


Kadının Dini Eksik midir? | Kadının Aklı-Dini Eksiktir Hadisi 4. Bölüm
Cehennemdeki Kadın-Erkek Oranı
“Cehennemin çoğu kadınlarla doludur.”(1) meâlindeki rivayeti sanki “nihai ve evrensel bir yüzde tablosu” bildiriyormuş gibi okumak isabetli değildir. Varsayalım ki “Cehennemliklerin yüzde altmışı kadın, yüzde kırkı erkektir.” denilsin; bu ilk bakışta kadınlara yönelik bir ayrımcılık gibi görünebilir. Ne var ki herhangi bir sınavda erkeklerin %50’si, kadınların %40’ı başarı gösterebilir ve bu başlı başına anlaşılmaz değildir. Fakat erkeklerde başarı oranı %70 iken kadınlarda %20 ise; yahut beyazlar–siyahlar, yerliler–yabancılar gibi karşıt gruplar arasında benzer geniş uçurumlar varsa o zaman ölçümü etkileyen kültürel yahut başka belirleyicilerin olduğu söylenebilir.
Kur’ân ve hadislerin genelinde kadın ile erkek arasında imtihanın mahiyetini farklılaştıran bir bilgi yoktur. Öyleyse sırf kadın yahut erkek olmak cehennem ehlindeki oranı belirleyen bağımsız bir sebep değildir.
Bazı soru ve imtihanlar belirli gruplar için yapısal olarak daha zordur. İlâhî adaletin kuşatıcılığı gereği değerlendirme zorluğun derecesine göredir. Diyelim ki bir kişi bir imtihana karşı güç ve imkânları nispetinde “100 üzerinden 50” düzeyinde bir sınav verdi; bu, aynı imtihanda daha avantajlı birinin “100 üzerinden 80”lik sınavıyla aynı kefeye konulmaz. Bir imtihan için avantajlı şartlara sahip olan bir kimse başka bir imtihan için dezavantajlı şartlara da sahip olabilir.
Esas olan şudur: Kimse kendisine verilmiş imkân ve yükün ötesinde sorumlu tutulmaz. Bu yüzden dünyada bazı alanlarda kadınlar veya erkekler görece başarısız, imtihanı zor görünse bile ahirette hesap bireyselleştirilmiş ölçülerle görülür. Netice “ham ortalamalara” göre değil kişiye tanınmış imkan ve maruz kaldığı külfetlere göre tayin edilir.
Kısacası, adalet “tek tip bir sınır” üzerinden değil sübjektif mükellefiyet (kişiye özgü yükümlülükler) üzerinden işler. Her insanın eşiği, imkânı ve mesuliyeti farklıdır. Değerlendirme de farkların adil biçimde göz önünde bulundurulmasıyla yapılır. Unutulmamalıdır ki Yüce Allah Adil-i Mutlaktır.
Meselenin Gramatik Boyutu
Hadiste geçen “ekserâ ehlin-nâr” ibaresi çoğu zaman “cehennem ehlinin çoğunluğu” diye tercüme edilir. Bu, bağlam içinde mümkün bir yorumdur. Bununla birlikte Arapçada; İngilizcede olduğu gibi bir sıfatın en üst derecesini belirten bir çekim yoktur. Aynı kelime hem “en büyük” hem “daha büyük” anlamına gelebilmektedir. Dolayısıyla hadiste geçen ibarenin “Cehennem ehlinin çoğunluğu” yerine “Cehennem ehli içinde çokça” anlamına gelme ihtimali de vardır. (2)
Biraz daha detay verelim. Arapçada “tafdîl” kalıbı bağlama göre “daha …”, “en …” yahut sadece nitelik bildiren bir “…” şeklinde okunabilir. Meselâ “ahyâr” kimi yerde “en hayırlı”, kimi yerde “falan kimseden daha hayırlı”, kimi yerde de yalnızca “hayırlı” anlamındadır. Bu çerçevede “eksera ehli’n-nâr” ibaresi de “Cehennemde kadınları çokça gördüm.” diye çevrilebilir, bazıları ise “Kadınların erkeklerden sayıca daha fazla olduğunu gördüm.” yorumunu tercih etmişlerdir. Şayet hadis açık ve kesin bir dille “Cehennemde kadınlar erkeklerden sayıca fazladır.” deseydi bunu o şekilde anlardık fakat lafız bu netlikte değildir. Sözün söylendiği bağlamsa kadınları sadaka ve istiğfara yönlendirmektir.
