14 dk.
15 Kasım 2023
Nur-u Tevhid İçinde Sırr-ı Ehadiyetin İnkişafı | 2. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Nur-u Tevhid İçinde Sırr-ı Ehadiyetin İnkişafı | 2. Kısım

Kolay ve Zor Zamanlarda Teveccüh
 

Hz. Yunus (as) şüphesiz ki Rabbini sadece musibet anlarında, başı sıkışınca hatırlayan bir insan değildi. O, bir peygamberdir. Dolayısıyla vahidiyet tecellilerinin hâkim olduğu anlarda da, ehadiyet tecellisinin gerektiği zamanlarda da Rabbine tam bir teveccüh ve şuur ile yönelmesini bilmekteydi. Efendimiz’in (sas) bir kudsi hadiste ifade ettiği gibi Cenab-ı Hakk “Hiçbir kulumun ‘Ben Yunus bin Metta’dan daha hayırlıyım’ demesi layık değildir.”1 buyurmuştur. Buhari’deki farklı bir rivayette de “Ben Yunus bin Metta’dan daha hayırlıyım diyen yalan söylemiştir.”2 buyrulmuştur ki Hz. Yunus (as) hakkında seviyesizce düşüncelerin ve vesveselerin önü adeta kapatılmak istenmiştir. Dolayısıyla bizim gibi sıradan insanların, Allah’la irtibatı bir peygamber gibi olmayan ve olamayacak olan, Allah’ı sadece sıkıntı anlarında hatırlayan sefil insanların Hz. Yunus gibi bir peygamberi yargılamak anlamına gelebilecek bir cürete girişmemeleri gerekir. Dolayısıyla Hz. Yunus’u (as) normal, geniş, ferah zamanlarda Allah’a dua etmeyen ancak sıkıntılı anlarda dua eden bir insan olarak düşünemeyiz. Aksine, Hz. Yunus (as) normal vakitlerinde duası ve teveccühü tam olduğu için sıkıntı anında da tam bir tevhid ve teveccüh ile Allah’a sığınabilmiştir.

 

Bununla birlikte Allah Teala’nın geniş, ferah ve normal zamanlarda dua etmeyip de sadece sıkıntılı anlarda dua edenlerin duasını kabul etmeyeceği söylenemez. Ancak nasıl ki bir insan finansal konularla ne kadar içli dışlı ise finansal kriz zamanlarında diğer insanlardan daha rahat hareket edebilir. Tecrübeli bir tamirci başka ustaların tamir edemediği bir sorunu anında tespit edip tamir edebilir. Allah Teala da elbette her duaya icabet eder ancak dua ile normal zamanlarındaki ilişkisi diğer insanlara göre daha fazla ve daha derin olan insanlar sıkıntı anlarında dualarına daha parlak karşılıklar bulabilir.

 

Sebeplerin Ağırlığı Nispetinde Teveccühün Derinliği

 

Hz. Yunus (as) geniş anlarda da dar zamanlarda da, nimetlerin yağdığı anlarda da musibetlerin ağırlaştığı zamanlarda da teveccühünü korumuş bir peygamberdir. Bunda şüphemiz yoktur. Fakat denizin ortasında, karanlık ve fırtınalı bir gecede, büyük bir balığın karnında iken o sebeplerin ağırlığı Hz. Yunus’un (as) teveccühünün derinliğini de bizlere göstermektedir.

 

Efendimiz (sas) de her zaman halimdir, yumuşak huyludur. Huneyn savaşı sonrası ganimetleri dağıtırken Zülhuveysıra isimli birisi Efendimiz’e küstahça “Adil ol ey Muhammed! Senin adil davranmadığını görüyorum.” demiş, Efendimiz (sas) bunun üzerine ciddi şekilde öfkelenmiş ancak Hz. Ömer (ra) gibi sahabilerin o adamı öldürme tekliflerini de kabul etmemiş, o küstaha sadece sözle itiraz etmekle yetinmiştir.3 Bu durum bize aslında Efendimiz’in (sas) hilminin derinliğini, en öfkeli anlarında bile adaleti ve yumuşak huyluluğu terk etmeyecek kadar hilm sahibi olduğunu göstermektedir.

