8 dk.
07 Şubat 2024
Kur'an'a göre ay ve güneş birbirini mi kovalıyor? | 2. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Kur'an'a göre ay ve güneş birbirini mi kovalıyor? | 2. Kısım

Ay ve Güneşin Birbirini Kovalaması!

 

Aslında ay ve güneşin birbirini kovaladığını söyleyen bir ayet yoktur. Ancak bir ayette şöyle buyrulur;

 

Ne güneş, aya yetişebilir ve ne gece, gündüzü geçebilir; hepsi de bir felekte yüzmektedir.”1

 

Ayetteki “felek” ibaresi modern meallerde “yörünge” olarak çevrilmiştir. Eski meallerde ise “felek” kavramı aynen kullanılmıştır. Örneğin ilk Türkçe satır arası meal olarak kabul edilen ve Karahanlı Türkçesiyle yazılan mealde Yasin suresi 40. ayetinin meali şu şekilde verilmiştir; “Ermez kün kerek kim aŋar yėtmek aynı ap yme tün ozuġlı kündüz. ve küllün felek içinde çapa tezginürler.”2

 

Yine 1534 tarihli bir mealde; “Güneşe lāyıḳ degüldür aya yitişmek, ya‘nī yirde cem‘ olmaḳ. Gice daḫıgündüzi geçmez. Daḫı barçası felekde yüzüp seyr iderler.” ibareleri geçer.

 

1927 tarihli Süleyman Tevfik mealinde de; “Güneş aya yetişmez ve gice gündüzi geçmez, cümlesi bir felekde yüzerler.” şeklinde meal verilmiştir.

 

Felek kavramı Orta çağ Müslüman kozmologlarının kullandığı bir terimdir ve bombeli nesnelere verilen genel bir sıfattır. Bunu yanında Arapların dönen her şeye felek dedikleri de bilinmektedir. Astronomi terimi olarak ise felek, “yıldızların döndüğü yer” anlamına gelir. Çoğunluk bu feleklere somut bir varlık atfetmiş, buna göre o felekler, yıldızları yahut gezegenleri kendi içlerinde dönerek hareket ettiren iç içe geçmiş yedi saydam halka olarak düşünülmüştür. İlk dönem müfessirlerinden Dahhak bin Müzahim’in öncülüğünü yaptığı bazı isimler de feleklerin bir gök cismi değil gezegenlerin dönüş yeri olduğunu öne sürmüşlerdir3 ki bu görüş günümüz anlayışına daha yakındır.

 

Bu durumda Kur’an’ın “felek” kavramını o dönemin astronomi bilgisi düzeyine uygun olarak kullandığı söylenebilir. Aslında Kur’an’ın “felek” kavramını o dönemin astronomi bilgisi düzeyine uygun olarak kullandığı iddiası da kendi içinde kanıta muhtaçtır. Çünkü bunun için öncelikle o dönem Araplarının Orta çağ astronomi bilgisine sahip olduklarını ve “felek” kavramıyla ifade edildiği şekliyle gezegenlerin veya ay ve güneş ile yıldızların şeffaf gök cisimleri olan felekler içinde döndüğü ve hareket ettiğine inandıklarına dair net veriler gerekmektedir. Elimizde böyle bir veri yoktur. Sadece Kur’an’dan sonraki dönemde “felek” kavramının yukarıda belirtildiği şekilde kullanıldığına ilişkin veriler vardır. Ancak Kur’an’ın felek kavramını bir astronomi terimi olarak ifade ettiği farazî olarak kabul edilse dahi bunun bilimsel bir yanlış olduğu iddia edilemez. Çünkü Kur’an’ın gök cisimlerini o dönemdeki insanların kendi bildikleri kavramlarla zikretmesinde bir beis yoktur. Nitekim “burç” kavramı da bu şekilde kullanılmıştır.

 

Konuyu daha ayrıntılı ve doğru anlamak isteyenler için Yasin suresi 40. ayetini iki ayet önceden, 38 ve 39. ayetlerle birlikte okuyalım:

 

Güneş, müstakarrına (karar kılacağı yere) (veya kendisi için belirlenen yere) doğru cereyan eder (akar). İşte bu, Aziz ve Alim olan Allah'ın takdiridir.