Benzer bir dil hassasiyetiyle “Kadınların aklı/dini eksiktir.”(3) şeklinde meşhur olmuş hadisi de ele alalım. Hadisin metni detaylı incelenirse “Kadınların aklı yarımdır.” veya “Kadınlar yarım akıllıdır.” denilmiyor. “Aklı ve dini yarım olanlar arasında erkekleri baştan çıkarmada, yanlışa sürüklemede kadınlar kadar etkilisini görmedim.” deniliyor. Burada deyimsel bir anlatım söz konusudur.
Deyimsel anlatımın hakikati nasıl işaret ettiğini iki örnekle somutlaştıralım: Latincede “In vino veritas” (şarapta hakikat vardır)(4) sözü aslında “alkol, kişinin oto-kontrolünü gevşetir; gizlediğini açığa vurmasını kolaylaştırır” demek ister. Yoksa hakikat bizzat şarapta bulunduğu için bu söz söylenmez, nitekim mahkemede sarhoş birinin beyanı güvenilir kabul edilmez. Keza “çocuktan al haberi” sözü, gündelik dilde bir gözlem ifadesidir ama hukuken çocuk tanıklığı özel usullere tabidir, çoğu durumda çocukların ifadeleri uzman eşliğinde değerlendirilir. Her iki deyim de lafzî anlamıyla değil, vurgulamak istediği eğilim üzerinden anlaşılır.
Hadisi zahiriyle anlamamız icap etseydi, kadınların akıllarının “yarım” olduğu iddiası dinin başka alanlarına da kaçınılmaz biçimde yansırdı. Meselâ ilim öğrenmenin kadın–erkek her Müslümana farz olduğu değil, kadınların ilim tahsil etmemesi gerektiği söylenirdi. Kur’ân’da “Belkıs” (Sebe melikesi)(5) örneği yanlış hüküm veren bir kadın kıssası olarak anlatılırdı. Keza kaynaklarda çarşı–pazarda kamusal sorumluluklar üstlenen hanım sahabilerden söz edilir: Semrâ bint Nüheyk (r.anha)(6) ve Şifâ bint Abdillâh (r.anha)(7) gibi isimlerin, Efendimiz (sas) ve Hz. Ömer (ra) dönemlerinde piyasayı denetlemekle görevlendirildiğini biliyoruz. Bu örnekler, ilgili ibarenin mutlak bir ontolojik yargı değil, belirli bir bağlamda “bir yönüyle” uyarı mahiyetinde kullanıldığını gösterir.
Şahitlik meselesi de böyledir. Ticari ihtilaflarda iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliği yerine geçtiği hüküm, dönemin sosyo-ekonomik şartları ve konuya mahsus uzmanlık gerekleri dikkate alınarak vazedilmiştir. (8) Bununla birlikte klasik fıkıhta, tek bir kadının şahitliğinin makbul görüldüğü alanlar da vardır. Dahası beşerî ilişkilerde bir hanımın sözü, aile içi tesir bakımından yüz erkeğin sözünden daha etkili olabilmektedir. Beşeri münasebetler açısından kadının sözünün erkeğin sözünden çok daha fazla tesirli olduğu pek çok nokta vardır.