 

Aynı şekilde Hz. Yunus’un (as) içinde bulunduğu şartların olumsuzluğu bizlere Hz. Yunus’taki tevhid inancının derecesini göstermektedir. Deniz, karanlık, fırtına ve balık gibi bütün harici sebepler Hz. Yunus’un aleyhine ittifak etmiş iken O büyük peygamber tam bir tevhid ve teveccüh ile Rabbine yöneldiği için o esnada vahidi tecelliler değil ehadi tecelliler görülmüş, böylece ehadiyet sırrı tevhid nuru içinde inkişaf etmiştir.

 

Bu durumun bir örneği de Huneyn savaşında yaşanmıştır. Huneyn savaşından önceki dönemlerde Müslümanların sayısı azdır. Bedir, Uhud ve Hendek gibi zorlu savaşlar yaşanmıştır. Hepsinde de Müslümanlar sayıca daha az, maddi güç olarak daha zayıftır. Arabistan coğrafyasındaki bütün kabileler Müslümanların aleyhindedir. Mesela Hendek’te en güçlü kabileler müminlere karşı ittifak etmişlerdir. Müminler birkaç kişiyle başladıkları davalarında pek çok sıkıntıya katlanmışlar, nihayet Mekke’nin fethine kadar gelişen olaylar silsilesi sonucunda ciddi bir güce ulaşmışlardır. Mekke’nin fethinden sonra da Hevazin kabilesiyle yapılacak olan Huneyn savaşına yaklaşık 12.000 asker katılmıştır. 12.000 sayısı o dönem için de bugün için de önemli bir güçtür. Müslümanlardan bazıları asker sayısının çokluğuna bakarak bir cins gurura kapılmıştır. Bu noktada nur-u tevhidin bir parça sönmeye yüz tuttuğu yahut ışığının zayıfladığı söylenebilir. Aslında 12.000 kişilik bir ordu gerçekten de güçlüdür. Bu kadar askerle her zaman ve her yerde savaş konusunda önemli başarılar kazanılabilir. Ancak bu bilgi kalplerde bir gurur oluşturuyorsa o kalbin Allah Teala ile olan bağında bir zayıflama oluşması da kaçınılmazdır. Gururlu bir kalbin Allah Teala’ya yönelmesinde bir kopukluk olacaktır. O bağ tam kopmasa da bir zayıflama olması doğaldır. Sonuçta müminlere karşı pusu kuran Hevazin okçuları müminlerin öncü birliklerini dağıtmış, ordunun genelinde de muvakkat bir çözülme meydana gelmiştir. Efendimiz’in (sas) “Ey insanlar, nereye gidiyorsunuz? Bana geliniz! Ben Allah’ın elçisiyim. Ben Abdullah’ın oğlu Muhammedim!” sözleri bile tam duyulmamıştır. Efendimiz (sas), gür sesli olduğu için Hz. Abbas’ı (ra) çağırarak ondan insanlara “Ey Ensar, ey Muhacir, ey Semure Ashabı!” diye bağırmasını emretmiş, Hz. Abbas’ı duyan müminler yeniden toparlanmış ve Allah’ın yardımıyla da zafere ulaşılmıştır. Bu durum Kur’an’da şöyle anlatılır:

 

And olsun ki Allah size pek çok yerde ve sayınızın çokluğundan dolayı övündüğünüz, fakat çokluğunuzun size fayda vermediği, yeryüzünün bütün genişliğine rağmen dar gelip de sonunda arkanızı dönüp kaçtığınız Huneyn Savaşı’nda da size yardım etmişti. Bozgundan sonra Allah peygamberine ve müminlere sükûnet veren rahmetini indirdi; sizin görmediğiniz ordular gönderdi ve münkirleri kahrederek azap verdi ki işte kafirlerin cezası budur.”4

 

