15 dk.
12 Aralık 2023
Kur'an'da niçin hurilerden bahsediliyor?-gorsel
Youtube Banner

Kur'an'da niçin hurilerden bahsediliyor?

Soru: Meal okurken Kur’an’da hurilerle ve kadınlarla alakalı çok fazla şey anlatıldığını gördüm. Bunların bu kadar detaylı anlatılmasından rahatsızlık hissediyorum. Özellikle Rahman suresinde çok var. Bunun hikmeti ne olabilir?
 

Cevap: Benzer bir konuda daha önce üretmiş olduğumuz "Kur'an'da Geçen Kadın Tasvirleri" başlıklı yazıya buradan ulaşabilirsiniz. 

 

İnsan sadece ruhtan ibaret bir varlık değildir. O, ruhu ve bedeni ile bir bütündür. Bu nedenle sadece manevi hazları değil cismani lezzetleri de sevip arzular. Karşı cinsler arasındaki çekim kuvveti hem biyolojik hem psikolojik olarak insan yaşamı için önemli bir realite ve etkili bir faktördür.

 

Kendileri ile huzur bulasınız diye kendi cinsinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet duyguları var etmesi de O’nun delillerindendir. Hakikaten bunda iyi düşünen bir topluluk için ibretler vardır.”1 ayetinin işaretiyle kadınlar ve erkekler birbirleri için birer nimettir. Bu nimetin psikolojik yönleri olduğu gibi biyolojik yönleri de vardır. Bunun insan realitesinin bir parçası olduğunu kabul etmeyen yoktur.

 

Ancak bazı tasavvufi sistemler ile Hıristiyanlığın belli yorumları ve Budizm gibi dinler insanın sadece ruhani yönüne odaklanmış, cismani yönünü ise tamamen kötü ve uzaklaşılması gereken bir şer kaynağı gibi görmüşlerdir. Hatta bu nedenle ahirette yeniden dirilmeyi sadece ruh itibariyle kabul etmişler, bedenlerin de yeniden dirileceğini inkar edebilmişlerdir. Onlar için cennet nimetleri ve cehennem azabı sadece ruhlar içindir. 

 

Bu anlayışın bir sonucu olarak onlara göre dünya nimetlerinden tamamen el etek çekmek gerekir. Bu çerçevede yeme, içme, uyuma, cinsellik gibi cismani hazları dini sınırlar içinde bile değil, tamamen terk etmeyi tavsiye edebilmektedirler. Bazı dini kitaplarımızda da dünya ve dünyevilik kötü gösterilirken dünya nimetlerinin bizzat kendilerinin de kötü gösterilmesi, onlardan kaçınılması gibi anlayışlar ortaya çıkabilmiştir. Bu anlayışın etkisiyle Müslümanların belki büyük çoğunluğu yeme-içme gibi dünyevi nimetlerden sayılan cinselliği ve bu nimetin erkekler açısından nesnesi olarak görülen kadını ve kadınlığı tamamen kaçınılması gereken, hakkında hiç konuşulmaması daha uygun olan bir ayıp veya tabu haline getirebilmişlerdir.

 

Ancak bu anlayış dini değil kültürel bir anlayıştır. Kur’an ve sünnet dünyadan tamamen el etek çekmeyi uygun görmez, tavsiye de etmez. Manevi lezzetleri yaratan Allah Teala olduğu gibi cismani zevkleri yaratan da Allah Tealadır. Cismaniyete veya maddi güzelliklere, maddi nimetlere karşı geliştirilen bu yanlış tutuma karşı Bediüzzaman şöyle der: “Esma-i İlahiyenin (İlahi İsimlerin) en camiyetli (kapsamlı) ayinesi (göründüğü yer) cismaniyettedir. Ve hilkat-i kainattaki (kâinatın yaratılışındaki) makasıd-ı İlahiyenin (İlahi maksatların) en zengini ve faal merkezi cismaniyettedir. Ve ihsanat-ı Rabbaniyenin (Rabbanî ihsanların) en çok çeşitleri ve rengarenkleri cismaniyettedir. Ve beşerin ihtiyacat dilleriyle Halıkına karşı dualarının ve teşekküratının (şükürlerinin, teşekkürlerinin) en kesretli tohumları yine cismayinettedir. Maneviyat ve ruhaniyat alemlerinin en mütenevvi (en çeşitli) çekirdekleri yine cismaniyettedir… Dâr-ı ahirette (ahiret yurdunda) Cennetin en çok ve en mütenevvi (en zengin çeşitli) lezzetleri cismanidir. Ve saadet-i ebediyenin en ehemmiyetli ve herkesin istediği ve ünsiyet ettiği (alışkın olduğu) nimetleri cismanidir.”2

