8 dk.
06 Ocak 2023
Enfal Sûresi'nde çelişki mi var?-gorsel
Youtube Banner

Enfal Sûresi'nde çelişki mi var?

Soru: Enfal suresi 65. ayette savaşan müminlerden bir kişinin düşmandan on kişiye bedel olduğu söylenirken hemen ardından 66. ayette bir kişinin iki kişiye bedel olacağını söylemesi çelişki değil midir?

 

Cevap: Enfal suresi 65. Ayette mealen “Ey Peygamber! Müminleri savaşa hazırla ve teşvik et. Eğer sizden tam sabırlı yirmi kişi olursa iki yüz kişiye üstün gelir ve onlara galebe eder. Siz müminlerden yüz kişi olursa kafirlerden bin kişiye galip gelir. Çünkü o kafirler anlayışsız, gerçeği anlamayan bir güruhtur.” buyrulur.

 

Hemen ardından gelen 66. Ayette ise mealen şöyle buyrulur: “Ancak şimdi Allah sizin yükünüzü hafifletti. Çünkü sizde bir zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi, Allah’ın izniyle iki yüz kafire galip gelir ve sizden bin kişi olursa onlardan iki bin kişiye galip gelir. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”

 

Bu iki ayetin akışında (haşa) herhangi bir sorun yoktur. İlk ayette tam sabırlı 20 kişinin 200 kişiye veya 100 kişinin 1000 kişiye galip geleceği, sonrasında ise tam sabırlı olmayan yani tam sabırlı müminlerden daha zayıf olanlardan ise 100 kişinin 200 kişiye veya 1.000 kişinin 2.000 kişiye galip geleceği ifade buyurulmuştur. Oranın düşürülmesi sabırlı ve zayıf olanlar arasındaki fark nedeniyledir ve bu açıktır.

 

Burada yeterince ve doğru düşünemediği için insanları şüpheye düşürebilecek olan “Allah sizde bir zayıflık olduğunu bildi.” ibareleri olabilir. Bu ibarelerden “Allah, o insanlarda bir zayıflık olduğunu baştan bilmiyor muydu?” gibi bir düşünce akıllara gelebilir.

 

Kur’an’ın insanlara öğüt veren, onları bir şeylere yönlendiren bir kitap olduğu unutulmamalıdır. 

 

Basit bir örnek verelim: Bir eğitim koçu üniversite sınavlarına hazırlanan bir öğrenciye “Sendeki zekâ ve kapasite aslında sınavlarda ilk 100’e girmeye yeter. Ancak ben görüyorum ki sen düzenli çalışmıyorsun. Bu yüzden sen en iyisi ilk 100’ü değil ilk 5.000’i hedefle.” dese bu eğitim koçunun aslında ne anlatmak istediğini anlarız. Eğitim koçu demektedir ki: “Sende aslında ilk 100’e girmeye dair bir kabiliyet var ancak bu kabiliyetin ortaya çıkmasına engel olan bazı alışkanlıklar, eksiklikler de var. O eksiklikleri giderirsen ilk 100’e girersin, gidermezsen ilk 5.000’e girebilirsin.”

 

Kur’an da müminlere “Aslında sizde imanın tam anlamıyla tecelli edebileceği bir kapasite, bir yetenek vardır. Sizler farzlarla beraber nafileleri de yerine getirseniz, günahlara karşı dikkatli, sizi Allah’a yaklaştıracak işlere karşı şevkli olsanız, hükmün sadece Allah’a ait olduğunu tam anlamıyla bilseniz, gönlünüzü Allah’a tam bağlasanız, böyle bir iman kuvvetiyle ‘Acaba yenildik mi? Rasulullah öldürüldü mü? Düşman çok kalabalık ve güçlü, acaba yenilir miyiz?’ gibi düşüncelerle karamsarlığa düşmezsiniz, enerjiniz azalmaz. Hatta galip gelir gibi olunca gevşemez, yenilir gibi olunca da ümitsizliğe kapılmazsınız.” gibi yönlendirmelerde bulunmaktadır. Böylece müminlere ilim ve iman ile bir anlayış derinliği kazandırma, bunun da sonucunda onları daha doğru düşünür, hisseder ve davranır hale getirme amaçlanmaktadır. Bu ayetler de aslında temel olarak bu istikamette anlaşılmalıdır.

