünnet sevabı kazanacağını da söyleyemeyiz.” demelidir ki ilkesel olarak doğru olan bu yaklaşımdır.

 

Mutlak haram veya helal konular için hak ve hakikati insanların nazarlarına, görüşlerine, imajlarına bağlamak doğru değildir.

 

Diğer yandan tokalaşma, selamlaşma gibi meselelerde örfü esas almak makuldür. Çünkü selamlaşmanın hakikati karşı tarafın gönlünü rahatlatmak, “Benden sana ancak selamet vardır.” mesajını iletmektir. Yemek yeme esnasındaki davranışlarda da bu husus gözetilebilir. Bu ayrı bir mevzudur.

 

Ayrıca, bir gruba tebliğ yapmayı düşünen, onlara örnek davranışlar göstermeyi planlayan birisinin o grubun iğrenebileceği davranışlardan uzak durması elbette anlamlıdır. Bu minvalde o insanların içinde elleriyle yemek yemekten uzak durmak da anlamlı bir davranış olacaktır. Bu da meselenin sosyal boyutuyla ilgilidir.

 

“Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” ilkesine bağlı olarak insanların tuhaf karşılayabileceği davranışlardan (ki o davranış sünnet dahi olsa) uzak kalmaya çalışmanın da bir anlamı olabilir. Örneğin bir insanın ses tonu yüksek olsa ancak konuştuğu insanlarda bir çekinme duygusu oluşturmama adına sesini kısarak daha sakin konuşmaya çalışsa bu davranışını da “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” emrine bağlasa, bundan da bir sevap alacaktır.

 

Yapmacık Tavırlar: İhlas ve Riya Arasında

 

“Bir Müslüman başka insanlara güzel örnek olmalıdır.” önermesini ele alalım. Hatta Bediüzzaman’ın şu sözünü ele alalım: “Eğer biz ahlâk-ı İslâmiyenin (İslam ahlakının) ve hakaik-i imaniyenin (iman hakikatlerinin) kemalâtını (güzelliklerini, mükemmel oluşunu) ef’âlimizle (davranışlarımızla) izhar etsek (gösterebilsek), sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler. Belki, küre-i arzın (yeryüzünün) bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyete dehalet edecekler (dahil olacaklar).”2

 

Bu cümleler çok kıymetli hakikatleri ifade etmektedir. Ancak bilinmektedir ki bir insanın veya bir Müslümanın sadece başkaları için bir şey yapması dikkat edilmediğinde bir cins riyadır. Zaten Bediüzzaman’ın kastı da “İslam ahlakının güzelliklerini kendiniz benimsemeseniz de bunu davranışlarınızda gösterin.” demek değildir. Ancak her halükârda örneğin; yalan söylememeyi, sözünde durmayı, emanetin hakkını vermeyi, gıybet etmemeyi, insanları kınamamayı kendinde yerleşik bir ahlak haline getirememiş bir insanın bu güzellikleri sadece gayrimüslimlerle iletişim esnasında göstermeye çalışması yapmacık bir davranış olacaktır.

 

Bununla birlikte başkalarının önemsenmesi gereken pek çok durumun var olduğu da bir gerçektir. Örneğin bir baba, 6-7 yaşındaki çocuklarına kendisinin namaz kılan birisi olduğunu göstermelidir. Bu riya değildir, öğretmenin tahtada ders anlatması gibidir. Örnekler çoğaltılabilir. Ancak hiçbir zaman başka insanların imajları, nazarları, bakış açıları temel ölçü olarak ve kayıtsız bir şekilde ele alınamaz. Çünkü böyle bir durum hakikati bozacaktır. Hâl ve duruma uygun olarak başka insanlar için onların görmeleri amacıyla bazı davranışların gösterilmesinin ise bir temeli vardır. Örneğin sadakaların bazen gizliden bazen açıktan verilmesi bu kabildendir. 

 

Esas olan ihlastır ve mümkün olduğunca da özellikle nafile ameller gizli yapılmalıdır. Ancak bazen alenî, göstere göstere yapmanın da yerine ve durumuna göre, ikincil planda bazı fayda ve hikmetleri bulunabilir. 

 

Bu noktada bir insan örneğin Efendimiz (sas) öyle tavsiye ettiği için ve zaten fıtraten, mizacen de eğilimli olduğu için güzel ve bakımlı giyinmelidir. Diğer yandan “Ben Kur’an hocasıyım ve insanlara Kur’an’la ilgili hususlar anlatacağım. O halde o insanlara da iyi görünmeliyim.” amacıyla iyi giyinmesi de sevap kazandırır. Ancak bu meseleye kendini çok kaptırması hâlinde sırf insanlara güzel görünme motivasyonuyla hareket eder hâle gelmesi de mümkündür. Bunu da bir şerh olarak düşmek gerekir.


 


1 ) Ebu Davud, Akdiye, 20

2 ) Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat, s. 90