 

Bu anlayışın dini değil kültürel olduğuna bir örnek de asr-ı saadette kadın-erkek ilişkileriyle ilgili konuların günümüz Müslüman toplumlarındaki gibi bir tabu olmamasıdır. Tabu, kültürel değer yargıları sebebiyle kendilerinden kaçınılan, uzak durulan, yasaklanan, izin verilmeyen, konuşulması dahi ayıp karşılanan konulardır. Ancak kadın erkek ilişkileriyle ilgili pek çok hadis ve o hadisler çerçevesinde yaşanan olaylar o dönemde bu konulara dair pek çok meselenin günümüzün aksine rahatça konuşulabildiğini, bu konuların bir tabu değil realite olarak ele alındığını göstermektedir.

 

Demek ki ömür boyu bekar kalmak, karşı cinse olan eğilimi tamamen köreltmeye çalışmak gibi yöntemler bazen istisnai olarak işe yarar görünse de aslında genel itibariyle hayatın gerçeklerine terstir.

 

Kur’an ise pek çok ayetin işaretiyle bizlere şu mesajı vermektedir: “Ey insanlar! Sizde dünyevi nimetlere, dolayısıyla karşı cinse de bir eğilim vardır. Siz o eğilim sayesinde aile kurumunu oluşturup neslinizin devamını sağlayabiliyorsunuz. Bu eğilim sadece biyolojik değil aynı zamanda psikolojiktir de çünkü kadınlar ve erkekler eşlerini sadece biyolojik bir varlık olarak görmez, birbirleriyle kalbî irtibat da kurarlar. Allah Teala kadını erkek erkeği de kadın için aynı zamanda bir nimet olarak yaratmıştır ve her iki cins de bu nimetten meşru ölçüler içerisinde faydalanabilir ve faydalanmalıdır.”

 

Buradaki esas mesele “meşruiyet” meselesidir. Yani dünyevi nimetlerden faydalanma konusunda Kur’an ve sünnetin çizdiği meşruiyet sınırlarının korunmasıdır. Bu sınırlar yenilmesi ve içilmesi helal ve haram olan yiyecek içeceklerde olduğu gibi cinsellik konusunda da çizilmiştir ve evlenilmesi yasak olanlar yahut evlilik dışı ilişkinin haram olması gibi hükümler bildirilmiştir.

 

Bu meşruiyetin sağlanması adına Kur’an ahiret nimetlerinden de bahsetmiştir. Meselenin bu kısmını biraz daha açalım:

 

İnsan bu dünyada Allah Teala’nın razı olacağı bir hayat sürmek istiyorsa bunu Cenab-ı Allah'ın  kâinatın işlemesi için koyduğu kanunlara ve prensiplere ters düşerek yapamaz. Bu kanun ve prensiplerden bir tanesi de erkek ve kadın arasındaki çekim gücüdür. Ancak her iki cinste de var olan bu eğilimin kötüye kullanılması insanı dünyadaki yaratılış amacından saptırabilmektedir. Çünkü insan maddi cihetiyle biyolojik bir varlıktır ve hormonlarının o insanda oluşturacağı biyolojik eğilimler çok güçlüdür. Ancak manevi eğitimler ve egzersizlerle o eğilimlere karşı koyabilir. Bazı tasavvufi veya mistik sistemlerle bazı dinlerdeki o eğilimleri tamamen öldürmek, yok etmek, işlemez hale getirmek gibi bir yöntem ise İslam’da yoktur. İslam, o eğilimlerin canlı kalmasını ancak kendi çizdiği sınırlar içinde yaşanmasını istemektedir.

 

Bu güçlü eğilimlere kapılıp da helal-haram dinlemeden cismani lezzetlerin her türlüsüne ulaşmak isteyenlere Kur’an şunu söylemektedir: “Senin şu anda arzuladığın, dünyevi bir nimet olarak peşine düştüğün bu cismani lezzetleri biz daha iyisiyle ve ebedi olacak bir şekilde sana ahirette vereceğiz. Bunu duygusal nedenlerle arzu ediyorsan onu vereceğiz, yok sırf biyolojik dürtülerinle arzu ediyorsan onu da vereceğiz."

 

Dolayısıyla Kur’an’da geçen ve hurilerden yahut cennet nimetlerinden bahseden ayetlerin genel mesajını bu şekilde anlamak daha doğru olacaktır.

