İtikafın Manası ve Hakikati | İtikaf | 2. Kısım
İslami İlimler Literatüründe İtikaf
İtikafla ilgili dini kitaplarda yazılanlara bakılacak olursa itikafın şartları, mekruhları, vacipleri, itikafı bozan hususlar veya itikafın adapları gibi pek çok farklı madde görmek mümkündür. Ayrıca mezhepler arası ihtilafların en fazla olduğu konulardan biri de itikaftır.
Fıkıh kitaplarında; itikafın zamanı ve süresi, itikaf yapılan yer, vacip, sünnet veya müstehap olan itikafların hangileri olduğu, itikafta oruçlu olmanın gerekip gerekmediği, itikafa giren kişi için caiz olan ve olmayan hususlar, itikafın mekruhları, itikafı bozan hususlar, itikafın bozulması durumunda ne yapılacağı gibi konuların neredeyse tamamında görüş ayrılığı vardır denilebilir.
Alışveriş gibi bazı teknik ve dünyevi yönleri fazla olan, kültürden de çokça etkilenen konularda fıkıhçılar arasında görüş ayrılıklarının olması normal karşılanabilir. Ancak ibadete ait bir konuda bu kadar çok ihtilaf olması normal değildir.
Meselenin özünü ve özetini ise makul ve mantıklı bir zeminde ve şu şekilde sunabiliriz:
İtikafın Anlamı
İtikaf, Allah Teala’ya ibadet için tahsis edilmiş bir mekânda, günlük hayattan ve günlük hayatın alışkanlıklarından koparak, tabiri caizse bir cins sefere çıkarak, itikaf yapılan mekândan zorunlu ihtiyaçlar ve önemli durumlar dışında ayrılmayarak, zihnini, gönlünü, kalbini, kulağını, dilini, azalarını ve her şeyini Allah Teala’ya teveccüh ettirip sadece O’na konsantre olmuş bir şekilde ibadet etmeye çalışmak; Kur’an, namaz, zikir, istiğfar gibi salih amellerle meşgul olmaktır.
İtikafın amacı Cenab-ı Hakk’ın murakabesinde bulunmak, her zaman ve her yerde Rabbinin gözetimi altında bulunduğu şuur ve idrakiyle kalbi temizlemek, Allah Teala’ya yönelmek, boş vakitleri ibadete ayırmak, ibadet için kendini dış dünyadan soyutlamak, kendini dış dünyadan belirli bir süre için hem zihnen hem fiziksel olarak ayırarak kendini Rabbine teslim etmek ve bütün işlerini Allah Teala’nın iradesine bırakmak, O’nun keremine dayanmak, kapısı önünde durmak, böylece Allah Teala’nın rahmetine yaklaşmaya çalışmaktır. Nihayetinde ise Allah Teala’nın kalesine, himayesine girmektir. Yine itikaf, Allah Teala’nın razı olduğu en şerefli amellerden birisidir ve bu konuda ihlasa dikkat edilmelidir.
İtikaf Yapılacak Yer
Hz. Peygamber'in (sas) itikafa girmek için mescidin içinde, dolayısıyla kendi hücre-i saadetlerinin de yakınında yahut bitişiğinde bir çadır kurdurduğunu biliyoruz. Hatta Ebu Said’in (ra) bir rivayetinde itikaflarında kullandığı çadırlardan birinin keçeden yapılmış bir Türk çadırı olduğu ve kapı yerinde bir hasır bulunduğunu da biliyoruz.1
Efendimiz’in çadır içinde gerçekleştirdiği bu itikaf zamanlarından birinde hanımlarından Hz. Zeynep ve Hz. Hafsa (r.anhüma) validelerimiz de Hz. Aişe’den (rh.a) izin alarak kendileri için çadır kurarlar. Efendimiz (sas) çadırları görünce bu durumu onaylamaz.2 Alimlerimiz buradan hareketle kadınların camide itikaf yapmalarının mutlak yasaklanmadığını da gözeterek kıyas yapmışlardır. Kimilerine göre kadınlar mescitte itikafa girebilirler ama kendilerini bir örtüyle gizlemeleri gerekir. Hanefiler de kadınların evlerindeki mescitte yani evlerinde namaz için ayırdıkları yerde itikafa girmelerinin caiz olduğunu söylemişlerdir. Kimileri de kadınların mescitte kocalarıyla birlikte itikaf yapmaları gerektiğini söylemişlerdir. Bu konuda mümkün olan tüm alternatifler dillendirilmiş gibidir. Bunun sebebi de ayet ve hadislerde konuyla ilgili net bir hüküm veya açıklama bulunmamasıdır. Bu nedenle herkes kendi zaviyesinden bir şeyler söylemiştir.
Bu noktada itikafın şartları, mekruhları, itikafı bozan şeyler gibi konularda fıkıh kitaplarımızda yer alan hususların o kadar da kesin olmadığını söylememiz gerekir. Çünkü bunların hiçbiri kesin delile dayanmamaktadır. Bu nedenle itikafa girmek isteyenler bu konuda sınırları zorlamadıkça makul ve belli bir noktaya kadar esnek davranabilirler.
