7 dk.
16 Ocak 2023
Kur'an'da geçen kadın tasvirleri | 1. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Kur'an'da geçen kadın tasvirleri | 1. Kısım

Soru: Kur'an'da geçen kadın tasvirlerinin beni rahatsız etmesine karşı koyamıyorum. Nebe Suresi 33. ayet Diyanet mealinde “yaşıtlar-yaşıt kızlar” olarak çevrilirken pek çok mealde “kendileriyle bir yaşta göğüsleri tomurcuklanmış genç kızlar” olarak çevrilmiştir. Bazı meallerde ve yorumlarda da 33. ayet, 32. ayetteki üzüm bağlarına gönderme yapmaktadır? Bu durumda hangi meali, hangi yorumu esas almalıyız?

Ayrıca bu ayetin sadece erkeklere hitap etmesini nasıl anlamalıyız?

Kadın tasvirlerinin erkeklere bir ödül olarak kullanılması, dünyada kadın-erkek ilişkilerinin sınırlanmasıyla çelişmez mi?

 

Kısa Cevap: Rahatsızlığın kaynağı olan sorun Kur’an’dan değil, meal ve tefsirlerden kaynaklanmaktadır. Çünkü meal ve tefsirler, bu ayette rahatsız edici görünen ibareleri Arapçadan Türkçeye hedef dil olan Türkçenin inceliklerini pek düşünmeden çevirip yorumlamayı tercih etmişlerdir.

 

Söz konusu ibareler Kur’an’ın indirildiği dönem ve kültür açısından uygundur. Ortada bir problem yoktur. Problem, ibarelerin çevrildiği dillere aynen, literalist bir tutumla çevrilmesinden kaynaklanmaktadır. Aynı tutum her dil için geçerlidir. Örneğin Türkçedeki “baldırı çıplak” deyimi veya ibaresi de farklı bir kültürde yetişmiş, farklı bir anadili olan bir insan için bizim hissettiğimiz rahatsızlığa benzer bir rahatsızlık oluşturabilir.

 

Ahiretteki varoluş şartlarıyla dünyadaki varoluş şartları aynı olmadığı için Kur’an’da ahiret alemleri için bahsedilen kadın-erkek ilişkilerini, dünyadaki kadın-erkek ilişkileriyle bire bir kıyaslamak doğru bir akıl yürütme biçimi değildir. Bu nedenle ahiret alemleri için kullanılan kadın tasvirlerinin dünyada kadın-erkek ilişkilerinin sınırlanmasıyla çelişen bir yanı yoktur.

 

Ayrıntılı Cevap: 

 

Soru çok boyutlu, çok katmanlı olduğu için her katmanına ayrı cevap vermek gerekecektir. Burada meseleyi mealler, meallerdeki eksiklikler ve hatalar açısından ele alacağız. Bu arada sorunun diğer kısımlarına da maddeler halinde cevap verilmiş olacaktır.

 

Birincisi: Meal ve Tefsirlerin Mahiyeti Hakkındadır

 

Kur’an mealleri ve tefsirleri öncelikle o meal ve tefsir yazarlarının ürünüdür. Yani meal ve tefsir yazarları Kur’an’dan kendi anladıklarını tercüme ve tefsir etmişler, bu esnada kendi yorumlarını da yazmışlardır. 

 

Burada karşımıza metnin (Kur’an’ın veya ayetlerin) asıl maksadı ile meal ve tefsir yazarlarının kendi anladıkları manalar arasındaki ilişki çıkmaktadır. Bu ilişki çoğu zaman mükemmel olamayacağı gibi meal ve tefsirlerin, tercüme ve tefsir ettikleri ayetlerle aynı şey olmaları da mümkün değildir. Dolayısıyla mealler ve tefsirler çoğu zaman ayetin hakiki manasına zihinlerimizi yaklaştırsa da bazen zihinlerimizi o asıl manadan, murad-ı İlahi’den uzaklaştırma riskini de barındırırlar.