Kadının dininin yarım olması meselesine gelince… Bu ibareden de matematiksel olarak %50 eksiklik anlaşılamaz, zatem hesap da tutmamaktadır. Zira regl süresi 15 gün değildir. Ayrıca o sürede namaz kılınmasa bile zikir çekilebilir, dua edilebilir, sadaka verilebilir, tesettür ibadeti devam eder vs… Ayrıca Allah Teala’nın yaratıp hüküm verdiği bir konuda kişiye hesap sorulamaz, kişi suçlanamaz. Örneğin ayakları veya elleri tutmayan bir erkeğe “Niye cihada katılmıyorsun?” denilemez. Asgari ücretle geçinmeye çalışan birisi zekât vermemekle suçlanamaz. Çünkü bu şartlar onların kendi tercihleri değildir. Kadınların da regl olmaları ve o sürede namaz kılmamaları kendi tercihleri değildir. Bu yüzden kadınlar “Siz regl iken namaz kılmıyorsunuz, oruç tutmuyorsunuz, o hâlde yarım Müslümansınız.” şeklinde suçlanamaz. Hele böyle mantıksız bir suçlamayı Efendimiz (sas) hiç yapmış olamaz.
Toparlarsak: Söz konusu hadisler Arapça’nın ifade imkânları ve hitabın bağlamı içinde okunmalıdır. Bunlar mutlak ve ezelî bir değersizleştirme değil; muhatabın durumu, şartların ağırlığı ve dönemin sosyolojisi göz önünde bulundurularak yapılan uyarılardır.
Kadının “Hayır” Deme Hakkı: Etik ile Hukukun Sınırları
Bazı klasik fıkıh kitaplarında, kadının kocasının daveti karşısında “Hayır” deme hakkının bulunmadığı ifade edilir. Buradan hareketle erkeğin bu ihtiyacını gerekirse zorla karşılayabileceğini, kadının da kocasından davacı olamayacağını söyleyenler olmuştur. Fakat burada göz ardı edilen çok önemli bir ayrım vardır: Efendimiz (sas) erkeklere dönüp “Kadınlarınız size hayır diyemez, derlerse hakkınızı zorla alın.” dememiştir. Aksine kadınlara hitaben “Hayır demeyin.” buyurmuştur. Bu da sözün bağlamının ahlakî tavsiye olduğunu, buradan doğrudan bir hukukî yaptırım çıkarılamayacağını gösterir.
Bir kadın gelip size bu konuda danışsa, “Hoşlanmasan bile sessiz kal ya da hoşnutluk göstermeye çalış, aksi hâlde aile huzuru zedelenir.” diyebilirsiniz. Ama bir erkek eşini zorlamaya kalksa, buna şahit olanlar polis çağırmayı ve cezai yaptırım uygulanmasını makul bulur. Çünkü bu meselede hukukun sınırı ayrıdır.
Kardeşiyle arasında sorun olan bir çocuğa "Sen abisin, kardeşini biraz idare et." diyebilirsiniz. Ama bu küçük kardeşin abiye istediğini yapabilmesi ve hoyratça davranmasını hoş karşıladığınız anlamına gelmez. Nitekim Efendimiz (sas), “Zenginin borcunu ödemeyi ertelemesi zulümdür.” (9) buyurmuştur. Bu hadisten imkânı olduğu halde borcunu ödemeyenlere karşı hukukî yaptırımlar uygulanması anlamı çıkarılabilir. Ama bu her alacaklının, borçlunun evine gidip alacağını zorla tahsil etmesi hakkını doğurmaz. Aksi hâlde alacaklı suçlu duruma düşer. Bir kişiye, gruba veya duruma özgü bir sözün genel bir hüküm hâline getirilmeye çalışılması çoğu zaman bu şekilde zahmetlere neden olur.
Dolayısıyla “Kadınlar hayır demesin, melekler sabaha kadar lanet eder.”(10) hadisi ahlakî bir uyarıdır. Ama erkeğin eşine bu hadisi gerekçe göstererek “Bak, bana hayır dersen lanetlenirsin.” demesi ne ahlakîdir ne de hoş.
