7 dk.
04 Ekim 2024
"Gerçek Hayır Allah'ın Kulları İçin Seçtiğindedir" Ne Demektir?-gorsel
Youtube Banner

"Gerçek Hayır Allah'ın Kulları İçin Seçtiğindedir" Ne Demektir?

Soru: "Gerçek hayır ancak Allah'ın kulları için seçtiğindedir." cümlesini sık duyuyorum ama anlamakta zorlanıyorum. İnsan için Allah'ın seçtiğinin dışında bir şey yoktur zaten diye düşünüyorum. Ya da insanın seçtiği farklı, Allah'ın seçtiği farklı mıdır? Bu sözü açıklar mısınız?

 

Cevap: Bu söz farklı durumlarda farklı anlamlara gelebilecek bir sözdür ve bu anlamların bir kısmı doğru bir kısmı yanlış olacaktır.

 

Bu sözün doğru anlaşılabilecek yönleri şunlardır: 

Allah-u Teala’nın insanlar için haram kıldığı yahut hoş görmediği, çirkinliğini vahiyle, Kur'an veya hadisle bildirdiği yollarda ve yöntemlerde bir hayır, gerçek bir menfaat, gerçek bir şifa yoktur. İlgili hadiste Efendimiz (sav) “İçkide (sarhoş edici olması yönüyle) bir şifa yoktur.”(1) buyurmuştur. Parantez içindeki kısım hadiste lafzen geçmemektedir, o kısmı eklememizin nedeni ise şudur: Üzümden hamr (sarhoş edici içki) yapılır ve üzümün özündeki bazı şifalı özellikler üzümden dönüştürülen hamrın içinde hâlâ kalmış olabilir. Ancak yine üzümden yapılan pekmez veya pestilde bu özellikler daha çok kalmış olacaktır. Bu yönüyle şarabın da antioksidan özelliği olduğu, üzümde olduğu gibi A ve B vitaminleriyle sodyum, potasyum gibi mineralleri içerdiği, dolayısıyla faydalı yönleri olduğu da söylenebilir. Ancak hamrda şifa yoktur, hayır da yoktur. Sonuç olarak Allah’ın kulları için takdir buyurduğu haramlarda gerçek kazanç, hayır ve menfaat yoktur, insan da planlarını buna göre yapmalıdır.

 

Diğer taraftan bizzat gerçekleşmiş olan her şey, yani içinde bulunduğumuz şu andan daha önce gerçekleşmiş ve geçmiş olan her şey nihayetinde Allah-u Teala o şekilde takdir buyurduğu için o şekilde gerçekleşmiştir. Ancak takdir ile rıza aynı şey değildir. Bununla ilgili ayet-i kerimede “Eğer inkâr ederseniz, hiç şüphesiz Allah size muhtaç değildir; bununla beraber kulları için küfre râzı olmaz. Eğer şükrederseniz, sizin için buna râzı olur.”(2) buyurulmaktadır ki burada inkar veya nankörlük etmek de şükretmek de kulun tercihidir. Dolayısıyla insanlar hidayet dilerse Allah onlar için hidayet yaratır ve küfür dilerse Allah onlar için küfür yaratır. Ama Allah-u Teala kullarının küfründen razı değildir.

 

Buradan şunu anlıyoruz, Allah-u Teala daha önceden (bize göre daha önceden) ve esastan koyduğu kurallara göre (ki bunlar Sünnetullah diye tabir edilir) bazı şeyleri yaratabilir veyahut bu şeylerin bazılarından razı değildir. Bu çerçevede bir insan gidip kendi iradesiyle hamr alırsa bir sarhoşluk oluşacaktır. Sarhoş olduğu için kontrolünü kaybedebilir ve bir kaza yapabilir. Bundan dolayı kendisine ve malına bir zarar gelip erişebilir. Bunların hepsini son tahlilde Allah-u Teala yaratır ancak nasıl ki küfürden razı değildir, günahtan da razı değildir. Allah-u Teala razı olmadığı şeyleri yaratabilir fakat yarattığı her şeyi takdir buyurulmuş ve daha önceden kendi hükmettiği kanunlar çerçevesinde seçmiştir denebilir. Bu manada başımıza gelen veya geçmişte gerçekleşmiş olan şeyler biz onlardan ister hoşnut olalım ister olmayalım, nihayetinde insanların iradelerini devre dışı bırakmayacak bir şekilde Allah'ın dünyaya veya topluma koyduğu kanunlar çerçevesinde Allah-u Teala’nın hükmüyle gerçekleşmiştir. Bu manada bazılarını razı olarak bazılarını da razı olmadan seçmesiyle gerçekleşmiştir. Bu gerçekleşenlerden razı olmakta veya onları o şekilde kabullenmekte bizim için büyük hayırlar vardır.

