12 dk.
06 Ekim 2024
İçimizdeki Farklı Benlikler-gorsel
Youtube Banner

İçimizdeki Farklı Benlikler

Soru: Bir meseleyle karşılaştığımda bir yanım farklı bir şey söylerken diğer yanım başka bir şey söylüyor. Mesela bir yanım “Affet, Allah affetmeyi sever.” diyor; diğer yanım “Asla affetme!” diyor, bir diğer yanım da “Onun sana yaptığı kötülükten dolayı sen de ona bir kötülük yap.” diyor. Şimdi bunlardan hangisi benim fikrim oluyor, hepsi farklı farklı anlarda gözüme mantıklı görünüyor. İnsanın içinde farklı kişilikler var mıdır yoksa duyduğum seslerin bir kısmı vesvese midir?

Cevap: İnsanın içinde bir açıdan farklı kişiliklerin konuşmaları olarak tanımlanabilecek çok farklı sayıda ses (dolayısıyla ses kaynağı) vardır. Bir açıdan diyoruz, çünkü bu sesleri ve farklı kişilikleri analiz eden insan da tek değildir, çokluktur. Yani analizleri yapan da tek bir benlik değil, o benliklerden en az birkaç tanesidir. 

 

Evet, insanın içinde farklı benler yaşamaktadır. Diyelim ki bu insanın ismi Ahmet olsun. Ahmet’in içindeki her benliği numaralandırırsak “Ahmet bir, Ahmet iki, Ahmet üç… Ahmet sekiz, Ahmet dokuz…” şeklinde uzayıp gidecektir. Ahmet’in içinde farklı Ahmetler yaşamaktadır ve bunlar rastgele şekillerde rastgele işler yapmakta, rastgele zamanlarda konuşmaktadırlar. 

 

İçi yolcu dolu bir otobüs düşünün. Otobüs bir bütün hâlinde insanın bedeni ve hayatıdır. "Ahmet" dediğimizde bir bütün olarak dışarıdan o otobüsü görürüz. İçindeki yolculardan (farklı Ahmetlerden) birisi rast gele zamanlarda sürücü koltuğuna oturur ve otobüsü kendi istediği yöne doğru götürmeye çalışır. Bazen bu istediği yere gidebilir, bazen oraya gitmeden başka bir Ahmet çıkar gelir, şoför değişir. Bazen de bu yolculardan (benliklerden-farklı ‘ben’lerden) birkaç tanesi birleşir, duruma müdahale eder ve şoförü değiştirebilir.

 

Bu farklı benlikler kişinin duygu ve düşünce durumuna göre hafızasını hatta becerilerini de farklılaştırabilir. Yakın bir dostunuza ya da eşinize kızdığınız zaman onun hep hatalarını, kusurlarını hatırlamaya eğilimli olursunuz. Sanki karşınızdaki insanın hiçbir iyi yönü, hiçbir güzelliği yokmuş gibi gelir ve öyle davranırsınız. Ama aranız düzelince o sözleri nasıl söylediğinize, o kavgayı nasıl yaptığınıza şaşırırsınız. Yalnız başınıza iken yapabildiğiniz bir işi başkalarının önünde yapamadığınız durumlar da olabilir. Örneğin kendi başınızayken güzel bir makale veya şiir yazabilirsiniz ancak birilerinin bakışları altında böyle bir şeyi yapmanız mümkün olmaz. Yani aynı insanın farklı modlarda, farklı durumlarda becerileri de, hatırladıkları da, imkanları da bambaşka hâller alabilir. 

 

Bunların da ötesinde bir insanın içinde duygu ve düşüncelerini, davranışlarını yönetme koltuğuna oturmasa bile pek çok farklı ses bulunur. Bu seslerin bazılarına şeytanın sesi, literatürümüzde geçtiği haliyle lümme-i şeytaniye diyebiliriz. Ama bu da tek bir parçadan ibaret değildir, kendi içinde farklılaşmakta ve çeşitlenmektedir. Çünkü Efendimiz’in (sav) hadislerinden de anlıyoruz ki işi özellikle namazlarda vesvese vermek olan; kabiliyeti, yeteneği, meşguliyeti veya hobisi bu olan belirli tür şeytanlar vardır.(1) Özellikle karı koca arasında fitne çıkarmaya çalışan şeytanlar,(2) özellikle abdestte vesvese veren şeytanlar(3) vardır. Bu manada tek bir şeytanın tek bir hoparlörü yok, farklı şeytanların veya şeytancıkların pek çok farklı hoparlörü var. Hatta bu bağlamda Efendimiz (sav) Ramazan’da şeytanların büyüklerinin (merede-i şeyatin) bağlandığını ifade etmiştir.(4) Demek ki şeytanların küçükleri, tabiri caizse daha tecrübesiz veya daha az şerli olanları bağlanmıyor; konuşmaya, vesvese vermeye ve insanları şaşırtmak için çalışmaya devam ediyorlar.
 

