Hz. Peygamber'in (sas) Annesi, Babası ve Dedesi Cehenneme mi Gidecek? | 3. Kısım
Altıncısı: Efendimiz’in (sas) babası Abdullah ve dedesi Abdulmuttalip ile ilgili kayıtlara bakmak da bu konuda bir fikir verebilir. Gerçi bu iki zat hakkında tarih kitaplarında yazılanların hepsinin doğru olduğunu söylemek pek mümkün olmayabilir. Çünkü tarih kitaplarında anlatılanlar sahih hadis kitaplarında olduğu gibi cerh ve tadile, doğru olduklarını kanıtlayacak ek delillere pek sahip değildir. Ancak içlerinde doğru olduğundan şüphe duyulamayacak gerçekler de vardır. Ayrıca aksine bir delil veya iddia bulunmadıkça anlatılanların doğru olabileceğini kabul etmek de en azından aksi yönde deliller çıkana kadar sakıncalı değildir.
Bu bağlamda Efendimiz’in (sas) babası Abdullah ve annesi Amine ile ilgili olarak kayıtlarda puta tapma, putlara adak adama veya kurban kesme gibi şirk unsuru hiçbir hadise aktarılmamıştır. Cahiliye döneminde normal karşılanan ahlaki olumsuzluklarla ilgili de hiçbir kayıt bulunmamaktadır. Efendimiz’in (sas) açıktan tebliğe başlamasından sonra hiçbir müşrik O’na karşı çıkarken ailesinin veya atalarının kötülüğü gibi bir argüman öne sürememişlerdir. Bu noktada en ufak bir olumsuzluk olsaydı müşrikler bunu kullanmaktan çekinmezlerdi. O hâlde Efendimiz’in (sas) anne ve babasının cahiliye kötülüklerine bulaşmış insanlar olduğunu düşünmemiz için hiçbir neden yoktur.
Efendimiz’in (sas) dedesi Abdülmuttalip ile ilgili olarak da sadece tartışmalı iki husus aktarılır. Birincisi; Abdülmuttalip’in zemzem kuyusunu kazarken bulduğu eşyaların üzerine Hübel putunun önünde fal okları ile kura çekmesi diğeri de on tane erkek çocuğa sahip olması halinde birini kurban etmeyi adaması, kurban edilecek çocuğu belirlemek maksadıyla kura çekmesidir.
Bunlardan ikincisinin dini bir yönü olmayıp meselenin sadece dönemin örfü, kültürü olduğu söylenebilir.
Birincisi de onun Hübel’i bir Tanrı veya Tanrıya ulaştıran bir aracı olarak kabul ettiğine delalet etmez. Belki en fazla o dönemdeki insanların dini inancına karşı çıkmadığını, onların bazı örflerini uyguladığını gösterir.
Diğer yandan Abdülmuttalip’in herhangi bir puta doğrudan adak adadığına, kurban kestiğine, puttan herhangi bir istekte bulunarak dua ettiğine dair hiçbir kayıt yoktur. Bilakis onun bazı durumlarda Allah Teala’ya muvahhit bir mümin gibi dua ettiğine dair kayıtlar bulunmaktadır.
Örneğin Ebrehe’nin Kabe’yi yıkmak niyetiyle Mekke’ye yaklaştığı esnada Mekkelilerin Abdülmuttalip’i Ebrehe’ye elçi olarak gönderdiği ve Abdülmuttalip’in de Ebrehe’den develerini istediğini, Ebrehe’nin şaşırması üzerine “Ben develerimin sahibiyim, Kabe’nin de sahibi vardır. Kabe’nin Rabbi onu koruyacaktır.” dediği bilinir. Abdülmuttalip develerini alıp Mekke’ye dönünce Mekke halkını muhtemel bir katliama karşı dağlara çekilmeleri için uyarmıştır. Daha sonra Kabe’ye gitmiş ve Kabe’nin kapısının halkalarına yapışmış bir hâlde şöyle dua etmiştir: “Allah’ım! İnsan, ehlini, göçünü esirger, korur. Sen de buraya konmuş, dokunulmazlığı tehlikeye düşmüş olanları koru! Onların salipleri ve kuvvetleri, yarın, Senin kuvvetine asla galebe çalamayacaktır. Eğer Sen, onları, bizim Kıblemizle baş başa bırakıverecek olursan, o da, Senin bileceğin bir iştir. Onun da bir hikmeti vardır. Onlar, ülkelerinin cemaatlerini, bir de fili çekip getirdiler. Senin Beytine sığınmış olan halkını düzenleriyle yağmalamak için, cehaletlerinden, Senin koruna yürüdüler. Senin kudretini ve yüceliğini hiç düşünmediler.”1
Yine Abdülmuttalip’in Efendimiz (sas) doğduğunda “Bana böyle güzel bir erkek çoğucu veren Allah’a hamdolsun!” diyerek dua ettiği kaynaklarda geçmektedir.2
Bir başka rivayete göre Şamlı bir zalim yaptıklarının cezasını dünyada görmeden ölmüş, onun durumu Abdülmuttalip’e sorulduğunda “Vallahi bu dünyanın sonunda iyi olanın ödül alacağı ve kötü olanın da ceza göreceği bir dünya vardır.”3 cevabını vermiştir ki bu da onun ahiret inancı olduğunu göstermektedir.
