7 dk.
09 Ağustos 2022
Hz. İsa, Hz. Adem gibidir ifadesi ne anlama gelmektedir?-gorsel
Youtube Banner

Hz. İsa, Hz. Adem gibidir ifadesi ne anlama gelmektedir?

Soru: Âl-i İmran suresi 59. ayette geçen “İsa’nın durumu Adem’in durumu gibidir.” ifadesi nasıl anlaşılmalıdır? Eğer Hz. Adem ile Hz. İsa yaratılış bakımından aynı iseler bu durum evrim teorisiyle çelişmez mi? 

 

Cevap: Ayetin bire bir tercümesi “Şüphesiz, İsa’nın durumu (örneği) Allah katında Adem’in durumu (örneği) gibidir. Onu topraktan yarattı. Sonra ona ‘ol’ dedi, o da oluverdi.” şeklindedir. 

 

Öncelikle, ayetteki sümme (sonra) ibaresi bir şeyin hemen akabindeki bir zamanı ifade etmez. Arada yüzlerce hatta yüzbinlerce sene de olabilir.

 

Diğer yandan "Ol dedi, o da oldu." ibaresindeki "olmak" fiili de “var olmak” şeklinde anlaşılabilir.

 

Edebiyattaki teşbih (benzetme) sanatını bilirsiniz. "Ahmet aslan gibidir." dediğimizde Ahmet ve aslan arasında benzer olan bir özelliğe dikkat çekmiş oluruz. Ahmet’in her yönüyle aslana benzediğini belirtmiş olmayız. Örneğin “Ahmet aslan gibi cesurdur.” demek istemiş olabiliriz. Ancak “Ahmet, aslan gibi dört ayaklıdır, yeleleri vardır, zebraları ve geyikleri avlayarak beslenir.” demek istemeyiz. Burada önemli olan mantık kuralı şudur; benzeyenle benzetilen arasındaki benzetme ilişkisi sadece benzeyen özellik açısından kurulur, her açıdan değil.

 

Bizler Türkçede benzetilen farklı şeyleri genellikle ikisi arasında bir denklik kurarak kullanırız. "İzmir Antalya’ya benziyor." dediğimizde Antalya’nın da İzmir’e benzediği sonucu doğal olarak çıkar. "Ali, Veli’ye benziyor." dediğimizde de Veli’nin de Ali’ye benzediğini doğal bir sonuç olarak çıkarsayabiliriz. Ancak bu her durumda geçerli olamayacaktır. Örneğin Ahmet’in aslana benzetilmesi, aslanın da Ahmet’e benzemesini gerektirmez. "Ahmet aslan gibidir." demek, “Aslan Ahmet gibidir.” gibi bir anlama gelmez. Ya da “Bir köy muhtarsız olmaz. Nasıl olabilir ki şu koskoca muntazam kainat hâkimsiz olabilir.” gibi bir örnek verdiğinizde köy ile kainat arasında sadece tek bir noktadan, bir yöneticisinin olması noktasından bir benzetme yapmışsınızdır. Yoksa kainatın yönetiminde de bir ihtiyar heyeti olur, bu ihtiyar heyeti muhtarın harcamalarını denetler, bir köy derneği olur, köyde imece usulü çalışmalar yapılır, köyün merası ortak kullanılır gibi anlamları kastetmemişsinizdir.

 

Sonuçta analojilerde ve edebî benzetmelerde temel nokta, bir benzetme yönü bulunmasıdır. Yani genellikle tek bir benzetme yönü itibariyle benzemek gibi bir durum söz konusudur. İki şey arasında her yönden bir benzeme olmak zorunda değildir ve çoğu zaman olmaz da… 

 

Ayrıca benzetmeler, mantıklı bir argümanı anlatmada kullanılacağı zaman bilinmeyen bir şey bilinen bir şeye benzetilerek kullanılır. Okullarda güneş ve dünyanın hareketi anlatılırken öğretmen bir eline portakal bir eline elma alır. Portakalı güneşe, elmayı dünyaya benzeterek her ikisinin hareketlerini anlatmaya çalışır. Böylece öğrencilerin bilmediği, kafalarında canlandıramadığı bir konuyu; onların bilebileceği, anladıkları, görebildikleri bir örnekle kafalarda canlandırabilir. Böylece bilinmeyen şeyler, bilinen şeylere benzetilerek konunun anlaşılması sağlanır.

 

Kur’an’da atomlardan, hücrenin yapısından ve benzeri konulardan(1) bahsedilmemesinin bir nedeni de o dönemin insanlarının bu konuları hiç bilmemesidir. Dolayısıyla atomlardan ve hücrenin yapısından bahsedilmesi gibi bir durumda Allah’ın ilmi ve kudreti insanların hiç bilmedikleri şeylere benzetilmeye çalışılarak anlatılmış olacaktır. İnsanlar zaten Allah’ın ilmini ve kudretini kafalarında tam canlandırmakta zahmet çekmektedirler. Bu durumda kalkıp da hiç bilmedikleri ve görmedikleri şeylerden örnekler verilmesi makul olmayacaktır. Bu nedenle onların görebilecekleri kadarıyla güneş, ay, yıldızlar, denizler, dağlar(2) gibi konulardan bahsedilmiştir. Bunlardaki hikmeti ve kudreti, rahmeti ve nimet yönlerini görüp düşünmeleri istenilmiştir. 

