16 dk.
16 Ağustos 2022
İncil ve Tevrat tahrif edilmiş midir?-gorsel
Youtube Banner

İncil ve Tevrat tahrif edilmiş midir?

Soru: Dinimize göre Tevrat ve İncil tahrif edilmiş midir? Kur’an’da bu kitaplarda sözcüklerin değil ama manaların değiştirildiğine dair ifadeler var. Kur’anda, Tevrat’tan bazı örnekler paylaşılmakla beraber Tevrat’a bir eleştiri de yapılmıyor. Bu konunun aslı nedir?

 

Cevap: Tahrif kelimesinin kökü حرف (H – R – F)’dir ve kök anlamı itibariyle bir şeyin ucu, sınırı, keskin kenarı, yönü, tarafı anlamlarına gelir. Yani bir şeyin sınırı, kıyısı veya kenarı, HRF kelimesiyle ifade edilir. 

 

“İnsanlardan bazıları Allah'a yalnız kıyısından-köşesinden kulluk eder. Şöyle ki: Kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O, dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu, apaçık ziyanın ta kendisidir.”1 ayetinde de عَلٰى حَرْفٍۚ ibaresi “kıyısından-köşesinden” olarak çevrilebilir. Yani Türkçedeki ‘"bir işin kıyısından-köşesinden tutmak" deyimindeki yüzeysellik, o işe özenmemek, üstün körü yapmış olmak gibi manalar Arapçadaki HRF kelimesinin anlamlarından birisidir.

 

Diğer taraftan inhiraf olarak kullandığımız ve sapma anlamına gelen kelime de aynı köktendir. Bu kelime de sağını solunu ufak tefek değiştirerek manayı ve konsepti bozmak gibi anlamlara gelmektedir. Kutsal metinlerdeki tahrif konusunda da metnin bir kelimesini veya bir kelimenin noktasını, çizgisini koymamak gibi ufak müdahalelerle anlamını değiştirme söz konusudur. Böylece hem anlam hem metin (lafız) değiştirilmekte veya çarpıtılmaktadır. 

 

Yine Türkçede daha çok bir hukuki terim olarak kullandığımız resmi belgelerde tahrifat ise belgedeki tarihlerde veya miktarlarda değiştirme yaparak belgenin aslını bozmak anlamındadır. Örneğin bir senette “10” rakamının yanına bir “0” (sıfır) daha eklendiğinde o rakam “100” olacaktır. Bu da bir tahriftir ve metinle oynamaktır. Bir öğrencinin karnesinde 1 olan bir notun kenarına 0 koyarak o notun "10" gibi gösterilmesi de bir tahriftir.

 

Geçmiş dönemlerdeki alimlerimiz Tevrat ve İncil’deki tahrifin niteliği konusunda farklı görüşlere sahiptir. Bu görüşler şu şekilde özetlenebilir;
 

-Tahrif, sadece metnin anlamı ve yorumu ile sınırlı kalmıştır. Metin veya lafız boyutunda bir tahrif olmamıştır.

-Tahrif, hem lafız hem de anlam boyutunda olmuştur. 

-Metinlerin sadece bir kısmı tahrif edilmiştir.

-Metinlerin tamamı veya çoğunluğu tahrif edilmiştir.
 

Bu görüşlerin analizine girişmeden önce Kur’an’da geçen, Yahudi ve Hıristiyanların kendi kutsal kitaplarını tahrif etmeleriyle ilgili ayetlere bakalım. Tahrif kelimesinin geçtiği 4 tane ayet vardır. Bu ayetlerin mealleri şöyledir; 

 

Şimdi (ey müminler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa ki, onlardan bir zümre, Allah'ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi.”2 

 

Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler (kaydırırlar), dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak (Peygambere karşı) ‘İşittik ve karşı geldik’, ‘dinle, dinlemez olası’, ‘râinâ’ derler. Eğer onlar ‘İşittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet’ deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat küfürleri (gerçeği kabul etmemeleri) sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Artık pek az inanırlar.”3 