 

Anlatılmak istenen psikolojiyi günlük hayatın değişik alanlarında görmek mümkündür. Bir futbol maçı izlerken tuttuğunuz takım ilk devrede 2 gol yiyince futbolcularda bir ümitsizlik veya kızgınlık, bunun sonucunda bir performans düşüklüğü olduğunu gözlemlemişsinizdir. Ayrıca üniversitede ilk dönemde derslere sıkı çalıştığınız, çoğu dersten iyi puanlar aldıktan sonra kendinizi biraz saldığınız, birkaç dersten kötü puanlar alınca da ümitsizliğe düştüğünüz ve ders çalışmayı bıraktığınız olmuştur veya çevrenizde böyle öğrenciler görmüşsünüzdür.

 

Savaş meydanlarında da bu psikolojinin yansımalarına rastlamak mümkündür. Uhud Harbinde okçuların tepeyi terk etmesiyle müşrik süvarilerin beklenmedik baskını karşısında İslam ordusunun bir kısmının ümitsizce veya ne yapacağını bilmeden dağıldığını biliyoruz. Sonradan kendilerine gelip toparlanmayı ve mutlak bir bozgunu en azından berabere duruma dönüştürmeyi başarmışlardır. Hatta sonrasında müşrik ordusu Mekke’ye dönerlerken yaralıların bile dahil olduğu bir takip söz konusudur ki düştüğü yerden kalkma denilen şey tam olarak budur.

 

Ayrıca eski Türk ordularındaki hilal taktiği de bu psikolojiye güzel bir örnek olabilir. Bilindiği gibi Türk ordusunun bir bölümü düşman saflarına doğru saldırıya geçer, yenilmiş görüntüsü vererek geri çekilir, o esnada düşman kendisini zafere şartlandırdığı, bir cins zafer sarhoşluğuna düştüğü için sonraki hamleyi bilmeden bütün gücüyle kaçarmış gibi görünen askerlerin peşine düşer. Bu esnada Türk ordusunun geri kalanı kendini mutlak bir zafere şartlandırmış düşman ordusunu çevreleyerek hızlı bir saldırıyla hezimete uğratır.

 

Bu iki ayetin başka bir ince manası da şudur ki: 65. ayette yirmiye iki yüz veya yüze bin oranı verilirken sonraki ayette yüze iki yüz ve bine iki bin oranı verilmiştir ki bunun da nedeni ikinci ayetin muhatabı olanlarda bir zafiyetin var olması durumudur.

 

Bir davanın, bir hareketin öncüleri ve o harekete ilk dahil olanlar her zaman daha önde olurlar. Sahabe efendilerimiz arasında Mekke döneminin zorluklarını yaşayıp hicret edenler Muhacir vasfını kazanmış, Bedir’e katılanlar Bedir Ashabı unvanına sahip olmuştur. Sahabenin önde gelenleri genellikle Mekke döneminin ve hicretin zorluklarını yaşamış, meseleyi adeta sıfır noktasından sırtlayarak götürebilmiş insanlardır. Medine’deki sahabilerin, Ensar’ın da sahabe olarak önde gelenleri şüphesiz vardır ve onlar da Ensar olmanın hakikatini ilk sırtlayan müstesna insanlardır. O dönemdeki İslam toplumuna özellikle de Müslümanlar fiziksel ve maddi bir güç kazandıktan sonra dahil olanlar ilk dahil olanlardan ayrı değerlendirilmiştir.