Diğer taraftan insanın içindeki bu farklı benliklerin çift yönlü pek çok özelliği de vardır. Bu çift yönlü özelliklerden kasıt; hem güzelliklerle ve çirkinliklerle, hem helalle ve haramla, hem hoşumuza giden ve gitmeyen, hem hayatımızı kolaylaştıran hem de hayatımızı zorlaştıran şeylerle ilgili olmasıdır. Bunda da etken faktör; insanın geçmişte yaşadıkları, etkilendiği, her türlü okuduğu, dinlediği ve seyrettiği şeyler, içinde bulunduğu çevre ve mizacıdır. Örneğin herkesle kolay iletişim kurabilen sosyal bir insan için bu özelliği onun hem hayatını kolaylaştıracak, istediği faydaları elde etmesini sağlayacak ve insanlara iyilik etme, aralarını bulma gibi salih amellere ve sevaplara yol açabilecektir. Diğer taraftan da yanlış kişilerle kolay samimi olmasına veyahut o samimi olduğu insanları etkileyeyim derken kendisinin onlardan etkilenmesine, sevilmemesi gereken insanları sevmesine yol açabilecektir. 

 

Yahut başka bir insan iyi, sağlam, ayrıntılı ve geniş düşünebilme yeteneğine sahiptir. Herhangi bir işi yapmadan önce o işi iyice inceleyip düşünmeye programlıdır, yani mizacında öyle bir özellik vardır. Bu özellik onun daha doğru kararlar vermesine yol açabilirken diğer taraftan da bir işe çabuk başlamasına mani olabilecektir. Bu kimse, pek çok işi de ayrıntılı düşünmekten zamanında yetiştiremez hale gelebilir. 

 

Buradan şu sonuç çıkmaktadır: Bizler, herhangi bir özelliği genelde tek başına ‘iyi’ veya tek başına ‘kötü’ olarak tanımlamaya eğilimliyizdir ama özellikler aslında nötr bir şekilde bize yüklenirler. Hem iyiye hem kötüye kullanılmaya müsait olarak veya hem lehimize hem aleyhimize kullanmamıza uygun olarak bize verilirler. Dolayısıyla insandaki herhangi bir özellik hem dini anlamda hem faydacı anlamda iyi ve kötü olabilir, iki yönde de aynı anda bulunabilir ve kullanılabilir. İşte bu farklı özellikler de farklı zamanlarda farklı şeyler fısıldamaya devam ederek bizi etkilerler veya biz onların etkileri altına girebiliriz. Bu durumda unutulmamalıdır ki alt benliklerinizden herhangi birisinin kaynaklık ettiği o iç sesiniz herhangi bir işi yapamadığınız zamanlarda “Bir işi beceremedin.” diyorsa bu durum, kendini her işi her zaman mükemmel yapmak zorunda hisseden bir mizaç özelliğinden kaynaklanıyor olabilir. Bu da yukarıda ifade edildiği gibi bazen iyi bazen kötü şekilde sonuçlanabilir. Örneğin namazını mükemmel bir şekilde kılmaya odaklanan birisi için namazın rükünlerine dikkat etmek, tadil-i erkana riayet etmek gibi güzel sonuçlar verebilir. Ancak ters bir durumda abdest alırken elini kolunu takıntılı bir şekilde defalarca yıkamasına neden de olabilir. Dolayısıyla bir iç ses, o sesi dinleyenin farklı zamanlarda farklı şekilde dinlemesine ve algılamasına-yorumlamasına göre güzel şeylere de kötü şeylere de yol açabilir.

 

Bu durum her zaman mizaçtan kaynaklanmak zorunda da değildir. Belki o iç sesi duyan kişinin çocukluğunda kendi hatalarına karşı bu şekilde konuşan bir büyüğü olmuştur ve o bilinçaltına bu şekilde yerleşmiştir. O da benzeri her sesi ve tavrı geçmişindeki gibi değerlendirmekte, öyle algılamaktadır. Çünkü insanlar hiç fark etmeden çevrelerinin negatifliklerini, kaygılarını benimserler. Belki de seyredilen bir filmde başrol kendi kendini bu şekilde motive etmiş ve başarıya ulaşmıştır, o iç sesi duyan da bundan etkilenmiştir. Farkında olmadan o filmi taklit etmektedir.