 

Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştirirler (kitaplarını tahrif ederler). Kendilerine öğretilen ahkâmın (Tevrat'ın) önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç, onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.”4 

 

Ey Resûl! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla ‘inandık’ diyen kimselerden ve Yahudilerden küfür içinde koşuşanlar(ın hali) seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler ve sana gelmeyen (bazı) kimselere kulak verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler. ‘Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!’ derler. Allah bir kimseyi şaşkınlığa (fitneye) düşürmek isterse, sen Allah'a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve ahirette onlara mahsus büyük bir azap vardır.”5

 

Bunun yanında tebdîl kelimesinin tahrif kelimesi ile benzer bir anlama gelecek şekilde kullanıldığı da görülür:

 

“Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler (tebdil ettiler). Bunun üzerine biz, yapmakta oldukları kötülükler nedeniyle zalimlerin üzerine gökten acı bir azap indirdik.”6

 

“Fakat onlardan zalim olanlar, sözü, kendilerine söylenenden başkasıyla değiştirdiler (tebdil ettiler). Biz de zulmetmelerinden dolayı üzerlerine gökten bir azap indirdik.”7

 

Bu ayetlerde de Yahudilerin bağışlanmaları için kendilerine tavsiye edilen “Hıtta” (bizi bağışla) kelimesi yerine "Hınta" (buğday) kelimesini kasıtlı bir şekilde söyledikleri belirtilmektedir. Bu tahrif her ne kadar kutsal metinlerdeki bir kelimeyi tahrif etmek olmasa da sonuçta ilahi bir sözü değiştirmektir.

 

Ayrıca ehl-i kitap bazı ayetlerde "dillerini eğip bükmek" anlamına gelen “leyy” 8, ve “hakkı gizlemek” anlamına gelen "kitman"9 ile de itham edilmişler ve kınanmışlardır ki bazı alimlerce bu eylemler de kutsal metinlerdeki tahrifatın mahiyeti ile ilgili görülmüştür.

 

Evet, bu ayetlerde tahrifin varlığından bahsedilmektedir ancak bu tahrifin nasıl olduğuna dair kesin ve net bir bilgi verilmemektedir. Ayrıca ayetlerde “Bu tahrif sadece anlamın değiştirilmesiyle sınırlı kalmıştır.” denilmediği gibi “Bu tahrif hem anlam hem de lazıf boyutunda olmuştur.” da denilmemektedir. 

 

Diğer taraftan tahrifin kapsamı da, yani İncil ve Tevrat’ın ne kadarının tahrif edildiği de ifade edilmemiştir. O kitapların her ayeti baştan sona tahrif mi edilmiştir yoksa bu tahrif 10-20 ayetle mi sınırlı kalmıştır? Ya da sadece hüküm bildiren veya idarecileri ilgilendiren ayetler tahrif edilmiştir de dualarla, ahlak ve faziletle ilgili ayetler tahrif edilmemiş midir? Bunlar da net değildir. Kısacası, ortada bir tahrif vardır ama mahiyeti belli değildir veya belirtilmemiştir.

 

Diğer yandan soruda geçtiği şekliyle Kur’an’da Tevrat’ın eleştirilmesi abes bir şey olurdu. Allah-u Teala’nın Hz. Musa’ya (as) indirdiği kitabı eleştirmesi zaten beklenemez. Hatta Kur’an’da; 

 

İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem kılıyorlar da sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar inanmış kimseler değildir.”10

 

şeklinde ayetler gördüğünüz gibi; 

 

Tevrat'la yükümlü tutulup da (Kendilerine Tevrat yüklenip de) onunla amel etmeyenlerin (O yükü taşıyamayanların) durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.”11

 

şeklinde ayetler de görürsünüz.

 

Bazı siyer kitaplarında da Efendimiz (sav) döneminde Yahudilerin kendi iç meseleleriyle ilgili bazı konuları Allah Rasulü’ne (sav) taşıdıkları ve Efendimiz’in de onları Tevrat ile amel etmeye yani Tevrat’taki hükümleri uygulamaya yönlendirdiğine dair rivayetler vardır.