 

İkincisi: Okunan ve Meal ve Tefsirlerin Filtrelenmesi Hakkındadır

 

Bu noktada biz meal ve tefsir okurlarına düşen şey, okuduğumuz şeyleri bir ayıklamaya, elemeye tabi tutmaktır. Çünkü, bir masa üzerinde duran çiçeğin önünde renkli bir cam varsa ve o çiçeğin fotoğrafı o camın önünden çekilecekse, elimizdeki fotoğrafın o çiçeği tam olarak yansıttığını söyleyemeyiz. Elimizdeki fotoğraf çiçeğin tam ve gerçek görüntüsü değildir. Ancak çiçekten tamamen bağımsız, çiçekle ilişkisiz bir görüntü de değildir. O hâlde çiçeğin aslını iyi bilip elimizdeki görüntünün çiçeğe hangi yönlerden benzeyip benzemediğini tek tek değerlendirmemiz gerekecektir. 

 

Üçüncüsü: Filtrelemenin Yöntemi Hakkındadır
 

Peki ama bu ayıklama nasıl olacaktır? Daha doğrusu ayıklama işleminde neyi neyden ayıklamak gerekecektir? En önemlisi, bu ayıklama işleminde kriter ve yöntem nasıl olacaktır?

 

Bu noktada karşımıza kaçınılmaz olarak “modernite” ve “modern değerler” kavramı çıkacaktır.

 

Kriterimizin modern değerler, daha doğrusu modernizm1 olması durumunda günümüzdeki kadın-erkek ilişkilerinde evrensel olarak kabul gördüğü iddia edilen değerleri esas almak durumunda kalacağız demektir.

 

Kriterimizin kişisel değer yargılarımız olması durumunda da yetişme tarzımız, ufkumuz, bilgi ve görgümüz, mizacımız, anlayışımız gibi mükemmel olduğunu iddia edemeyeceğimiz özelliklerimizi esas almak durumunda kalacağız demektir.

 

Kriterimizin yüzyıllardan bugüne aktarılan geleneksel değer yargıları, biz de dahil olmak üzere İslam’ı kabul eden farklı milletlerin kendi kültürleri, bu kültür içindeki kadın-erkek ilişkileri ve konumları, yine bu kültürler içindeki değer yargıları ve bu değer yargılarının tefsirlere-meallere yansıyan hallerini, yani yine eksik, gedik, yarım ve hatta yer yer yozlaşmış sayılabilecek özellikleri esas alacağız demektir.

 

Bu bağlamda tefsir yazarları ve ulemanın öncelikle kendi dönemlerinin çocukları olduğu gerçeğini aklımızdan çıkarmamamız gerektiği açıktır. Bu nedenle o insanlar kendi dönemlerinin ve kültürlerinin değer yargılarını tefsirlerine yansıtmış olabilirler ve yer yer böyle olmuştur.

 

Dördüncüsü: Kur’an’da Kadın-Erkek İlişkileri ve Kur’an’a Yaklaşım

 

Bunun en bariz göründüğü noktalardan biri de Kur’an’daki kadın-erkek ilişkilerine dair ayetlerin yorumlarıdır.

 

İslam tarihinde geçmişte hariciler arasında bir grup Yusuf Suresi’nin, bir kadınla bir erkek arasındaki aşk hikayesinden de bahsetmesi nedeniyle Kur’an’dan olamayacağını iddia edecek kadar ileri gidebilmişlerdir2. Çünkü onlara göre Allah’ın gönderdiği ulvî bir kitapta bir aşk hikayesinin yeri olamaz.

 

Bu düşüncedeki darlığı ve anlayışsızlığı her dikkatli okur görebilecektir. Yusuf suresinde Hz. Yusuf’un (as) karşılaştığı sıkıntılar, gösterdiği sabır ve sebat, sonunda kuyunun dibinden Mısır gibi bir ülkede geldiği yüksek makam, haset, kölelik, şahitlik, hapis ve özgürlük, bolluk ve kıtlık, günah ve af, zillet ve izzet gibi zıtlıkların bağlandığı hikmetler, nefse hakimiyet ve haramlar karşısında irade gösterme, kaderin adaleti ve hükmü gibi onlarca kritik konuyu görmezden gelip bunlara nazaran daha basit görülebilecek bir meseleyi bütün bir sûreye genellemek, bunu da aşırı bir şekilde yorumlayıp Kur’an’a layık görmemek gerçekten görmezden gelinemeyecek bir cehaletin ve anlayışsızlığın ürünü olsa gerektir.