Yine bazı kayıtlara göre mahremler ile evlenmenin, Kabe’nin çıplak bir şekilde tavaf edilmesinin, kız çocuklarının diri diri gömülmelerinin veya öldürülmelerinin, şarap ve fal okları ile kura çekme adetinin yasaklanması Abdülmuttalip’in bazı uygulamaları olarak gösterilmiştir.4 Tabii bu noktada kendisinin fal okları ile kura çektiğine dair rivayetlerin yanında fal okları ile kura çekmeyi yasaklaması arasında bir çelişki olduğu da görülmektedir. Ancak bazı tarihçilere göre Abdulmuttalip önceleri putlara en azından saygılı birisi iken sonradan putlardan da uzak durmuştur. Bu durumda onun hayatının bir döneminde fal okları ile kura çekmiş olmasına rağmen sonradan bu uygulamayı terk ettiğini hatta yasaklamaya çalıştığını söyleyebiliriz.
Bütün bunlar da bize Abdülmuttalip’in “en azından” cahiliyenin şirk ve zulüm bataklığına saplanmış bir insan olmadığını göstermesi açısından yeterlidir. Onun Allah’a ve ahirete iman eden birisi olduğuyla ilgili elimizde yeterince veri bulunmaktadır. Bu durumda Abdülmuttalip’in zaten fetret dönemi insanı olduğu, bu özelliğinin ötesinde iyiliksever, muhtaçları koruyan, cömert, merhametli, dürüst, Allah’a, ahiret gününe inanan bir insan olduğu görülmektedir. Dolayısıyla Abdulmuttalip’in tam bir müşrik olduğunu veya illaki cehenneme gideceğini söylemenin hiçbir geçerli dayanağı yoktur.
Yedincisi: Soruda geçtiği şekliyle “Efendimiz’in (sas) anne ve babasına yapılacak özel bir iyiliğin” veya amiyane tabirle bir torpilin olması gibi düşüncelerin dinin ruhuna pek uygun olmadığını söyleyebiliriz. Diğer taraftan Efendimiz’e (sas) yakınlıkları nedeniyle onların azap görmesine de gönlümüzün razı olmaması bir yönüyle normal karşılanabilir. Ancak Ebu Leheb de Efendimiz’e (sas) yakın bir isimdir. Bu noktada Ebu Leheb’in dahi yaptığı iyiliklerin ahirette karşılıksız kalmayacağından emin olabiliriz. Çünkü Zilzal suresinin yedi ve sekizinci ayetleri açıktır. Ebu Leheb için bile durum böyle iken Efendimiz’in (sas) sebepler planında dünyayı teşrif etmesine vesile olan anne ve babasının yahut babasının vefatından sonra Allah Resulü'nü (sas) bizzat kendi himayesine alan dedesi Abdulmuttalip’in yaptıklarının karşılıksız kalacağını düşünmek abes olacaktır.
Diğer yandan Kur’an’da “Kim bir iyilik yaparsa, ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa, o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez.”5 ayetinin açık delaletiyle günahlar, eğer affedilmez iseler sadece kendi misliyle karşılık bulacak, sevaplar ise on katıyla ödüllendirilecektir.
Bir peygambere yakın olma meselesinin tek başına kurtuluşa vesile olmayacağını bazı ayetlerden biliyoruz. Hz. İbrahim’in (as) babası yahut amcası olan kişi müşriktir. Hz. Nuh’un (as) oğlu ve Hz. Lut’un (as) karısı da o peygamberlere çok yakın isimlerdir ancak küfür içinde bulunmayı tercih etmişlerdir. Bu kutlu nebilerin en yakınlarından birkaç ismin o nebileri tasdik etmemesi hatta onlara düşmanlık etmeleri kendi tercihleridir ve o konuda bizim yapabileceğimiz bir şey yoktur. Onlara Allah Teala’dan daha fazla merhamet edecek değiliz. Yine Allah'ın hiçbir iyiliği ve hiçbir kötülüğü karşılıksız bırakmayacağını, kullarına zulmetmeyeceğini de biliyoruz.