 

Demek ki Tevrat’ta o zamanki muhatapları açısından kale alınması gereken hükümler veya ayetler halen vardır. 

 

Diğer yandan bazı alimlerin savunduğu gibi Tevrat ve İncil’in metin veya lafız açısından hiç tahrif olmadığı, aynen korunduğu ancak anlam açısından tahrif edildikleri şeklinde bir görüş de vardır. Özellikle İmam Buhari, İbn Haldun, Fahreddin Razi gibi alimler bu görüştedir. Ancak elimizde tarihsel veya antropolojik veri olarak da, ayet ve hadis olarak da Tevrat ve İncil’in metin yönünden tahrif edilmediğine, sadece anlam yönünden tahrif edildiğine dair hiçbir rasyonel delil yoktur. 

 

Efendimiz (sav) dönemindeki Yahudileri Tevrat’taki hükümlere uymamakla itham eden ayetten; Tevrat’ın hükümlerinin tahrif edilmediği veya Tevrat’ın aynen muhafaza edildiği anlamı çıkmaz. Tevrat’ın o andaki ilgili kısmının kale alınması, tamamının kale alınmasını da gerektirmez. Hele ki “O halde Tevrat doğruymuş, üstelik tamamen doğruymuş, demek ki tahrif edilmemiş.” gibi yorumlarda bulunmak farklı ayetlerle bire bir ters düşmektir. Kur’an o dönemin Yahudilerine "Tevrat’a niye uymuyorsunuz?" demekle “Bari elinizde bulunan ve kutsal kitap nazarıyla baktığınız, hak olduğunu iddia ettiğiniz kitabın hükümlerine uyun.” demektedir. "Bari" anlamı bu ayetten rahatlıkça çıkarılabilir çünkü farklı ayetler de bunu destekler mahiyettedir. 

 

Metin veya lafız yönünden tahrif meselesine gelince:

 

Kur’an bize, Hz. İsa’ya indirilen bir İncil’den bahsetmektedir. Fakat bizim şu an elimizde bulunan İnciller, yani; Matta, Markos, Luka ve Yuhanna metinleri temelde İslami literatürdeki "hadis" metinleri gibidir. İçlerinde doğrudan Allah-u Teala’nın sözü manasındaki ayet gibi anlaşılabilecek cümleler de geçmektedir. Sonuçta bu İnciller kendi isimlerini taşıyan Havariler tarafından yazıldığı söylenen bir cins anı, biyografi, hadis kitaplarıdır ve anlatılanlar arasında ayet olarak geçen sözler de bulunmaktadır. Nasıl ki bir hadis metninde “Rasulullah (sav) ile şuraya gittik. Allah Rasulü bu olay karşısında şu ayeti okudu.” gibi ibareler görürsünüz ve "Şu ayeti okudu." denildikten sonra ayetin kendisi yazılır. İncil’de geçen anlatımlar da bir yönüyle bu şekildedir. 

 

Biz Müslümanlar olarak genellikle "İncil" denilince, bizzat Allah-u Teala tarafından Hz. İsa’ya (as) indirilen ayetleri ve metinleri anlıyoruz. Ancak bugün ortada böyle bütün halinde bir metin yoktur. Dolayısıyla Müslümanların anladığı İncil kavramıyla Hıristiyanların veya batılıların, müsteşriklerin veya batılı akademisyenlerin anladığı İncil kavramı birbirinden farklıdır. Onlar İncil’i havarilerin oturup yazdıklarını zaten bilirler veya söylerler. 