 

Her ne kadar marjinal görünse de haricilerin bir kısmındaki bu motivasyonun farklı derecelerde ve farklı türlerde, örneğin püritence diyebileceğimiz bir güdüyle meallere ve tefsirlere yansıdığını da görebiliriz. Çünkü insanlar, ne kadar alim de olsalar mutlak bir şekilde ikna oldukları, aksini düşünemeyecek derecede mutlak zannettikleri kişisel kanaatlerini Kur’an’a söyletmeye eğilimli olabilmektedirler.

 

Beşincisi: Nebe 33 ve Benzeri Ayetler Hakkındadır

 

Bu uzun fakat mecburi girişten sonra Nebe Suresi’nin 33. Ayetine gelebiliriz.

 

Öncelikle Nebe Suresi 33. ayetin 32. ayetteki üzüm bağlarına gönderme yapması şeklindeki bir yorum fazlasıyla zorlama bir yorumdur. 

 

Çünkü dikkatli okununca 30. ayette azap tehditleri bittikten sonra 31. ayetten itibaren “Müttakiler için ödül” kısmı başlamaktadır. Bu bağlamda 32. ayette bahçeler ve bağlar (veya üzüm bağları), 33. ayette yaşıt kızlar, 34. ayette dolu kadehler, 35. ayette de boş ve saçma sözlerin işitilmeyeceği bir ortam gibi nimetlerden bahsedilir. Burada önemli olan, bu nimetlerin her birinin müstakil bir şekilde anlatılmasıdır. Yani bahçeler ve üzüm bağları, yaşıt kızlar, dolu kadehler, boş ve saçma sözlerin olmaması gibi durumların her birisi müstakil bir nimet olarak anlatılmıştır. Dolu kadehler olarak anlatılan nimet bir önceki nimete atfedilemiyorsa yaşıtlar şeklinde bahsedilen ayetin de bir önceki ayete atfedilmesi zorlama olacaktır.

 

Diğer yandan Nebe Suresi kısa bir suredir, ayetleri de kısa ve özdür. Dolayısıyla azap ayetleri cehennem ortamını özet ve özlü bir şekilde anlattığı gibi, muttakilere verilecek nimetlerden bahseden ayetler de o nimetlerden kısa ve özlü bir şekilde bahsetmiştir.

 

Ayrıca “Etrâb” kelimesi Vakıa Suresi 37. ayette de aynı anlamda kullanılmıştır. Burada öne çıkan anlam “yaşıt-akran” anlamıdır.

Not: Yazı dizisinin ilk yazısı burada sona ermektedir. İkinci yazı yarın internet sitemizde yayımlanacaktır.

 

1 ) Modern, modernite ve modernizm kavramları aynı anlama gelmez. “Modern” kelimesi geleneksel toplumdan ayrışarak ortaya çıkan yeni bir toplumsal durumu ifade eder. Modernite, Batı Avrupa’da yaşanan aydınlanma süreci sonucunda gelişen ve günümüzde son halini bulan toplumsal yapılar ve sistemlerdir. Modernizm ise, mevcut toplumsal yapı, sistem ve değerlerin evrensel, her kültür ve toplum için en iyisi olduğunu varsayan bir çeşit ideolojik ve hatta hegemonik-dayatmacı tutumu ifade eder. Bu yazıda da modernizm kavramını modern değerlerin insanlığın ulaşıp ulaşabileceği en üst, en mükemmel, en insânî değerler sistemi olduğunu savunan ideoloji anlamında kullandık.

2 ) TDV İslam Ansiklopedisi, Acâride maddesi