 

İnsanın biyolojik varlığı, biyolojik sistemi çok önemlidir ve o sistemin insan davranışları üzerindeki etkisi çok büyüktür. Ramazan ayında oruç tutan ve günde 16 saat kadar aç-susuz kalan insan anlar ki insan temelde yiyecek arayan bir mahluktan ibarettir. Çünkü açlık ve susuzluk insanın gün içindeki bütün davranışlarını, duygu ve düşünce dünyasını istila etmektedir. Demek ki bizim biyolojik realitemiz bundan ibarettir. Yiyecek içecekler özellikle günümüzde bol olduğu ve onlara rahat ulaşıldığı için bu yönümüzü fark etmemiz zor olabilir ancak açlık ve susuzluk zamanlarında insanın biyolojik ihtiyaçlarının bütün benliğini kapladığı açıktır.

 

Aynı insan karnını doyurduktan sonra barınma ve giyinme derdine düşer. Kimse barınmak için dört duvardan ibaret bir evde oturmak istemez ve ikamet edilecek yer her zaman çok farklı değişkenlerle birlikte tercih edilir. İşyerine yakınlığından tutun şehir merkezine göre konumuna, oda sayısından tutun güneş alıp almadığına, apartman yönetiminden komşuların özelliklerine kadar pek çok husus ikamet edilecek barınağı tercih etmede insanın duygu ve düşünce dünyasını meşgul eder.

 

Kıyafet seçimi de benzer bir meşguliyet sürecini insana her gün yaşatır. Yakışıp yakışmaması, işe veya okula uygun olup olmaması, renk uyumundan tarz durumuna kadar pek çok değişken insanın giyim tercihini etkiler.

 

Bu temel ihtiyaçların dışında bir de insan hayatını yukarıda sayılan üç ihtiyaçtan yani beslenme, giyinme ve barınma ihtiyaçlarından da güçlü bir şekilde etkileyebilecek asıl, temel bir realite vardır. Bu da insanların karşı cinse karşı duydukları arzudur. Bunun adına ister aşk ister şehvet ister beraberlik arzusu deyin sonuç değişmez. İnsanın biyolojik varlığı veya maddi dünyası bu temel üzerinde dönmektedir. Hatta kadın-erkek ilişkilerinin insanlığın maddi ilerlemesini tetikleyen en önemli güç olduğunu iddia edenler bile olmuştur.

 

Kur’an da bu gerçek çerçevesinde bazı ayetlerde pek çok cennet nimetinden bahsettiği gibi hurilerden de bahsetmiştir.

 

Huri kelimesi 4 ayette “siyah gözlüler” anlamına gelen “în” kelimesiyle birlikte zikredilir.3

 

Üç ayette huri kelimesi kullanılmadan “güzel bakışlarını eşlerinden ayırmayan kadınlar” anlamına gelen “Kâsırâtü’t-tarf” ibaresi kullanılır.4

 

Yine “iyi huylu güzel kadınlar” anlamına gelen “Hayrâtün hisân” tabiri ise 1 ayette geçer.5

 

Ancak bu ayetlerin her birini bir yere toplayıp bakınca Kur’an cennet nimetlerinden sadece erkekler için bahsediyormuş gibi bir algı ortaya çıkabilir. Halbuki cennet ve cennetteki nimetlerle ilgili yüzlerce ayet vardır. Hurilerle veya cennet kadınlarıyla ilgili ayetler de birer cennet nimetidir ve öyle okunmalıdır. Nasıl ki cennetten bahsederken ırmaklardan, tahtlardan, bahçelerden, meyvelerden, kıyafetlerden veya süslerden bahsetmek bir sorun değildir. Çünkü insan hayatı bu dünyada büyük oranda bu nimetler etrafında şekillenmektedir. Aynı şekilde hurilerden bahsedilmesi de bir sorun değildir. Çünkü insan hayatı temelde karşı cinslerin birbirlerine karşı eğilimleri üzerinden de şekillenmektedir. Bu bir realitedir ve Kur’an realiteyi yok saymaz. Bu durumda zihinlerde bir sorun oluşuyorsa bu sorun, okuyanın vahiyden çok kültür tarafından şekillenen zihnine aittir.

 

Kur’an gibi ulvi bir kitapta böyle şeylerden bahsetmek bir insana uygun gelmiyorsa o insanın ulviyet anlayışını yeniden gözden geçirmesinde fayda vardır. Çünkü her şeyden önce bahsedilenler insan hayatının maddi yönünü tamamen kapsayan şeylerdir. Yani insan hayatının maddi yönünü yeme, içme, barınma ve cinsellik oluşturmaktadır. Kur’an’da bu gibi şeylerin geçmesini tuhaf bulan insanlar için de bu durum geçerlidir. Yani o insanların maddi hayatı da tamamen yeme, içme, barınma ve cinsellikten oluşmaktadır. Çünkü maddi hayat demek zaten bunlardan ibarettir.