 

Diğer taraftan, hem Âl-i İmran suresinin genel olarak ele aldığı mesele, hem o devirdeki insanların kabul ettiği, sorun olarak görmedikleri bir gerçek vardır. O da ilk insanın var olmuş olmasıdır. Yani o dönemin insanları da "insan" denilen bir mahlukun var olduğunu, bunun bir canlı olduğunu ve diğer canlılardan, cansızlardan, hayvanlardan ve bitkilerden farklı olduğunu, tabiatta bir benzerinin de olmadığını bilmekte ve kabul etmektedirler. Bu insan türü de bir anne ve babadan doğarak büyümektedir. Demek ki ilk başta insan denen bir şey vardır diye düşünmektedirler. Bu da sadece Tevrat ve İncil’de değil neredeyse bütün uygarlıkların ilk yaratılış veya türeyiş mitolojilerinde geçen bir konudur. Yani o zamanki insanlar için var olan ilk insanın var oluşu meselesinde bir problem yoktur. 

 

Fakat Kur’an’ın indiği çağa yakın bir zamanda yaşamış olan Hz. İsa’nın (as) babasız olarak var olması kafalarda şüpheler oluşturmuştur ve insanlar bu durumu anlayamamış, açıklayamamışlardır. Çünkü hem insana hem de diğer benzer canlılara dair bildikleri şey, onların var olabilmeleri, dünyaya gelebilmeleri için bir anneyle birlikte bir babaya da ihtiyaçları olduğudur. Sadece anneden bir bebek tek başına olmaz diye bilmektedirler. 

 

Bu bağlamda Allah-u Teala, Hz. İsa’nın yaratılış meselesini Hz. Adem’in durumuna benzeterek diyor ki “İsa’nın örneği Allah katında Adem’in örneği gibidir. Nasıl ki Adem’i baştan ve bir şekilde sebepsiz olarak yarattı, siz de bunu böyle biliyor ve kabul ediyorsunuz. O halde İsa’yı da o şekilde yaratabilir, buna gücü yeter."

 

Burada her ikisi arasında anne veya babalarının olup olmamasıyla ilgili bir bilgi de verilmemiştir. Sadece “Siz İsa’nın babasız olarak var olmasını akıllarınızda canlandıramıyorsunuz, bunu akıldan uzak görerek bu duruma itiraz ediyorsunuz. Halbuki sizin kabullerinize göre Allah-u Teala nasıl ki Adem’i annesiz ve babasız yarattı. O halde İsa’yı da öyle yaratabilir.”

 

Burada aslında Hristiyanlığın bir bölümünün Hz. İsa’yı Rab kabul etme inancına da bir gönderme vardır. Ayet alt metniyle; “Siz İsa’nın tanrı olduğunu zannediyorsunuz. Hayır, öyle değil. Allah-u Teala nasıl ki size göre Adem’i annesiz ve babasız yaratmıştır, İsa’yı da öyle yaratmış olabilir. Yani İsa da yaratılmış bir insandır.” demektedir.

 

Sonuç olarak ayette Hz. İsa, Hz. Adem’e benzetildiği için Hz. Adem de Hz. İsa’ya benziyor diyemeyiz. Zaten Hz. Adem hem annesiz hem babasız yaratılmış ise Hz. İsa’nın annesiz yaratılmadığını bildiğimize göre o yönüyle bir benzetme olmuş olamaz. Dolayısıyla “Madem Hz. İsa, Hz. Adem gibidir. O halde Hz. Adem de Hz. İsa gibidir.” gibi bir hüküm vermenin, "Ahmet aslan gibidir o halde aslan da Ahmet gibidir." demekten bir farkı yoktur.


1 ) “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir.  Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.” (Zilzal, 99/7 ve 8).

“Ne iş yaparsan yap ve sizler ona dair Kur'an'dan ne okursanız okuyun; ne yaparsanız yapın; yaptıklarınıza daldığınız anda, mutlaka biz sizi görürüz. Yerde ve gökte hiçbir zerre Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü veya daha büyüğü şüphesiz apaçık bir Kitap'tadır.” (Yunus, 10/61)

“İnkar edenler: ‘Kıyamet bize gelmeyecektir.’ dediler. De ki: ‘Hayır, öyle değil; görülmeyeni bilen Rabbime and olsun ki, o saat size muhakkak gelecektir. Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile onun ilminin dışında değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık Kitap'tadır." (Sebe, 34/3).
 

2 ) Gece, gündüz, güneş ve ay Allah'ın varlığının delillerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin. Eğer gerçekten Allah'a kulluk ediyorsanız, onları yaratan Allah'a secde edin.(Fussilet suresi 37. ayet)

Dağlara bakmıyorlar mı, nasıl dikilmişlerdir!(Gaşiye suresi 19. ayet)

Biz, en yakın göğü zinetlerle, yıldızlarla donattık.(Saffat suresi 6. ayet)