Ay için de birtakım menziller tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner.

Ne güneş, aya yetişebilir ve ne gece, gündüzü geçebilir; hepsi de bir felekte yüzmektedir.”4

 

38. ayette geçen “Li müstekarrin” ibaresi;

i. Müstekarrı için,

ii. Müstekarrı çerçevesinde,

iii. Müstekarrına doğru akmaktadır… şeklinde üç manaya da izin vermektedir.

 

O çağda yaşayan bir insan bu ifadelere bakıp güneşin doğudan batıya akışını görebilecektir ve “Güneş böyle akıyor.” diyebilecektir. Bir parça astronomik gözlem yapmış ancak yine o çağda yaşayan bir insan da güneşin tek noktadan doğup batmadığını, en doğu ve en batı noktalarının mevsimden mevsime veya aylardan aylara değişebildiğini ancak bu değişim yerlerinin de her sene yine aynı olduğunu görecek ve “Demek güneşin müstekarrı budur ve bunun için akmaktadır.” diye düşünebilecektir. Günümüzde yaşayan bir gökbilimci ise güneşin galaksi içindeki yörüngesini düşünecek ve “yörünge” kavramını kullanacaktır.

 

“Yörünge” kavramıyla “felek” kavramı bilimsel açıdan gök cisimlerinin işleyişi hakkında birbiriyle uyumsuz iki açıklamanın anahtar kavramları olabilir. Yörünge kavramı fiziksel gerçekliğe daha uygun, felek kavramı ise yanlış veya geçersiz bir kavram olabilir. Bu durumda ilk bakışta Kur’an’ın felek kavramını kullanmasının da yanlış olduğu akıllara gelebilir. Ancak Kur’an “felek” kavramını fiziksel bir işleyişi, gök cisimlerinin hareketlerinin fiziksel nedenlerini açıklamak için kullanmamıştır. Dolayısıyla Kur’an’ın “felek” kavramını kullanması, o dönemin astronomi bilgisine tüm detaylarıyla katıldığı anlamına gelmez. Bu durumda Kur’an’da felek kavramının kullanılmasını eleştirmek mantıksız bir yaklaşım olacaktır.

 

“Müstekarr” kelimesine geri dönelim: Kur’an ayetlerinin ve ibarelerinin çok boyutlu veya çok katmanlı anlam üretmeye ve bu şekilde okunmaya uygun oluşu bağlamında Müstekarr kelimesinin farklı manalara gelmesinin şöyle bir güzelliği de vardır: Kaba bir hesaplamaya göre güneşin 10 milyar yıl ömrü vardır. Güneşin bugünkü yaşının 4.5 milyar yıl olduğu düşünülünce güneşin kalan ömrünün 5.5 milyar yıl olduğu bilinmekte veya öyle tahmin edilmektedir.

 

Güneşin içinde hidrojen atomları helyum atomlarına dönüşmekte ve bu şekilde bir enerji üretilmektedir. Gündeki 4 milyon ton kadar madde, çekirdek tepkimeleriyle enerjiye dönüşmektedir. Ancak bir gün hidrojen tükenmeye başlayacak, böylece güneş de şişerek devasa bir boyuta ulaşacaktır. Hidrojen tükendikten sonra helyum harcanacaktır. Bu durumda güneş önce onda bir kadar küçülecek ve nihayet dünya kadar bir boyuta gelecektir. Güneşin bu hali “beyaz cüce” olarak adlandırılır. Bu hâle gelince zamanla daha da soğuyacak ve gözden kaybolacaktır. Tabii bu sürecin milyarlarca yıl süreceği tahmin edilmektedir. Son aşama “siyah cüce” olarak adlandırılır ve bu aşamada Güneş çevresine artık çok az ışınım veren adeta sıradan bir kütle hâline gelir. Dolayısıyla o artık “Güneş” olmayacaktır. Bu da güneşin kendine ait bir “müstekarrı” şeklinde ifade edilmiş olabilir.