 

İncil yazarlarına ya da genel olarak Hıristiyanlara göre İncil kavramı, bizim anladığımız gibi ayetlerin toplu olarak bulunduğu bir kitabı değil, Mesih ve havarilerinin mesajını, müjdelerini ve onların sözlü tebliğlerini ifade etmektedir. Bu durum İncil metninin lafzından ziyade içindeki bazı sözlerin ve genel manasıyla da anlamının kutsal olduğunu hissettirse de, incilin "yazılı ve bütünlüklü bir kitap" anlamında kullanılmadığı görülmektedir. Ayrıca İncil kelimesi bir "kitap" anlamında ilk kez Justin tarafından kullanılmış ve bu kavram da "havarilerin hatıraları" olarak nitelendirilmiştir. Günümüzde ise İncil hem Hıristiyanlık mesajını hem de Mesih’in hayatını ve doktrinini ifade eden kitapları tanımlamada kullanılan bir kavram halini almıştır.

 

Hıristiyanlığın kendi tarihsel anlatımı içinde de Hz. İsa (as) İncil’i yazmamış veya yazdırmamıştır. Sözlü olarak tebliğ etmiş ve havarilerinden de bunu istemiştir. Böylece İncil, yazıya dökülmeden şifahi bir şekilde nakil ve tebliğ edilmiştir. Hz. İsa’nın semaya yükselmesinin ardından 10 gün sonra da (Pentikost gününden itibaren) havariler İncil’i tebliğ etmeye başlamışlardır. Zamanla Hz. İsa’yı görenlerin sayısı azalmış, Hıristiyanlık da geniş coğrafyalara yayılmaya başlamış, böylece İncil’in yazılı bir metin haline getirilmesi gerekmiştir. Hz. İsa’nın (as) semaya yükselişinden sonraki 40 yıllık süreç içerisinde şifahi rivayetler ve gelenekler oluşmuştur. Bunların bir kısmı bu 40 yıllık süreç içinde yazıya geçirilmiştir. Ancak yazıya geçirilme esnasında da İncil yazarları kendi İncillerini yazarlarken kendilerine ulaşan şifahi rivayetlerle yetinmemişler, kendi cemaatlerinin sorunlarını da göz önüne almışlar ve kendi bakış açılarını da kaleme almışlardır. Örneğin Matta, İncilini yazarken Suriye ve Antakya Hıristiyanlarına; Markos, Roma Hıristiyanlarına yönelik yazmıştır. Hatta sonradan yapılan araştırmalara göre bu incillerin, gerçekten havari olan Matta, Yuhanna gibi havarilere nispet edilmeleri de tartışmalıdır. Örneğin Matta İncilini havari Matta’nın Grekçe olarak yazdığı uzun yıllar boyunca kabul ediliyordu ancak Matta’nın yaptığı aslında Hz. İsa’nın sözlerini Aramice yazmış olmaktan ibarettir. Bu metin daha sonra Grekçeye çevrilmiş, yapılan ilavelerle de bugünkü Matta İncili halini almıştır.

 

Sonuçta bugün elimizde "İncil" olarak bulunan metinler biz Müslümanların inandığı şekliyle Allah-u Teala’dan Hz. İsa’ya (as) vahiy yoluyla indirilmiş ayetlerden oluşan bir kitap değildir. İncil, içlerinde “belki” bu ayetlerin de yer almış olabileceği, havarilerin ve onların talebelerinin yazdıkları söylenen ve Hz. İsa’nın hatıratı, sözleri ve havarilerin hatıralarından oluşan kitaplar bütünüdür. Bu ikinci kısım Hıristiyanlık tarihince de zaten sabittir ve kabul edilmektedir. 

 

Konuyu İncil’in yazılış tarihine boğmamak için bu kadarını yeterli görüyoruz. 