 

Kur’an ise insanı cismaniyet kafesinden çıkarıp, hayvaniyetten kurtarmak, kalp ve ruhun hayat derecelerine yükseltmek, sonunda da cennete layık bir hale getirmek için cennet nimetlerinden bahsettiği ayetlerinde adeta “Kendinize hakim olun. Kur’an’ın çizdiği sınırlar dışına çıkmayın. Biyolojik dürtülerinize kapılıp cennetten uzaklaşmayın. Çünkü cennette sizin uğruna ahiretinizi feda etmeye kalkıştığınız nimetler zaten fazlasıyla mevcuttur.” mesajı vermiş olmaktadır.

 

Diğer yandan Kur’an insanın sadece ruhuna hitap etmez. Aklına ve cismaniyetine de hitap eder ki insan hayatını bir bütün olarak kuşatabilsin. Bu da Kur’an’ın diğer muharref semavi kitaplardan farkını ve onlara üstünlüğünü ortaya koyar. Çünkü insan sadece ruhtan ibaret değildir. Ruhu bedenine galebe etmelidir ancak bu, bedeni yok saymak anlamına gelmez. Çünkü ruh kadar bedenin yaratıcısı da Allah’tır ve insanın üzerinde ruhunun olduğu kadar bedeninin de hakkı vardır. O hâlde Kur’an gibi ulvi bir kitapta maddi hazlardan bahsedilmesini uygun bulmamak gerçekçi bir yaklaşım değildir.

 

Farklı Mizaçlar Farklı Yaklaşımlar

 

Diğer yandan insanların mizaçları ve belli bir mizaca sahip bir insanın bazı zamanlarda farklı ruh hâlleri içinde olması da bu gibi ayetlere yaklaşımda dikkate alınmalıdır.

 

Bir insan mizacen rasyonel bir yapıya sahip olabilir. Bu insana duygusal yaklaşımlar, duygusal sözler itici gelebilecektir. Bir başka insan mizacen daha duygusal bir yapıda olduğu için de o insana rasyonel veya bilimsel yaklaşımlar itici gelebilir. Yine aynı insan hayatının bazı zamanlarında duygusal, bazı zamanlarında da rasyonel tavırlar içinde bulunabilir. Bu insanda duygusal eğilimler hâkim iken o insana rasyonel yaklaşmak itici gelebileceği gibi rasyonel eğilimlerin hâkim olduğu zamanlarında da duygusal yaklaşımlar itici gelebilecektir.

 

Her mizaçtaki insan Kur’an’dan kendine düşen payı alabilir çünkü Kur’an bütün insanlara hitap etmektedir. Aynı şekilde bir insan duygusal eğilimlerin baskısı altındayken de Kur’an’dan istifade edebilir, rasyonel eğilimlerin etkisi altındayken de…

 

Ancak rasyonel ve realist bir şekilde değerlendirilmesi gereken meselelere duygusal yaklaşmak ne kadar yanlış ise duygusal bakılması gereken meselelere de salt teorik yaklaşmak o kadar yanlıştır.

 

Bu noktada idealizm ve realizm ayrımı sağlıklı yapılmalıdır. Bizim kendi dünyamıza ait bazı ideallerimiz, kendi kurguladığımız bazı ideal kavramlarımız olabilir. Ancak hayatın gerçekliği o ideallerle ters düştüğü zaman sorun hayatın gerçekliğinde değil kendi ideallerimizde demektir. Örneğin bizler savaşların hiç olmadığı bir dünyayı idealize edebiliriz. Ancak dünyanın böyle bir yer olmaması realitedir ve bizim ideallerimizle uyuşmamaktadır. Bu durumda bir savaşla karşılaştığımız zaman realiteyi görmezden gelip kendi ideallerimizin doğruluğunda ısrar edersek realitenin ezici gücü bizim ideallerimizi daha doğrusu hayallerimizi ezip geçeceği için bundan zarar gören sadece biz oluruz.

 

Aynı şekilde İslam’ı insanın sadece ruhani yönüne hitap eden bir din veya Kur’an’ı insanın sadece kalp ve ruh dünyasını terbiye eden, maddi yönünü görmezden gelen bir kitap olarak idealize etmemiz Kur’an’ın realitesiyle uyuşmaz. Bu durumda bizim hayallerimizde veya ideallerimizde bir sorun var demektir.

