Hayırlı işlerde devamlı olamama
Soru: Vird, oruç, nafile namaz, kaza namazları gibi hayırlı amellere başlayıp devam ettirememe problemini, bu noktadaki istikametsizlik sorununu nasıl aşabiliriz?
Cevap: Evvela, bu hale “istikametsizlik” dememek gerekir. “İslam, her şeyi tam ve dört dörtlük bir şekilde yerine getirilirse güzeldir. Her şeyi tam ve mükemmel olmayanlar iyi Müslüman değillerdir.” gibi bir baskının altında kalmamalıyız. İşin doğrusu, bizler eksiği gediği olan insanlarız. Hayatımız, bulup bulup kaybederek; başlayıp başlayıp bırakarak ve ardından tekrar tekrar toparlanarak geçecek. Çoğumuz itibariyle; belirlenmiş, anı anına programlanmış ve bitmiş virdlerimiz, namazlarımız, oruçlarımız, nafilelerimiz de olmayacak. Bunu kabullenmeliyiz. Geçmişinizi hatırlarsanız, başlayıp yarım bıraktığınız birçok program olduğunu göreceksiniz. O programlar yarım kaldı ancak siz yarım kalmadınız.
Bir insan, kaza namazı programına başlasa ve bir miktar kaza ettikten sonra şartların etkisiyle yarım bıraksa, o kaza ettiği namazlar sıfırlanmayacak, değerinden bir şey kaybetmeyecektir. Başka bir insan, sünnettir diyerek her perşembe nafile oruç tutma programı yapsa ve 4 ay devam edip bıraksa o tutulan oruçların sevapları silinmeyecektir. Bugün fırsat bulup bir miktar kitap okuyan, yazı yazan, sohbet dinleyen, sohbet eden insanlar yarın bir mani çıkıp bunları yapamasa bugün yaptıkları şeyler ellerinden alınmayacaktır.
Bu hayat yarım yarım, parça parça tamamlanacak bir bütündür. İnsan da bunu kabullenmelidir. Hayal ettiğimiz çoğu şeyin olmayacağını, olacak olanların da hayal ettiğimiz gibi bir renkte ve kalitede olmayacağını kabullenmeliyiz. Bu gerçektir ve gerçek budur. Bu gerçekle boğuşup durmanın bir faydası yoktur. Sonuçta bu dünyada yangından mal kurtarıyoruz.
Hayat, imtihan, İslam’a ve Kuran’a hizmet, vakti değerlendirmek… Bunların özeti yangından mal kurtarmaktır. Gün içerisinde, daha gençken anne-babanız, sonra eşiniz ve çocuğunuz, arabanın bozulan motor kayışı, evin akan çatısı, faturalar, işler, komşular gibi türlü meşguliyetler çıkacaktır. Hiç durmadan bir sorun, bir meşgale, halledilmesi ve ilgilenilmesi gereken bir durumla karşılaşılacağız. Neredeyse bütün programlarımız bozulacak. Biz yangından mal kurtarırmış gibi aralara sıkıştırdığımız vakitlerde hayır adına ne yapabiliyorsak yapacak sonra da ölüp gideceğiz.
Bu, olumsuz konuşmak ya da karamsar bir bakış açısı değildir, realitedir. Çocukluk sersemliği ve taşkınlığı… Gençlik sarhoşluğu… Orta yaş koşturmacaları… Yaşlılıktaki enerjisizlikler ve hastalıklar… İnsan ömrünün bütün evreleri bunlardan ibarettir. Bunlara da “istikametsizlik” demeyesiniz. Zaten şeytan durmadan yeis vermeye, ümitsizlik aşılamaya çalışıyor, bir de siz kendi ümitlerimizi kendi ellerinizle kırmayasınız. Allah-u Teala zerre kadar ameli, zerre kadar hayrı dahi karşılıksız bırakmayacak, hatta ekstradan hayırlar için bire on, belki bire yüz, belki bire bin verecektir. “Bire on” Allah tarafından garanti edilmiştir. (1) Geri kalan bire yüz ve bire binler için de ümit edebilirsiniz.