 

Tevrat’a gelince: Yahudi kaynaklarında da Hz. Musa’nın (as) yazdığı (o kaynaklara göre) söylenen Tevrat tahrif edilmiştir. Bu anlatılara göre Hz. Süleyman’ın oğlu Rehoboam ve tüm Yahuda halkı Tevrat’ı terk etmişler, Kral Ahaz döneminde Tevrat okumak yasaklanmış, tapınaktaki Tevrat mühürlenmiş, Tevrat’tan Tanrının isimleri çıkarılarak yerlerine putların isimleri konulmuştur. Kral Menasseh zamanında Hz. Musa’nın yazdığı söylenen ve tapınakta mühürlenerek muhafaza edilen asıl nüsha kaybolmuş, Kral Yoşiya zamanında yeniden bulunmuş, Nebukannezzar’ın Kudüs’ü işgali üzerine tapınaktaki mahzene saklanmıştır. Bugünkü Tevrat’ı yazan ise Yahudi alimi Ezra’dır. Ezra, Babil sürgününden sonra Tevrat’ı sözlü yorumlarla birlikte yeniden oluşturmuştur ve Talmud’a göre bu Tevrat’ta Ezra bazı değişiklikler de yapmıştır. Bu durum Talmud’un Sahnedrin bölümünde 21b ve 22a’da açıkça geçmektedir. Daha sonraki Yahudi din adamları Tevrat’ın yazımını ve çoğaltılmasını bazı kurallara bağlamışlardır. Bu kurallara Masorah denilir. Masorah uzmanlarının bilinen son temsilcisi de 10. Yüzyılda yaşayan Aaron ben Aşer isimli Yahudi din bilginidir. Günümüzdeki Tevrat’ın yazım şekli de Milattan Sonra 950’de kaleme alınmış şekildir ve ismi geçen bilginin yazımına dayanmaktadır. Yahudi tarihçi ve din bilgini İbn Meymun’un bu nüshaya olan saygınlığı da bu nüshanın tüm Yahudiler arasında kabul görmesine neden olmuştur.

 

Tevrat’ın metni bizzat Yahudiler arasında eleştiri konusu olmuştur. 9. Yüzyılda yaşamış Yahudi bilginlerden Hivi el Belhi, Tevrat’ı 200 kadar noktada eleştiren bir eser yazmış ve Rabbani Yahudilerce zındıklıkla (heretik olmak) suçlanmıştır. Buna rağmen bazı Rabbani Yahudiler de Tevrat’ın metnini eleştirmişler, Tevrat’ın yazımında kronolojik sıra, edebî hatalar ve bilgi yanlışlıkları olduğunu söylemişlerdir. Ayrıca Endülüs Yahudilerinden İbn Ezra yazdığı Tevrat tefsirinde Tevrat’taki tarihi ve edebî yanlışlıkları açıkça belirtmiştir. Ünlü filozof Spinoza da İbn Ezra’nın tefsirinden etkilenmiş, mevcut Tevrat’ın tümünün Hz. Musa tarafından yazılmış olmasının mümkün olmadığını söylemiş ve Tevrat metnini iç ve dış metin eleştirisine tabi tutmuştur. Sonuçta da Yahudi cemaatinden aforoz edilmiştir. Aydınlanma dönemi düşünürlerinden Mendelssohn, Geiger, sonraki dönemlerde Felsenthal, Hirsch gibi pek çok isim Tevrat metnini eleştirerek, tevratın hiçbir şekilde vahye dayanmadığı veya bir kısmının vahye dayanmadığı şeklinde tenkitlere tabi tutmuşlardır.

Buradan hareketle İncil ve Tevrat’ın tahrif edilmesi sadece Kur’an’ın ifadesi ya da Müslümanların düşüncesi değil, aynı zamanda Yahudi ve Hıristiyanların da bir kısmının kabul ettiği bir gerçektir.

 

Bugün de Batı’da akademik çevrelerde geniş kabul gören belge hipotezi veya belgesel hipotez olarak bilinen bir teori vardır. Tevrat’taki üslup farklılıkları, çelişkiler, anakronizm, parantezler, farklı tanrı isimleri ve Tanrının birbiriyle çelişen özellikleri gibi veriler çeşitli dilbilimsel analiz araçları ve antropolojik veriler ışığında değerlendirilmiştir. Sonuçta elde edilen verilerden hareketle Tevrat’ın dört farklı kaynak tarafından derlenip meydana getirildiği anlaşılmıştır. Dolayısıyla Tevrat’ın farklı zamanlarda dört yazar tarafından oluşturulmuş bir metin olduğuna dair analitik delil de vardır. Metinlerin birbirinden farklı olduğuna dair arkeolojik bulgular da vardır. 

 

Sonuçta hem Tevrat hem de İncil için "tahrif edilmedi" demenin imkanı yoktur. Bu tahrifin miktarı konusunda ise elimizde ölçek olacak asıl metin olmadığından bir şey söylemek en azından şimdilik çok mümkün değildir. 

 

Kur’an’ın metni için ise bugüne kadar tahrif edildiğini gösteren hiçbir bulguya rastlanılmamıştır. Gerek C14 metodu gerekse 600’lü yılların ilk yarısına tarihlendirilen arkeolojik bulgular olsun, Kur’an’ın şimdilik ilk asıl nüshası diyebileceğimiz metin de elimizdedir. Diğer nüshalar da bu ilk nüshadan çoğaltılmıştır denilebilir. Her ne kadar bazı arkeolojik bulgularda Kur’an ayetlerine ilaveler yapıldığı yönünde iddialar olsa da bu bir tahrif olarak nitelenemez. Tahrif için eksiltme ve anlamda bir çarpıtma gereklidir. İlaveler ise bir Kur’an nüshasını (örneğin birkaç ayetini) kendisi için yazan birisinin yine kendisi için yazdığı notlar olabilir. Bu da hem dini açıdan hem de antropolojik açıdan normaldir.

 

İslam’da genel olarak Ehl-i Kitabın veya Tevrat’la İncil’in bilgi kaynağı olarak kabul edilip edilmeyeceği konusu tartışmalıdır. Hz. Ebu Hureyre’nin (ra) rivayet ettiği bir hadiste Yahudilerin Tevrat’ı İbranice okuyup Arapça olarak Müslümanlara açıkladıkları bir ortamda Efendimiz (sav) “Siz Ehl-i Kitabı ne tasdik edin ne de yalanlayın. Şöyle deyin: ‘Biz, bize indirilene de size indirilene de iman ettik’”.12 

 

Hadisin sonunda Müslümanlardan söylemeleri istenen ibare zaten bir ayettir. Ayetin meali şu şekildedir: “Zulmedenleri hariç, Ehl-i kitab ile en güzel şeklin dışında bir tarzda mücadele etmeyin ve onlara şöyle deyin: “Biz, hem bize indirilen kitaba, hem size indirilen kitaba iman ettik. Bizim İlahımız da sizin İlahınız da bir ve aynı İlahtır ve Biz O'na gönülden teslim olduk.”13

 

Buradan hareketle Yahudiler ve Hıristiyanlar ellerindeki metni bir miktar tahrif etmiş olsalar da ellerindeki kitabın hakikati tamamen bozulmuş değildir ancak tamamen korunmuş da değildir. O yüzden o kitaplarda geçen hususlara "Tamamen yanlıştır." diyemeyeceğimiz gibi "Tamamen doğrudur." da diyemeyiz. Tevrat ve İncil’deki anlatılanlar Kur’an ve sahih hadislere aykırı değilse bunları kabul etmekte bir mahzur olmadığı kanaatindeyiz. Kur’an ve sahih hadislere aykırı ise o noktalar bizim için elbette kabul edilemez. Ancak Kur’an ve sahih hadislerde bir karşılıkları yoksa, İslam’ın temel düsturlarına da aykırı görünmüyorsa bu hususta yine hadiste belirtilen tavra uygun düşünmek ve hareket etmek en doğrusu olacaktır.
 


1 ) Hac, 11

2 ) Bakara, 75

3 ) Nisa, 46

4 ) Maide, 13

5 ) Maide, 41

6 ) Bakara, 59

7 ) A’raf, 162

8 ) Âl-i İmran 78, Nisa 46

9 ) Bakara, 174

10 ) Maide, 43

11 ) Cum’a, 5

12 ) Buhari, İ’tisam, 25

13 ) Ankebut, 46