Bu noktada yapılması gereken şey eşler arasındaki iletişimi düzeltmektir. Kadın “Hayır” diyorsa bu sadece kadının haksız veya suçlu olduğu anlamına gelmez. Bazen erkek önemli bir hata yapmış, hatayı görmezden gelmiş veya hatanın üstünü örtmeye çalışmış olabilir. Kadın da bu problemi çözmeden eşine yakın olmak istemediğini ifade edebilir.
İnsanlar genellikle asimetrik durumlarda kafa karışıklığı yaşar. Bir öğrenciye “Bir hafta sonra sınavın var, çalış.” deriz. Çalışıp başarısız olursa, “Elinden geleni yaptın, gerisi kaderdir.” diyerek onu teselli ederiz. Ama sınava daha bir hafta varken öğrenci “Kaderde ne yazıldıysa o olur, boşver.” dese buna itiraz ederiz. “Hayır, sınavın sonucu senin çalışmana bağlı.” deriz.
Sonuç olarak meleklerin laneti ya da kadınların aklının/dininin yarım olması gibi ibarelerin geçtiği hadislerden doğrudan hukukî hüküm çıkarmak, bunları cezai yaptırımlara bağlamak insafsızlık ve adaletsizlik olur. Bu metinlerden evrensel hukuk kuralları üretmeye çalışmak yerine, onları ahlakî uyarı ve öğüt çerçevesinde değerlendirmek gerekir.
Bir Kadın Bu Hadisten Ne Anlamalıdır?
Bir kadın evvela Efendimiz’in (sas) kendisine “Sen yarım akıllısın, erkekler senden daha akıllı, dini yönden de eksiksin.” demediğini bilmeli ve bu hadis karşısında duygusal bir tepki geliştirmemeye çalışmalıdır. İçinde irade dışı oluşan duygusal tepkileri ise en azından dışa vurmamalı, onları bir vesvese türü olarak görüp yok etmeye çalışmalıdır.
Bunun yanında düz bir mantık ve doğrudan bir bakışla iradi olsun veya olmasın hayatında bazı eksiklikler olabileceğini, ev dışına yönelik bazı meselelerde (finans, borsa, askeriye vb.) özel uzmanlığı yoksa eşinden daha geride olabileceğini, kendisinden beklenen dini sorumlulukların daha az olduğunu, erkeklerden bazı alanlarda daha güçlü, bazı alanlardaysa daha güçsüz olabileceğini görmelidir. Ancak bunların manevi bir üstünlük veya uhrevi bir fazilet meselesi olmadığını, dünya hayatının doğal akışının bu şekilde işlediğini de bilmelidir.
Günümüzde yaşayan hangi aklı başında Müslüman erkeğe "Ahirette Hz. Hatice'nin makamında olmak ister misin?"(11) diye sorulsa hayır diyebilir? Demek ki Allah indinde üstünlük takva iledir(12) ve en önemli mertebe Allah katındaki konumumuzdur.
Allah Teala’dan ayetleri, hadisleri, bizim için razı olduğunu bildirdiği dini doğru anlayıp yaşamamızı hepimize nasip etmesini diler ve dileniriz.
Dipnotlar
¹ Bu rivayet, temel hadis kaynaklarında geçmektedir. Örneğin, Buhârî’nin Sahîh’inde (Îmân, 21; Küsûf, 9; Nikâh, 88) ve Müslim’in Sahîh’inde (Îmân, 132) yer alır. Hadisin bağlamı genellikle, Hz. Peygamber’in (sas) bir bayram günü kadınlara özel olarak hitap edip onlara sadaka vermelerini ve çokça istiğfar etmelerini tavsiye etmesidir.
² Arapçada “ism-i tafdîl” (اِسْمُ التَّفْضِيل) olarak bilinen bu gramer kalıbı, bir niteliğin başka bir şeye göre üstünlüğünü (komparatif) veya kendi cinsinin en üstünü olduğunu (süperlatif) ifade eder. Ancak bazen sadece niteliğin kendisinde bir yoğunluk ve fazlalık olduğunu belirtmek için de kullanılır. Dolayısıyla "ekser" (أكثر) kelimesi, bağlama göre "en çok", "daha çok" veya sadece "çokça" anlamlarına gelebilir.