Nereden bileceksiniz; hasta bir adama yaptığınız iyilik, bir yerde Allah’ı zikir veya insanlara nasihat adına söylediğiniz bir şey, yazdığınız bir yazı veya başka birini yazmaya ve konuşmaya teşvik adına yaptıklarınız, bir muhtaca veya bir hayır için verdiğiniz üç beş kuruş, bir an kendi başınıza iken ettiğiniz bir dua, kimse görmüyor iken kıldığınız iki rekat nafile namaz belki misliyle döner ve sizi kurtarır.
Bu noktada, insanın içine dokunan bir şey var. Gelecekte bir zamanda, bir yerlerde tüm şartlar uygun olacak ve o uygun olan serbest, boş, rahat ve mutlu zamanlarımızda çok güzel şeyler yapacakmışız gibi bir hayal gelir bazı insanlara. Maalesef öyle günler gelmiyor, gelmedi ve hiçbir zaman gelmeyecek…
İnsan, arada şartları zorlarsa, birkaç gün belki bir iki hafta bir tatil gibi hayattan bir fırsat koparabiliyor. Hani biraz kendinizi okumaya, düşünmeye verecek, hobileriniz çerçevesinde vakit geçirmeye yetecek kadar bir süre... Geri kalansa hayatüd-dünyanın bitmeyen koşuşturmacası. Bu koşuşturma esnasında güzellik adına ne yapabiliyorsak yangından kurtardıklarımız da onlardır.
“Günlük yaşam her şeyden güçlüdür.” denilemez belki, zira bu söz farklı anlamlara gelebilir. Ama “En büyük farz survivor’dır”. Yani “farklı açılardan hayatta kalmaktır, diri kalmaktır” dense yeridir. Farklı dereceleri ile; biyolojik olarak hayatta kalmak, maddi ve manevi olarak hayatta kalmak, belli bir vazifeyi yapan insan olarak hayatta kalmak, yazarlar olarak, dindar müzisyenler olarak, Amerika’da, Avrupa’da yaşayan Müslümanlar olarak hayatta kalmak en önemli amaçtır.
"Günlük yaşam her şeyden güçlüdür." diyemesek de, günlük yaşamın istesek de istemesek de bizi ezip geçeceğini söyleyebiliriz. Döner kapıları düşünün. Siz dokununca duran nazik kapıları değil de kendi hızında dönmeye devam eden kapıları. Onlarla savaşamazsınız, onların hızına ve ritmine ayak uydurup geçebilirsiniz. Bunun gibi, hayatın realitesinin de zorladığı belli şeyler vardır ve onlara uymanız, alacağınız aksiyonları da onlara uydurmanız gerekir.
Günlük realite çok güçlüdür, bazen dinden de güçlüdür denilebilir. Efendimiz’e (sav) bir zat gelerek; “Namaz vakitleri hep benim iş zamanlarıma rast geliyor, ne yapayım?” diyor. (2) Efendimiz (sav) ona cevap verirken, “Sabah namazı zaten güneş doğmadan önce, yatsı namazı yatmadan önce, akşam güneş batınca, ikindi de zaten insanların sersemlediği bir zaman aralığı. Öğleyin de zaten yemek ve ihtiyaç sebebiyle bir mola veriyorsun, öğlen namazını da o arada kılarsın.” demiyor. O kişiyi mana olarak dahi terslemiyor. Soruyu soranın varsayımını kabul ederek başlıyor cevaplamaya. “Asreyne devam et.” diyor. Yani, güneş doğmadan ve güneş batmadan önceki sabah ve ikindi namazlarını kıl diyor. “Onları kılarsan onlar sana 5 vaktin faydasını verir, bir yönüyle de 5 vaktin tohumu olur.” diyor. Bu kadarla başlayıp, namazın hayatına oturmasıyla diğer vakitlerin de kolaylaşacağı yaklaşımıyla cevap veriyor. Ayrıca “O zaman çalışmayıver, sen o işi yapma, Allah rızkını gönderir.” de demiyor.
