Kur'an'a göre erkekler kadınlardan üstün müdür?
Soru: Kur’an’a göre erkekler kadınlardan üstün müdür? Bakara Suresinin 228. ayeti erkeğin kadından üstün olduğunu mu söylüyor? Bu durum Allah’ın adaletiyle çelişmez mi?
Cevap: Bakara suresinin ilgili ayetinin tam meali şu şekildedir:
“Boşanmış kadınlar, kendi başlarına (evlenmeden) üç ay hali (hayız veya temizlik müddeti) beklerler. Eğer onlar Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanmışlarsa, rahimlerinde Allah'ın yarattığını gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Eğer kocalar barışmak isterlerse, bu durumda boşadıkları kadınları geri almaya daha fazla hak sahibidirler. Kadınlar için erkekler üzerinde, erkeklerin de kadınlar üzerindeki haklarına benzer belli hakları vardır. Ancak erkekler, kadınlara göre bir DERECEYE sahiptirler. Allah azîzdir, hakîmdir.”1
Erkeklerin kadınlardan her konuda ve her alanda “üstün” olduğu şeklinde anlaşılan bir diğer ayetin meali de şu şekildedir:
“Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine ÜSTÜN kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur.”2
Bu iki ayeti bir arada değerlendireceğiz, çünkü ayetler birbirlerini tefsir ettikleri için bir ayette akla gelebilecek soruların cevabı diğer ayette bulunabilmektedir.
Bu bağlamda; Bakara suresi 228. ayetinde geçen “derece” kelimesinin bazı meallerde “üstünlük” olarak çevrildiği görülmektedir. Ancak ayetin tamamına bakılınca bu çevirinin yanlışlığı anlaşılacaktır.
Kur’an, boşanmadan sonra bir kadının bir başkasıyla evlenebilmesi için üç hayız (regl) süresi bekleme şartı koymuştur. Bu da aşağı yukarı 4 ay 10 gün kadar etmektedir. Bu süre şu anda Türk Medeni Kanunu’nun 132. maddesine göre 300 gün olarak belirlenmiştir ve süre boşanmanın kesinleştiği tarihten itibaren başlamaktadır. Ancak bir kadın 300 gün dolmadan önce evlenmek isterse hamile olmadığına dair bir doktor raporu ibraz ederek evlenebilir. Bunun amacı da boşanmayla biten evlilikten bir çocuğun olup olmadığının kesinleşmesidir.
Ayetin devamında boşanma sürecindeki kadınların rahimlerinde Allah’ın yarattığını gizlememeleri gerektiği, gizlemenin haram olduğu belirtilmiştir. Çünkü bir kadının hamile olup olmadığını genellikle en iyi yine kendisi bilir. Böyle bir durum var ise ve kadın da farkında ise bunu gizlememelidir.
Daha sonra ayetteki ibarelerin erkekler üzerine çevrildiği görülmektedir. Çünkü evliliğe dair konularda ilk adım genellikle erkek tarafından atılır. Türkçemizde kullanıldığı hâliyle “kız isteme” kavramı bunun en iyi göstergelerinden birisidir. Ayrıca evrensel olarak addedilen evlilik teklifinin erkek tarafından yapılması veya beklentilerin genellikle bu yönde olması da ilk adımın genellikle erkek tarafından atıldığını gösterir. Bu durum kendi başına evlilik konularında bir “derece” kavramıyla ifade edilebilir.
Ayetin devamında barışmak istenilmesi durumunda genel bir çerçeve çizilmiştir. Bu noktada “velehunne miślu-lleżî ‘aleyhinne bilma’rûf” buyrulur ki açık meali “Erkeklerin kadınlar üzerinde bulunan hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır.” demektir. Kadınların hakları da Kur’an’da pek çok ayette belirtilmiştir. Örneğin “kendileriyle güzel geçinilmesi”3, kendilerine mehirlerinin zorla veya kerhen değil gönül hoşluğuyla verilmesi,4 verilen mehirlerin boşanma olsa dahi geri alınamaması,5 akrabalar arasındaki kadınlara zorla varis olunamaması6 bunlardan sadece bazılarıdır.
Ayetin devamında ise her iki tarafın hakları açısından erkeğin bu konudaki haklarının bir “derece” daha fazla olmasından bahsedilir.
Buradaki “derece” meselesi erkeğin evin geçiminden sorumlu olmasıdır. Çünkü diğer ayet olan Nisa suresi 34. ayette bu derece farklılığının (üstünlüğün değil) gerekçesi geçim meselesine bağlanmıştır.
Dolayısıyla buradaki meseleyi “üstünlük” kavramına bağlayıp, “üstünlük” kavramını da değersel bir hiyerarşide erkeğin kadından üstün bir varlık olarak yer aldığı şeklinde algılayıp değerlendirmek yanlıştır. Bu yanlışlık özellikle modern değer yargılarının insan zihni üzerindeki yıpratıcı etkisinden kaynaklanmaktadır.