 

Pek çok defa biz geçmişte olan şeyler için “Keşke bu böyle olmasaydı.” ile başlayan bir duygu ve düşünce silsilesi içerisinde bulunabiliriz. Bu da sadece kendi enerjimizi götürür. Yine bu söylediklerimiz çerçevesinde, kişi geçmişte haramı, yanlışı seçmiş olabilir. Bu çerçevede Allah-u Teala onun için razı olmadığı haram ve yanlışı yaratmış olabilir. Elbette bunlardan haram ve yanlış olduğu için rahatsız olabiliriz, pişman olabiliriz. Zihnimize “keşke böyle olmasaydı” gibi düşünceler de gelebilir. Bu düşünce ile o yanlışlıkları bırakmaya çalışabiliriz ve çalışmalıyız ancak orada bile “Bu böyle olmamış olsaydı.” hissine güçlü ve takıntılı bir biçimde dalıp gitmek akıllıca olmayacaktır. Zira böyle bir takıntı sadece enerjimizi bitirir. Tam anlaşılması için tekrar edelim; “Bu böyle olmamış olsaydı.” hissinin duygusal yükünden bahsediyoruz. Yani bu duyguyu aşırı yoğun yaşamak ve takıntı haline getirmek enerjimizi harcayacaktır. Ancak zihinsel olarak böyle bir düşünceye sahip olabiliriz ve bu düşüncenin sonucunda “Şu günaha girmeseydim bunun şöyle hayırlı sonuçları olabilirdi.” gibi sonuçlar çıkartabiliriz. Bu ise duygusal enerji israfından farklıdır.

 

Unutmayalım ki Allah-u Teala geçmiş hatalarımız ve yanlışlarımız yüzünden ömür boyu aşırı takıntılı bir suçluluk duygusu, hiç geçmeyecek bir vicdan azabı ile yana yakıla yaşamamızı istiyor değildir. Cenab-ı Hakk’ın istediği şey O’nu terk etmememiz ve olduğumuzdan daha hayırlı bir duruma dönmemizdir. Elbette ki halis bir tövbenin tek yolu yoğun bir vicdan azabı veya suçluluk duygusu ise o azap ve o duygu yaşanmalı, buna izin verilmelidir ancak tek yolu buysa ve insan başka türlü bir yol bulamıyorsa izin verilmelidir. Yoksa bir insan kendi hatasını-günahını bile unutup o günahı sonradan hiç işlemese Allah’ın izniyle yine kurtulmuş olacaktır.

 

Soruda geçen sözün yanlış yorumu ise şu şekildedir:

“Gerçek hayır Allah’ın insan için seçtiğidir.” ifadesinde Allah-u Teala’nın kulları için tek tek iyi ve güzel bir şeyleri seçiyormuş anlamı vardır. Yani Allah-u Teala her kul için, her zaman, her durumda bir şeyler seçmektedir ve başımıza gelen büyük-küçük, önemli-önemsiz her şey Allah-u Teala’nın hoşnut olarak, bizim için optimize ederek seçtiği şeylermiş gibi bir düşünce söz konusu. Bu ise çok da makul bir düşünce değildir. Olan ve biten şeyler evet, Allah-u Teala’nın hikmeti, kudreti ve koyduğu kurallar-kanunlar çerçevesinde yaratılmıştır ancak bazen de bizim ihmalimiz veya hatalarımız sonucu başımıza gelen şeyi hak ettiğimiz için yaratılmıştır. Bu manada bizzat gerçekleşmiş her şeye karşı aşırı duygusal yük taşımadan bakmamız gerektiği doğrudur ancak diğer taraftan bunların bazılarını değiştirmeye çalışmamız da gerekmektedir.    

 

Yani bir şeyin olmuş olması Allah-u Teala'nın onun öyle kalmaya devam etmesini istediği anlamına gelmez. Buna en iyi örnek hastalıklar olabilir. Evet, hastalığı Allah yaratmıştır ama bir insan Allah-u Teala’nın kendisi için hastalığı yarattığını, demek ki hayırlısının bu olduğunu düşünür ve hastalığına şifa aramazsa hata etmiş olacaktır. Efendimiz (sav) açıkça “Allah Teala hastalığı da ilacı da indirmiştir ve her hastalığa bir ilaç var etmiştir. Öyleyse tedavi olun. Ancak haram olan şeyle tedavi olmayın."(3) buyurmuştur. İlgili Kur’an ayetlerinden de aynı sonuç rahatlıkla çıkarılabilir. Ancak bütün çabalara rağmen tedavi gerçekleşmiyor ise ancak o zaman sebepler planında yapacak bir şey yok demektir ve bu durumda gönlü sakin tutmak için böyle bir düşünce makul sayılabilir. 

 

Ancak: İnsanlar genel olarak stres, gerginlik, anksiyete, tembellik, kibir, istişare etmemek, kendi bildiğini okumak, çaba göstermekten kaçınmak ve benzeri nedenlerin sonucunda gerçekleşen durumlar karşısında “Demek ki Allah’ın takdiri böyleymiş, Allah bizim için bunu seçmiş, o halde bu durumdan razı olalım.” şeklinde bir savunma geliştirebilmektedirler. Bunun tarihteki en zirve örneği Emevilerin kendi zulümlerinin sorumluluğunu kadere yüklemeleri, “Bizim idaremiz Allah’ın takdiridir, bu kan akıtmalar ve zulümler de Allah’ın takdiridir, o halde razı olun ve itaat edin.” anlamına gelecek propagandada bulunmalarıdır. Bu elbette ki doğru bir anlayış değildir. Evet, Allah’ın insanlar için koyduğu kanunlar çerçevesinde; yani savaş gücü, siyasi güç, kabilelerin baskı gücü, maddi güç gibi yollarla Emeviler iktidara gelmiş olabilirler ve bu durum son tahlilde Allah-u Teala’nın takdiri ve yaratması ile olmuştur. Fakat bu durum onların yaptıkları zulümlerin meşru olduğunu göstermez. Aynı şekilde insanların bireysel olarak başlarına gelen her şeyden Allah’ın razı ve hoşnut olduğunu düşünmeleri de doğru değildir. 

 



 

1 ) Darimi, Eşribe, 6.

2 ) Zümer, 7.

3 ) Buhari, Tıp, 1; Ebu Davud, Tıp, 1-11.