Bir anlamda, günlük realite hayatımızdaki en ciddi mevzudur. Onunla savaşılamaz, o yok da sayılamaz. Esas olan, realiteyi kabul ederek, realitenin içinde, realite ile iletişim halinde bir şeyler yapmaktır. Yoksa realite ile sürekli yaka paça olarak, ona sürekli itiraz ederek, “Annem babam şöyle olmasaydı, çocukluğum böyle geçmeseydi, şu hastalığım olmasaydı, şu imkanlarım olsaydı, şunlar yaşanmamış olsaydı…” gibi negatif duyguları ifade ederek bir şey yapılamaz. Bu şikayetlerle sadece boşa zaman ve enerji harcamış oluruz.
Allah-u Teala ne bizi kainata ve olayların akışına mühendis seçmiştir ne de bir şey yaratırken bizden fikir almaktadır. Elimizde ne varsa, onunla bir şeyler yapacağız. Taleplerimiz alınıyor, bazen dualarımıza karşılık veriliyor, bazen dualarımızın ve hayallerimizin ötesinde güzellikler nasip ediliyor ama realite akmaya devam ediyor. Onunla yaka paça olsak da, onun her şeyine itiraz etsek de bu akışın ötesinde daha başka güzellikte şeyler bekleyecek halimiz olamaz. Mesela 170 cm boyunda, yaşı da artık yirmileri geçmiş biri yolda 2 metre başarılı bir basketbolcu görse, “Benim boyum da böyle olsaydı ben de basketbol oynar NBA’ye bile giderdim.” şeklinde hayaller kursa, ne kadar muhal bir şey istiyor, abesle hayatını harcıyor deriz. Zira boy belli bir yaştan sonra artık uzamıyor ve biz bu realitenin farkındayız. Bu örnekteki gibi başka boş hayaller de düşünebilirsiniz. Böyle “Ben de şöyle olsaydım, bana da böyle olsaydı, bizim de şöyle bir şeyimiz olsaydı.” yaklaşımıyla farklı halleri düşünüp durup bir şeyler yapmayı ertelemenin hiçbir anlamı ve faydası yoktur.
Zaten çok önemli ve gelecek vadeden dini hareketlerin en önemli vasfı da, ister psikolojik, ister sosyolojik, ister ekonomik, isterse de uluslararası güç dengeleri bakımından olsun, realitenin farkında olması, o realiteyi hesaba katarak kısa, orta ve uzun vadeli planlar yapıyor olmasıdır. Yoksa bilhassa günümüzde İslam aleminin ciddi bir bölümü, kolay dolduruşa gelen ve plansız iş yapabilen insanlar olduğu için ömürleri yel değirmenleriyle savaşmakla veya boş projelerle geçip gidebilir.
1 ) Kim bir iyilik yaparsa, ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa, o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez. En’âm Suresi 160. Ayet
2 ) "Rasulullah'ın bana öğrettikleri arasında: Beş vakit namaz vardı. Ben: "Bu beş vakit, benim meşguliyetlerimin bulunduğu zamanlardadır. Bana (bunların yerine geçecek) cami (kapsamlı) bir şey emret, öyle ki onu yaptım mı benden beş vakit namaz yerine geçsin!" dedim. Bunun üzerine: "Öyleyse asreyne devam et." buyurdu. Bu kelime bizim dilimizde yoktu. Bu sebeple: "Asreyn nedir?" diye sordum. "Güneş doğmazdan önceki namazla güneş batmazdan önceki namaz" buyurdu. Ebu Davud, Salat 9(428)