Meselenin alıngan zihinler tarafından algılandığı hâliyle değersel bir üstünlükle ilgisi yoktur. Çünkü ayette kadınların da erkeklerin de haklarından bahsedilmektedir. Erkeklerin fazladan bir dereceye sahip olmaları ise erkek olmalarından değil evi geçindirmek zorunda olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu zorunluluğun biyolojik cinsiyetten çok toplumsal cinsiyetten kaynaklandığı, toplumsal cinsiyet rollerinin ise zaten eşitsiz dağıtıldığı iddia edilebilir. Bu ise ayrı bir tartışma konusudur ve feminizmin sosyoloji literatüründeki yeri, değeri ve konumuyla yakından ilgilidir. Bu da ayrı bir yazının konusudur.
Dönelim konumuza: Bir evlilikte yapılacak işlerin, çözülecek sorunların halledilmesinde erkeklerin kadınlara göre bir derece fazla önde olmaları tarihsel süreçte ve evrensel olarak erkeklerin yüklendiği “evin geçimini sağlamak” dediğimiz toplumsal rolleri nedeniyledir. Yani para kazanma, iş yapma ve bu nedenle reel hayatın içinde ancak evin dışında bir şeylerle meşgul olmaları nedeniyledir. Bu durumda örneğin bir erkeğin mesleği nedeniyle başka bir şehre taşınma zorunluluğunun doğması halinde evlilik içinde halledilmesi gereken bir mesele doğmuş olacaktır. Bu meselede asıl belirleyici olan da erkeğin mesleğidir. Kadının çalışmadığı bir durumda böyle bir nedenle başka bir şehre taşınma kararını istişare ederek erkeğin almasında abes bir şey yoktur.
Bu nedenle erkekler için kadınlar üzerinde fazladan bir derece vardır. Evlenme amacı ve evliliğin genel yapısı itibariyle erkekler ile kadınlar elbette ortaktır ve aralarında bir ast-üst ilişkisi yoktur. Ancak erkeklerin bir derece daha fazla yönlendirici olabilecekleri de Kur’an tarafından bir hak olarak tanınmıştır. Çünkü insanlık tarihinin son yüzyıla kadarki sürecinde ailenin maddi yükünü erkekler çekmiş, yükümlülükleri daha fazla olmuştur. Buna karşılık olarak bir derece daha fazla önde olmaları zaten doğaldır, normal ve adil olandır. Ancak günümüzde evin geçimini sağlama konusunda kadınların da iş hayatında yer alması farklı bir durumdur. Bu durumda zaten o derece farkı da kapanmış olacaktır.
Meselenin buna yani erkeğin tarih boyunca geçim sorumluluğunu üstlenmesine bağlı olmasının delili de zaten Nisa suresi 34. ayettir. O ayette “Erkekler kadınlar üzerinde kavvâm durumdadır. Bunun nedeni Allah’ın bazı insanlara bazılarından daha fazla nimet vermesi ve bir de kocalarının mehir verme, evin geçimini yüklenmeleri gibi mali sorumluluklarıdır.” buyrulur ki burada da mesele erkeğin evi geçindirme sorumluluğuna bağlanmıştır.
Nisa suresindeki ayette geçen kavvâm kelimesi ile kayyum kelimesi aynı köktendir. Erkek, evlilik içerisinde kadının dünyevi işlerine bakan, kadının korunmasına dikkat eden, onun işlerini idare eden taraf olduğu için “kavvam” kelimesiyle nitelenmiştir. Buna bir cins otorite veya hakimiyet de denilebilir. Ancak bu hakimiyet rastgele ve erkeğin kendi hevasına göre değil, “Milletin efendisi onlara hizmet edendir.” sözündeki manada olduğu gibi hizmetçilik ile aynı anda işleyen bir hakimiyettir. Dolayısıyla ayet bir yandan erkeğin kadına karşı üstünlüğünü anlatırken aynı anda kadının da erkeğe karşı değerini ve üstünlüğünü belirtmektedir.
Bu durum geleneksel tefsirlerimizde padişah ve halk arasındaki ilişkiye benzetilmiştir. Yani halkın padişah üzerinde hakları olduğu gibi padişahın da halk üzerinde hakları vardır. Padişahın hakları, halkın meşru işlerde kendisine itaat etmesidir. Halkın hakları da padişahın adaletle davranması, güvenliği ve ekonomiyi adaletle yürütmesidir. Ancak günümüzde toplumsal şartlar, çalışma hayatı ve aile ilişkilerinde yaşanan dönüşümler bu açıklamaları elbette eksik bırakmaktadır.
Bu noktada bir diğer önemli husus da Arapçanın genel kaideleriyle ilgilidir.