 

Cennet Nimetleri Sadece Erkekler İçin mi?

 

Son olarak değineceğimiz konu bahsedilen nimetlerin daha çok erkekler için tasvir edildiği algısıdır. Bu da yanlış bir algıdan ibarettir.

 

Çünkü öncelikle tarih boyunca şekillenen edebiyat veya “anlatım” kültürü erkekler üzerinden şekillenmiştir. Tarih boyunca kadınları temele alarak yazılan bir felsefe veya ahlak kitabı da yoktur. Destanlar, mitolojik anlatımlar da kadın temelli değildir.

 

Dolayısıyla Kur’an’ın bir meseleyi anlatırken eril bir dil kullanması, toplumun merkezinde erkekleri varsayarak anlatması hayatın olağan akışıyla uyumlu bir yöntemdir. Çünkü gerçekten de o dönemde toplumsal hayatın merkezinde erkek vardır.

 

Diğer yandan hurilerin veya cennet kadınlarının cennetlik erkekler için özel olarak yaratılacak varlıklar mı yoksa dünyada yaşayan cennetlik kadınlar mı olduğu konusu tartışmalıdır. Örneğin Hasan Basri (ra) ve onunla aynı düşünen pek çok İslam alimine göre huriler bu dünyadaki kadınlardan oluşacaktır. Çünkü mümin erkekler kadar mümin kadınlar da cennet nimetlerinden faydalanma hakkına sahiptir. Bu durumda “Kur’an neden hep erkeklere verilen cennet nimetlerinden ve hurilerden bahsediyor?” sorusu anlamsız olacaktır. Sadece ifadelerin eril veya müzekker olması söz konusudur ki bu da dönemin toplumsal yapısı ve Arap dilinin özellikleriyle ilgilidir.

 

Rahman Suresinin Özelliği

 

Hurilerin özellikle Rahman sûresinde çokça zikredilmesinin bir hikmeti şu olabilir: 

Rahman suresinde malumunuz olduğu üzere Allah Teala’nın nimetleri anlatılır ve ardından hemen; “Febi-eyyi âlâ-i rabbikumâ tukeżżibân” (O hâlde Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz?” buyrulur. Bu ayet Rahman suresinde 31 defa tekrarlanır. Ancak burada bir incelik vardır: Ayetteki “siz” ibaresi Arapça gramer kaideleri içinde iki gruba hitap etmektedir. Yani “Siz bu nimetlerin hangisini yalanlayabilirsiniz?” denilirken geçen “siz” ibaresi aslında iki gruba yöneliktir. Bu iki grubu bazı tefsirciler insanlar ve cinler olarak anlamışlardır. Ancak Fahrettin Razi gibi yorumculara göre bu iki grubun kadınlar ve erkekler olması da mümkündür. Bu durumda zaten cennet nimetleri açısından kadın ve erkek arasında bir ayrım yapılmadığı anlaşılacaktır.

 

Rahman sûresi insanların ve cinlerin Allah Teala’ya karşı konumlarını yoğun ve beliğ ifadelerle anlatarak başlayan bir suredir. Ardından cennet ehlinin durumları ve onlara verilecek nimetlerden bahsedilir. Rabbinin makamından korkan ve ahirette Allah Teala’nın huzuruna çıkacak olmanın endişesi ile yaşayan ve hayatını buna göre tanzim edenler için iki cennet olduğundan söz edilir. Cennet nimetleri tasvir edilirken de sık yapraklı çeşitli ağaçlardan, türlü meyvelerden, ipekten döşeklerden, kaynayan pınarlardan bahsedildiği gibi güzel, iyi huylu, sadık eşlerden de bahsedilmiştir. Bu durum ise yukarıda anlattığımız realiteler çerçevesinde son derece doğal ve normal bir anlatımdır.

 

Elbette bu anlatımların bir anne babanın çocuklarını heveslendirmek için “Ödevlerini yaparsan sana tablet alacağız!” kabilinden bir teşvik olarak anlaşılması da mümkündür.

 

Allah Teala’dan bizleri cennet nimetleriyle serfiraz kılmasını diler ve dileniriz.

 


 

1 ) Rum, 21

2 ) Şualar, 11. Şua, Meyve Risalesi, Sekizinci Meselenin Bir Hülasası

3 ) Duhan, 54; Tur, 20; Rahman, 72; Vakıa, 22

4 ) Saffat, 48; Sad, 52; Rahman, 56

5 ) Rahman, 70