 

Fark edileceği gibi bu tip iç seslerin kaynağı çok farklı olabilir. O iç ses bilinçaltından tutun dış çevreden etkilenmeye, mizaçtan tutun şeytani bir vesveseye kadar farklı nedenlerden kaynaklanıyor olabilir. 

 

Burada bizimle özel olarak uğraşan şeytanların iç ses suretinde vesveselere neden olması üzerinde biraz daha durmak yerinde olacaktır. Bu varlıklar bizim herhangi bir zaafımızı fark etmişlerse, örneğin yemeğin altını yaktığımız için veya bir randevuya geç kaldığımız için bile kendimizi aşağılama davranışı geliştirdiğimizi ve bunun bizi zayıf düşürdüğünü görmüşlerse bize bu şekilde fısıldayacaklar ve bu konunun üzerinde özellikle duracaklardır.

 

Dahası o sesler bize illa kötü şeyler söylemezler ancak biz onları kötü olarak algılayabiliriz ve o şekilde yorumlayabiliriz. Eğer belli dualarla, zikirlerle, belli şuur çalışmalarıyla kendimizi yukarıdan yardım almaya açmışsak bazen onlar (örneğin hafaza melekleri) bize sert bir “dur” mesajı gönderebilirler (Bu durum herkes için her zaman geçerli değildir). Mesela gitmeye niyetlendiğimiz ancak gittiğimizde günaha gireceğimiz neredeyse kesin olan bir yere gitmeden önce de içimizde “Ahmak adam, oraya gitme, ne işin var?” gibi bir ses duyabiliriz ve bu ses aslında ulvi bir varlığın bizi uyarmasıdır da biz o uyarıyı kendi iç mekanizmamızda bir cins tercüme edip “Ahmak adam…” kelimelerine dönüştürmüş olabiliriz. 

 

Sonuçta iç sesimizin sadece kendisine bakarak kaynağının ne olduğunu kesinlikle tanıyamayız, tarif edemeyiz. Bu sesin kaynağı ve amacı şeytani olabildiği gibi ulvi de olabilir. Tamamen mekanik olarak mizacımızın bir etkisi veya tamamen taklit eseri olarak veya etkilenme veya hayal eseri (bir filmden vb. etkilenmenin zihnimizde oluşturduğu resim) gibi farklı sebepleri olabilir. Bir insan kendisini ve bu tarz iç seslerini sakin biçimde gözlemleyebilirse zamanla seslerin bazılarının nereden kaynaklı olduğunu anlayabilir. Dikkatli ve şuurlu bir biçimde, en azından belli bir zaman aralığı için negatif olmadan (herhangi bir negatif duygunun tesirine girmeden), duygusal yüklere kapılmadan, şımarmadan kendisini gözlemleyebilirse hepsini olmasa da bazı seslerin nereden kaynaklandığını ayırt edebilir. Bu mevzuda ilgili okumalar yapması, anlatanları dinlemesi de bahsi geçen seslerin kaynaklarının ayırt edilmesinde faydalı olacaktır. 

 

Peki bu seslerin ayırt edilmesi, kaynağının tespit edilmesi ne işe yarar? Şu işe yarar: Kişi sırf kendi mizacından kaynaklı mekaniklikleri görüp ayırabilirse pek çok içsel sorunlarını aşabilir. 

 

Bir insan kendini dikkatlice, şuurlu ve ciddi bir biçimde, duygusallığa prim vermeden, şımarmadan, negatif duygulara kapılmadan gözlemlemeye devam ederse, örneğin Ahmet; kendi alt benliği olan mekanik Ahmet herhangi bir şeyden korktuğunda, içindeki alt benliklerinden birisi olarak mekanik Ahmet’in riskten kaçınan tavrı nedeniyle o mekanik Ahmet’in içine bu korkuları attığını bilir ve bu korkuların bir anlamı olmadığını anlayabilir.

 

Yine mekanik Ahmet “Şimdi teravih kılayım.” dediğinde “20 rekât zorlar o halde 8 rekât kıl, 8 de zor o zaman 2 rekât kıl, en iyisi kılma zaten farz değil.” şeklindeki iç seslerinin sadece bedeninin tembellik arzusundan kaynaklandığını net bir şekilde anlayabilir.

