11 dk.
09 Kasım 2022
Hacerü'l Esved taşı cennetten mi düştü?-gorsel
Youtube Banner

Hacerü'l Esved taşı cennetten mi düştü?

Soru: Hacerü'l-esved taşı normal bir taştır, meteorittir. Bunu biliyoruz. Bu durumda “Bu taş cennetten düştü.” demek cenneti uzaya yerleştirmek olmaz mı? Ayrıca asıl adı Kaab olan (ki Kâbe adı da buradan gelmiştir) bu taşın Müslümanlarca bu kadar kutsanması putperestlikten kalma bir alışkanlık olarak yorumlanabilir mi?

 

Cevap: Öncelikle sorunun içinde birer bilgi olduğu varsayılan önermelerin ilki tartışmalı, geri kalanı ise tümden yanlıştır. Bu ve benzeri konularda rastgele bir kitapta okunan herhangi bir şeyin doğru olmayabileceğinin hatırda tutulması gerektiğini düşünüyoruz. 

 

Kâbe kelimesinin iddia edilenlerden çok daha basit ve düz bir anlamı vardır; Küp… Evet, Kâbe kelimesi sözlükte küp şeklinde veya dört köşeli olmak anlamına gelen كعب kökünden türemiştir ve kelime olarak da "küp şeklinde olan nesne" demektir. Bütün Arapça kitaplar, sözlükler, etimolojik beyanlar, ilgili yayınların verdiği bilgiler ve tarihsel kayıtlar bu yöndedir. 

 

Kâbe ve Kaab veya Kıble ve Kybele/Kibele kelimeleri arasındaki ses benzerliği bilimsel olarak tek başına herhangi bir bilgi vermez, hiçbir anlama gelmez. İnsan türünün çıkarabildiği ses sayısı veya şu an dünyada kullanılan dillerdeki tüm ses sayılarının toplamı 200’e yakındır ve bunların çoğu varyasyonlardır. Yani kalın h ile ince h sesleri de bu sayıya dahildir. Elbette bazı kelimeler arasında bir benzerlik bulunacaktır ve bu doğaldır. Ancak bu benzerlikler en fazla bir ihtimal gösterir. Gerçek bir delille desteklenmemiş bir ihtimalin ise hiçbir anlamı yoktur. 

 

Sonuç olarak diyebiliriz ki; hayır, Kabe’nin ismi kaab kelimesinden gelmediği gibi Kıble teriminin de Kybele/Kibele ile ilgisi sadece fonetiktir, ses benzerliğinden ibarettir. Kabe ve Kaab ya da Kıble ve Kybele arasında somut ve tarihsel bir ilgi kurulmasıyla ilgili bir bilgiye rasyonel olarak ulaşılmamıştır. Dolayısıyla meseleyi “Niagara=Ne Yaygara! Amazon=Amma Uzun” tipi basitliklere indirgemenin bir anlamı yoktur. Arkeolog, antropolog, tarihçi ya da unvanı ne olursa olsun herhangi bir bilim insanının böyle bir ilgiyi “ihtimal” olarak ortaya atması da somut ve tartışmasız bulgular olmadıkça anlamlı değildir. En fazla bir ihtimali gösterir. Böylesi irtibatlar kurmak ve bu irtibatları önemsemek için aslî yazılı kaynaklar ciddiye alınabilir ve İslam tarihinin ilk dönemlerine dair aslî yazılı kaynaklar görece az olsa da yok değildir.

 