Huneyn savaşı sırasındaki muvakkat bozgunda oldukça ilginç hadiseler yaşanmıştır. Safvan bin Ümeyye, Hakîm bin Hizam, Süheyl bin Amr, Haris bin Hişam, Ebu Süfyan gibi henüz Müslüman olmamış veya yeni Müslüman olup da imanın kalplerine tam yerleşmemiş olduğu söylenen kişiler de Huneyn’e gelmişler, savaşı uzaktan izlemişlerdir. Müslümanların ilk etapta bozguna uğrayıp dağıldığını görünce Safvan bin Ümeyye’nin kardeşi (müminlerin o güne kadarki başarılarını sihir zannettiğinden olsa gerek) sihrin artık bittiğini söylemiştir.5 Demek ki o esnada görünürde, yani sebepler planında Müslümanların savaşı kaybetmesi daha büyük bir olasılıktır. Hatta o hengamede henüz Müslüman olmayan ancak ganimet için Huneyn savaşına katılan Şeybe bin Osman (ki sonradan sahabi olacaktır) Uhud’da müminler tarafından öldürülen babasının ve amcasının intikamını almak için Efendimiz’i (sas) öldürmeyi düşünmüş, Efendimiz’in etrafında kimsenin kalmadığı bir sırada harekete de geçmiş ancak kendi ifadesiyle kalbinde hissettiği korku yüzünden hiçbir şey yapamamıştır.6 Yine bu sahabinin kendi anlatımına göre o bozgun esnasında insanlar sağa sola dağılmış bir vaziyetteyken, Efendimiz de insanları toparlamaya çalışırken Şeybe’yi görmüş, onun niyetini anlamış ancak yanına çağırarak mübarek ellerini Şeybe’nin göğsü üzerine koymuş, hidayete ermesi için dua etmiştir. Şeybe, Efendimiz (sas) daha elini çekmeden içindeki kinin kaybolduğunu bildirir ve  Müslüman olarak Müslümanlarla birlikte savaşır.7

 

Bu tabloya bakınca da sebeplerin müminler aleyhinde olduğu görülmektedir. Mekke’nin fethinden çok önce Müslüman olan Halid bin Velid (ra) gibi bir savaşçının kumanda ettiği öncü birlikler dağılmış, diğer Müslüman askerler de kaçışmaya başlamış, henüz Müslüman olmayan veya yeni Müslüman olduğu hâlde imanda tam derinlik kazanamayan Mekke’nin ileri gelenleri Müslümanların savaşı kaybedeceğini düşünmüş, ancak Efendimiz’in (sas) kalbindeki teveccüh nur-u tevhidin tam parladığı bir mahal olduğu için orada yine sırr-ı ehadiyet zuhur etmiş, sebeplerin ötesinde adeta bir el duruma müdahale ederek savaşın gidişatını tersine çevirmiştir. Sonunda Müslümanlar öyle bir zafer kazanmışlardır ki yıllar sonra Yemame savaşında da motivasyon kaynağı olmuştur. Yemame’de de benzer bir bozgun yaşanmış, bozgun esnasında “Ey Ensar! Huneyn’deki gibi tekrar toparlanın ve saldırın!” çağrısıyla müminler yeniden toparlanıp savaşı kazanmışlardır.

 

Büyük ve Küçük Daireler ile İmanın Asıl Bekçisi

 

Tüm şehir, tüm ülke, tüm dünya, tüm kâinat gibi büyük dairelerin de rabbi Allah’tır. Bu hakikatin tanınması ve kabul edilmesi gerektiği gibi küçük dairelerdeki, örneğin “Benim rızkımın, kahvaltımın, şu anda içtiğim çayımın, onların tansiyonuma ve şekerime etkisinin de Rabbi Allah’tır!” hakikatinin de tanınması ve kabul edilmesi gerekir.

 

(Allah’tan her zaman afiyet ve sıhhat dileriz) Doktorlar bizim, eşimizin veya çocuğumuzun kurtulması mümkün görünmeyen bir hastalığa yakalandığını söyleyince dağılmama, o esnada da sadece Allah’ı görüp bilme, hastalık ile Allah’ın ilmi, iradesi ve kudreti arasındaki bağlantıyı hep canlı tutma tevhid nurunu içimizde söndürmeme adına son derece önemlidir. 

 

Her şeyi ama her şeyi Allah’tan bilmek ve Ona bağlamak sebepleri ihmal etmek anlamına gelmez. Sebepleri ve kanunları Allah koyduğu için Allah’a başvurma, ama sadece onu görme, Onu bilme, Ondan isteme, Onun istediği zaman istediği şeyi istediği şekilde değiştirebileceğini bilme manasında o tevhid nurunu canlı tutmayı maalesef çoğu müminin ihmal edebildiği görülmektedir. Oysa imanın asıl bekçisi budur.

 

Elbette ki kâinatın genel işleyişine dair bazı yasaların bilinmesi sonucu mevcut fizik kurallarının veya antropolojik prensiplerin büyük aleme dair bildirdiği bilgiler ve delillerle Allah’a iman eden kişiler de vardır. Ancak asıl iman bizim kendi bireysel hayatlarımızın günlük akışındaki “Rabbim Allah’tır!” hakikati ve şuuruyla kemalini bulacaktır. Asıl o zaman dualar da tam dua olacaktır.