 

Ay için de birtakım menziller tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner.” ayetine gelince: Menzil kelimesi o dönemin Arapları için ayın, yeni ay, hilal, ilk dördün gibi farklı evrelerini ifade etmektedir. Ayın son evresi eğri hurma dalına benzeyen hilal evresi olduğu için sonra tekrar başa dönmektedir ki zaten “geri döner” ibaresi de buna işaret etmektedir. Ayrıca menzil bir yolculukta mola verilen, konaklanan yer anlamına da gelir. Ay için de böyle menziller, bir diğer deyişle evreler takdir edildiği ayette açıkça anlatılmaktadır. Bunun da bilimsel bir açıklama olmadığı, bu evreleri takdir edenin ise Allah Teala olduğu ayetten anlaşılmaktadır.

 

Ne güneş, aya yetişebilir ve ne gece, gündüzü geçebilir; hepsi de bir felekte yüzmektedir.” ayeti ile ilgili olarak da şunlar söylenebilir: Güneşin aya yetişememesi ikisi arasında bir kovalamaca olduğu anlamına tabii ki gelmez. Eğer önceki ayette geçen “felek” kelimesinin dönemin astronomi bilgisinden alındığı iddia edilecek olursa o dönemin astronomi bilgisinde dahi güneş ve ayın aynı felekte yer almadığı zaten bilinmektedir. Bu durumda güneş ve ayın farklı feleklerde veya yörüngelerde olduğu, ikisinin aynı felek veya yörüngede bir araya gelmeyeceği anlamı ortaya çıkar. İkisinin aynı istikamette koşan ve birbiri ardınca giden iki koşucu gibi olduğu şeklinde bir anlama bugüne kadar ne tefsirlerde ne meallerde rastlanmamıştır. Ancak dönemin avam tabakasından bir insanın da böyle anlaması mümkündür. Hatta bugün de astronomi veya coğrafya eğitimi almamış bir insanın böyle anlaması mümkündür. Bunlar bilimsel bilgi değil, gündelik tasavvurlardır. Kur’an’ın bilimsel bilgiyi yanlışlayıp gündelik tasavvurları doğruladığı şeklinde bir sonuç ise bu ayetlerden çıkmaz.

 

Sonuçta Kur’an bir astronomi kitabı değildir. İnsanları Allah’a kulluğa ve güzel ahlaka davet eden ilahi bir hitaptır.

 

Bu nedenle Kur’an’ın kâinattan, yer ve gök olaylarından bahsetmesindeki esas nokta ise, buralardaki nizam ve hikmeti nazara vermektir. Bunu yaparken bazen retorik kullanır, bazen edebî tasvirlere başvurur, bazen dönemin bilimsel bilgilerinin kavramlarını kullanır, bazen de insanların en bildikleri durumları onların seviyelerine göre anlatır. Ancak bunların hiçbirisinde dünyevi bilgi verme amacı yoktur. Asıl amacı “Bu düzen ve hikmet içinde sizi yaratan Zat’a karşı saygı duyun ve O’na hamdedin!” gibi manalardır.

 

Zaten ortada bir düzen ve hikmet olduktan sonra güneşin mi dünyanın etrafında döndüğü yoksa dünyanın mı güneşin etrafında döndüğü gibi bir mesele Kur’an’ın aslî olarak ilgilendiği bir konu değildir.

 

Kur’an ayetleri birden fazla anlama veya zihinlerde oluşacak birden fazla resme izin verir. Bu nedenle bundan bin yıl önce yaşamış bir insan Kur’an’ın bir ayetine bakarak kendi anladığı ibareleri yazar, kendi zihninde oluşan resimleri çizer ve “Kur’an bunu söylüyor.” diyebilir. Çünkü o dönemde o insan onu anlamıştır. Fakat bu Kur’an’ın o ayetinin sadece o anlama geldiğini, başka hiçbir anlama gelmeyeceğini göstermez.

 

Allah Teala’dan kitabını asıl maksadına uygun şekilde okumamızı, anlamamızı, anlatmamızı ve yaşamamızı nasip etmesini diler ve dileniriz.

 


 

1 ) Yasin, 40

2 ) Karahanlı Türkçesi İlk Türkçe Satır-Arası Transkribeli Kur’an Türcümesi, c. 3, s. 268

3 ) TDV İslam Ansiklopedisi, Felek maddesi

4 ) Yasin, 38-39-40