Hacerü’l-Esved’in putperestlerden kalması meselesine gelince: İslam, bir meseleyi veya nesneyi putperestlerden veya o gelenekten kalma/kalmama şeklinde değerlendirmez. Aslına bakarsanız cahiliye Arapları dediğimiz Arap putperestleri pek çok olumsuz özelliklerinin yanında misafir ağırlamak, savaşta kararlı davranmak gibi erdemlere de sahiplerdir. İlk dönem Müslümanlar cahiliye Arapları misafirperverdir diye misafirleri kovmak ya da cahiliye Arapları savaşta kahramanca davranışlar sergilemişlerdir diye savaştan kaçmak gibi aksi davranış biçimleri geliştirmemişlerdir. Bu son derece saçma olurdu çünkü birilerini aynen taklit etmek onlara bağlılığın bir göstergesi olduğu gibi birilerinin tüm yaptıklarının her zaman tam tersini yapmak da başka bir açıdan onlara bağlılığın bir göstergesidir. Elbette ki bir konunun putperestlerce değerli addedilmesi o konunun bizzat kendisinin değersiz olduğunu göstermez. Her insanda olduğu gibi putperestlerde de insan olmaktan kaynaklanan erdemler olabilir ve olmuştur. Bundan sonra da Müslüman olsun ya da olmasın hatta herhangi bir dine inansın veya inanmasın ortalama bir insanda insan olmaktan kaynaklanan pek çok erdem var olacaktır. Bununla beraber biz Müslümanlar dünya milletlerinin büyük çoğunluğunun geçmiş peygamberlerden kalma bazı unsurları sürdürdüğünü savunuyor ve iddia ediyoruz. Bizim konuyla ilgili önermemiz budur. İslam’da Müslüman olmayanların yaptıkları her şeyin tersini yapmak gibi bir kaide yoktur, hiç olmamıştır. Bizler bu meselelere temel İslam gözlüğüyle bakıyoruz. İslam gözlüğü ile baktıktan sonra güzel gördüğümüz herhangi bir şeyi alabiliriz. 

 

Ayrıca bizler Araplar da dâhil olmak üzere farklı kavimlerin bir takım güzelliklere mazhar olduklarını, daha sonra onları bozduklarını-bozabildiklerini biliyoruz. Bu çerçevede “Hac ve tavaf gelenekleri putperest Arapların bir geleneğidir, bu geleneği Müslümanlar neden sürdürüyor?” gibi bir soru karşısında da bu gelenek veya uygulamanın salt putperest Araplara ait olmadığı cevabını rahatlıkla verebiliriz. Evet, putperest Araplar da hac ve tavaf yapmışlardır ancak bu onların icat ettiği bir gelenek veya uygulama değildir. Kur’an’da da ifade edildiği üzere hac ve onun menasiki (Hac ve umre sırasında yerine getirilen belirli davranışlar) ayrıca Ka’benin inşası Hz. İbrahim’e (as) ve sonra Efendimiz’e (sav) vahiy yoluyla emredilen bir ibadettir.1 Araplar bunun bir kısmını korumuş bir kısmını korumamışlardır. 

 

Bir başka nokta ise şudur: Bizi kesin olarak bağlayan şeyler Kur’an ve sahih sünnettir. Yüzyıllar içerisinde birilerinin uydurduğu hadisler ya da tefsirlere giren bir takım anlatılar bizi bağlamaz. Bu çerçevede Hacerü’l-Esved’in cennetten indirilmesiyle ilgili hadis diye geçen ibareyi sahih olarak kabul etmiyoruz. Örneğin konuyla ilgili hadis olarak rivayet edilen bir söz şu şekildedir: “Abdullah b. Amr, Resûlullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Hacerülesved ve Makâm-ı İbrâhim cennet yakutlarından iki tanesidir. Allah ikisinin de ışığını söndürmüştür. Eğer böyle yapmasaydı, her ikisi de Doğu ve Batı arasındaki şeyleri aydınlatırlardı.”2 

 

Anlam açısından yukarıdaki hadise benzeyen yani Hacerü’l-Esved’in cennetten olduğunu bildiren toplam 5 adet hadis tespit edilmiş ve bunların hiçbirinin geleneksel hadis usulü kaidelerine göre sahih kabul edilmedikleri anlaşılmıştır.3

 