Nisa suresi 34. ayetinde erkeklerin kadınlar üzerinde yönetici veya hakim-otorite olarak tanınmalarının iki gerekçesi sunulmuştur. Bu gerekçelerden birisi; “Allah’ın insanlardan bir kısmını diğerine üstün kılması”, ikincisi ise “erkeklerinden mallarından harcama yapmaları”dır. Ayetteki “hüm” (onlar) zamiri ve “Bimâ fezzalallâhu aleyhinne” “Allah o erkekleri kadınlara üstün kılmıştır.” şeklinde geçen ibare erkek cinsine mutlak olarak tahsis edilmemiştir. Ancak kapalı olarak bazısının diğer bazısına üstünlüğünü ifade etmiştir. Bu da erkeklerin bazılarının kadınlara üstün olduğu anlamına gelir ki burada bir cinsiyetçilikten söz etmek imkânsız hâle gelmektedir. Diğer yandan aynı anda erkeğin kadında bulunmayan ancak yaratılışından var olan bazı üstünlüklere, daha doğrusu avantajlara sahip olduğunu ancak aynı şekilde kadının da erkekte bulunmayan ve yaratılışından var olan bazı üstün özelliklere sahip olduğunu belirtmektedir.
Dolayısıyla rahatlıkla söyleyebiliriz ki; ne ataerkil ideolojinin çarpık üstünlük anlayışı ne de modern feminizmin abes ontolojik eşitlik iddiaları Kur’an’ın katıldığı, onayladığı ve emrettiği hususlar değildir, olamaz.
Diğer yandan ayette geçen “derece” kelimesinin de mutlak değil belirsiz zikredilmesi “derece” veya “üstünlük” meselesinin teklik hatta bir yönüyle belirsizlik ifade ettiğini gösterir. Bu da aslında çok önemli olmayan, mutlak bir değer ifade etmeyen, yerine göre değişebilecek hatta ortadan kalkabilecek bir derece olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durumda kadının da evin geçimine katkı sağlaması hâlinde o üstünlüğün ortadan kalkması, hükmün değişmesi demektir.
Mealleri Dikkatli Okumak
Mealler Kur’an’ın kendisi değildir. Mealler, meal yazarlarının kendi ürünleridir. Dolayısıyla içlerinde yanlışlıklar, eksiklikler bulunması her zaman mümkündür. Bu nedenle meal okunurken akla takılan bir meselenin en az birkaç mealden karşılaştırmalı olarak okunması, gerekirse meal dışında ek okumalar yapılması önemlidir. Böyle yapılırsa bir meal okuru herhangi bir mealdeki yanlışlığı Kur’an’ın yanlışlığı olarak anlama hatasına düşmeyecektir. Yeter ki anlayışı, zekâsı, bakış açısı ve niyeti sağlıklı olsun. Çünkü bir konuda “Kur’an böyle söylüyor.” diyebilmek için en az birkaç meali, gerektiğinde o ayetle ilgili birkaç tefsiri ve yine gerekirse en az birkaç makaleyi okuyup, karşılaştırmalar yapıp öyle sonuca varılmalıdır. Aksi hâlde internette, herhangi bir gazete köşesinde veya bir sosyal medya sitesinde Kur’an’la ilgili herhangi bir absürt iddiayı gerçek zannetmek kolay olacaktır.
Diğer yandan Kur’an bir konuda bir şey demişse o öyledir, doğrudur, haktır. Çünkü o söz Allah Teala’nın sözüdür.
İnsanın Kur’an karşısında iki tutumu söz konusu olabilir:
- Kur’an’ı 1400 yıl önce Arap coğrafyasından bir insanın yazdığını düşünebilir. Bu durumda o insana söylenebilecek bir şey yoktur.
- Kur’an’ı Allah Teala’nın vahiylerinden ibaret bir kitap olarak görebilir ve öyle inanabilir. Bu durumda da Kur’an’ın söylediği herhangi bir şeyi tartışma konusu yapmanın anlamı yoktur.
İkinci durumda Kur’an “Kadınlar erkeklerden üstündür.” deseydi bizim itiraz edebileceğimiz bir nokta olmamış olurdu. Aynı şekilde Kur’an “Erkekler kadınlardan üstündür.” deseydi de aynı şekilde davranmak zorundaydık. Ancak her ikisini de söylememektedir. Sadece belirli bir konuda erkeklerin belirli şartlarda fazladan söz ve karar hakları olduğu gibi basit, toplumsal hayatın doğasına uygun bir beyanda bulunmaktadır. Bu da o toplumsal şartların değişmesi hâlinde hükmün de değişeceği anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Kur’an’ın kadınla erkek arasında ontolojik bir üstünlük belirlemesi söz konusu değildir.
Allah Teala’dan kadınlarımıza ve erkeklerimize Kur’an’ı doğru anlayacak kadar anlayış nasip etmesini diler ve dileniriz!
1 ) Bakara, 228
2 ) Nisa, 34
3 ) Nisa, 19
4 ) Nisa, 4
5 ) Nisa, 20
6 ) Nisa, 19