 

Bunları anlayınca da kendisini herhangi bir hayra yönlendirmeyen ya da namaz gibi bir hayırdan alıkoymaya çalışan hislerini-iç seslerini kale almayabilir. Böylece “Dur bakalım hele bir başlayayım.” diyerek başladığı teravih namazının yirmi rekatını da tamamlayacak bir hayır elde edebilir. Bu durum tabii ki sadece namaz için değil, hayatın pek çok farklı alanlarında insana olumsuzluklarla ya da negatif duygularla baş etmede ekstra enerji ve güç sağlayacaktır.

 

Nefis kelimesi ve konusu ise iç seslerle şu şekilde ilişkilidir: Geçmiş ulemamız veya insanların manevi terakkileriyle ilgilenen büyüklerimiz bu çok kaynaklı iç sesler meselesini biraz da özetlemek için dini anlamda uygun, güzel ve verimli olan seslerin tamamına vicdan adını vermişler. Kötü, problemli, günaha ve şerre çağıran veya herhangi bir soruna yol açabilecek seslerin tamamına da nefis demişler. Aslında nefis kelimesi Arapçada “kendi, kendisi” anlamına gelir, yani Türkçeye göre düşünürsek bir çeşit zamir sayılır. Bu itibarla dilbilimsel açıdan nötr bir kavramdır ancak geçmiş ulemamızın kullandığı gibi terime olumsuz anlamlar yükleyerek tanımlanmış haliyle kullanmaya devam edersek, bir insan; hayra, iyiliğe, gayrete, sabra çağıran seslerin tamamına vicdan diyebilir. Veya bu sesleri rahmani sesler olarak da isimlendirebilir, meleklerin sesi olarak da düşünebilir. Tabii bu durumda kendisini hayra çağıran iç seslerine bakıp da “Ben hayra çağırılıyorum, Rabbim bana böyle seslendi.” gibi kibre ve gaipten-yüce alemlerden mesaj aldığını iddia etmek gibi saçmalıklara girmeyecekse böyle değerlendirmesinde bir mahzur yoktur. Diğer taraftan şerre, kötülüğe, gaflete, tembelliğe, geçiştirmeye, sözünü tutmamaya ve benzeri günahlara çağıran seslerin tamamına da nefsani veya şeytani sesler deyip onlara direnmeye çalışsa, onları yönlendirmeye çalışsa bundan da mutlaka hayır görecektir.

 


1 ) “Namaza nidâ edildiğinde (ezan veya kâmet) şeytan, ezanı duyamayıncaya kadar yellenerek kaçar, uzaklaşır. Kâmet bitince döner, kişi ile nefsi arasına vesvese atarak şöyle der: ‘Şunu hatırla, şunu hatırla, bunu hatırla… Ta ki kaç rekât kıldığını hatırlayamayıncaya kadar devam eder. Kişi de kaç rekât kıldığını hatırlayamayacak kadar şaşırır.” (Buhârî, Ezan, 4; Müslim, Salât, 16,18, 19; Ebû Dâvud, Salât, 30 (516)

2 ) “İblis tahtını deniz üzerine kurar. Bölük bölük askerlerini oradan göndererek, insanları fitnelere düşürür. Askerlerin değer bakımından en büyüğü, fitne koparma bakımından en başarılı olanıdır. Şeytanın askerlerinden bazıları gelip yaptıklarını anlatır. Fakat İblis bundan memnun olmaz. Sonra başka birisi gelip, insanın kendisiyle hanımı arasını iyice bozuncaya kadar terk etmediğini söyler. Bunun üzerine, o askeri koltuğunun altına alarak “Sen ne kadar iyisin.” sözleriyle iltifatlarda bulunur.” (Müslim, Münafıkûn, 66, 68; Hanbel, Müsned, III/332, 354, 384)

3 ) “Abdest için (görevli, insanlara abdest konusunda vesvese vermekle meşgul) bir şeytan vardır. Ona velehân denir. O halde siz (abdest alırken) suyun Vesvâs’ından (Şeytanından) sakının.” (Tirmizî, Tahâret, 43; İbn Mâce, Tahâret, 48; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 136)

4 ) “Ramazan girdiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır, şeytanlar ve cinlerin azgınları (merede-i şeyatin) zincire vurulur.” (Buhari, Savm, 5.)