Ancak hem geleneksel hadis usulü kaidelerine göre sahih olan hem de İslam’ın (Kur’an ve sahih sünnetin) genel anlayışına uygun görünen sahih bir rivayet vardır ki o da şudur: Hz. Ömer (ra) bir hac esnasında Hacerü’l-Esved’e yaklaşarak onu öpmüş ve şöyle söylemiştir: “Allah’a andolsun ki, senin zarar veya fayda vermeyen bir taş olduğunu biliyorum; eğer Resûlullah’ı seni istilâm ederken görmeseydim ben de seni istilâm etmezdim!”4 Hacerü’l-Esved’e karşı gösterdiğimiz saygının nedeni budur, taşın mahiyetine atfettiğimiz anlam da bu kadardır. Farklı dinlerde özellikle pagan dinlerinde görülen herhangi bir nesneye kutsallık atfetmek ile Müslümanların Hacerü’l-Esved’e karşı gösterdiği saygının mahiyet olarak aynı olmadığı ortalama akıl sahibi her insanın anlayabileceği bir gerçektir.

 

Yeri gelmişken dinler tarihi yorumcularının dini olguları yorumlarken karşılaştıkları zorluklarla ilgili kendi yöntemsel deneyimlerini özetleyen bir paragrafa yer vermek faydalı olabilir. Ünlü dinler tarihi uzmanı M. Eliade bu konuda şöyle der; “Dinsel görüngünün tanımını yapmaya kalkışmadan önce dinsel olguları nerede aramak gerektiğini bilmek ve özellikle bu olgular arasından ‘saf durumda’ olanlarını, yani kökenlerine en yakın olanlarını, ‘yalın’ nitelikte olanlarını ayırmak gereklidir. Ama bu tür olgular ne yazık ki hiçbir yerde karşımıza çıkmamaktadır. Ne tarihlerini en ince ayrıntısına kadar bildiğimiz toplumlarda ne de çok az uygarlaşmış ilkeller arasında… Hemen her yerde karşımıza çıkanlar ise, çok uzun bir tarihsel evrim sürecinden geçmiş karmaşık dinsel görüngülerdir.”5

 

Dinler tarihi ile az çok ilgilenenler bilirler ki bu alanın yöntemini klasik tarih biliminden ayıran en önemli şey bulguların yorumlanmasının genellikle kişisel olduğudur. Bulgunun ait olduğu medeniyet veya kültür havzasının bireysel ve toplumsal deneyimini anlamak için yapılan onca araştırma, araştırmacının kişisel yorumlarıyla pek çok defa başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Hatta antropologlar için anlatılan meşhur bir örnek vardır. Kadim bir kültüre ait bir mezarlıkta yapılan incelemelerde mezarların yanında yiyecek kalıntılarına rastlanır. Araştırmacılar bu durumu yıllarca o kültürün insanlarının ölülerine yiyecek sundukları, ölülerinin dirildikten sonra yemekleri yiyeceklerine inandıkları biçiminde yorumlarlar. Araştırmalar, raporlar, yayınlar yıllarca bu kabul üzerine şekillenir ve bunun üzerine azımsanmayacak bir literatür oluşur. Bir süre sonra anlaşılır ki o yiyecek kalıntıları mezarları ziyarete gidenlerin kendi karınlarını doyurmak için götürdükleri yiyeceklerden arta kalanlardır.

 

Dolayısıyla antropolojinin bile henüz tam anlamıyla bir bilim dalı hâline gelemediği günümüzde dinler tarihiyle ilgili kişisel yorumlarla dolu her akademik yayını kesin doğru kabul etmek yanlış bir davranış olacaktır. Hele ki kaynağı belirsiz, birkaç blog yazısının karışımından oluşan düzeysiz internet yazılarının kaynak gibi kabul edilmesi düşünce ciddiyetiyle asla bağdaşmayacaktır.

 

Konumuza dönecek olursak, Kâbe'ye bir dönem putperestler coğrafi olarak sahip olmuşlar, içine putlar koymuşlar ve onun asıl manasını bozmuşlardır. Hacerü’l-Esved ile ilgili bir takım efsaneler Kabe'ye coğrafi olarak putperestlerin hakim olduğu dönemde uydurulmuş olabilir.