 

Allah Rasulü (sas) dönemindeki ilkler görünüşte gelecek vaat etmek adına maddi hiçbir neden yokken, baskı ortamı içinde iman etmişler, o iradeyi gösterebilmişler, çevrelerinin etkilerini kırabilmişler ve aşabilmişler, Efendimiz’in (sas) kıymetini anlamışlardır. Böyle bir ortamda başlangıç için inanmak ve baskıları göze almak zor görünse de bir kere inandıktan, güvendikten sonra; sayı da az iken duygusal ve zihinsel odağı, inanılan şeye sadakatle bağlanmayı korumak biraz daha kolaydır. Dolayısıyla manevi kalite üst düzeydedir. Ancak sayı arttıkça, maddi imkanlar genişledikçe, daireye katılanların sayısı arttıkça tabiri caizse manevi kalitenin ilk zamanlardaki yoğunluğu bir parça azalacaktır. Sonradan katılanlar ilklerin saffetini, samimiyetini, adanmışlığını ve performansını gösteremeyebilirler ve onlardan böyle bir şey beklenmeyebilir. Bu da aslında tamamen doğal bir süreçtir. 

 

Bu bağlamda da ilklere hitap niteliğinde olan 65. ayette bire on, sonrakilere hitap niteliğinde olan 66. ayette bire iki oranının verilmesi son derece makuldür. 

 

Biz şimdiki zaman Müslümanlarının böyle bir oranlamaya muhatap olacağını varsayarsak acaba ne tür bir oranlamanın içine dahil edilirdik? Bunu da hepimizin kendi nefislerimizi yoklamak adına sorması, nefis muhasebesi ve kendimizi yeniden gözden geçirme adına önemli bir vesile sayılabilir.

 

Konunun son bir küçük noktası daha belirtilmelidir: Bu dünyada zalim, ahlaksız, kötü insanların sayısı güzel ahlak sahibi, iyiliğe odaklanmış insanların sayısından daha fazladır. Fakat yanlış anlaşılmasın. Bariz kötülük, bariz zulüm ve bariz ahlaksızlıklardan kaçınan insanların sayısı her zaman daha fazla olmuştur. İnsanların aslında az bir kısmı bilinçli kötülüğe ve ahlaksızlığa odaklanır. Fakat bu odaklar arasında “Ben iyi olan tarafta mücadele etmeye hazırım.” diyenler, kötü olan tarafta mücadele edenlerden, onlara katılanlardan, herhangi bir menfaat adına ilkelerini onlar adına çiğneyenlerden daha azdır. 

 

Dolayısıyla sokak hayvanlarına yardımcı olma, ihtiyaç sahiplerinin veya mültecilerin karşılaştıkları zorlukları giderme, maddi durumu iyi olmayan ailelerin çocuklarına iyi bir eğitim hayatı sağlamaya çalışma gibi hayır ve iyilik adına bir yolda yürümeye çalışacaksanız ister yaşadığınız köyde, kasabada, şehirde, ister yaşadığınız ülkede veya coğrafyada sizin gibi olanların sayısının bu gibi meselelere aldırış etmeyen, bu işleri önemsemeyen, rahatını bozmak istemeyen insanlardan daha az olduğunu göreceksiniz. Yaptıklarınız birilerinin rahatını bozuyorsa bu durumda da karşınıza çıkanların sayısının rahatı bozulanların sayısından daha fazla olduğunu göreceksiniz.

 

Bunu gördükten sonra Tevbe suresinin 65. ve 66. Ayetlerinin ifade ettiği bir parça daha derindeki hakikatleri hatırlayıp aslında yalnız olmadığınızı, sizden bir kişinin onlardan on kişiye, sizden yüz kişinin onlardan bin kişiye bedel olduğunu, sizin semânın temiz sakinleri tarafından böyle değerlendirildiğinizi düşünebilirsiniz. Hadi bu işlere tam adanmış değilsiniz, biraz tembellik ve ihmaller yüzünden arada sırada, biraz da zorlamalarla bu tip hayırlı amellerde bulunuyorsunuz diyelim. Bu durumda da sizden bir kişinin onlardan iki kişiye, sizden yüz kişinin onlardan iki yüz kişiye bedel olduğunu, sizin bu dünya ölçeğinde değil de başka alemlerde bu şekilde değerlendirildiğinizi hatırlayabilirsiniz.