"Her biriniz muhakkak cehenneme varacaktır."
Soru: Kuran'da geçen “Her biriniz muhakkak cehenneme varacaktır. Bu Allah katında kesinleşmiş bir hükümdür.” ayetini nasıl anlamalıyız?
Cevap: Ayetin tam meali; “Sizden hiç kimse yoktur ki oraya (cehenneme) varmasın. Bu Rabbinin katında kesinleşmiş bir hükümdür.”1 şeklindedir.
Ayette geçen “vâriduhâ” kelimesi girmek ve yaklaşmak anlamındadır ancak bu girmek şöyle bir uğramak, kenarından geçip gitmek anlamlarına gelir. Bu ayetin iki şekilde anlaşılması mümkündür.
Birincisi; cennete girmeden önce cehennemin ne olduğunu görmekte bir hikmet vardır. Cennet ehli de cehennemin ne veya nasıl bir şey olduğunu hiç bilmeyecek-görmeyecek değildir. Zaten bazı rivayetlerde cennet ehli ile cehennemlikler arasında bazı konuşmaların olacağı da görülmektedir.
- “Cehennem ehli cennet ehline, “Suyunuzdan veya Allah’ın size verdiği rızıktan biraz da bize verin!” diye seslenirler. Onlar da “Allah bunları kafirlere haram kılmıştır.” derler.”2
- “(Cennet sohbetinde) birbirine dönüp karşılıklı sorular sorarlar. İçlerinden biri şöyle der: “Benim bir arkadaşım vardı; derdi ki: Sen de (yeniden dirilişi) onaylıyor musun gerçekten? Biz, ölüp de toprak ve kemik yığını haline gelmişken mutlaka hesaba çekilecekmişiz öyle mi?” Ve ekler: “Şimdi dönüp bakar mısınız (ona)?” Sonra kendisi dönüp bakar ve arkadaşını cehennemin ortasında görür. “Allah’a yemin ederim ki” der, “Neredeyse beni de mahvedecektin! Rabbimin lütfu olmasaydı ben de şimdi (senin gibi) cehenneme girenler arasında olacaktım.”3
- “Her nefis, yaptıklarına karşılık tutulan bir rehindir; Ancak hakkın ve erdemin tarafında olanlar başka: Onlar cennetlerdedir; suçlular hakkında birbirlerine sorular sorarlar? “Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?” Onlar şöyle cevap verirler: “Biz namaz kılanlardan değildik; Yoksulu doyurmuyorduk; (Günaha ve boş işlere) dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk. Ceza gününü de asılsız sayıyorduk, Sonunda bize ölüm geldi çattı.” Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.”4
Bu ayetlerde geçen diyaloglar düşünülünce cennet ehlinin cehennemi gördükleri, onun nasıl bir şey olduğunu anladıkları zaten anlaşılacaktır. Cehennemi görmek ve bilmek ise cennet nimetini artıracaktır.
İkincisi: Ayetten anlaşıldığına göre istisnasız herkesin yolu cehennemden bir şekilde geçecektir. Ancak bir yerden geçmenin hâlleri başka başkadır. Örneğin şeffaf bir denizaltı aracı ile bir balina aynı denizde aynı derinlikte yan yana yüzebilir ancak balina ile şeffaf denizaltının ve içindekilerin durumu aynı değildir. Şeffaf denizaltı aracının içindekiler balıkları ve diğer deniz canlılarını görebilmektedirler ancak boğulmazlar, korkmazlar ve ıslanmazlar. Aralarında bir temas yoktur. Cehennemlik olmayan ancak cehenneme uğrayacak insanlar için de buna benzer bir durum söz konusu olabilir. Bu da cehenneme uğrayanların ilmini, ibretini ve hamdini artıracaktır.
“Vâriduhâ” kelimesinin kök anlamlarından birisi de “yaklaşmak” demektir. Ayeti “Sizden cehenneme yaklaşmayacak kimse yoktur.” şeklinde aldığımızda ise cehennem alevlerinin uzaktan yalayıp geçeceği, cehennem sıcaklığını bir parça da olsa hissettireceği yahut insanın ancak saçının, kirpiklerinin bir kısmını yakacağı şeklinde bir yaklaşmadan bahsedebiliriz. Ayrıca ateşin içinden hızlı veya yavaş bir şekilde geçme şeklinde de anlamak mümkündür. Bu durumda ateşin acısı dokunacaktır ama bu acı az olacaktır.
Yahut (Allah hepimizi bundan korusun) ateşin içinden geçerken orada bir süre kalıp sonra cennete doğru devam edecek olanlar vardır.
Hakkında tam bilgi verilmeyen ahiret hâlleri hakkında kesin bilgi sahibi olamayacağımız için bu ihtimallerin hepsine mümkün nazarıyla bakabiliriz.
Yolun cehenneme düşmesi orada azap görmekle aynı şey değildir. Bakmak, görmek, hissetmek ve ibret almak için de yolumuzun cehenneme düşmesi mümkündür.
Miraçla ilgili sahih hadislerde Efendimiz’e (sas) cennetin ve cehennemin gösterildiği de bilinmektedir.5 Fakat Efendimiz’e (sas) -haşa- hiçbir azap dokunmuş değildir. Hz. Peygamber cehennemi belki bir gözlemci gibi, uzaktan dürbünle bakar gibi görüp gözlemlemiş belki de bizzat cehennemin içinde ama korunarak bulunmuştur.