 

Kışın evden çıkacak oluruz. Hava karlı, yollar buzludur. Ayağımızın üşümemesi için kalın çorap, bot giymeyi tercih ederiz. Bunu düşünürken de ayağımızı üşümekten koruyacak olanın Allah olduğunu unutmayız. Buzda kayıp düşmemizi engelleyecek olanın da Allah olduğunu biliriz. Önce bu hakikati hatırlarız, sonra çorabı ve botu giyeriz.

 

Susadığımızda bir bardağa su doldururuz. O suyun kursağımızdan midemize kadar sorunsuz bir şekilde ineceğini ve böylece susuzluğumuzun geçeceğini varsayarız. Halbuki o suyun içilmesiyle midemize inmesi arasında geçen sürede bile beklenmedik şeylerin olması mümkündür. Dikkate almaya bile değer görmediğimiz en küçük anlarımız da Allah’ın takdirindedir.

 

Her meseleyi Allah’a vere vere, büyük-küçük bütün hadiseleri Allah’a bağlaya bağlaya, ancak bunu ezbere bir tekrarla değil, şuurlu bir şekilde, gerekirse ciddi tefekkürlerin sonucunda oluşacak bir birikimle yapa yapa, böylece her şeyin üzerinde tevhid mührünü görmekle hayatlarımız dışarıdan fark edilmese de bambaşka bir boyuta geçecektir ve o iklimin bereketi kendini bizlere içten içe hissettirecektir. Çünkü kişi hayatında Allah Teala’ya ne kadar çok yer ayırırsa Allah da o kulu için takdiratında ve icraatında o kadar çok, hatta daha fazla yer ayırır. Bu hakikat bu cümlelerle bir ayet veya hadiste geçiyor değildir ancak;

 

  • Beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim.”8
  • Kim dertlerini tek bir dert yaparsa Allah onun dünya ve ahiret işlerinden dert ettiği her şeye kâfi gelir. Kim de dertlerini çoğaltırsa Allah onun dünya vadilerinden hangi vadide helak olduğuna aldırmaz”9
  • Kulum bana bir karış yaklaştığı zaman, ben ona bir arşın yaklaşırım; o bana bir arşın yaklaşınca ben ona bir kulaç yaklaşırım; o bana yürüyerek geldiği zaman, ben ona koşarak varırım.”10

 

gibi ayet ve hadislerin işaretiyle anlaşılmaktadır ki; insan, kendi bireysel hayatında Allah’a verdiği önem kadar Allah tarafından önemsenecek, Onu zikrettiği kadar Onun tarafından zikredilecek, Ona yöneldiği kadar Ondan teveccüh görecektir. Hatta Allah Teala’nın karşılığı daha fazla olacaktır.

 

Ehadiyet Tecellilerine Götüren Yollar

 

Ehadiyet tecellilerinin en parlak aynalarından birisi olma bahtiyarlığına erişmiş bir sahabi vardır: Berâ bin Mâlik… Efendimiz (sas) bir hadis-i şeriflerinde “Saçı-başı dağınık, toz toprak içinde ve kapılardan geri çevrilen öyle insanlar vardır ki, ‘Bu şöyle olacak.’ diye Allah adına yemin etse Allah yeminini yerine getirir.”11 buyurur. Tirmizi’deki bir hadiste de; “Saçı başı dağınık olduğu, eski elbiseler giydiği için kendisine önem verilmeyen öyle kimseler vardır ki şöyle olsun diye dua etseler Allah isteklerini geri çevirmez. Berâ b. Mâlik de bunlardandır.”12 şeklinde ismi de verilmiştir.