Sekizincisi: Bu konudaki tartışmalarda ele alınan ayetlerden birinin meali şu şekildedir: “Şüphesiz sen sevdiğini hidayete erdiremezsin fakat Allah dilediğini hidayete ulaştırır. O, hidayete tabi olacakları daha iyi bilir.”6
Bu noktada bizlerin imanımız ile kişisel sevgilerimizin bir çelişki ve kafa karışıklığı oluşturması mümkündür. Bazı insanların özellikle de gençlerin; sevdikleri bazı futbolcuların, sanatçıların hidayetleri için dua ettiklerini görmek mümkündür. Elbette bu konuda dua edilmesinde hiçbir sakınca yoktur. Aksine, başkalarının hidayeti için dua etmek çok güzeldir. Bununla birlikte insanların sevdikleri yahut hayran oldukları bazı kişilerin yaşantılarına bakarak onların ahiretleri hakkında endişe etmeleri, kendi sevgi duygularının etkisiyle bazı değerlendirmelerde bulundukları da görülmektedir. Ancak bir sanatçının yahut bir futbolcunun çok sevilmesi ile o insanı cennete layık görmek birbirinden farklıdır. Elbette o insan hakikatte cennete layık birisi olabilir. Bu, bir ihtimal olarak her zaman mümkündür. Buradaki mesele sırf seviliyor diye cennete layık görme meselesidir.
Benzer şekilde bir insanın sırf Efendimiz’e (sas) irsiyet açısından yakın olmasıyla cennete ehil birisi olması arasında zorunlu bir sebep sonuç ilişkisi yoktur. Aynı şekilde bir insanın bir peygambere yahut salih bir insana irsiyet açısından yakın olmasıyla hidayet üzere bir insan olması arasında da doğrudan bir ilişki yoktur. Bunlar birbirinden farklı hususlardır.
Sevgi ve hayranlık hisleri ile cennetlik olma realitesi birbirinden farklı şeyler olduğu gibi bir nebiye yahut salih bir insana yakın olmakla hidayet üzere olmak meselesi de birbirinden farklıdır.
Elbette salih bir insana yakın olmak bir insanın hidayetine vesile olabilir. Ancak salih zatlara yakın iyi insanlar olduğu gibi salih zatlara yakın şerli, kötü insanlar da bulunmaktadır. Cenab-ı Allah hükmünü yakınlık, sevgi ve hayranlık hisleri üzerinden değil, kişilerin hidayet durumları, gerçek iyilikleri ve gerçek kötülükleri üzerinden verecektir.
Özetleyecek olursak:
Efendimiz’in (sas) annesi, babası ve dedesi Abdülmuttalip’in putperest olduklarına, cahiliye döneminin şirk bataklığına kapıldıklarına, bu nedenle ebediyen cehennemde kalacaklarına dair şüpheden uzak, net ve sahih bir rivayet yoktur. Aksine, Abdülmuttalip’in Allah ve ahiret inancı olduğuna, kişilik olarak da ahlaklı bir insan olduğuna dair rivayetler vardır.
Ayrıca kendisine peygamber gönderilmedikçe yahut ilahi vahye muhatap olmadıkça kimseye azap edilmeyeceği Kur’an’da açıkça belirtilmiştir. Efendimiz’in (sas) anne ve babası ile dedesinin de fetret dönemi insanları olduğu açıktır.
“Benim babam da senin baban da ateştedir.” ibaresinin ebediyen cehennem azabına kesin bir şekilde delalet etmeyeceği söylenebilir. Çünkü hem konuyla ilgili diğer hadisler hem de “ateştedir” ibaresinin kullanıldığı farklı hadisler bunu göstermektedir.
Bunlarla birlikte bir peygambere veya salih bir insana irsî açıdan yakın olmanın hidayet üzere olmakla aynı manaya gelmediği, bizim sevgi ve saygı hislerimiz ile hidayete tabi olmak veya cennete ehil bir hâlde bulunmak arasında bir ilişki bulunmadığı da söylenmelidir. Bu bağlamda Efendimiz’in (sas) anne babası veya dedesinin ahiretteki durumlarının Efendimiz’in anne-babası veya dedesi olmaları ile doğrudan bir ilişkisi yoktur.
Sonuç olarak, Efendimiz’in (sas) anne babası ve dedesinin ahirette müşrik sayılacaklarını, ebediyen cehennemde kalacaklarını düşünmemiz için elimizde herhangi bir sebep bulunmamaktadır.
Allah Teala’dan bizleri Efendimiz’e (sas) takva ve salih amel, iman ve tevekkül, itaat ve teslimiyet ile yakın olanlardan eylemesini diler ve dileniriz.
1 ) İbn Hişam, Sire, c. 1, s. 48
2 ) İbn Hişam, Sire, c. 1, s. 160
3 ) Halebî, İnsanu’l-Uyun, c. 1, s. 9
4 ) Halebî, a.g.e., c. 1, s. 9-10
5 ) En’âm, 160
6 ) Kasas, 56