Diğer yandan “Biz insanı ahsen-i takvim üzere, en güzel şekilde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına düşürdük. Ancak iman edenler ve salih ameller işleyenler başka. Onlar için kesintisiz bir mükafat vardır.”6 ayetlerinin de işaretiyle; Allah Teala insanı en güzel bir kıvamda yaratmış, sonra da onu aşağıların en aşağısına atmış, sonra bazılarına tekrar alay-ı illiyyin tabir edilen en yüce mertebelere yükselebilecek fırsatlar sunmuştur.
İnsan, yani homo sapiens dediğimiz canlı türü bir yönüyle hayvani bir türdür. Biyolojik varlığının bir parçası olarak yeme, içme, sindirim ve üreme gibi meselelerde ona hâkim olan hayvaniyettir. Buradaki hayvaniyet bir hakaret değildir, biyolojik bir türü işaret eder.
Bu özelliklerinin yanında insanda benlik duygusu da olduğu için kat kat ve hadsiz zulümler yapabilme; beyan kabiliyeti olduğu için hakikati konuşabileceği gibi yalan da söyleyebilme potansiyelleri mevcuttur. Dolayısıyla insan kendisine bahşedilen maddi ve manevi donanımlar itibariyle hem esfel-i safiline düşebilecek hem alay-ı illiyyine yükselebilecek kabiliyetlere ve potansiyellere sahiptir. Bu da insanın eline büyük imkanlar verilmesi demektir. Bu bağlamda biz insanların biyolojik varlığımızın temelinde hayvaniyet olduğu için bizi hayvaniyetten ayıracak manevi donanımları doğru kullanmazsak hepimiz esfel-i safilin içinde bir sokak köpeği yahut bir karga gibi yaşayıp ölebilecek bir hâldeyiz. Bu hâlimizle de aslında layık olduğumuz yer cehennemdir çünkü esfel-i safilinden ancak cehenneme gidilir. Bu noktada Kur’an bizlere adeta “Cehennem gibi bir son istemiyorsanız o zaman imanınıza ve amellerinize dikkat edin ve kendinizi kurtarmaya bakın!” demektedir.
Fakirliğin, savaşın, ekonomik ve toplumsal krizlerin, sefaletin kol gezdiği, suç oranlarının yüksek insanların da umutsuz, bilgisiz ve tembel olduğu bir beldeye refah içinde yaşayan bir şehrin büyüğü gelip o belde insanlarına; “İyi çalışırsanız ve size verilen önerilere uygun davranırsanız kısa süre içinde bu cehennem gibi beldeden kurtulup cennet gibi bir şehre yerleşebilecek ve güzel bir hayat yaşayacaksınız. Aksi hâlde hepiniz burada sefalet içinde ölüp gideceksiniz.” dese, bundan kastının o insanları çalışmaya teşvik etmek olduğu anlaşılır. Konuşmasının içinde bir parça korku ve tehdit unsurlarının bulunmasıyla asıl kastının despotluk değil o belde insanlarının iyiliği olduğu da açıktır.
Sonuçta insanlar işleri kendi hâline bırakırlarsa, sırf kendilerine yaşarlarsa, zaaflarına, eğilimlerine ve mizaçlarına teslim olurlarsa, kendilerine bahşedilen manevi donanımları kullanmayıp âtıl bırakırlarsa bulundukları hâl esfel-i safilin, gidecekleri yer de cehennem olacaktır. Allah Teala bunu her kula yazmış, her kul için böyle olmasına hükmetmiş ancak kulları biyolojik varlıklarının üstüne kendi gayretleri, emekleri, iradeleri, ibadetleri, duaları, infakları, hizmetleri, istiğfarları ve nafileleri ile bir şeyler koyabilmişlerse kurtulabilmelerine de imkan tanımıştır.
Şikâyet Eden İnsanlar
Kur’an’ın bu ifadeleri şikâyet eden insanlar için değildir. Çünkü şikâyet eden bir insana “Allah cehennemi herkes için yaratmıştır.” denildiğinde o insan olayı direkt kendi üstüne alınacak, cehennem kendisi için özel olarak yaratılmış gibi hissedecek, morali bozulacak, kesinlikle cehennemde azap çekeceğini düşünecektir. “Allah sizi cennetle müjdeliyor.” denilince de kendisini cennete layık görecek, cenneti garanti zannedip sırt üstü yatacak ve cennet için bir şeyler yapma gereği duymayacaktır. Şikayet etmeyen, rasyonel bakan makul bir insan ise bu konuları işlerin normal sonucu olarak görecek, imanın bu dünyada bir cennet çekirdeği hükmünde olduğunu, ölünce o tohumun çatlayıp cennete dönüşeceğini, şirk, küfür, zulüm ve dalaletin bir cehennem çekirdeği taşıdığını, ölünce o çekirdeğin de cehenneme dönüşeceğini bilecek, bu konuda kendisini bir şeyler yapmak zorunda hissedecek ve bu histen bir sorumluluk enerjisi ve motivasyonu bulacaktır.
Allah Teala’dan bizleri bu dünyada afiyet içinde cennete layık hâle getirip cennet ve cemaliyle şereflendirmesini diler ve dileniriz.
1 ) Meryem, 71
2 ) A’raf, 50
3 ) Saffat,50-57
4 ) Müddessir, 38-48
5 ) Buharî, Bediü’l-halk 7, Enbiya 26; Müslim, İman 266-267.
6 ) Tin, 5-6-7