 

İşte, Berâ bin Mâlik, ehadiyetin sıra dışı tecellilerinden böyle bir tecelliye mazhar bir zattır. Ehadiyet tecellileri zaten sıra dışıdır ancak Berâ bin Mâlik gibi zatlarda daha parlak bir şekilde görülmekte ve hissedilmektedir. Sahabe efendilerimiz de Hz. Berâ’nın bu özelliğini çok iyi bilmektedirler. Bazı savaşlarda müminler zor durumda kalınca Bera bin Malik’e başvururlar, ondan zafer adına dua etmesini isterlerdi. Bera b. Malik de “Ya Rab! Sana yemin ediyorum ki bizi galip edeceksin!” diye yemin eder ve müminler galip gelirdi. Bu durum birkaç kez tekrarlanınca sonuncusunda Bera bin Mâlik “Ya Rab! Bizi galip kılıp beni de peygamberine kavuştur!” diye dua eder ve savaşın sonunda müminler galip gelir, Hz. Berâ da şehit düşer.13

 

Ehadiyet tecellilerine mazhariyet yolları hepimize farklı şekillerde açıktır. Bütün mesele, Allah’ı ve Onun razı olduğu şeyleri hayatımızda ne kadar öne aldığımızla ilgilidir.

 

Öne Alma Meselesi

 

İnsanlar bazen Allah ve Rasulünü öne alacağım derken kendilerini, herhangi bir ritüeli, bir grubu, grup aidiyetini veya enaniyetlerini öne alırlar. Hatta genellikle insanlar genç iken Allah’ı öne alacağım derken kendilerini öne alırlar ve bu durumun farkına varmayabilirler.

 

Küçük çocukların polis şapkası takmakla polis olduklarını düşündükleri, tahtadan bir oyuncak atın üzerinde koştururken muzaffer bir komutan edasına büründükleri gibi özellikle gençler de dindarlık adına takke takıp sarık sarmayla kendilerini derin bir dindarlık içerisinde hissedebilirler. Takke ve sarık elbette önemsiz değildir. Ancak burada mesele takke ve sarık değildir. Önemli olan öne alınan şeyin Allah olup-olmadığını görebilmektir. Kendini takke takıp sarık sardığı, sakal bırakıp cübbe giydiği için dindar zanneden bir insan namaz kılarken namaz kılmayanları kınıyor, hızlı namaz kılanları kötülüyorsa kendisini öne almış demektir. Ancak insan hakikaten kendi iç dünyasında Allah’ı öne aldığı zaman Allah da onu öne alacaktır.

 

Allah Teala kulunu öne alma meselesini mütekabiliyete, yani karşılıklılık ilkesine bağlamıştır.

 

  • Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.”14 
  • Hatırlayın ki Rabbiniz size: ‘Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir!’ diye bildirmişti.”15
  • Siz Beni zikredip hatırlayın ki Ben de sizi anayım.”16 Ben'i zikredin ki Ben de sizi anayım.
  • Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirmedikçe kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.”17 
  • Ben, kulumun hakkımdaki zannı gibiyim. O, beni andıkça ben onunla beraberim. O, beni içinden anarsa ben de onu içimden anarım. O, beni bir cemaat içinde anarsa, ben de onu daha hayırlı bir cemaat içinde anarım. O, şayet bana bir karış yaklaşacak olursa, ben ona bir arşın yaklaşırım. Eğer o, bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim. Kim bana şirk koşmaksızın bir arz dolusu günahla gelse, ben de onu bir o kadar mağfiretle karşılarım.”18

 

Yukarıdaki ayetler ile sondaki kudsi hadis dikkatli okununca anlaşılacaktır ki; bizim irademize bakan meselelerde ilk adımı atmak kul olarak bize düşmektedir. Sonrası ise Allah Teala’nın ehadî tecellilerine giden yolu yine Onun izni ve inayeti ile açacaktır. 


 


 

1 ) Buhari, Enbiya, 35; Müslim, Fedail, 43

2 ) Camiu’l Usul, c. 13, s. 535

3 ) Buhari, Mezalim, 25; Müslim, Zekat, 142

4 ) Tevbe, 25-26

5 ) İbn Hişam, Sire, c. 4, s. 1290

6 ) İbn İshak, s. 554.

7 ) DİA, Şeybe b. Osman maddesi

8 ) Bakara, 152

9 ) Beyhaki, Şuabu’l-İman, c. 7, s. 28

10 ) Buhari, Tevhid, 50; Müslim, Zikir, 2

11 ) Müslim, Birr, 138

12 ) Tirmizi, Menakıb, 55

13 ) DİA, Bera b. Malik maddesi

14 ) Muhammed, 7

15 ) İbrahim, 7

16 ) Bakara, 152

17 ) Ra’d, 11

18 ) Buhari, Tevhid 16, 35; Müslim, Zikr 2, Tevbe 1