 

Kâbeye bizler bazı putperestlerin oraya değer vermesi nedeniyle değer veriyor değiliz. Onların inşa ettiği saygıyı gösteriyor hiç değiliz. Allah-u Teala bize oraya dönün6 demiş, oraya dönüyoruz. Kuzey kutbuna dönün dese oraya dönerdik. O zaman da birileri “Niye bir yıldıza tapıyorsunuz?” diyebilirdi. Tam güneye dönün deseydi, ona dönerdik. Başka bir yerde başka bir alamet, bir işaret, bir sütun inşa edilmiş olsa ve “Bunu siz kıble tayin edin.” dese orayı kıble tayin ederdik. Bunun etrafında dön7 deyince onun etrafında dönüyoruz, bu iki nokta arasında koşun8 deyince o iki nokta arasında koşuyoruz. Başkaları da başka yerde koşuyormuş ya da başka yerler arasında dönüyormuş, bizi ilgilendirmiyor. Biz onları onlardan almadık, Allah ve Resulünden aldık. Başka ibadetler için de bir şeyler söylenebilir. Kimileri namaz için dönemin müşrikleri gibi “O ne öyle ben başımı köleler gibi yere mi eğeceğim!” diyebilir. Bu da bizi ilgilendirmez. Allah Rasulü (sav) Allah’a böyle ibadet edilebileceğini söylediği için öyle ibadet ediyoruz.9 

 

Hacerü’l-Esved’in bir hikmeti var mıdır meselesine gelince bu konuda elimizde sahih bir bilgi yoktur. Belki Hz. İbrahim'in (a.s) kullandığı bir taş olarak bir kıymeti vardır. Yani Hacerü’l-Esved’in Allah katında veya Allah Resulü katında ne kıymeti olduğuna dair bize sahih bir bilgi ulaşmış değildir. Bu konuda ne söylesek yanlış ve uydurma olur ama bildiğimiz Efendimiz’in (sav) bu taşa saygı göstermiş olduğudur. Bu konu farz, vacip hatta hadislerle saygı gösterilmesinin vurgulanması anlamında sünnet dahi değildir. Belki pratik olarak sünnet nazarıyla bakılabilir. Yine klasik fıkhımızda tavaf sırasında izdiham oluşursa hac veya umre yapanların birbirlerini incitmemesi, birbirlerine rahatsızlık vermemesi için Hacerü’l-Esved’e dokunma veya onu öpme uygulaması terk edilir, uzaktan selamlamayla yetinilir. Bu da bizzat Efendimiz’in (sav) Hz. Ömer’e (ra) ve onun şahsında ümmetine tavsiyesidir.10 Demek ki insanlara eziyet etmemek Hacerü’l-Esved’e karşı gösterilecek bir saygı ritüelinden daha önemlidir. 


 



 

1 ) Konuyla ilgili ayetler için bkz; Bakara 197-200, 203; Maide 1-2, 96; Hac 25,27,29,37. Hz. İbrahim (as) ve Ka’be ilişkisine dair ayetler için ise; Bakara 125-127, İbrahim 37, 

2 ) Bu rivayeti İbn Hanbel, Fâkihî, Tirmîzî, Hâkim ve Beyhakî tahric etmişler, Tirmizi ise bu rivayete “garib” hükmünü vermiştir. Hadisin rivayet zincirinde geçen Recâ b. Sabîh Ebû Yahyâ el-Hareşî isimli şahıs ise hadis uleması tarafından cerh edilmiş, zayıf ve kuvvetsiz bulunmuştur. Dolayısıyla bu hadis sahih kabul edilmemiştir.

3 ) Ayrıntılı bilgi için bkz; Hadislerde Kutsiyet Atfedilen Fenomenlerin Dinî Değeri (Hacerülesved Örneği), Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin SEYHAN, Rağbet Yayınları, 2016, S. 147-155

4 ) Buhârî, Hac, 57; Müslim, Hac, 41

5 ) Mircea Eliade, Dinler Tarihine Giriş, Kabalcı Yayınları, 2014. s: 27

6 ) Bakara, 144

7 ) Bakara, 158; Hac, 29

8 ) Bakara, 158

9 ) “Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz siz de öyle namaz kılın.” (Buhari, Ezan, 18)

10 ) Kütüb-ü Sitte, Rezin, Abdurrahman b. Avf rivayeti, kayıt no: 1352