Meselenin bir de başka bir yönü vardır:
Bizler ibadetleri bazılarımız itibariyle yüce bazılarımız itibariyle düşük motivasyonlarla yerine getirebiliyoruz. Kimimiz ibadetlerini devamsızlıktan sınıfta kalmak üzere olan bir öğrencinin okula zorla devam etmesi ve dersleri dinlemeden ancak derslere mecburiyetten katılmasına benzer bir korkuyla ve zorunlulukla yerine getirebiliyoruz. Ayrıca namazları “Kıl beşi kurtar başı.” anlayışıyla yahut “tik atma” motivasyonuyla kılabiliyoruz. Veya bazılarımız itibariyle ibadetlere sağlığa veya gündelik hayata faydaları, oruç tutmanın sindirim sistemine, namaz kılmanın iskelet sistemine yararları için bağlanabiliyoruz. Bazılarımız için de namazın anlamı zamanı disipline etme, secde etmenin kibri kırma gibi nedenleri olarak öne çıkabiliyor. Kimimiz de kul olduğunu hatırlama, sırf Allah Teala’nın emri olması, riya, haset, kibir, kınama, şikâyet etme gibi diğer kötülükleri de bıraktırma potansiyelleri gibi nedenlerle ibadetlere devam edebiliyoruz.
Dikkat edilirse bu motivasyonların hepsinin temelinde “kendimiz için” anlayışı vardır. Bütün ibadetler bizim içindir. İbadetlerin bize bir faydası vardır. Bazen kalbimize bazen midemize bazen dizlerimize bazen manevi dünyamıza bazen psikolojimize faydaları vardır.
Diğer yandan bu motivasyonlardan herhangi biriyle yapılan ibadetlerde diğer motivasyonlar insana uzak kalır. Sırf alışkanlık olduğu için ve namaz kılmadığı yahut oruç tutmadığı zaman rahatsız olacağı için o rahatsızlık hissini giderme adına namaz kılıp oruç tutanlar vardır. “Yapalım da aradan çıksın, bir daha uğraşmayalım.” motivasyonuyla da namaz kılıp oruç tutanlar vardır. “İlla ki bir faydası vardır.” düşüncesiyle ibadet edenler vardır.
Bunları kınamak için anlatıyor değiliz. Sadece bir realiteyi göstermeye çalışıyoruz. Elbette içimizde Kabe’nin bir resmine, mushafın sadece bir sayfasına bakarak kendinden geçen, Mescid-i Nebevi’ye aşık olan, “Allah” deyince burnunun direği sızlayan insanlar da vardır. Bu ayrı bir konudur.
Fakat “ibadet” kavramıyla ilgili, ibadetlerin niçin yapıldığı, hikmetinin ne olduğu, ne anlam ifade ettiği, bu çağda neden ibadet ettiğimiz gibi sorular çerçevesinde şöyle bir handikapımız mevcuttur: Bizler sanki ibadet ederken Allah Teala’ya bir fayda ulaştırmaya çalışıyor gibi yahut O’na O’nun olmayan bir şeyi hediye ediyormuşuz gibi davranabiliyoruz. Yahut O’nunla sevdiğimiz bir çocukla ilgilenir gibi ilgileniyor, O’nun isteklerini yerine getiriyor gibi bir hâl içinde de olabiliyoruz. Bunlar zahiren meşru haller gibi görünse de bir yönüyle yanlış bir yönüyle de eksik sayılmalıdırlar.
İtikafın Hakikati
İşte itikaf, bu manalar içinde bakılınca tam olarak budur. Allah Teala’ya hasredilen, sadece O’na özgü kılınan, bu hasretme manası içinde de az önce tarif etmeye çalıştığımız bir bakış açısını yakalamak ve sabitlemeye çalışmaktır. Yani “benim için, kendim için” değil, “Bu Ramazan’da hem biraz diyet yapmış olurum.” diye de değil, “Böyle namaz kılarsam günlük hayatımı disipline etmiş olurum hem de şuurum artar.” niyetiyle de değil… O meşru hikmetleri dahi zihnin gerisine atarak sadece ve sadece Allah için, sadece O’nu görerek, sadece O’nu duyarak ve hissederek, sadece O’nunla konuşarak, O’na söyleyerek, O’nu dinleyerek, O’na bakarak, O’nu bilerek zaman geçirmenin adıdır itikaf…
Bu noktada itikafın faydalarından bahsetmenin anlamı yoktur. İtikaf her şeyden önce ve esas olarak bir kulluktur, kulluğun bir türüdür, kullukta derinleşme ve kul olduğunu gerçekten hissedebilmektir. O Efendidir biz kul… O sahiptir biz yine kul… O Rab ve biz kul… Kulluğun farklı manalarıyla O’nu yaşamaya çalışmak da itikaftır.
1 ) Sahih-i Buhari ve Tercümesi, Mehmet Sofuoğlu, c. 4, s. 1870
2 ) Buhari, İtikaf, 8