³ Bu ifade bir numaralı dipnotta kaynak olarak gösterilen hadisin devamında yer almaktadır. Hz. Peygamber (sas), kadınların neden cehennemde çoğunlukta olabileceğini sorduklarında, onların “laneti çokça kullandıklarını ve eşlerine karşı nankörlük ettiklerini” belirtir. Ardından “aklı ve dini eksik olan sizler gibi birinin, aklı başında bir erkeğin aklını çeldiğini görmedim” buyurur. "Dininin eksikliği" hayız döneminde namaz kılamaması ve oruç tutamamasına, "aklının eksikliği" ise şahitlik konusundaki duruma bağlanarak açıklanır.
⁴ Latince deyişin tam çevirisi “Şarapta hakikat vardır.” şeklindedir ve genellikle Romalı tarihçi Yaşlı Plinius’a (Gaius Plinius Secundus) atfedilir.
⁵ Sebe Melikesi Belkıs’ın hikayesi Kur'ân-ı Kerîm'de, Neml Suresi’nin 22-44. ayetleri arasında anlatılır. Kıssada, Hz. Süleyman'ın davetine karşı istişareye ve akla dayalı bilgece bir yönetim sergilemesiyle öne çıkar.
⁶ Semrâ bint Nüheyk el-Esediyye (r.anha), elinde bir kamçıyla çarşıda dolaşarak iyiliği emredip kötülükten sakındıran ve denetim yapan bir hanım sahabi olarak bilinir. Bu bilgi, İbn Abdilberr'in "el-İstî'âb" ve İbn Hacer'in "el-İsâbe" gibi biyografi kaynaklarında yer alır.
⁷ Şifâ bint Abdillâh el-Adeviyye (r.anha), okuma yazma bilen, zeki ve dirayetli bir hanım sahabidir. Hz. Ömer (ra) tarafından Medine pazarında denetim (hisbe) göreviyle görevlendirildiği rivayet edilir. Bkz. İbn Sa'd, "et-Tabakâtü'l-Kübrâ".
⁸ Bu hükmün dayanağı Bakara Suresi, 282. ayettir. Ayette, borçlanma işlemlerinin yazılması tavsiye edilirken, "Eğer iki erkek yoksa, o zaman razı olacağınız şahitlerden bir erkek ve iki kadın" ifadesi yer alır. Klasik tefsirlerde bu durum, kadınların o dönemde ticaret ve finans gibi konulara genellikle erkekler kadar aşina olmamaları ve birinin unutması durumunda diğerinin hatırlatması hikmetine bağlanmıştır.
⁹ Bu hadis, üzerinde ittifak edilen (müttefekun aleyh) sahih bir hadistir. Bkz. Buhârî, Havâlât, 1, 2; Müslim, Müsâkât, 33.
¹⁰ Bu hadis de sahih kaynaklarda yer almaktadır. “Koca, karısını yatağına çağırdığında kadın gelmeyi reddederse, melekler sabaha kadar o kadına lanet eder.” meâlindeki rivayet için bkz. Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 7; Nikâh, 85; Müslim, Nikâh, 120-122.
¹¹ Hz. Hatice (r.anha), Hz. Muhammed'in (sas) ilk eşi, ilk Müslüman ve altı çocuğunun annesidir. Peygamberliğin en zorlu yıllarında ona en büyük maddi ve manevi desteği sağlamıştır. Hz. Peygamber (sas) tarafından Cebrail aracılığıyla cennette inciden bir köşkle müjdelenmiştir. Bkz. Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 20.
¹² Bu ilke, Hucurât Suresi’nin 13. ayetinde açıkça belirtilmiştir: "…Şüphesiz, Allah katında en şerefliniz, (takvada) en ileri olanınızdır." (إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ).