9 dk.
07 Aralık 2023
İslam Tarihinin Tartışılan Figürü: Hz. Muaviye | 1. Kısım-gorsel
Youtube Banner

İslam Tarihinin Tartışılan Figürü: Hz. Muaviye | 1. Kısım

Soru: 

 

a) Hasan Basri’nin (ra) Muaviye'yi (ra); çeşitli nedenlerle ağır bir şekilde eleştirdiğini okudum.

 

b) Yine Muaviye’nin hutbelerde Hz. Ali’ye hakaret ettirdiği söyleniyor. Bunlar doğru mudur? Doğru ise bir sahabi olan Hz. Muaviye böyle bir şeyi nasıl yapar?


 

Cevap: Evet, Hasan Basri (ra) hazretleri, Hz. Muaviye’yi “Bu yanlışlardan bir tanesinin bile insanın mahvolmasına yeteceğini” söyleyerek şu dört noktada eleştirmiştir:1

 

  • Hilafeti zor kullanarak ele geçirmesi,
  • Layık olmadığı halde Yezid’i halef tayin etmesi,
  • Hadis-i şerifin açık hükmüne rağmen Ziyad bin Ebih’i kendi nesebine dahil etmesi,
  • Hucr bin Adî’yi haksız yere öldürtmesi…

 

Öncelikle “sahabe” kavramının zihinlerimizde doğru yer edinmesi önemlidir. Bizler Efendimiz’i (sas) Müslüman olarak gören her insana bir literatür alışkanlığı olarak sahabi diyoruz. Sahabi kelimesi sohbet kökünden türemiştir ve sohbet kelimesi de birisiyle beraber bulunmak, onunla arkadaş ve dost olmak demektir. Buna göre sahabi, Efendimiz’in (sas) sohbetine katılan, Onunla dost ve arkadaş olan insan demektir. Sahabe ve ashap kelimeleri de sahabi kelimesinin çoğuludur.

 

Kelimenin terim anlamı ise tartışmalıdır. Pek çok İslam alimi farklı tanımlar yapmış, kimlerin sahabi sayılıp sayılamayacağı hakkında çeşitli görüşler öne sürmüşlerdir. Buna göre; kimi alimlerimiz Efendimiz (sas) ile arkadaşlık yapmanın yanında Onunla bir veya iki savaşa katılan kimsenin sahabi sayılacağını söylemişlerdir. Bazıları da sahabi sayılmak için Efendimiz’den en az bir veya iki hadis rivayet edilmesini şart koşmuşlardır. Kimileri Efendimiz’i görme zamanının akıl baliğ olduktan sonra olması gerektiğini söylemiş, kimileri de “görme” meselesini Abdullah bin Ümmü Mektum (ra) gibi âmâ sahabileri kapsam dışı bırakacağı için “görüşme” olarak ele almışlardır. Bazı fıkıh usulü alimleri de sahabi olarak anılabilmek için Efendimiz’le (sas) en az altı ay beraber bulunmak, ilim öğrenmek amacıyla Efendimiz’in yanına çokça gidip gelmek, hadis rivayet etmiş olmak gibi şartlar öne sürmüşlerdir. Kimileri de çerçeveyi çok geniş tutmuş, Efendimiz’i (sas) nübüvvetinden önce gören Zeyd bin Amr, Varaka bin Nevfel gibi Hanif veya muvahhit zatları da sahabi saymışlardır. Daha sonra İbn Hacer’in “Efendimiz’e (sas) mümin olarak erişen ve Müslüman olarak ölen herkes!” şeklindeki tanımı alimlerimizin çoğunluğu tarafından kabul edilen sahabi tanımı olmuştur.

 

Bu tanım teknik olarak kabul edilebilir bir tanımdır. Dolayısıyla Efendimiz’i (sas) mümin olarak görüp az da olsa Onunla sohbet etme şerefine nail olan, Onu duyup dinleyen ve hayatını o iman üzere tamamlayan her insan sahabidir.

 

Ancak bu durum sahabe efendilerimizin hepsinin aynı derecede olduğunu göstermez. Sahabenin her birisinin sahabi olmayan insanlara fazilet açısından bir üstünlüğü olduğu kabul edilir. Bununla birlikte sahabe efendilerimiz kendi içlerinde de tabakalara ayrılmışlardır. Bu tabakalara ayırmada ise kriter İslam’a giriş önceliği olmuştur. Örneğin Hâkim en-Nîsâbûri sahabeyi 12 tabakaya ayırır. Bunlar;

 

  • Mekke’de tebliğin başladığı ilk dönemde Müslüman olanlar,
  • Darunnedve’de Efendimiz’in sohbetinde bulunanlar,
  • Habeşistan muhacirleri,
  • Birinci Akabe Biatına katılanlar,
  • İkinci Akabe Biatına katılanlar,
  • Mekke’den Medine’ye hicret edenler,
  • Bedir gazvesine iştirak edenler,
  • Bedir savaşı ile Hudeybiye antlaşması arasında Müslüman olanlar,
  • Hudeybiye’de Rıdvan Biatı’na katılanlar,
  • Hudeybiye süreci ile Mekke’nin fethi arasında hicret edenler,
  • Mekke’nin fethi esnasında Müslüman olanlar,
  • Mekke’nin fethi ile Veda Haccı sırasında Efendimiz’i (sas) gören çocuklardır.

 

Buna göre Hz. Muaviye 11. tabakada yer almaktadır. Çünkü Hz. Muaviye, Mekke’nin fethi gününde babası Ebu Süfyan ile birlikte Müslüman olmuştur. Her ne kadar bazı rivayetlerde Hudeybiye antlaşması sürecinde Müslüman olduğu belirtilse de genel kabul Muaviye’nin Mekke fethinde Müslüman olduğu şeklindedir.

 

Sonuçta Hz. Muaviye ashaptandır. Ancak “Mutlak zikir kemaline masruftur.” şeklinde bir kaide vardır. Yani bir kavram spesifik olarak bir şeyi veya bir kimseyi işaret etmiyorsa, genel bir durumu, kişileri vb. ifade ediyorsa bu durumda o kavramla ilgili en iyi örnek/örnekler akla gelir. Örneğin “kitap” denilince akla Kur’an'ın, insan-ı kâmil deyince Efendimiz'in (sas) gelmesi gibi… Bu çerçevede “sahabe” deyince de Hz. Muaviye akla ilk gelen isimlerden değildir. 

 

Diğer yandan Efendimiz’in (sas) bu kelimeyi kullanma tarzı da bize farklı kapılar açacaktır.

 

Örneğin: Halid bin Velid (ra) bir sebepten istemeyerek de olsa Hz. Ammar bin Yasir’i (ra) gücendirince Efendimiz (sas) Hz. Halid’i yaptığına pişman edecek derecede azarlamıştır.2 Yine Hz. Halid ile Abdurrahman bin Avf (ra) arasındaki bir tartışma Efendimiz’e (sas) intikal etmiş, Efendimiz de “Ashabımdan kimseye sebbetmeyin (kötü söz söylemeyin.) Şüphesiz sizden birisi Uhud kadar altın infak etse dahi onlardan birisinin bir müddüne de onun yarısı kadarına da erişemez.”3 buyurur.

 

Yine Hz. Ebu Bekir (ra) ile Hz. Ömer (ra) arasında yaşanan bir tartışmada da Efendimiz (sas) Hz. Ömer’i “Ashabımı bana bırakmalı değil miydiniz? Hepiniz beni inkâr ettiği zaman o beni tasdik etti.” şeklinde uyarmıştı.4

 

Demek ki Efendimiz (sas) için de bizim “sahabe” dediğimiz o kutlu insanların hepsi fazilet açısından aynı seviyede değildir. 

 

Bu manada Hz. Muaviye veya Amr bin As gibi sahabiler Hâkim’in derecelendirmesini esas alırsak ilk derecelerde değillerdir. Ancak onlar da Efendimiz’i (sas) mümin olarak görmüşler, Onun arkasında namaz kılmışlar, Onun söylediklerini tasdik etmişler, Onun sohbetine katılmışlardır. Bunlar da az mazhariyetler değildir. Üstelik bizim gibi sıradan insanlara göre hiç basit meseleler değildir.

 

Hasan-ı Basri (ra) hazretleri de bir sahabi olmasa da sıradan bir insan değildir. Sahabe ikliminde büyümüş, o atmosferi duyarak yetişmiş bir insandır ve tabiinin en büyüklerindendir. Ayrıca Hz. Muaviye’nin çağdaşıdır. Bu yönüyle Muaviye’nin bazı hatalarını görmesi, bazı meselelerde onu eleştirmesi son derece doğaldır, normaldir.

 

Ancak unutulmamalıdır ki Hasan-ı Basri’nin Muaviye’yi eleştirdiği noktalarda Muaviye’nin de kendine göre açıklamaları olmuş olabilir. Bu da meselelere en azından tek taraflı bakmış olmamak adına bizim gibi o konulara yüzlerce yıl sonra bakan insanlar için önemli bir kriter olsa gerektir.

 

Bu bağlamda Hasan Basri’nin (ra) Muaviye’ye eleştirilerini teker teker inceleyecek olursak meselenin Hz. Muaviye açısından nasıl olduğunu şu şekilde ele alabiliriz:

 

Hilafeti Zor Kullanarak Ele Geçirmesi:

 

Hilafetin zor kullanılarak ele geçirilmesi konusunda Hz. Muaviye’nin eleştirilmesi doğru olabilir. Tahkim hadisesinde yaşananlar, Hz. Ali’nin (ra) Haricilerle uğraşırken Muaviye’nin bu durumdan faydalanması ve Mısır’ı ele geçirmesi, sonra Basra, Medine ve Yemen hamleleri kendi istediği gibi olmuş, nihayet Hz. Ali’nin (ra) hariciler tarafından şehit edilmesiyle oluşan iktidar boşluğunu da kendisi doldurmuştur. Hz. Ali’den sonra kendisine “müminlerin emiri” sıfatıyla biat almış, Hz. Hasan’a (ra) biat edenler olmuşsa da Muaviye bu meseleyi Hz. Hasan ile anlaşarak halletmiştir. Hz. Hasan’ın kendine biat edenlere bile tam güvenememesi esasında siyasi iktidara reel olarak Muaviye’nin daha yakın olduğunu gösteriyordu denilebilir. Burada dikkat edilmesi gereken iktidarın Muaviye’nin “hakkı” olduğu değil, reel politik açısından Muaviye’nin o boşluğu bir “melik” olarak daha iyi doldurabileceği gerçeğidir. Bu da Muaviye’nin haklılığını değil Müslümanların Hz. Hasan (ra) gibi bir halifeye layık olmadıklarını gösterir. Zaten sonunda Muaviye de Kûfe mescidinde aldığı umumi biat ile Müslümanların formel anlamda “halifesi” olarak kabul edilmiş oldu. 

 

Ancak Muaviye’ye tam manasıyla “Müslümanların halifesi” veya “Müminlerin emiri” denilmesi de doğru değildir. Çünkü örneğin Sad bin Ebu Vakkas (ra) Hakem veya Tahkim olayından sonra Muaviye’nin halifeliğine razı olmadığı için ona hiçbir zaman “Emirü’l Müminin” olarak selam vermemiş, o şekilde hitap etmemiştir. Ancak “Melik” (Kral) sıfatını kullanarak selam vermiş ve öyle hitap etmiştir. Muaviye, Sad’ın bu tavrına bozulmuş ve ona “Bana Emirül Müminin şeklinde hitap edebilirsin. Bulunduğum göreve bu şekilde gelmek istemezdim.” demek durumunda kalmıştır.5 Zaten Muaviye’nin iktidarı ele geçirmesinden sonra da onun politikalarında yer almamak için Medine dışında bir ev yaptırıp oraya yerleşmiş ve ömrünün sonuna kadar orada yaşamıştır.6

 

Ebu Said el-Hudri (ra) de Muaviye’nin yanına girince “Allah’ın selamı üzerine olsun ey melik!” şeklinde selam vermiş, Muaviye buna kızarak Müminlerin Emiri demediği için Ebu Said’e kızmış, Ebu Said el-Hudri de “Seni biz emir yapsaydık haklıydın. Ancak sen onu zorla aldın.” cevabını vermiştir.7

 

Sahabenin alimlerinden kabul edilen Misver bin Mahreme (ra) de Muaviye’yi “Melik” sıfatıyla selamlayınca Muaviye kendisine bu şekilde hitap edilmesinden hoşlanmadığını söyleyerek kendisinin hataları olduğunu ve bu hatalar nedeniyle Allah’ın affını istediğini söylemiştir.8

 

Dolayısıyla sahabe içinde Muaviye’nin iktidara gelme tarzını meşru bulmayanlar vardır. Hatta Muaviye’nin de bu konuda bir özeleştiri yaptığı görülmektedir. Bu tarzın kendinden önceki halifelerle aynı şekilde olmadığı zaten açıktır. O hâlde Muaviye’nin yaptığını Hz. Ebu Bekir (ra), Hz. Ömer (ra), Hz. Osman (ra) ve Hz. Ali (ra) ile kıyaslamak ideal açıdan doğru olsa da reel politik açısından doğru bir sonuç vermeyebilir. Tabii burada tekrar etmemiz gerekir ki; bunları söylemekle Muaviye’nin haklı veya iktidarın onun hakkı olduğunu kastetmiyoruz. Sadece meselenin farklı yönlerini de beyin fırtınasına dahil etmeye çalışıyoruz.

 


 

1 ) İbn Esîr, el-Bidaye ve’n-Nihaye, c. 3, s. 487

2 ) Müsned, IV/89-90

3 ) Müslim, Fedailü's-Sahabe, 222

4 ) Buhari, Tefsir, 7

5 ) Belâzürî, Ensâb, Cilt: 5, s. 24; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, Cilt: 3, s. 9.

6 ) Ya‘kûbî, Cilt: 2, s. 124.

7 ) Belâzürî, Ensâb, Cilt: 5, s. 47; Vecdi Akyüz, Hilafetin Saltanata Dönüşmesi, s. 92.